Etiket arşivi: KALMASI

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları • BOŞANMA DAVASI DEVAM EDERKEN KADININ BAŞKA KİŞİDEN HAMİLE KALMASI, KUSUR DURUMU

YARGITAY Hukuk Genel Kurulu
ESAS: 2013/604
KARAR: 2014/38

Taraflar arasındaki “boşanma, velayet, nafaka, maddi ve manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Konya/Ereğli 2.Asliye Hukuk Mahkemesince (Aile Mahkemesi sıfatıyla) davanın kısmen kabulüne dair verilen 07.02.2012 gün ve 2010/640 Esas-2012/53 Karar sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2.Hukuk Dairesinin 05.12.2012 gün ve 2012/9585 E-2012/29349 K. sayılı ilamı ile;

(…1-Mahkemece davalı koca tam kusurlu kabul edilerek boşanmaya karar verilmiş ise de; yapılan soruşturma ve toplanan delillerden davalı kocanın birlik görevlerini yerine getirmediği, eşine hakaret ettiği, davacı kadının ise Türk Medeni Kanununun 185/son maddesi gereğince boşanma davası devam ederken bir başkası ile ilişkiye girip karardan önce 06.09.2011 tarihinde Poyraz isimli bir çocuğunun olduğu, bu durumda sadakatsiz olan davacının boşanmaya neden olan olaylarda daha ziyade kusurlu olup, boşanma davası yönünden Türk Medeni Kanununun 166/2.maddesi koşullarının oluştuğu anlaşılmıştır. Hal böyle iken davalı koca tam kusurlu kabul edilmesi doğru olmadığı gibi davalının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının da reddine karar vermek gerekmiştir.

2-Toplanan delillerden davacı kadının ağır kusurlu olduğu anlaşılmaktadır. Türk Medeni Kanununun 175.maddesi koşulları oluşmamıştır. Davacı kadının yoksulluk nafakası isteminin reddi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.

3-Davacı kadının ağır kusurlu olduğu anlaşılmıştır. Ağır kusurlu eş yararına maddi ve manevi tazminata hükmedilemez. Davacı kadının maddi ve manevi tazminat isteminin reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

4-Türk Medeni Kanununun 174/1.maddesi mevcut veya beklenen bir menfaati boşanma yüzünden haleldar olan kusursuz ya da daha az kusurlu tarafın, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebileceğini, 186. maddesi, eşlerin evi birlikte seçeceklerini, birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve mal varlıkları ile katılacaklarını öngörmüştür. Toplanan delillerden boşanmaya sebep olan olaylarda maddi tazminat isteyen eşin diğerinden daha ziyade ve eşit kusurlu olmadığı anlaşılmaktadır. Boşanma sonucu bu eş, en azından diğerinin maddi desteğini yitirmiştir. O halde mahkemece, tarafların sosyal ve ekonomik durumları ile kusurları ve hakkaniyet ilkesi (TMK. md. 4 TBK. md. 50 ve 52 ) dikkate alınarak davalı yararına uygun miktarda maddi tazminat verilmelidir. Bu yönün dikkate alınmaması doğru görülmemiştir.

Türk Medeni Kanununun 174/2.maddesi, boşanmaya sebebiyet vermiş olan olaylar yüzünden kişilik hakları saldırıya uğrayan tarafın, kusurlu olandan manevi tazminat isteyebileceğini öngörmüştür. Toplanan delillerden evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebep olan olaylarda tazminat isteyen davalının ağır ya da eşit kusurlu olmadığı, bu olayların kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği anlaşılmaktadır. O halde mahkemece, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, tazminata esas olan fiilin ağırlığı ile hakkaniyet kuralları (TMK. md. 4 TBK. md. 50, 51, 52, 58) dikkate alınarak davalı yararına uygun miktarda manevi tazminata hükmedilmesi gerekir. Bu yönün dikkate alınmaması doğru görülmemiştir…)

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedenine dayalı boşanma, velayet, nafaka, maddi ve manevi tazminat istemlerine ilişkindir.
Mahkemece, davalı kocadan kaynaklanan nedenlerle evlilik birliğinin temelinden sarsılmış olduğu kabul edilerek davacı tarafından açılan davanın kabulü ile tarafların boşanmalarına, davacının yoksulluk ve iştirak nafakası taleplerinin kabulüne, maddi ve manevi tazminat taleplerinin ise kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuş; mahkemece, önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararını, davalı vekili temyize getirmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; boşanma davasında dava açıldıktan sonra gerçekleşen sadakatsiz davranışların mevcut davada eşlerin kusur durumlarının belirlenmesinde değerlendirilip değerlendirilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 185/3.maddesi uyarınca “Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar.” Kanunda belirtilen bu sadakat yükümlülüğü, evliliğin yasal olarak son bulmasına kadar devam edecektir. Başka bir deyişle, mahkemelerce boşanma kararı verilmiş olmasına rağmen bu karar henüz kesinleşmediği sürece evlilik birliği devam ettiğinden bu aşamada eşlerin sadakat yükümlülüğüne aykırı davranışlarının dikkate alınmasının gerektiği kurul çoğunluğu tarafından kabul edilmiştir (Aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulu’nun 26.11.2008 gün ve 2008/2-698 E., 2008/711 K.; 22.12.2010 gün ve 2010/2-636- 680 E., K., 13.07.2011 gün ve 2011/2-403- 509 E., K.; 12.12.2012gün ve 2012/2-526-1102 E., K. sayılı ilamlarında da benimsenmiştir).

Somut olayda; davalı kocanın temyiz aşamasında 29.11.2012 havale tarihli dilekçesine eklediği Konya/Ereğlisi Cumhuriyet Savcılığının 2012/761 soruşturma nolu evrakı içeriğine göre, davacı kadının Cumhuriyet Savcısı tarafından alınan beyanında evlilik birliği sırasında üçüncü kişi ile birlikteliklerinden 06.09.2011 tarihinde bir çocuk dünyaya getirdiğini beyan etmiş, yine doğum raporuna göre de, davacı kadının 06.09.2011 tarihinde çocuk dünyaya getirdiği anlaşılmaktadır.

O halde, sadakat yükümlüğünün ihlali nedeniyle taraflar arasındaki ortak hayatı temelinden sarsacak ve evlilik birliğinin devamına imkân vermeyecek derecede bir geçimsizlik bulunduğu sabit olduğundan davacı kadının daha fazla kusurlu olduğunun kabulü gereklidir.

Görüşmeler sırasında bir kısım üyeler davadan sonra gerçekleşen olayların kusur değerlendirmesine esas alınamayacağını, ayrıca davalının savunmasını ancak karşı tarafın açık muvafakati ya da ıslahı ile genişletmesinin mümkün olduğunu, böyle bir usul işleminin de gerçekleşmediğini belirterek davalının dava açıldıktan sonra gerçekleşen bir vakıayı daha sonra ileri sürmesinin mümkün olmadığı yönünde görüş beyan etmiş iseler de, bu görüş yukarıda belirtilen nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından kabul edilmemiştir.

Bu itibarla; Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

S O N U Ç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “ Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun’un 440/1.maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 22.01.2014 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — Pzt Şub 23, 2015 10:01 pm


DAVANIN KONUSUZ KALMASI

T.C.
YARGITAY
Üçüncü Hukuk Dairesi
E:2006/2465
K:2006/4930
T:25.04.2006
DAVANIN KONUSUZ KALMASI
ÖZET: Davanın konusuz kalması halinde mahkemenin, yargılamaya devam ederek dava açıldığı zaman hangi ta­rafın haksız olduğunu tespit edip, o tarafı yargılama gider­lerine mahkûm etmesi gerekir. Ayrıca davanın konusuz, kal­ması halinde, davanın reddine değil ve fakat dava hakkın­da karar verilmesine yer olmadığına şeklinde hüküm kurul­ması gerekir.
1086 s. HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU [Madde 417]
1086 s. HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU [Madde 421]
Dava dilekçesinde 4.687.000.000 lira alacağın faiz ve masraflarla birlikte davalı taraftan tahsili istenilmiştir. Mahkemece davanın reddi cihetine gidil­miş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bü­tün kâğıtlar okunup gereği düşünüldü.
Davada, davalının satın aldığı hububat bedelini ödemediği ileri sürülerek alacağın tahsili istenilmiş, yargılama aşamasında davacı, alacak hakkını da­va dışı 3. şahsa temlik etmiş, davalı taraf bu temlike karşı çıktığı gibi alaca­ğı devralan şahsın davaya devam etmesini de açıkça talep etmemiş, tazmi­nat şeklinde de istemde bulunmamış, aksine davanın mevcut haliyle devam etmesini ve konusuz kalan davanın reddine karar verilmesini istemiş; mah­kemece, alacağın temliki ve ayrıca icra takibine konu edilmiş olması nede­niyle konusuz kalan davanın reddine, ilaveten kesin hüküm altına alınmamış alacağın 3. şahsa temlik edilmesinden davalının sorumlu tutulamayacağı ge­rekçesiyle yargılama gideri ile vekâlet ücretinin davacıdan tahsiline karar ve­rilmiştir.
Davanın konusuz kalması halinde, mahkemenin, yargılamaya devam ederek, dava açıldığı zaman hangi tarafın haksız olduğunu tespit edip, o tarafı yargılama giderlerine (bu arada vekâlet ücretine de) mahkûm etmesi ge­rekir. Yargıtay’ın yerleşmiş uygulaması da bu yöndedir. (Bkz. Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. baskı, c. 111, İst. 2001, sh. 303 vd.). Mah­kemece bu yönde herhangi bir araştırma ve soruşturma yapılmamıştır.
Kabule göre de, davanın konusuz kalması halinde davanın reddine değil ve fakat “dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına” şeklinde hüküm kurulması gerekir.
Tüm bu hususlar gözetilmeden delillerin yanılgılı değerlendirilmesi sonu­cu yazılı şekilde karar verilmiş olması bozmayı gerektirmiştir.
Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şe­kilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğun­dan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince (BOZULMASI­NA) ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 25.04.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

KAMU DAVASINA KATILMA / KATILMANIN HÜKÜMSÜZ KALMASI / TAKSİRLE YARALAMA

T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
E: 2006/9-155
K: 2006/158
T: 13.06.2006

KAMU DAVASINA KATILMA
KATILMANIN HÜKÜMSÜZ KALMASI
TAKSİRLE YARALAMA

Taksirle yaralama suçundan sanık A…. Y…. B….hakkında açılan kamu davası sonunda Tavşanlı Asliye Ceza Mahkemesi 24.11.2005 gün ve 436-347 sayı ile; suçtan zarar gören H…. A……’nın şikayetçi olmaması karşısında, 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 2. maddesi ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 7. maddesi hükmü gözetilerek sanık hakkındaki davanın 5237 sayılı Kanunun 89/son ve 73/4. maddeleri ile CYY’nın 223/8. maddesi uyarınca düşürülmesine karar vermiştir. Mağdur H…. A……vekilinin süresi içerisinde verdiği temyiz dilekçesi üzerine Yerel Mahkeme 10.12.2005 gün ve 436-347 sayı ile; şikayetçinin 11.10.2003 tarihli duruşmada sanıktan şahsen şikayetçi olmadığını belirttiği, şikayetçi hakkında Tavşanlı Sulh Ceza Mahkemesince vasi tayinine yer olmadığına dair karar verildiği, hür iradesiyle şikayetçi olmaması nedeniyle de müdahilliğine karar verilmediği, bu bakımdan mağdurun temyiz hakkının bulunmadığı gerekçesiyle 5271 sayılı CYY’nın 296/1. maddesi uyarınca temyiz isteğinin reddine karar vermiştir. Bu karara karşı süresi içerisinde mağdur vekili tarafından başvuruda bulunulması üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesi 04.04.2006 gün ve 968-2037 sayı ile; “Mağdur vekilinin 15.12.2003 tarihli dilekçesi ile yaptığı davaya katılma talebi konusunda olumlu veya olumsuz karar verilmemesi,” isabetsizliğinden sair yönlerini incelemeksizin hükmü bozmuştur. Yargıtay C.Başsavcılığı 15.05.2006 gün ve 32410 sayı ile; “Yüksek Daire ile Cumhuriyet Başsavcılığımız arasındaki uyuşmazlık; dava konusu suç nedeniyle yargılanan ve yargılama devam ederken 11.12.2003 günlü oturumda sanıktan şikayetçi olmadığını bildiren ve bu beyanından dört gün sonra 15.12.2003 tarihli dilekçeyle vekili aracılığıyla davaya katılma talebinde bulunan, ancak bu talebi hakkında bir karar verilmeyen mağdurun hükmü temyiz edip edemeyeceği, bir başka deyişle şikayetinden vazgeçen mağdurun müdahale talebi hakkında bir karar verilmemesinin mağdura hükmü temyiz yetkisi kazandırıp kazandırmayacağıdır. Davaya katılma, 1412 sayılı CMUK.nun 365 ve devamı, 5271 sayılı CMUK.nun da 237 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. 1412 sayılı CMUK.nun 365. maddesine göre, suçtan zarar gören şahıs, 5271 sayılı CMK.nun 237. maddesine göre de, mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar davaya katılabilirler. Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanların davaya katılmaları, gerek yargılamada gerçeğin ortaya çıkartılabilmesi, gerekse yargılama sonucunda verilecek kararın bu kişileri manevi olarak tatmin etmesi açısından çok önemlidir. Davaya katılabilmek için üç şartın bir arada bulunması gerekir. Bunlar; 1- Dava konusu suçtan doğrudan zarar görmek (mağdur), dolaylı olarak zarar görmek, (örneğin, suçtan doğrudan zarar gören küçük mağdurun anne ve babası) ve malen sorumlu olmak (örneğin, taksirle yaramak suçunda sanık tarafından kullanılan aracın sahibi), 2- Kovuşturma evresinde hüküm verilinceye kadar davaya katılma iradesinin açıklanması, CMK.nun 237. maddesine göre katılma hakkına sahip olanların şikayetçi olduklarını ve davaya katılmak istediklerini sözlü veya yazılı olarak bildirimleri katılma için yeterlidir. 3- Davaya katılma hakkının kaybedilmemiş olması. CMK.nun 234. maddesinin 1. fıkrasının b bendinin 2. alt bendinde, davaya katılma, 6. alt bendinde de, davaya katılmış olmak koşuluyla davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yollarına başvurma hakkına sahip olduğu, 243. maddesinde de, katılan vazgeçerse katılmanın hükümsüz kalacağı hüküm altına alınmıştır. Bu yasal düzenlemeler doğrultusunda izah etmek gerekirse; Soruşturma evresinde şikayetten vazgeçilmesi davaya katılmayı engellemez. Ancak kovuşturma evresinde şikayetinden vazgeçen davaya katılamayacağı gibi, bu şekilde bir vazgeçme daha önce verilmiş bulunan katılma kararını da hükümsüz kılar. (Osman Yaşar, Uygulamalı ve Yorumlu 5271 sayılı Yeni CMK, sayfa 1058) Ceza Genel Kurulunun 14.01.1985 tarih, 6/305-16 sayılı ve 13.04.1999 tarih ve 2/60-63 sayılı kararları ile 2. Ceza Dairesinin 09.05.1986 tarih, 4730-3837 sayılı, 6. Ceza Dairesinin 01.06.1998 tarih, 5688-5560 sayılı ve 4. Ceza Dairesinin 09.05.1980 tarih, 3420-3301 sayılı kararları şikayetten vazgeçme katılmayı hükümsüz kılacağından mağdur ve müştekinin hükmü temyiz edemeyecekleri yönündedir. Yüksek Daire ile Cumhuriyet Başsavcılığımız arasındaki uyuşmazlığın esasını da davaya katılma hakkının kaybedilmesi oluşturmaktadır. Mağdur 11.12.2003 günlü oturumda, sanıktan şikayetçi olmadığını bildirmiş, mağdur vekili, mağdurun şikayetinden vazgeçmesinden dört gün sonra 15.12.2003 tarihli dilekçesinde ve yargılama esnasındaki sözlü beyanlarında, mağdurun şikayetten vazgeçtiği sırada zihninin bulanık olduğunu şikayetten vazgeçmesinin sonuç doğurmayacağı iddia ederek davaya katılma talebinde bulunmuş ve mağdurun vesayet altına alınması talebinde bulunacaklarını ve buna ilişkin kararı mahkemeye sunacaklarını ifade etmiştir. Bilahare Sulh Hukuk Mahkemesinden getirtilen kararda, mağdur vekilinin, mağdurun Asliye Ceza Mahkemesindeki şikayetten vazgeçmeye ilişkin beyanının sağlıklı irade mahsulü olmadığı, bu nedenle oğlunun mahkemede vasi aracılığıyla temsil edilmesi için vasi tayini talebinde bulunduğu ve mahkemece Adli Tıp Kurumu’nun 27.05.2005 tarihli Sağlık Kurulu raporu esas alınarak vasi tayini talebinin reddine karar verildiği ve hükmün temyiz edilmeksizin kesinleştiği görülmüştür. Tavşanlı Sulh Hukuk Mahkemesinin kararında da belirtildiği üzere, şikayetçi olmadığını bildirdiği sırada mağdurun akli dengesi yerinde olduğundan şikayetten vazgeçme geçerli olup davaya katılma hakkı bulunmamaktadır. CMK.nun 260/1. maddesinde kanun yoluna başvurma hakkı bulunanlar arasında “katılma isteği karara bağlanmamış bulunanlar” da sayılmıştır. Buradaki katılma isteği karara bağlanmamış bulunanı davaya katılma hakkı bulunan kişi olarak anlamak gerekir. Olayımızda da, mağdur, vekili aracılığıyla davaya katılma talebinde bulunmuş ve talebi hakkında bir karar verilmemiştir. Ancak mağdurun davaya katılma hakkı yoktur. Usul kurallarının eksiksiz yerine getirilmesi açısından, mahkemece mağdur vekilinin talebi hakkında bir karar verilmesi gerekirdi. Ancak mahkemece olumlu ya da olumsuz hangi karar verilirse verilsin mağdurun temyiz hakkını elde etmesi mümkün değildir. Çünkü talebin reddi halinde mağdur katılan sıfatını alamayacak, talebin kabulü halinde ise, kovuşturma evresinde şikayetten vazgeçme nedeniyle mağdur davaya katılma hakkını kaybedeceğinden usule aykırı olarak verilen katılma kararı hukuken geçersiz olup temyiz hakkını elde edemeyecek, temyizi ise bu nedene dayalı olarak dairesince reddedilecektir. Bu açıklamaların ışığında Yüksek Dairenin kararını değerlendirmek gerekirse;mağdur vekilinin davaya katılma talebi konusunda karar verilmesi gerekçesiyle hükmün bozulması yasal olarak şu andaki durumdan farklı bir durum yaratmayacak, mahkemece mağdurun katılma talebinin reddine karar verilmesi gerekecek ve mağdur verilen karara karşı temyiz yoluna başvuramayacaktır. Yüksek 9. Ceza Dairesinin, mağdurun davaya katılıp katılamayacağı konusunda değerlendirmeyi kendisi yapması ve dava ekonomisini de nazara alarak şikayetten vazgeçme nedeniyle davaya katılma ve buna bağlı olarak hükmü temyiz hakkı bulunmayan mağdur vekilinin temyiz isteğinin reddine karar verilmesi gerekirdi.”görüşüyle itiraz yasayoluna başvurarak Özel Daire kararının kaldırılmasına Yerel Mahkemenin mağdur vekilinin temyiz isteminin reddine ilişkin verdiği kararın onanmasına karar verilmesini talep etmiştir. Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle Yargıtay Ceza Genel Kurulunda okundu, gereği konuşulup düşünüldü. Yerel Mahkemece, taksirle yaralama suçundan sanık A…. Y…. B….hakkındaki kamu davasının şikayet yokluğu nedeniyle 5237 sayılı Kanunun 89/son ve 73/4. maddeleri ile CYY’nın 223/8. maddesi uyarınca düşürülmesine karar verilmiştir. Mağdur H…. A……vekili temyiz isteminde bulunmuş ise de, Yerel Mahkeme 10.12.2005 gün ve 436-347 sayı ile; şikayetçinin 11.10.2003 tarihli duruşmada sanıktan şahsen şikayetçi olmadığını belirttiği, şikayetçi hakkında Tavşanlı Sulh Ceza Mahkemesince vasi tayinine yer olmadığına dair karar verildiği, hür iradesiyle şikayetçi olmaması nedeniyle de müdahilliğine karar verilmediği, bu bakımdan mağdurun temyiz hakkının bulunmadığı gerekçesiyle temyiz isteğinin reddine karar vermiştir. Bu karara karşı mağdur vekilinin başvuruda bulunması üzerine Özel Daire “mağdur vekilinin 15.12.2003 tarihli dilekçesi ile yaptığı davaya katılma talebi konusunda olumlu veya olumsuz karar verilmemesi,” isabetsizliğinden hükmü bozmuştur. Yargıtay C.Başsavcılığı ise, duruşma sırasında şikayetinden vazgeçen mağdurun davaya katılma isteminin karara bağlanmasının sonuca etkili olamayacağını, bu nedenle başvurunun reddi gerektiğini belirterek itiraz yoluna başvurmuştur. Görüleceği üzere Özel Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık, duruşma sırasında şikayeti olmadığını bildiren mağdurun vekili aracılığıyla sonradan gerçekleştirdiği katılma talebinin Yerel Mahkemece karara bağlanmamış olmasının mağdura hükmü temyiz hakkı verip veremeyeceği noktasında toplanmaktadır. İnceleme konusu olayda, sanığın kullandığı aracın çarpması sonucu yaralanan mağdur, bu olay nedeniyle taksirle yaralama suçundan açılan kamu davasının 11.12.2003 tarihli ilk oturumuna katılıp olayla ilgili açıklamada bulunduktan sonra, “sanıktan şikayetçi değilim, istemeyerek oldu” şeklinde beyanda bulunmuş, bilahare 31.12.2003 günlü ikinci oturumda mağdur vekili Av.M…….. K…….. müdahale istemini içerir dilekçe vermiş, sanık müdafii ile C.savcısının, bir önceki oturumda mağdurun şikayetçi olmadığını belirtmesi karşısında istemin kabul edilemeyeceğini ileri sürmeleri üzerine de, bu kez mağdurun şikayetçi olmamasının sonuç doğurmadığını kanıtlayarak yeniden istemde bulunacaklarını bildirmiştir. Bu oturumdan sonra mağdurun babası İ…….. A…….. 20.01.2004 tarihli dilekçe ile Tavşanlı Sulh Hukuk Mahkemesine başvuruda bulunarak; oğlunun geçirdiği kazada ağır biçimde yaralandığını, tedavi gördüğünü, bu olay nedeniyle açılan kamu davasının halen sürdüğünü, oğlunun bu dosyadaki beyanlarının serbest iradesinin ürünü olmadığını, ailesine ve mahkemeye başka başka beyanlarda bulunduğunu, olay hakkında bazen şikayetçi olduğunu, bazen de şikayetçi olmadığını söylediğini, mahkemenin ise ilk ifadelerini tutanağa geçirdiğini, bu nedenle ceza davasında mağdur oğlunun vasi aracılığı ile temsil edilmesini talep ve dava etmiştir. Tavşanlı Sulh Hukuk Mahkemesi yargılama sonunda, Adlî Tıp Kurumu’nun; “mağdurun iyi ile kötüyü ve doğru ile yanlışı birbirinden ayırt edebileceği, menfaatlerini müdrik ve telkinlere mukavim olabileceği, kendi hür iradesi istikametinde serbest olarak eylem ve işlemlere girişebileceği tıbbi kanaatine varıldığı, hukuki ehliyeti haiz olduğu, kendisine vasi ve müşavir tayinine gerek olmadığı” yolundaki mütalaası üzerine vasi tayinine yer olmadığına karar vermiştir. Uzun süre hukuk davasının sonuçlanmasını bekleyen Yerel Mahkeme ise, 29.09.2005 tarihli oturumda yinelenen katılma istemi konusunda olumlu olumsuz herhangi bir karar vermeden, mağdurun yargılama sırasında şikayetçi olmadığından bahisle davanın düşürülmesine karar vermiştir. Mağdurun özgür iradesine dayalı olduğu saptanan duruşmadaki sözleri, sanıktan şikayetçi olmadığı yönündedir. Gerek bu beyanın gerçekleştiği tarihte yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY’nın 372. maddesi, gerekse sonradan yürürlüğe girip halen yürürlükte bulunan 5271 sayılı CYY’nın 243. maddesine göre, katılanın şikayetten vazgeçmesi davaya katılmayı hükümsüz kılmaktadır. Yerleşik yargısal kararlar da, kovuşturma aşamasında şikayetten vazgeçen kimsenin davaya katılma hakkının bulunmadığı yolundadır. Bu durumda, özgür iradesiyle sanık hakkında şikayetçi olmadığını kovuşturma aşamasında açıklayan reşit mağdur H…. A……’nın davaya katılmasına yasal olanak bulunmamaktadır. Her ne kadar 5271 sayılı CYY’nın 260. maddesinde yasa yoluna başvurabilecekler arasında, davaya katılanların yanısıra katılma istemleri karara bağlanmamış olanlar da sayılmış ise de, bu kişileri, esasen davaya katılma hakkı bulunan kişiler olarak algılamak gerekir. Nitekim aynı Yasanın kamu davasına katılmayı düzenleyen 237. maddesinin 2. fıkrasında; ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma isteklerinin, yasa yolu başvurusunda açıkça belirtilmesi halinde, bu istemlerin denetim muhakemesi sırasında incelenip karara bağlanacağı yolundaki kural da, bu görüşü doğrulamaktadır. Bu durumda, salt katılma isteminin koğuşturma sırasında Yerel Mahkemece karara bağlanmamış olması keyfiyeti, esasen davaya katılma hakkı bulunmayan mağdura hükmü temyiz etme hak ve yetkisi vermez. Bu itibarla, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire bozma ilamının kaldırılmasına, mağdur H…. A……vekilinin başvurusunun reddine, mağdur vekilinin temyiz isteminin reddine ilişkin Yerel Mahkeme kararının onanmasına karar verilmelidir. Çoğunluk görüşüne katılmayan dört Kurul üyesi ise; Özel Daire kararının isabetli bulunduğunu belirterek, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının reddi gerektiği yolunda karşı oy kullanmışlardır.

SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; 1- Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının KABULÜNE, 2- Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 04.04.2006 gün ve 968-2037 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA, 3- Koğuşturma sırasında şikayetçi olmadığını belirtmesi nedeniyle davaya katılma hak ve yetkisi bulunmayan mağdur H…. A……vekilinin, temyiz isteminin reddine ilişkin olarak Yerel Mahkemeden verilen karara yönelik başvurusunun REDDİNE, Tavşanlı Asliye Ceza Mahkemesinin 10.12.2005 gün ve 436-347 sayılı kararının ONANMASINA 13.06.2006 günü oyçokluğu ile karar verildi.