Etiket arşivi: KAZANILMIŞ

BOZMA / KAZANILMIŞ HAK

T.C.
YARGITAY
Yedinci Hukuk Dairesi
E:2006/1950
K:2006/1965
T:15.06.2006

BOZMA
KAZANILMIŞ HAK
Özet: Somut olayda, mahkemece Yargıtay ‘in bozma kara­rına uyulmuştur. Kural olarak, bozma kararına uymakla orada belirtilen biçimde işlem yapılması gerekir. Lehine bozma yapılan taraf bakımından, yararına doğan kazanılmış hak doğrultusunda işlem yapılması, mahkeme için zorunluluktur. Diğer taraftan bozma dışında kalan konular kesinleşir.
Bozma kararma uymaya karar veren mahkemenin, boz­manın gereklerini tam olarak yerine getirmesi gerekir.
1086 s. HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU [Madde 437]
1086 s. HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU [Madde 439]
Taraflar arasında kadastro tespitinden doğan dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtay’ca incelenmesi davacı tarafından istenilmekle, temyiz iste­ğinin süresinde olduğu anlaşılmakla, dosya incelendi, dosyadaki belgeler okundu. Tetkik hakiminin açıklamaları dinlendi. Gereği görüşüldü:
Mahkemece bozma kararına uyulmuştur. Kural olarak, bozma kararına uyulmakla orada belirtilen biçimde işlem yapılması yolunda, lehine bozma yapılan taraf yararına kazanılmış hak aynı doğrultuda işlem yapılması yolunda yerel mahkeme için zorunluluk doğar. Öte yandan, bozma dışında kalan yönler ise kesinleşir. Mahkemece bozma kararına uyulduğu halde gerekleri tam olarak yerine getirilmemiştir.
Her ne kadar hükmü temyiz eden davacı 16.02.2004 günlü duruşma oturumunda keşif yaptırmak istemediğini, tanık bulamadığını, hiç kimsenin tanıklık yapmak istemediğini açıklamış ise de, davacının bu doğrultudaki açıklaması mahkemeyi bağlamaz. Dosya içeriğine göre, dava ve temyize konu taşınmaz 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 5. maddesi hükmü uyarınca malikhanesi açık bırakılmak suretiyle tespit edilmiştir. Bu nedenle, somut olayda aynı Yasa’nın 30. maddesi hükmünün uygulama olanağı da vardır. Açık bir anlatımla, mahkeme gerçek hak sahibini araştırmakla yükümlüdür. Kuşkusuz, yerel mahkemenin bu doğrultudaki araştırma ve soruşturmayı resen yapmakla yükümlü olduğu, bu nedenle gerekli giderleri, özellikle keşif giderlerini ileride haksız çıkan taraftan tahsil etmek koşuluyla bu işe ayrılan ödenekten karşılaması gerekir. Kaldı ki, somut olayda dosya içeriğine göre davacı taraf hakkında 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 36. maddesi hükmü uyarınca da bir işlem yapılmamıştır.
O halde, hükmüne uyulan bozma kararı çerçevesinde araştırma, soruşturma ve uygulama yapılmalı, bundan sonra toplanan ve toplanacak tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna uygun bir karar verilmelidir. Mahkemece bozma kararına uyulduğu halde gerekleri tümü ile yerine getirilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsiz, davacı Kadirin temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde görüldüğünden kabulü iie hükmün (BOZUL­MASINA), peşin alınan harcın istek halinde ilgilisine iadesine, 15.06.2006 gününde oybirliği ile karar verildi.

USULİ KAZANILMIŞ HAK / KİRA KAYBININ GİDERİMİ İSTEMİ

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E:2006/15-275
K:2006/366
T:14.6.2006
USULİ KAZANILMIŞ HAK
KİRA KAYBININ GİDERİMİ İSTEMİ

1086 s. HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU [Madde 46]
1086 s. HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU [Madde 429]
Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara Asliye 12. Hukuk Mahkemesi’nce davanın reddine dair verilen 16.07.2004 gün ve 1992/981-2004/346 sayılı kararın incelenmesi davacı tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin 06.05.2005 gün ve 2004/7452-2005/2817 sayılı ilamı ile;
( … Dava, Borçlar Yasası’nın 355 ve devamı maddelerinde tanımlanan eser sözleşmesinin bir türünü oluşturan kat karşılığı inşaat sözleşmesinden kaynaklanan kira kaybı giderim istemine ilişkindir.
Davacı vekili 17.12.1990 tarihli dava dilekçesi ile 09.09.2002 günlü ıslah dilekçesinde müvekkili ile davalı taraf arasında 18.05.1983 tarihli kat karşılığı inşaat sözleşmesi ile 19.06.1984 tarihli ek sözleşme düzenlendiğini, sözleşmelerle davalı yüklenicinin davacıya ait Ankara-Çankaya … Caddesi’nde yer alan arsa üzerine % 50 oran üzerinden daire karşılığı inşaat yapmayı üstlendiğini, ancak edimini gereği gibi ifa etmeyip 01.09.1986 tarihinden itibaren temerrüde düştüğünü, inşa edilen binadaki 3, 4, 7 ve 8 nolu daireler ile 9 nolu dükkanın tamamının müvekkiline isabet ettiğini, 10 nolu dükkanın % 64.22 payının mahkeme kararıyla verildiğini, 9 nolu dükkanın zemin katta oluşu ve kullanım için fazla bir restorasyona ihtiyaç göstermediğinden Aralık 1995 tarihinde kiraya verildiğini, dairelerin ise büyük ölçüde masrafı gerektirdiğinden kullanılamadığını, zaten teslimin gerçekleşmediğini, bu nedenle maddi kaybın doğduğunu ileri sürerek, dava dilekçesinde belirtilen kira alacağı dışında kalan 3, 4, 7 ve 8 nolu dairelerin 17.12.1990 tarihinden itibaren, 9 nolu dükkanın da yine 17.12.1990 tarihinden O1.12.1995 tarihine kadar kiradan mahrumiyet alacağının B.K. 83/2 uyarınca bilirkişi marifetiyle belirlenecek döviz hesabı miktarı üzerinden uyuşmazlığın mahiyeti ve davalının tacir sıfatı nazara alınarak TTK. 21/2 hükmü de göz önünde tutularak reeskont faiziyle birlikte davalıdan alınıp davacıya ödenmesine, ayrıca Ankara 12. Asliye Hukuk Hakimliği kararı ile % 64.22 arsa payı davacıya verilen 10 nolu dükkanda uğranılan kira mahrumiyetinin de hisse oranında davalıdan tahsiline, fazlaya dair hakların saklı tutulmasına karar verilmesini istemiştir.
Davalı vekili Av. N.I.M. savunmasında, davacının daha önce aynı konu ile ilgili olarak dava açtığını, aynı mahkemenin 2000/29 Esas sayılı dava dosyasında davanın görüldüğünü, mülkiyeti müvekkiline ait bulunan 10 nolu dükkanın % 64.22 arsa payının davacıya verildiğini, mahkemece verilen bu kararın Yargıtay’ca onanarak kesinleştiğini, davacının uğradığını iddia ettiği tüm zararlarının karşılandığını, diğer yandan inşaatın sözleşme ve buna ek sözleşme uyarınca inşa edilip 17.03.1987 tarihinde bitirilerek iskan ruhsatının alındığını, bu nedenle davalının sorumlu tutulamayacağını belirterek davanın reddine karar verilmesini dilemiştir.
Yerel mahkemede yapılan yargılama sonucunda davacının asıl davası ile ek davasının iki bölümden oluştuğu, bu bölümlerden birincisi olan eserin imalatındaki ayıp nedeniyle davacı yararına oluşan maddi giderim hususundaki çekişmenin 2000/594 Esas, 2001/20 Karar sayılı dava dosyasında çözümlendiği, verilen kararın ise kesinleştiği, yine aynı asıl dava ile ek davanın ikinci konusunu oluşturan kira mahrumiyetinden kaynaklanan tazminata ilişkin dava bölümünde ise asıl davada bu konuyu karara bağlamayan yerel mahkeme kararının davacı tarafından onanmasının istendiği, bu durumda davalı lehine usulü kazanılmış hak oluştuğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı yanca temyiz olunmuştur.
Eser sözleşmesi, taraflara karşılıklı hak ve borçlar yükleyen bir iş görme akdidir. Yüklenici, eseri sözleşme koşullarına teknik ve sanatsal kurallara ve amaca uygun olarak imal edip iş sahibine teslim etmekle, iş sahibi ise iş bedelini ödemekle mükelleftir.
Somut olayda Ankara ili Çankaya ilçesi … Caddesi’nde yer alan ada no 5506 parsel no 20’de kayıtlı taşınmaz davacıya aittir. Bu yere davalı kat karşılığı inşaat yapmayı üstlenmiştir. Yanlar arasında Ankara 4’üncü Noterliği’nde 18.05.1983 tarihli kat karşılığı inşaat sözleşmesi, 19.06.1984 günlü ek sözleşme düzenlenmiştir. Davalı yüklenici sözleşme gereği inşaatın yapımına başlamış, ancak eseri sözleşme koşullarına fen ve tekniğe uygun olarak meydana getiremediğinden yanlar arasında uyuşmazlık çıkmıştır. Bunun üzerine arsa sahibi davacı tarafından davalı hakkında açılan ve Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2000/594 Esas, 2001/20 Karar sayılı dava dosyasında görülen davada fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla eksik ve ayıplı imalattan kaynaklanan nefaset farkı, kira mahrumiyeti nedeniyle maddi giderim tutarı 75.000.000.-TL karşılığı davalıya ait bir dükkan ile yine ona ait bir numaralı daire üzerinde ve bu iki parça taşınmaza karşı davalı muarazasının meniyle takas-mahsup hükümleri gereğince bu iki gayrimenkule ait hisselerin hükmen tapu sicilinde uhdesinde bırakılmasına ve bu iki parça taşınmazın 75.000.000.-TL talep değerini aşması halinde taşan kısmın ayrıca nakit olarak davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiş, yapılan yargılama sonucunda taraflar arasında düzenlenen 18.05.1983 ve 19.06.1984 tarihli kat karşılığı inşaat sözleşmesi ile inşaatın sözleşme hükümlerine göre yapılması halinde yükleniciye ait olan 10 nolu 151683/768000 arsa paylı dükkanın % 62.22 payına tekabül eden 97410/151683 payının davacı arsa sahibi üzerinde ipkası ile % 35.78’e isabet eden 54227/151683 payının iptali ile yüklenici adına tapuya tesciline karar verilmiş, karar Yargıtay denetiminden de geçerek kesinleşmiştir. Bu dava dosyasında yapılan yargılama sürecinde eldeki dava 1990/763 Esasta kayıtlı iken birleştirilmiştir. Daha sonra görülen lüzum üzerine kira giderimi istemiyle ilgili bölüm ayrılmış, yeni bir esasa kayıt yapılarak 1992/981 Esas numarasını almıştır.
2000/594 Esas, 2001/20 Karar sayılı dava dosyasında dava konusu olarak sadece nefaset farkı ile ilgili kısım kalmış, yargılama bu kapsamda sonuçlandırılmıştır. Eldeki davada istenen kira giderimi ile ilgili konuda herhangi bir karar verilmemiştir. Bu bakımdan davacının mevcut talebi açısından davalı yararına usuli kazanılmış hakkın oluşması mümkün değildir.
Diğer yandan davalı taraf eserin sözleşme koşullarına uygun olarak imal edilip yapı kullanma izin belgesinin alınıp davacıya teslim edildiğini savunmuş, dosyaya iki adet fotokopi iskan izin belgesi sunmuştur. Oysa davacı yan kendisine bırakılan 7 ve 8 nolu iki daire ile iki dükkanın yapı kullanma izin belgesinin alınmadığını, tüm bağımsız bölümlere ilişkin fiili teslimin halen gerçekleşmediğini, bomboş ve bir harabe halinde durduğunu, sadece 9 nolu dükkanın 1995 yılında kiraya verildiğini ısrarla ileri sürmüştür. Kira kaybı kural olarak eserin sözleşmeye göre teslimi gereken tarihten, ifanın tam olarak yerine getirildiği ve eserin iş sahibine teslim edildiği tarihe kadar olan süre için istenebilir. Eserin arsa sahibine teslim keyfiyetini kanıtlama yükü de yüklenicidedir.
Yerel mahkemece anılan konularda hiçbir araştırma ve inceleme yapılmadan davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya, yönteme ve tüm dosya içeriğine uygun olmamıştır.
O halde mahkemece yapılması gereken iş, binaya ilişkin genel ve ferdi iskan ruhsatı, ilgili merciinden getirtilmeli, konusunda uzman iki inşaat mühendisi ve hukuki yorum ve nitelendirmede yardımcı olmak üzere bir hukukçu bilirkişi tayin edilerek oluşturulacak bu bilirkişi heyeti ile yerinde tatbiki keşif yapılarak sözleşme içeriği, iskan izin durumu ve tüm dosya kapsamı bir bütün halinde değerlendirilerek somut gerçek her türlü tereddüt ve kuşkudan uzak bir şekilde saptanmalı, sonucu dairesinde işlem yapılmalıdır.
Bu nedenlerle yukarıdan açıklanan olgular gözden uzak tutularak eksik araştırma ve inceleme sonucunda davanın reddine karar verilmesi isabetli olmamış, hükmün davacı yararına bozulmasına karar verilmesi uygun bulunmuştur… ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, Borçlar Yasası’nın 355 ve devamı maddelerine dayalı kat karşılığı inşaat sözleşmesinden kaynaklanan kira kaybı giderimi istemine ilişkindir.
Yanlar arasında Ankara 4’üncü Noterliği’nde düzenlenen 18.05.1983 tarihli kat karşılığı inşaat sözleşmesi ile 19.06.1984 günlü ek sözleşme, eser sözleşmesini oluşturmaktadır. Davacı yüklenicinin sözleşme şartlarına uygun imalat yapmadığı gerekçesiyle önce Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1989/21 Esas sayılı dosyasında dava açarak nesafet farkı ve kiradan mahrumiyetten kaynaklanan tazminat istemiş ve buna ek olarak aynı mahkemede kira mahrumiyeti yönünden ek dava açmış; önce birleşen davalar sonra tefrik kararı ile birbirlerinden ayrılmışlardır. tık davada tefrik kararı verilirken kısa kararda birleşen dosyanın tefrikine karar verilmekle birlikte gerekçede kira mahrumiyeti isteminin tefrik edildiği ifade edilmiştir. Sonuçta da ana dosyada kira mahrumiyeti incelenmeyerek bu konuda olumlu ya da olumsuz bir karar verilmemiş; nesafet farkına dayalı talepler incelenip karara bağlanarak, davacının fazlaya ilişkin istemlerinin saklı tutulmasına da hükmedilerek, karar kesinleşmiştir.
Eldeki dava ise tefrik edilen “kira mahrumiyeti”istemli davadır. Mahkeme esas yönünden karar vermemiş; ayrılan ve kesinleşen ana dosyada da kira mahrumiyeti talebi olduğu ve olumlu ya da olumsuz sonuca bağlanmadığı halde davacının kararlarla ilgili kabule ve onamaya yönelik beyanları ve bozmalara uyulmasını istemesi ve uyulması karşısında davalı lehine usulü kazanılmış hakkın gerçekleştiği ifade edilerek davanın reddine karar verilmiş; özel dairece tefrik kararına işaretle usulü kazanılmış hakkın olmadığı, işin esasına girilerek inceleme yapılması gereği vurgulanarak hüküm bozulmuştur.
Mahkemece verilen direnme kararını davacı temyize getirmektedir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık;esasa ilişkin olmayıp, davacının ilk davasında dava dilekçesi içeriğinde geçen kira mahrumiyeti istemi hakkında açtığı ek davanın önce birleşmesi sonra tefriki sonucu diğer yönleriyle kesinleşen karar aşamasında dosyada davacının beyan ve dilekçeleri kapsamına göre davalı lehine usulü kazanılmış hakkın gerçekleşip gerçekleşmediği noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir çözüme kavuşturulabilmesi için hem eldeki davanın hem de bu davanın tefrik edildiği asıl davanın tüm safahatıyla ortaya konulması ve buna göre de mahkeme kararının dayanağını teşkil eden usuli kazanılmış hak kurumunun uygulama yeri olup olmadığının irdelenmesi gerekmektedir.
Öncelikle belirtilmelidir ki, gerek sonuçlanıp kesinleşen “nefaset farkı”na ilişkin asıl dava ve gerekse tefrikle eldeki uyuşmazlığa konu “kira kaybının tazmini”ne ilişkin dava, taraflar arasındaki kat karşılığı inşaat sözleşmesinden kaynaklanmaktadır.
Eser sözleşmesi taraflara karşılıklı hak ve borçlar yükleyen bir iş görme sözleşmesi olup; yüklenici, eseri sözleşme koşullarına teknik ve sanatsal kurallara ve amaca uygun olarak imal edip iş sahibine teslim etmekle, iş sahibi ise iş bedelini ödemekle yükümlüdür.
Somut olayda; Ankara ili Çankaya ilçesi, … Caddesi’nde yer alan ada no 5506 parsel no 20’de kayıtlı taşınmaz davacıya aittir. Yanlar arasında düzenlenen Ankara 4’üncü Noterliği 18.05.1983 tarihli kat karşılığı inşaat sözleşmesi ve 19.06.1984 günlü ek sözleşme ile davalı bu yere kat karşılığı inşaat yapmayı üstlenmiştir.
Davalı yüklenici sözleşme gereği inşaatın yapımına başlamış, ancak eseri sözleşme koşullarına, fen ve tekniğe uygun olarak meydana getiremediğinden yanlar arasında uyuşmazlık çıkmıştır.
Bunun üzerine arsa sahibi davacı tarafından, davalı hakkında Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1989/21 esasıyla açılıp, en son 2000/594 Esas, 2001/20 Karar sayısını alan dava dosyasında görülüp bitirilen dava açılmıştır.
Anılan dosyada; davacı taraflar arasındaki eser sözleşmesine dayanarak 19.02.1988 tarihinde açtığı dava ile sözleşmenin ana unsuru olan ve ana sözleşmede 9. maddede yer alan inşaatın arsanın bulunduğu semtin şan ve şerefine uygun bir şekilde davalı yanca inşa edileceğini, davalının lüks işçilik, lüks malzeme ve en üstün kalitede yapmayı kabul ve taahhüt ettiğini, koşuluna uygun ve zamanında yapılmadığını temel alarak, inşaatta olduğunu iddia ettiği eksikleri sayarak binada payına düşen taşınmazları tasarruf edemediğini, yine ek sözleşmede yer alan edimlerin de yerine getirilmediğini ifadeyle aynen;”Bu dava dilekçesinde yer almamış olan hususlar ile bu dava sonunda ancak ortaya çıkacak fazlaya ilişkin talep hakkını ve ayrıca BK’nun değişik 126/b-4 hükmünden ileride doğacak sair bilumum haklarım mahfuz kalmak kayıt ve şartı ile filhal davalı tarafta alacağını olan 75.000.000.- TL değer karşılığı davalıya ait bir dükkan ile yine ona ait bir numaralı daire üzerinde ve bu iki parça gayrimenkule davalı taraf muarazasının meni ile ( takas-mahsup )hükümleri gereğince bu iki gayrimenkule ait hisselerin hükmen tapu sicilinde uhdemde bırakılmasına ve bu iki parça gayrimenkul değeri harca tabi ( 75.000.000 )milyon talep değerini aşması halinde taşan kısmın ayrıca “nakit olarak” davalıdan tahsiline ve alınan ihtiyati tedbir kararının aynen devamına, ortaya çıkacak ve belirlenecek miktar üzerinden davalının tacir sıfatı da nazara alınarak TTK’nun 1461 ve 21. maddeleri hükümlerine göre davalının temerrüde düştüğü, 01.09.1986 gününden itibaren müddeabihe ticari temerrüt faizi yürütülmesine, HUMK’nun 417. maddesi hükmünce masraflarının davalıdan tahsiline” karar verilmesini istemiştir.
Davacı 14 sahifelik bu dava dilekçesinin içeriğinde istenen bu miktarın kaynağını sözleşmeye aykırı ve eksik yapılan işlerden kaynaklanan nesafet farkı ve bunların ikmali için geçen süre için kira mahrumiyeti bakımından gün olarak yapılacak tespit olarak açıklamış; ondördüncü sahifede aynen “arsa sahibi olarak ben, gerek nefaset farkı nedeniyle gerekse değiştirilmesi ve onarılması bilirkişi kurulunca öngörülen inşaat birimleri maliyet tutarı ile halen dahi işleyen kiradan mahrumiyet tazminat alacağını bakımından davalı müteahhitten fazlaya ilişkin bilumum talep ve dava haklarım mahfuz kalmak kayıt ve şartı ile filhal ( 75.000.000 )milyon alacaklı durumda olduğum için bu alacağını bakımından davalının dükkanı ile Ö. isimli şahsa 10.000.000.- TL’ sına sattığı bir numaralı daire üzerinde ayni hak olarak takas mahsup ve hapis haklarımı kullanmak imkanına sahip bulunmaktayım ( BK. 118, MK. 864 ve 895 )” ifadelerine yer vermiştir.
Davalı da verdiği 18.03.1988 tarihli cevap dilekçesinde 5. maddede nesafet farkı ve kiradan mahrumiyet nedeni ile 75.000.000.- TL talep ettiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece yargılamanın son celsesi öncesi davacı kira kaybının tazmini yönünden birleşen eldeki dava ile bu dosyanın ayrılmalarını talep etmiş; 30.12.1992 tarihli son celse mahkemece bu husus zapta geçirilerek davacı vekili talebini tekrarlamış, davalı vekili talebin reddini istemiş mahkemece verilen ara kararı ile birleşen 1990/763 Esas sayılı dava dosyası bu dosyadan tefrik edilerek ayrı bir esasa kaydedilerek ( uyuşmazlığa konu dava dosyası )ayrıca sürdürülmüş; 1989/21 Esas sayılı dosyasındaki dava ise sonlandırılarak; “taraflar arasında düzenlenen 18.05.1983 ve 19.06.1984 tarihli kat karşılığı inşaat sözleşmesi ile inşaatın sözleşme hükümlerine göre yapılması halinde, davalı müteahhide bırakılması kararlaştırılan 1 nolu daire ile bir dükkanın sözleşme hükümlerine müteahhit tarafından uyulmaması, ayıplı ve kusurlu inşaat yapması karşılığı olarak, arsa sahibi olan davacıya verilmesine ve üzerinde bırakılmasına, söz konusu dükkan ve daireye davalının muarazasının menine, davacının fazlaya ilişkin haklarının saklı tutulmasına…” karar vermiştir.
Gerekçeli kararda da talep ve dava edilen kısım ayıplı, kusurlu ve eksik inşaat nedeniyle değer kaybı olarak kabul edilerek hüküm bu hususta kurulmuş; fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak tefrik edilen dava ile ilgili ( eldeki dava )açıklamada ise ayrılan davanın kira mahrumiyeti alacağına ilişkin bulunduğu ve delillerinin toplanma aşamasında olduğundan ayrıldığı kararın 5. sahifesinde açıklanmıştır.
Bu kararı davalı, müdahiller ve davacı taraf ayrı ayrı temyiz etmiş; davacı taraf, dosyada inceleme eksiği olduğu, birçok talebin cevapsız bırakıldığı gerekçesiyle hükmü temyiz etmiştir.
Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin 16.09.1994 tarihli ilamıyla karar oyçokluğu ile onanmış ve gerekçede de talebin iş bedelinden indirim olduğu ve bunun karşılığı arsa payının verilmesinde isabetsizlik olmadığı belirtilmiştir. Davalı ve müdahiller karar düzeltme isteminde bulunmuş, davacı karar düzeltme isteminin reddini istemiştir. Yargıtay 15. Hukuk Dairesi 06.04.1995 tarihli kararı ile davalının ve müdahillerin karar düzeltme istemini kabul ederek “davayı inşaatın eksik ve ayıplı yapılmasından kaynaklanan değer eksikliğinin giderilmesi olarak nitelemiş ve sonuçta hükmü inceleme eksiğinden” bozmuştur. Davacı 25.05.1995 tarihli dilekçesi ile ısrar kararı verilmesini istemiş; duruşmada tekrarlamış, davalı bozmaya uyulmasını istemiştir.
Mahkemece 08.06.2005 tarihli 1995/358-479 sayılı kararla önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararını davalı ve müdahil temyiz etmiş;davacı 27.09.1995 tarihli temyize cevabında onama istemiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 20.12.1995 gün ve 1995115-902-1139 sayılı kararıyla; onama kararıyla usuli kazanılmış hak gerçekleşmeyeceği, bu nedenle mahkemenin usule ilişkin direnmesinin yerinde olmadığı, mahkeme ile daire arasında davalının arsa payında yapılacak indirimde uygulanacak yöntemin ne olduğuna ilişkin uyuşmazlık bulunduğu belirtilerek bozma yönünde hüküm kurulmuştur.
Mahkemece 1996/203 esasına kaydedilen dosyada Hukuk Genel Kurulu kararına uyularak inceleme yapılıp raporlar alınmış ve sonuçta 27.04.1999 tarihli kararla;
“Taraflar arasında düzenlenen 18.05.1983 ve 19.06.1984 tarihli kat karşılığı inşaat sözleşmesi ile inşaatın sözleşme hükümlerine göre yapılması halinde davalı yükleniciye bırakılması gereken 10 nolu dükkanın arsa payının 151.683 pay üzerinden 89.943/151.683 payının yüklenici adına tesciline, 61.741151.683 payının arsa sahibi davacı üzerinde bırakılmasına, davacının fazlaya ilişkin haklarının saklı tutulmasına” karar vermiştir.
Davacı hükmü temyiz etmiş; Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nce 30.11.1999 tarih ve 1999/3184-4364 sayılı ilamla hükmüne uyulan bozmaya uygun karar verilmediği gerekçesi ile hüküm bozulmuş; mahkemece bozmaya uyularak 08.03.2000 tarihinde dosya 2000/29-132 sayıyla karara bağlanmış; yine davacının fazlaya ilişkin haklarının saklı tutulmasına karar verilmiştir.
Davacı hükmün onanmasını istemiş; özel dairece davalı ve müdahilin temyizi üzerine 06.07.2000 tarih ve 2000/2296-3535 sayılı kararla hüküm bozulmuş ve yine denetime elverişli bilirkişi raporu alınmak üzere inceleme eksiğinden hüküm bozulmuş; bozmaya uyularak yapılan inceleme sonunda 24.01.2001 tarih ve 2000/594-2001/20 sayılı kararla pay oranları belirlenmiş ve davacının fazlaya ilişkin istemlerinin saklı tutulmasına karar verilmiştir.
Davacı hükmün bozulması ya da düzeltilerek onanması ve nakli dava yapılması istemiyle hükmü temyiz etmiş; diğer tarafların da temyizi üzerine özel dairece 25.10.2001 gün ve 2001/4402-4822 sayılı kararla hüküm onanmıştır. Davacı vekilinin karar düzeltme istemi özel dairece 05.03.2002 gün ve 2001/6082-2002/941 sayılı ilamla reddedilmiştir. Hüküm bu haliyle kesinleşmiştir.
Sonuçta içeriği açıklanan 2000/594 Esas, 2001/20 Karar sayılı dava dosyasında dava konusu olarak sadece “nefaset farkı” ile ilgili kısım kalmış, yargılama bu kapsamda sonuçlandırılmıştır.
Dolayısıyla eldeki davaya konu “kira kaybı giderimi” ile ilgili olumlu ya da olumsuz herhangi bir karar verilmemiş;bu isteklerin çözümü tefrik edilen dosyada yapılacak yargılamaya bırakılmıştır.
Yeri gelmişken “usuli kazanılmış hak” kurumu üzerinde durulmalı ve yukarıdan beri açıklanan olgular karşısında somut olay ve taraflar yönünden gerçekleşip gerçekleşmediği irdelenmelidir.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasası’nda “usuli kazanılmış hak” kurumuna ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Yargıtay uygulaması ile kabul edilmiş ve şekillenmiştir.
Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ve öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğınuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.
Mahkemenin, Yargıtay’ın bozma kararına uyması ile, bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usuli kazanılmış hak doğabileceği gibi, bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usuli kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur ( 04.02.1959 gün ve 13/5 sayılı YİBK ).
Yargıtay içtihatları ile kabul edilmiş olan “usuli müktesep hak” kurumunun bir çok hukuk kuralında olduğu gibi, özellikle kamu düzeni düşüncesi ile, yine Yargıtay içtihatları ile getirilmiş istisnaları vardır:
Mahkemenin bozmaya uymasından sonra bir İçtihadı Birleştirme Kararı çıkarsa, bu yeni İçtihadı Birleştirme Kararı’nın mahkemede ve Yargıtay’da görülmekte olan bütün işlere uygulanması gerekir. Buna karşı usuli kazanılmış hak iddiasında bulunulamaz ( 09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK ).
İçtihadı Birleştirme Kararı’nda olduğu gibi, bozmadan sonra yürürlüğe giren ve geçmişe etkili bir yeni kanun karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla meydana gelen usuli kazanılmış hak, hukukça değer taşımaz.
Benzer şekilde; uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilirse, artık usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir ( HGK’nun 21.01.2004 gün, 2004/10-44 E., 19 K. ).
Bu sayılanların dışında ayrıca; görev konusu, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi, “kamu düzeni” ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez ( Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, cilt 5,2001 ).
Görüldüğü üzere, usuli kazanılmış hak kuralının hukuki sonuç doğurması için; bir davada, ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık ve net biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir.
Somut olaya açıklanan bu ilkeler çerçevesinde bakıldığında;davacının “kira kaybının giderimi” talebi eldeki davaya konu olup, sonuçlanan davada bu konuda yapılmış bir irdeleme ve verilmiş bir karar bulunmamaktadır. Sonuçlanan asıl davada “kira kaybının giderimi”istemi açıkça ayrılan eldeki davaya bırakılmış; bu hususa asıl davada verilen karar gerekçesinde açıkça yer verilmiş; tefrik kararını takiben verilen esas hükümle birlikte de ayrıca ve açıkça davacının fazlaya ilişkin hakları da saklı tutulmuştur. Taleplerinden biri sonuçlandırılıp, diğer talebi açıkça ayrılan davacının ayrılan talebine yönelik olarak; bu taleple ilgisi kalmayan dava dosyasında herhangi bir aşamada karşı çıkması beklenemez. Bu nedenle davacının asıl dosyadaki beyanları ve usuli işlemleri nedeniyle davalı yararına gerçekleşecek bir usuli kazanılmış hakkın varlığından söz etmeye de olanak yoktur.
Diğer taraftan, sonuçlanan davada mahkemece verilen karar ve yukarıda ayrıntısıyla açıklanan yargı süreci içinde eldeki davaya konu “kira kaybının giderimi” istemi yönünden herhangi bir usul ya da esasa ilişkin değerlendirme de bulunmamaktadır. Bu husus, hükmüne uyulan bozma ilamlarına konu olmadığı gibi, bu istemi etkileyecek bir taraf işlemi de bulunmamaktadır. Kararın gerekçesinde açıkça “kira kaybının giderimi”talebinin tefrike konu edildiği açıklandığından ve kararla birlikte tefrik kararı da verildiğinden ortaya çıkan sonuç yargılaması sürmekte olan bir talebin varlığıdır.
Bir an için mahkemece sadece birleşen davanın ayrıldığı, asıl davadaki talebin sürdüğü kabul edilse dahi karar gerekçesinde kira kaybı giderine ilişkin talebi tefrik ettiğini belirterek bu konuda olumlu ya da olumsuz bir karar vermeyen mahkemenin maddi bir hatasından söz edilebilir ki bu da davalı yararına usuli kazanılmış hakkın gerçekleşmesine engeldir ve ortada kesinleşmiş bir olgu da bulunmamaktadır. Eldeki davanın tefriki ile bu talep tümüyle ayrılmış ve üstelik sonuçlanıp kesinleşen “nesafet farkı”na ilişkin davada verilen kararda davacının hakları kısıtlanmayıp, fazlaya ilişkin hakları da saklı tutulmuştur.
Sonuçta; uyuşmazlığa konu eldeki davada, müddeabih davacının kira kaybının giderimi isteminden oluşmaktadır. Bu istem konusunda daha önce yapılmış bir değerlendirme, varılmış bir sonuç ve karar bulunmadığına, bu istemin değerlendirilmesi açıkça tefrik edilen davaya bırakıldığına göre davalı yararına usuli kazanılmış hakkın varlığından söz etmeye olanak yoktur.
Mahkemece, hakkaniyete de aykırı düşecek bir yoruma gidilerek davalı yararına usuli kazanılmış hakkın gerçekleştiği gerekçesiyle varılan sonuç; usul ve yasaya, dosya safahat ve kapsamına uygun bulunmamıştır.
Diğer taraftan, işin esası yönünden davalı taraf eserin sözleşme koşullarına uygun olarak imal edilip yapı kullanma izin belgesinin alınıp davacıya teslim edildiğini savunmuş ve bunu ispata yönelik olarak dosyaya iki adet fotokopi iskan izin belgesi sunmuştur. Davacı yan ise, kendisine bırakılan 7 ve 8 nolu iki daire ile iki dükkanın yapı kullanma izin belgesinin alınmadığını, tüm bağımsız bölümlere ilişkin fiili teslimin halen gerçekleşmediğini, bomboş ve bir harabe halinde durduğunu, sadece 9 nolu dükkanın 1995 yılında kiraya verildiğini ısrarla ileri sürmüştür.
Kira kaybı kural olarak eserin sözleşmeye göre teslimi gereken tarihten, ifanın tam olarak yerine getirildiği ve eserin iş sahibine teslim edildiği tarihe kadar olan süre için istenebilir. Eserin arsa sahibine teslim keyfiyetini kanıtlama yükü de yüklenicidedir.
Yerel mahkemece anılan konularda da hiçbir araştırma ve inceleme yapılmadan usulü kazanılmış hakkın varlığından bahisle davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya ve tüm dosya içeriğine uygun olmamıştır.
Şu durumda; eldeki davaya konu davacının kira kaybı giderimi talebiyle ilgili usuli kazanılmış hakkın gerçekleşmesine yol açacak bir olgunun varlığı söz konusu olmamakla, mahkemece yapılması gereken iş, öncelikle binaya ilişkin genel ve ferdi iskan ruhsatını, ilgili merciinden getirtmek olmalıdır. Ardından bozma ilamında da açıkça işaret olunduğu üzere konusunda uzman iki inşaat mühendisi ile hukuki yorum ve nitelendirmede yardımcı olmak üzere bir hukukçu bilirkişi tayin edilerek oluşturulacak bu bilirkişi kurulu ile yerinde uygulamalı keşif yapılarak sözleşme içeriği, iskan izin durumu ve tüm dosya kapsamı bir bütün halinde değerlendirilerek “kira kaybı giderimi”i saptanmalı, uygun sonuç çerçevesinde hükme varılmalıdır.
Yukarıda açıklanan olgular gözden uzak tutularak, eksik araştırma ve inceleme sonucunda, dosya içeriğine uymayan gerekçelerle, usuli kazanılmış hakkın varlığından söz edilerek davanın reddine karar verilmesi ve Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen bozma ilamına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir. Direnme kararı açıklanan tüm bu nedenlerle davacı yararına bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacının temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının özel daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.’nun 429. maddesi gereğince davacı yararına BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 14.06.2006 gününde, oybirliği ile karar verildi.