Etiket arşivi: KAZASI

Borçlar Hukuku • Tek taraflı trafik kazası nedeniyle tazminat

yerel mahkeme sigorta şirketini 77.000 tl ödemeye ve sağlık giderlerinin ssk tarafından ödenmesine karar verdi dosya şimdi yargıtayda acaba yargıtayın vereceği karar ne olabilir.üniversite hastanesinden aldığım rapor %10 kalıcı sakatlık oranı tazminat miktarı bilirkişi tarafından hesaplanmıştır. Bu konuda emsal karar var mı?

Bilgiler: Tarih-Gönderici: waters — 13 Ara 2014, 20:43


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2012/11-1096 K. 2013/382 * TRAFİK KAZASI *RÜCU DAVASI *SÜRÜCÜNÜN ÖLÜMÜ MÜCBİR SEBEP DEĞİLDİR

T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

 

ESAS NO. 2012/11-1096

KARAR NO. 2013/382

KARAR TARİHİ. 20.3.2013

 

 

DAVA :

 

Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bakırköy 5.Sulh Hukuk Mahkeme’since davanın kabulüne dair verilen 18.02.2010 gün ve 2008/1402 E.-2010/113 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 11.Hukuk Dairesi’nin 22.12.2011 gün ve 2010/7428 E.-2011/17547 K. sayılı ilamı ile; 

 

( … Davacı vekili, müvekkiline sağlık sigorta poliçesi ile sigortalı bulunan Sibel’in davalıya ait araçta yolcu iken meydana gelen kaza sonucu yaralandığını, tedavi giderlerinin müvekkili tarafından karşılandığını ileri sürerek, 2.931,00 TL’nin temerrüt faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir. 

 

Davalı, davaya cevap vermemiştir. 

 

Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, aracın sevki sırasında sürücünün aniden ölümünün mücbir sebep olmadığı, bu nedenle davacıya sigortalı Sibel’in yaralanması nedeniyle oluşan tedavi giderlerinden davalının sorumlu olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. 

 

Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir. 

 

Dava, sağlık sigorta sözleşmesine dayalı rücuen tazminat istemine ilişkindir. 

 

2918 sayılı KTK'nun 86/1.madde hükmüne göre işleten, kendisinin veya eylemlerinden sorumlu olduğu kişilerin kusuru bulunmaksızın ve araçtaki bir bozukluk kazayı etkilemiş olmaksızın, kazanın bir mücbir sebepten veya zarar görenin veya bir üçüncü kişinin ağır kusurundan ileri geldiğini ispat ederse sorumluluktan kurtulur. 

 

Somut olayda, davacıya sağlık sigorta sözleşmesi ile sigortalı kişinin davalı şirkete ait araçta taşınması sırasında sürücünün aniden ölümü nedeniyle meydana gelen kaza sonucu yaralandığı ve tedavi giderlerinin davacı tarafından karşılandığı hususları uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık, meydana gelen kaza sonucu yaralanmadan dolayı davalı araç malikinin sorumlu olup olmadığı, daha doğru bir ifade ile sürücünün aracı sevki sırasında ani ölümünün işleteni sorumluluktan kurtaran bir neden olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. 

 

Bir olayın mücbir sebep olarak nitelendirilebilmesi için o olayın önceden sezilemez, karşı konulamaz olması ve harici bir etkenden ileri gelmiş olması gerekir. Bu unsurları içermeyen bir olay umulmayan bir hal niteliğini taşısa dahi mücbir sebep olarak kabul edilemez. Somut olayda, sürücünün ani ölümü açıklanan unsurları içermekte olması nedeniyle mücbir sebep olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. 

 

Bu itibarla, mahkemece, davalı işletene, kazanın aracın teknik bir arızasından kaynaklandığı gibi başka bir nedenle kusur izafe edilemediğine göre sürücünün ani ölümü sonucu aracın kaza yapması neticesinde oluşan zarardan davalı sorumlu olmayıp, davanın bu nedenle reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamıştır… ), 

 

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. 

 

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: 

 

KARAR : Dava, sağlık sigorta poliçesine dayalı rücuen tazminat istemine ilişkindir. 

 

Mahkemece; aracın sevki sırasında sürücünün aniden ölümünün mücbir sebep olmadığı, bu nedenle davacının sağlık sigortalısı Sibel’in yaralanması nedeniyle oluşan tedavi giderlerinden davalı araç işleteninin sorumlu olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. 

 

Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur. 

 

Yerel Mahkemece, önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize davalı vekili getirmiştir. 

 

Hukuk Genel Kurulu'nda uyuşmazlığın esasının görüşülmesinden önce; yerel mahkeme direnme kararının davalı vekiline 09.08.2012 günü tebliğ edildiği ve temyiz dilekçesinin ( 8 ) günlük sürenin dolduğu 17.08.2012 Cuma günü mesai bitimine kadar verilmediği dosya kapsamı ile sabit olup, bu halde; 1086 sayılı HUMK’nın 176/10.maddesi uyarınca Sulh Mahkemelerindeki davaların adli tatilde de görüleceğinin belirtilmesine rağmen somut olaydaki tebliğ tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş bulunan 6100 sayılı HMK’nın 103.maddesinde Sulh Mahkemelerindeki davaların adli tatilde görülecek davalar arasında sayılmamış olması nedeniyle davalının temyiz dilekçesinin süresinde kabul edilmesinin mümkün olup olmadığı hususu ön sorun olarak ele alınıp tartışılmıştır. 

 

Bilindiği üzere; 6100 sayılı HMK’nun Geçici 3.maddesinin ( 1 ).fıkra hükmü; “Bölge Adliye Mahkemeleri'nin, 26.09.2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2'nci Maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur” şeklindedir. 

 

1086 Sayılı HUMK’nın 437.maddesinin yeniden düzenlenmesi ( 5236 sayılı kanunun 16.md. ) önceki hali; “… Sulh mahkemesi kararlarına karşı temyiz süresi sekiz gündür. Bu süre ilamın usulen taraflardan herbirine tebliği ile işlemeye başlar…” şeklindedir. 

 

Görüldüğü üzere, eldeki dosyada kararı veren Sulh Hukuk Mahkemesi, somut olayda kararın tebliğ tarihi itibariyle ( 8 ) günlük temyiz süresine tabidir. Bu hususun ortaya konmasından sonra önsorunun çözümü için tespiti gereken husus, bu sürenin son gününün adli tatil süresi içinde dolması halinde temyiz süresinin hangi tarihte sona ereceğinin belirlenmesi konusudur. 

 

Tebliğ tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş bulunan ve adli tatilin sürelere etkisini düzenleyen 6100 sayılı HMK’nın 104.maddesi; “Adli tatile tabi olan dava ve işlerde, bu Kanunun tayin ettiği sürelerin bitmesi tatil zamanına rastlarsa, bu süreler ayrıca bir karara gerek olmaksızın adli tatilin bittiği günden itibaren bir hafta uzatılmış sayılır” hükmünü içermektedir. 

 

Somut olayda da; davalı vekiline tebligat Ağustos ayında ( adli tatil içinde ) yapılmış olduğundan temyiz süresi adli tatilin bittiği günden itibaren bir hafta uzatılmış sayılacaktır, zira; 1086 sayılı HUMK’nın 176.maddesinin 10.fıkrası uyarınca Sulh Mahkemelerindeki davaların adli tatilde de görüleceğinin belirtilmesi nedeniyle önceki yasa döneminde adli tatil içerisinde dolan temyiz süreleri artık yeni yürürlüğe girmiş bulunan 6100 sayılı HMK’nın 103.maddesinde sulh mahkemelerindeki davaların adli tatilde görülecek davalar arasında sayılmamış olması nedeniyle aynı yasanın 104.maddesi uyarınca adli tatilin bittiği günden itibaren bir hafta uzayacağından davalı vekilinin temyiz dilekçesinin süresinde olduğu oyçokluğu ile kabul edilerek uyuşmazlığın esasının görüşülmesine geçilmiştir. 

 

Bozma ve direnme kararının nitelikleri itibariyle Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; karayolunda seyir halindeki araç sürücünün ani ölümünün KTK’nun 86.maddesi anlamında “mücbir sebep” olarak kabulünün mümkün olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre, aracın kaza yapması neticesinde davacı sigorta şirketinin sigortalısı yolcu için yapmak zorunda kaldığı tedavi giderlerinden davalı işletenin sorumlu olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. 

 

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu ( KTK )’nun 85.maddesinde işletenin hukuki sorumluluğu düzenlenmiştir. Buna göre; bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olur. İşleten ve araç işleticisi teşebbüsün sahibi, aracın sürücüsünün veya aracın kullanılmasına katılan yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur. 

 

İşletenin veya araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibinin, sorumluluktan kurtulması veya sorumluluğun azaltılması hallerini düzenleyen aynı Kanunun 86.maddesinin birinci fıkrası; “İşleten veya araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibi, kendisinin veya eylemlerinden sorumlu tutulduğu kişilerin kusuru bulunmaksızın ve araçtaki bir bozukluk kazayı etkilemiş olmaksızın, kazanın bir mücbir sebepten veya zarar görenin veya bir üçüncü kişinin ağır kusurundan ileri geldiğini ispat ederse sorumluluktan kurtulur” hükmünü içermektedir. 

 

Bu aşamada, yasa metninde geçen “mücbir sebep” kavramı üzerinde durulmadır: 

 

Öğretide mücbir sebep; araç işleteninin işletmesi dışında meydana gelen, genel bir davranış kuralının mutlak ve kaçınılmaz bir şekilde ihlaline yol açan, öngörülmesi ve karşı konulması mümkün olmayan olağanüstü bir olaydır. Mücbir sebep olarak kabul edilen olayın mutlaka işletenin işletmesi ( aracı ) dışında oluşan bir olay olması gerekir. Mücbir sebep sayılan olayın, araç dışında bir olay olması özelliğine “mücbir sebebin hariciliği” unsuru denilmekte olup, aracın direksiyonunun kopması, fren patlaması, sürücünün bayılması, uyuması gibi olaylar mücbir sebep değildir. ( Tekinay/Akman/ Burcuoğlu/Altop, Borçlar Hukuku, 4.Bası, s.539 ). 

 

Sürücünün ani ölümü, kendini kaybetmesi, uyuklaması gibi olaylar da aracın işletilmesine yabancı olan olaylardan değildir ( Haluk Tandoğan, Kusura Dayanmayan Sözleşme Dışı Sorumluluk Hukuku, 1981, s.247; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, a.g.e., s.540 ) 

 

Bu itibarla, araç sürücüsünün seyir halinde iken ölümü sonrası meydana gelen trafik kazası nedeniyle oluşan zararlardan işleten sorumlu olup, kazanın mücbir sebepten kaynaklandığı savunmasında bulunamayacaktır. 

 

Bu durumda, davacı sigorta şirketinin trafik kazasında yaralanan sigortalısı için sağlık sigorta poliçesi kapsamında ödemek zorunda kaldığı tedavi giderlerini tazmin etmesi için işletene rücu etme hakkı bulunduğundan, benzer gerekçe içeren direnme kararı usul ve yasaya uygundur. 

 

Ne var ki, bozma nedenine göre tazminat miktarına ilişkin temyiz itirazları Özel Daire’ce incelenmediğinden, bu konuda inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daire’ye gönderilmelidir. 

 

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme uygun bulunduğundan davalının işin esasına yönelik diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 11.Hukuk Dairesine GÖNDERİLMESİNE, 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı HUMK'un 440/III-2.maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 20.03.2013 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

İçtihat, İş kazası sonucu sürekli iş görmezlik

YARGITAY 10. Hukuk Dairesi
E:2006/4957  K:2006/7462  T:23.05.2006

KAZASI SONUCU SÜREKLİ İŞ GÖREMEZLİK
KONTROL MUAYENESİ, RÜCU DAVASI
GERÇEK ZARAR TAVAN HESABI , ZAMANAŞIMI
Özet: 506 sayılı Yasa’nın 26/1. maddesinde düzenlenen rücu davaları, kanundan doğan ve temelinde geri alma hakkı bulunan, kendine özgü halefiyet ilkesine dayalı, on yıllık akdi zamanaşımına tabi davalardır. Zamanaşımı başlangıç tarihi ise, zarara ve faile ıttıla tarihi olup, zarara ıttıla, gelirler yönünden gelir bağlama kararı veya her bir gelir artışının Kurumca onaylandığı tarih, masraflar yönünden ise, her masrafın sarf ve ödeme tarihidir. 26/2. maddesi gereği açılan rücu davaları ise, Borçlar Kanunu 60. maddedeki zamanaşımı hükümlerine ta­bidir.

Çalışma gücündeki azalma oranı, zarar tespiti yönünden gözetilecek unsurların başında gelmekte ise de; sigortalının iş kazası sonucu meslekte kazanma gücündeki kaybı dikkate alı­narak, bakiye ömrüne göre aktif dönem ile pasif dönem hesabı yapılmalıdır.

Sigortalının sürekli iş göremezlik oranı yönünden öngö­rülen kontrol muayene kaydına ilişkin inceleme sonucunda belirlenen oranın, mevcut meslekte kazanma güç kaybı oranına göre, pasif yaşam süresinin gerçek zarar tavan hesabından dışlanması gerekir.

506 s. SOSYAL SİGORTALAR KANUNU (1) (2) (4)(5) [Madde 26]
818 s. BORÇLAR KANUNU [Madde 60]

İş kazası sonucu sürekli iş göremezlik durumuna giren sigortalıya bağlanan peşin değerli gelirler ile yapılan harcama ve ödemeler nedeniyle uğranılan Kurum zararının rücuan ödetilmesi davasının yapılan yargılaması sonunda;ilamda yazılı nedenlerle davanın kabulüne ilişkin hükmün, süresi içinde duruşmalı olarak temyizen incelenmesi davalılar avukatlarınca iste­nilmesi üzerine, tetkik hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

1- 1992/3 Esas, 1994/3 Karar 01.07.1994 tarihli Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurul Kararı uyarınca; 506 sayılı Yasa’nın 26/1. maddesinde düzenlenen rücu davalarının, kanundan doğan ve temelinde geri alma hakkı bulunan, kendine özgü nitelikte halefiyet hukuksal ilkesine dayalı, on yıllık akdi zamanaşımına (BK 125. md.) tabi davalar olduğu; zamanaşımının başlangıcının ise, zarara ve faile ıttıla tarihi olup; zarara ıttıla, gelirler yö­nünden, gelir bağlama kararı veya her bir gelir artışının Kurum yetkili orga­nınca onaylandığı tarih, masraflar yönünden ise, her masrafın sarf ve ödeme tarihi olarak esas alınacağı hükme bağlanmıştır.

506 sayılı Yasa’nın 26. maddesinin 2. fıkrası çevresinde açılan rücu davaları ise, Borçlar Kanunu’nun 60. maddesine göre 1 ve herhalde sigorta olayının meydana geldiği tarihten itibaren 10 yıllık zamanaşımına tabidir. Bir yıllık zamanaşımının başlangıcı zarara ve faile ıttıla tarihidir.

TEDAŞ çalışanı sigortalının 14.12.2000 tarihinde geçirdiği iş kazası nedeniyle yapılan müfettiş incelemeleri sonucunda düzenlenen 28.02.2001 tarihli iş güvenliği müfettişi raporu ile 06.04.2001 tarihli sigorta müfettişi raporlarında, ekip şefi konumundaki Mehmet ile Yunus’un iş kazasının olu­şumuna kusurlu davranışlarıyla etkide bulundukları tespiti yer almış ve bu tespitlerden hareketle, sigortalı için yapılan tedavi harcamalarıyla geçici iş göremezlik ödeneklerinin tazminine yönelik Aksaray Birinci Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi’nde açılan 2002/63 E. sayılı rücuan tazminat davasında bu kişilere de husumet yöneltilmiş ve tazminle sorumluluklarına hükmedilmiştir.

Yukarıda sıralanan hukuksal ve maddi olgular ışığında değerlendirme yapıldığında; işveren dışındaki gerçek kişiler yönünden Kurum yetkili organ­larının faile ıttıla tarihinin, Kurum müfettişince düzenlenen rapor ve buna

dayalı olarak 11.01.2002 tarihinde açılan ilk dava tarihinden sonraya taşın­masının mümkün bulunmadığı; eldeki davaya konu gelirlerin onay tarihinin ise, 26.10.2001 tarihi olduğu ve anılan davalılar vekilinin de yöntemince zamanaşımı defi ileri “sürdüğü gözetildiğinde, dava tarihi olan 03.11.2004 tarihi itibariyle davalılar Mehmet ile Yunus yönünden faile ve zarara ıttıla tarihinden itibaren bir yıllık zamanaşımı süresinin geçtiğinden, Mehmet ile Yunus hakkındaki davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi yasal zorunluluğu belirgindir.

Ancak, işveren yönünden davanın zamanaşımına uğramadığı;zaman­aşımı definin ise borcu ortadan kaldırmayıp bunu ileri sürene borcu yerine getirmekten kaçınma yetkisi verdiği, teselsül hükümlerine dayalı olarak açılmış olan eldeki davada ise, borçluların her birinin borcun tamamından tek başına sorumlu olduğu, bu nedenle de zamanaşımı definin ancak bunu ileri süren müteselsil borçlu hakkında hüküm doğuracağı, borçlu işverenin borcun tü­münden sorumluluğuna etkide bulunmayacağı hukuksal gereğine uygun karar verilmesi gereğinin gözetilmemiş olması,

2- Dosya kapsamında bulunan gelir bağlama kararında; iş kazasına bağlı olarak sağ ayak baş parmağı ile sol ayak küçük parmağının kesilmesi ve sağ el ayasında ağır yanık oluşması nedeniyle gerçekleşen %49 meslekte kazanma güç kaybı oranı bakımından kontrol muayene kaydı bulunmasına, giderek bu durumun gerek rücu alacağı, gerekse tavanı oluşturan miktara doğrudan etkili bulunmasına karşın, sonucu araştırılarak sigortalının kesinleşen meslekte kazanma güç kaybı oranının belirlenmesi, bir değişiklik bulun­duğunun anlaşılması halinde ise, oluşacak farklılığın peşin değerli gelir ile gerçek zarar tavan değerine etkisi üzerinde durulmaksızın hüküm kurulmuş olması,

3- Kişinin beden ve fikir gücünün kazanç getirecek şekilde kullanılması olarak tanımlanan çalışma gücünün kayıp veya azalması halinde, bu kayıp veya azalmadan kaynaklanan zarar, tazminat hukuku ilkeleri uyarınca, gele­ceğe ilişkin varsayıma dayalı bir hesaplamayla belirlenebilmektedir. Kuşkusuz çalışma gücündeki azalma oranı, zarar tespiti yönünden gözetilecek unsurların başında gelmektedir. Zira, çalışma gücünün yitirilmesinden kaynaklanan zara­rın hesabı, çalışma yaşamı süresiyle sınırlı olarak yapılabilmektedir. Kazanç
kayıplarının belirlenmesinde, işçinin aktif olduğu iş görebilme dönemi dikkate alınabilmekte; bu dönemi takip eden pasif dönem içinde gerçekleşecek zararların ise, mahrum kalınan yaşlılık aylıklarından oluştuğu varsayılmaktadır. Kişinin daha fazla efor sarf ederek çalışma yaşamını sürdürebildiği ve bu çalışmasına dayalı olarak pasif yaşam dönemini güvence altına alabildiği durumlarda, kişinin pasif yaşam süresi için bir kazanç kaybından ve kazanma gücü kaybına dayalı zararından da söz edilmesi mümkün olamamaktadır.

Kurumun rücu davasına egemen ilkeler, iş kazası sonucu sürekli iş göremezlik halinde, sigortalının meslekte kazanma güç kaybı oranına bağlı olarak tazmini gereken zarar tavan değerinin belirlenmesinde, sigortalının meslekte kazanma güç kaybı oranındaki yoğunluk dikkate alınarak, zararlandırıcı sigorta olayı tarihindeki bakiye ömrüne göre aktif dönem ile pasif dönem hesabı yapılabilir. Sigortalının, iş kazası sonucunda meslekte kazanma gücünü 2/3′ün altında bir oranla yitirmesi halinde ise; aktif dönemdeki çalışmayla ileride yaşlılık aylığına hak kazanması üstün olasılık içinde bulun­duğundan, böylesi durumlarda, pasif dönemin gerçek zarar tavan hesabından dışlanması yerleşik içtihatların gereğidir.

Sigortalının sürekli iş göremezlik oranı yönünden öngörülen kontrol muayene kaydına ilişkin inceleme sonucunda belirlenen oranın yukarıdaki açıklamalar ışığında değerlendirilmesi gereği bulunmakla birlikte; mevcut meslekte kazanma güç kaybı oranına göre, pasif yaşam süresinin gerçek zarar tavan hesabından dışlanması gereğinin gözetilmemiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davalıların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

Sonuç: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle (BO­ZULMASINA), temyiz harcının istek halinde davalılara iadesine, 23.05.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İÇTİHAT, KAZASI SONUCU SÜREKLİ İŞ GÖREMEZLİK

YARGITAY 10. Hukuk Dairesi
E:2006/4957  K:2006/7462  T:23.05.2006

KAZASI SONUCU SÜREKLİ İŞ GÖREMEZLİK
KONTROL MUAYENESİ, RÜCU DAVASI
GERÇEK ZARAR TAVAN HESABI , ZAMANAŞIMI
Özet: 506 sayılı Yasa’nın 26/1. maddesinde düzenlenen rücu davaları, kanundan doğan ve temelinde geri alma hakkı bulunan, kendine özgü halefiyet ilkesine dayalı, on yıllık akdi zamanaşımına tabi davalardır. Zamanaşımı başlangıç tarihi ise, zarara ve faile ıttıla tarihi olup, zarara ıttıla, gelirler yönünden gelir bağlama kararı veya her bir gelir artışının Kurumca onaylandığı tarih, masraflar yönünden ise, her masrafın sarf ve ödeme tarihidir. 26/2. maddesi gereği açılan rücu davaları ise, Borçlar Kanunu 60. maddedeki zamanaşımı hükümlerine ta­bidir.

Çalışma gücündeki azalma oranı, zarar tespiti yönünden gözetilecek unsurların başında gelmekte ise de; sigortalının iş kazası sonucu meslekte kazanma gücündeki kaybı dikkate alı­narak, bakiye ömrüne göre aktif dönem ile pasif dönem hesabı yapılmalıdır.

Sigortalının sürekli iş göremezlik oranı yönünden öngö­rülen kontrol muayene kaydına ilişkin inceleme sonucunda belirlenen oranın, mevcut meslekte kazanma güç kaybı oranına göre, pasif yaşam süresinin gerçek zarar tavan hesabından dışlanması gerekir.

506 s. SOSYAL SİGORTALAR KANUNU (1) (2) (4)(5) [Madde 26]
818 s. BORÇLAR KANUNU [Madde 60]

İş kazası sonucu sürekli iş göremezlik durumuna giren sigortalıya bağlanan peşin değerli gelirler ile yapılan harcama ve ödemeler nedeniyle uğranılan Kurum zararının rücuan ödetilmesi davasının yapılan yargılaması sonunda;ilamda yazılı nedenlerle davanın kabulüne ilişkin hükmün, süresi içinde duruşmalı olarak temyizen incelenmesi davalılar avukatlarınca iste­nilmesi üzerine, tetkik hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

1- 1992/3 Esas, 1994/3 Karar 01.07.1994 tarihli Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurul Kararı uyarınca; 506 sayılı Yasa’nın 26/1. maddesinde düzenlenen rücu davalarının, kanundan doğan ve temelinde geri alma hakkı bulunan, kendine özgü nitelikte halefiyet hukuksal ilkesine dayalı, on yıllık akdi zamanaşımına (BK 125. md.) tabi davalar olduğu; zamanaşımının başlangıcının ise, zarara ve faile ıttıla tarihi olup; zarara ıttıla, gelirler yö­nünden, gelir bağlama kararı veya her bir gelir artışının Kurum yetkili orga­nınca onaylandığı tarih, masraflar yönünden ise, her masrafın sarf ve ödeme tarihi olarak esas alınacağı hükme bağlanmıştır.

506 sayılı Yasa’nın 26. maddesinin 2. fıkrası çevresinde açılan rücu davaları ise, Borçlar Kanunu’nun 60. maddesine göre 1 ve herhalde sigorta olayının meydana geldiği tarihten itibaren 10 yıllık zamanaşımına tabidir. Bir yıllık zamanaşımının başlangıcı zarara ve faile ıttıla tarihidir.

TEDAŞ çalışanı sigortalının 14.12.2000 tarihinde geçirdiği iş kazası nedeniyle yapılan müfettiş incelemeleri sonucunda düzenlenen 28.02.2001 tarihli iş güvenliği müfettişi raporu ile 06.04.2001 tarihli sigorta müfettişi raporlarında, ekip şefi konumundaki Mehmet ile Yunus’un iş kazasının olu­şumuna kusurlu davranışlarıyla etkide bulundukları tespiti yer almış ve bu tespitlerden hareketle, sigortalı için yapılan tedavi harcamalarıyla geçici iş göremezlik ödeneklerinin tazminine yönelik Aksaray Birinci Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi’nde açılan 2002/63 E. sayılı rücuan tazminat davasında bu kişilere de husumet yöneltilmiş ve tazminle sorumluluklarına hükmedilmiştir.

Yukarıda sıralanan hukuksal ve maddi olgular ışığında değerlendirme yapıldığında; işveren dışındaki gerçek kişiler yönünden Kurum yetkili organ­larının faile ıttıla tarihinin, Kurum müfettişince düzenlenen rapor ve buna

dayalı olarak 11.01.2002 tarihinde açılan ilk dava tarihinden sonraya taşın­masının mümkün bulunmadığı; eldeki davaya konu gelirlerin onay tarihinin ise, 26.10.2001 tarihi olduğu ve anılan davalılar vekilinin de yöntemince zamanaşımı defi ileri “sürdüğü gözetildiğinde, dava tarihi olan 03.11.2004 tarihi itibariyle davalılar Mehmet ile Yunus yönünden faile ve zarara ıttıla tarihinden itibaren bir yıllık zamanaşımı süresinin geçtiğinden, Mehmet ile Yunus hakkındaki davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi yasal zorunluluğu belirgindir.

Ancak, işveren yönünden davanın zamanaşımına uğramadığı;zaman­aşımı definin ise borcu ortadan kaldırmayıp bunu ileri sürene borcu yerine getirmekten kaçınma yetkisi verdiği, teselsül hükümlerine dayalı olarak açılmış olan eldeki davada ise, borçluların her birinin borcun tamamından tek başına sorumlu olduğu, bu nedenle de zamanaşımı definin ancak bunu ileri süren müteselsil borçlu hakkında hüküm doğuracağı, borçlu işverenin borcun tü­münden sorumluluğuna etkide bulunmayacağı hukuksal gereğine uygun karar verilmesi gereğinin gözetilmemiş olması,

2- Dosya kapsamında bulunan gelir bağlama kararında; iş kazasına bağlı olarak sağ ayak baş parmağı ile sol ayak küçük parmağının kesilmesi ve sağ el ayasında ağır yanık oluşması nedeniyle gerçekleşen %49 meslekte kazanma güç kaybı oranı bakımından kontrol muayene kaydı bulunmasına, giderek bu durumun gerek rücu alacağı, gerekse tavanı oluşturan miktara doğrudan etkili bulunmasına karşın, sonucu araştırılarak sigortalının kesinleşen meslekte kazanma güç kaybı oranının belirlenmesi, bir değişiklik bulun­duğunun anlaşılması halinde ise, oluşacak farklılığın peşin değerli gelir ile gerçek zarar tavan değerine etkisi üzerinde durulmaksızın hüküm kurulmuş olması,

3- Kişinin beden ve fikir gücünün kazanç getirecek şekilde kullanılması olarak tanımlanan çalışma gücünün kayıp veya azalması halinde, bu kayıp veya azalmadan kaynaklanan zarar, tazminat hukuku ilkeleri uyarınca, gele­ceğe ilişkin varsayıma dayalı bir hesaplamayla belirlenebilmektedir. Kuşkusuz çalışma gücündeki azalma oranı, zarar tespiti yönünden gözetilecek unsurların başında gelmektedir. Zira, çalışma gücünün yitirilmesinden kaynaklanan zara­rın hesabı, çalışma yaşamı süresiyle sınırlı olarak yapılabilmektedir. Kazanç
kayıplarının belirlenmesinde, işçinin aktif olduğu iş görebilme dönemi dikkate alınabilmekte; bu dönemi takip eden pasif dönem içinde gerçekleşecek zararların ise, mahrum kalınan yaşlılık aylıklarından oluştuğu varsayılmaktadır. Kişinin daha fazla efor sarf ederek çalışma yaşamını sürdürebildiği ve bu çalışmasına dayalı olarak pasif yaşam dönemini güvence altına alabildiği durumlarda, kişinin pasif yaşam süresi için bir kazanç kaybından ve kazanma gücü kaybına dayalı zararından da söz edilmesi mümkün olamamaktadır.

Kurumun rücu davasına egemen ilkeler, iş kazası sonucu sürekli iş göremezlik halinde, sigortalının meslekte kazanma güç kaybı oranına bağlı olarak tazmini gereken zarar tavan değerinin belirlenmesinde, sigortalının meslekte kazanma güç kaybı oranındaki yoğunluk dikkate alınarak, zararlandırıcı sigorta olayı tarihindeki bakiye ömrüne göre aktif dönem ile pasif dönem hesabı yapılabilir. Sigortalının, iş kazası sonucunda meslekte kazanma gücünü 2/3′ün altında bir oranla yitirmesi halinde ise; aktif dönemdeki çalışmayla ileride yaşlılık aylığına hak kazanması üstün olasılık içinde bulun­duğundan, böylesi durumlarda, pasif dönemin gerçek zarar tavan hesabından dışlanması yerleşik içtihatların gereğidir.

Sigortalının sürekli iş göremezlik oranı yönünden öngörülen kontrol muayene kaydına ilişkin inceleme sonucunda belirlenen oranın yukarıdaki açıklamalar ışığında değerlendirilmesi gereği bulunmakla birlikte; mevcut meslekte kazanma güç kaybı oranına göre, pasif yaşam süresinin gerçek zarar tavan hesabından dışlanması gereğinin gözetilmemiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davalıların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

Sonuç: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle (BO­ZULMASINA), temyiz harcının istek halinde davalılara iadesine, 23.05.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İŞ KAZASI SONUCU SÜREKLİ İŞGÖREMEZLİK / RÜCU DAVASI / KAÇINILMAZLIK

T.C.

YARGITAY
Onuncu Hukuk Dairesi
E: 2006/760
K: 2006/3090
T: 21.3.2006
İŞ KAZASI SONUCU SÜREKLİ İŞGÖREMEZLİK
RÜCU DAVASI
KAÇINILMAZLIK
506 s. SOSYAL SİGORTALAR KANUNU (1) (2) (4)(5) [Madde 26]
İş kazası sonucu sürekli işgöremezlik durumuna giren sigortalıya bağlanan peşin değerli gelirler ile yapılan harcama ve ödemeler nedeniyle uğranılan Kurum zararının rücuan ödetilmesi davasının yapılan yargılaması sonunda: ilamında yazılı nedenlerle davanın kabulüne ilişkin hükmün süresi içinde duruşmalı olarak temyizen incelenmesi davalı Avukatınca istenilmesi üzerine, dosya incelenerek, işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 21/03/2006 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmiştir. Duruşma günü davalı adına kimse gelmedi, karşı taraf adına Av. DY geldi. Duruşmaya başlandı. Hazır bulunan Avukatın sözlü açıklamaları dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek aynı günde Tetkik Hakimi Ercan Turan tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi:
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle, davanın yasal dayanağını oluşturan ve İş kazası ve meslek hastalığının oluşumuna, “…kastı veya işçilerin sağlığını koruma ve iş güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi veyahut suç sayılabilir bir hareketi… ” ile etkide bulunan işveren yönünden sıralanan nedenlerle ve kusura dayalı sorumluluk gereğini içeren 506 sayılı Yasanın 26/1. maddesine dayalı davada, sıralanan nedenlerle sorumluluğu yoluna gidilmesi mümkün bulunan işverenin, iş kazasının oluşumunda etkili olan kaçınılmazlıktan sorumlu tutulması olanağı bulunmadığından, sigortalı tarafından açılan maddi tazminat davasında kaçınılmazlık olgusu nedeniyle indirim yapılmaksızın belirlenmiş olan gerçek zarar tavan değerinin, kaçınılmazlık oranında indirim uygulanarak esas alınması gereğinin gözetilmemiş olması, istem ve hükmedilen miktar itibariyle eldeki davada sonuca etkili bulunmayıp, ileride açılacak davalarda tavanın açıklanan ilke çerçevesinde belirlenmesinin mümkün bulunmasına göre,
SONUÇ : Yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usül ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA, davacı avukatı yararına takdir edilen 450.00 YTL duruşma avukatlık parasının davalıya yükletilmesine, aşağıda yazılı temyiz harcının temyiz eden davalıdan alınmasına, 21.03.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.

HİZMET AKDİ / İSTİSNA AKDİ / İŞ KAZASI KOŞULLARI / TESPİT DAVASI

T.C.

YARGITAY

Hukuk Genel Kurulu
E: 2006/10-84
K: 2006/121
T: 29.3.2006
HİZMET AKDİ
İSTİSNA AKDİ
İŞ KAZASI KOŞULLARI
TESPİT DAVASI
818 s. BORÇLAR KANUNU [Madde 313]
818 s. BORÇLAR KANUNU [Madde 354]
506 s. SOSYAL SİGORTALAR KANUNU (1) (2) (4)(5) [Madde ]
Taraflar arasındaki “Tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Samsun 1. İş Mahkemesince davanın kabulüne, karşı davanın reddine dair verilen 13.09.2004 gün ve 2001/53-2004/786 sayılı kararın incelenmesi davalılar ( karşı davacı ) vekili tarafından istenilmesi üzerine. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 24.03.2005 gün ve 2004/12320-2005/3188 sayılı ilamı ile;
( …Uyuşmazlık, davacıların murisi H.K. ile Y.K. arasındaki hukuki ilişkinin niteliğinde toplanmaktadır.
506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 2. maddesinde “bir hizmet akdine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılanların bu kanuna göre sigortalı sayılacakları” hükmü yer almaktadır.
Borçlar Kanunu’nun 313. maddesinde hizmet akdi, “Hizmet akti bir mukaveledir ki, onunla işçi muayyen ve gayri muayyen bir zamanda hizmet görmeyi ve iş sahibi dahi ona bir ücret vermeyi taahhüt eder”şeklinde tarif edilmiştir. Hizmet akdinden söz edebilmek için belirli bir işin, işverene bağımlı olarak çalışma karşılığında bir ücret mukabili yapılması gerekmektedir.
Borçlar Kanunu’nun 355 ve 356. maddelerinde düzenlenen istisna akdinde ise “belirli bir işin belirlenen bedel mukabilinde işverenin mesai kısıtlamasına tabi olmadan yapılıp veya başkalarına yaptırılıp teslim edilmesi” söz konusudur. Hizmet akdinde sürdürülen ve devam eden hizmet, istisna akdinde ise, işten hasıl olacak sonuç önemlidir.
Bu ilkeler doğrultusunda somut olay irdelendiğinde; Y.K. oturduğu iki katlı ahşap evin dış cephesinin boyanması için boyacı H.K. ile anlaşmıştır.
Her ne kadar mahkemece taraflar arasındaki hukuki ilişkilerin hizmet akdinden kaynaklandığı belirtilmiş ise de, tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde; davacıların murisi H.K. ile davalı Y.K. arasında günün belirlenen bir saatinde iş başı yapılıp belirlenen zamanda işin bırakılacağı bu mesai karşılığında günlük ücret ödeneceği yönünde bir anlaşma olmadığı, müteveffa H.K. ile davalı Y.K. arasında istisna akdine dayalı olarak işin yürütüldüğü sırada meydana gelen kazada H.K. ‘nin öldüğü, bu nedenle taraflar arasındaki ilişkinin hizmet akdine değil istisna akdine dayandığı anlaşılmıştır.
Bir kazanın iş kazası sayılıp sayılmaması kişinin, kazanın olduğu tarihte hizmet akdine dayanarak çalıştığının saptanmasına bağlıdır. Binanın dış cephesinin boyanması için getirilen ustanın yaptığı iş hizmet akdi değil istisna akdi olduğundan, dolayısıyla kazanın iş kazası sayılmayacağı düşünülmeksizin yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalı Y.K. ‘nin ve Sosyal Sigortalar Kurumu’nun bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır… ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece. önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, davacılar miras bırakanın ölümünün iş kazası sonucu olduğunun, birleştirilen dava ise, anılan zararlandırıcı olayının iş kazası olmadığı tespiti ile buna aykırı Kurum işleminin iptali istemine ilişkindir.
Yerel mahkeme, davaya konu olayın iş kazası olduğunun tespiti ile birleştirilen davanın reddine karar vermiştir.
Davalılar ( karşı davacı ) Y.K. ve SSK vekilinin temyizi üzerine Özel Daire; yukarıda metni yazılı gerekçe ile hükmün bozulmasına karar vermiş, yerel mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Davaya konu zararlandırıcı olay; davacılar murisi H.K. ‘nin, davalıya ait evin dış cephesini boyaması sırasında, boya fırçasının metal sapının yüksek gerilim hattına temas etmesi sonucu meydana gelmiştir.
Uyuşmazlık; davalı Y.K. ile davacıların murisi arasındaki iş görme ilişkinin hizmet akdine mi, istisna akdine mi dayandığının belirlenmesi noktasında toplanmaktadır.
506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 11. maddesinde iş kazasını oluşturan haller sınırlı olarak belirtilmiştir. Anılan maddeden yola çıkılarak iş kazası; maddede belirtilen hal ve durumlardan birinde meydana gelen ve sigortalıyı hemen ve sonradan bedence ve ruhça arızaya uğratan olay olarak tanımlanabilir.
506 Sayılı Kanunun “Sigortalı sayılanlar” başlıklı 2. maddesinde ise, bir hizmet akdine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılanlar bu kanuna göre sigortalı sayılmaktadırlar.
Taraflar arasındaki hukuki ilişkinin hizmet akdine dayanması, gerek sigortalılık olgusunun varlığında, gerekse meydana gelen zararlandırıcı olayın iş kazası sayılmasında ön koşul oluşturmaktadır.
Hizmet akdi Borçlar Kanununun 313-354. maddeleri arasında düzenlenmiş olup, ayrıca İş Kanunlarında da hizmet akdini düzenleyen çeşitli hükümler yer almaktadır.
İstisna akdi Borçlar Kanununun 353. maddesinde “İstisna, bir akittir ki onunla bir taraf ( müteahhit ), diğer tarafın ( iş sahibi ) vermeği taahhüt eylediği semen mukabilinde bir şey imalini iltizam eder.” şeklinde tanımlanmaktadır.
İstisna akdinde müteahhit eser meydana getirmekten ibaret bir iş görme edimini borçlanmaktadır. Bir iş görme borcu doğuran sözleşme olmakla beraber, burada önemli olan, çalışmanın kendisinden ziyade, bu çalışma neticesi ortaya çıkan ve objektif olarak gözlenmesi kabil sonuçtur ( Cem Baygın. Türk Hukukuna göre istisna sözleşmesinde ücret ve tabi olduğu hükümle S.8 ) Müteahhit, iş sahibi ile akdi ilişkiye, girerken bir sonuç ( eser ) meydana getirmeyi taahhüt etmektedir. Bu anlamda eser, bir iş görme faaliyetinin maddi veya maddi olmayan sonucudur. Kuşkusuz bağımsız bir varlığı değiştirmeye, işlemeye veya biçimlendirmeye yönelik edimler de eser kavramına-dahil sayılır ve istisna sözleşmesinin konusunu oluştururlar. Ücret belli bir süre çalışıldığı için değil, netice için ödenmektedir. Müteahhidin, kararlaştırılan zamandan önce taahhüdünü yerine getirmesi, ücret üzerinde herhangi bir etki meydana getirmeyecektir. İstisna akdinde ekonomik risk müteahhit tarafından yüklenirken, hizmet akdinde işveren tarafından karşılanacaktır.
Hizmet akdini karakterize eden unsurlar: “ücret”, “bağımlılık”‘ve “zaman” olarak sıralanabilir. Hizmet akdinde zaman-belirli bir süre çalışmak ön planda iken, istisna akdinde zaman belirleyici olmayıp, sonuç ön planda tutulmaktadır. Hizmet akdinde, işçinin işi ifa, özen gösterme, sadakat borcuna karşılık, işverenin ücret ödeme, ihtimam ve yardım gibi borçlan bulunmaktadır.
Zaman ve bağımlılık unsurları hizmet akdinin ayırıcı ve belirleyici özellikleridir. Çalışan, Borçlar Kanununun 313. maddesinin öngördüğü çerçeve içinde, zaman ve bağımlılık unsurlarını gerçekleştirecek biçimde çalışmaktaysa, aradaki çalışma ilişkisi hizmet akdine dayanıyor demektir. Bilindiği üzere zaman unsuru, çalışmanın, işgücünün belirli ya da belirli olmayan bir süre içinde, işveren veya vekilinin buyruğunda bulundurmayı kapsamaktadır. Hiç kuşkusuz çalışan, bu süre içinde, işveren veya vekilinin buyruğu ve denetimi altında ( bağımlı olarak ) edimini yerine getirecektir. Burada söz konusu olan bağımlılık ise, her an ve durumda çalışanı denetleme veya buyruğuna göre edimini yaptırma olanağını işverene tanıyan, çalışanın edimi ile ilgili buyruklar dışında, çalışma olanağı bulamayacağı nitelikte bir çalışmadır. Eğer ki çalışan, işgücünü belirli ya da belirli olmayan bir zaman için çalıştıranın buyruğunda bulundurmakla yükümlü olmayarak, işveren buyruğuna bağlı olmadan sözleşmedeki amaçları gerçekleştirecek biçimde edimini görüyorsa, sözleşmenin amacı bir eser meydana getirmekse, çalışma ilişkisi istisna akdine dayanıyor demektir.
Davada somut olayın özelliklerine bakarak çözüme ulaşılmalıdır. Çalışma ilişkisinin istisna akdine dayanması halinde iş sahibinin, iş ve sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklanan iş sağlığı ve güvenliğini sağlama yükümlülüğü bulunmayacağı gibi meydana gelen ölüm olayı da 506 Sayılı Kanunun kapsamında iş kazası olarak adlandırılamayacaktır.
Binanın dış cephesinin boyanması şeklinde beliren somut çalışma ilişkisinde, belirli bir süre çalışmanın değil, bir sonucun meydana getirilerek, bağımsız bir varlığı değiştirmeye, işlemeye veya biçimlendirmeye yönelik edimin amaçlanmış olması, hizmet akdinin yukarıda tanımlanan ayırt edici ve belirleyici özelliklerinin somut iş görme ilişkisinde bulunmaması karşısında, meydana gelen ölümlü zararlandırıcı olayın iş kazası olarak değerlendirilerek yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsiz olup, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda açıklanan ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK’ un 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının davalı Y.K. ‘ye geri verilmesine. 29.03.2006 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

İŞ KAZASI / İŞ KAZASI SONUCU MALULİYET / MANEVİ TAZMİNAT

T.C.
YARGITAY
Yirminci Hukuk Dairesi
E. 2006/5897
K. 2006/7047
T. 27.6.2006
İŞ KAZASI
İŞ KAZASI SONUCU MALULİYET
MANEVİ TAZMİNAT
1086 s. HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU [Madde 83]
818 s. BORÇLAR KANUNU [Madde 41]
Davacı, iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesi davasının yapılan yargılaması sonunda;ilamda yazılı nedenlerle gerçekleşen 20.000.00.-YTL. manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine ilişkin hükmün süresi içinde temyizen incelenmesi davalı vekilince istenilmesi ve duruşma talep edilmesi üzerine dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 27.06.2006 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü davalı vekili Avukat O.B geldi. Karşı taraf adına kimse gelmedi. Duruşmaya başlanarak hazır bulunan Avukatın sözlü açıklaması dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek aynı gün Tetkik Hakimi B.Mustafa Şimşek tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu, işin gereği konuşulup düşünüldü, ve aşağıdaki karar tespit edildi:
1- Dosyadaki yazılara toplanan delillere kararın dayandığı gerektirici sebeplere göre davalı STFA Enerji Telekominikasyon San.Tic.A.Ş. nin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2- Dava, iş kazası sonucu beden tamlığı bozulan davacı işçinin maddi zararının giderilmesi istemine ilişkindir. Yargılama sırasında davacı ıslah ile dava dilekçesinde yer almayan manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
Mahkemece,manevi tazminata ilişkin açılmış bir dava olmadığı halde, ıslah dilekçesi ile manevi tazminat istemi dikkate alınarak, manevi tazminatın kabulüne karar verilmesi yanlıştır. HUMK.’nun 83. ve devam maddelerinde düzenlenmiş olan ıslah müessesesi, mahkemeye yöneltilmesi gereken tek taraflı ve açık bir irade beyanı ile tarafların dilekçelerinde belirttikleri vakıaları, dava konusunu veya istem sonucunun değiştirebilmesi imkanını sağlamaktadır. Usule ilişkin işlemlerin tamamen ya da kısmen ıslahı mümkündür. Ancak, her iki durumda da usulüne uygun açılmış bir davanın bulunması şarttır. Başka bir anlatımla ıslah, açılmış bir davada taraflarca yapılmış usule ilişkin işlemlere yönelik olarak yapılmalıdır. Bu bağlamda, yargılaması devam eden bir dava içinde ıslah ile ikinci bir davanın açılması olanağı bulunmamaktadır. Davacı isterse dava dilekçesini tamamen ıslah ederek dava konusunu değiştirebilirse de, yeni dava konusu önceki dava konusunun yerine geçer ve yine tek bir dava söz konusu olur.
Islahta dava konusu olmayan bir istemin dava kapsamına alınması mümkün değildir. Bu nedenle ” davacının ayrıca dava açma hakkı saklı kalmak üzere manevi tazminata ilişkin ıslah isteminin reddine” şeklinde karar verilmesi gerekirken “davacının manevi tazminat talebinin kabulü ile 40.000,00-YTL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine”şeklinde hüküm kurularak söz konusu ıslaha değer verilmesi doğru bulunmamıştır.
Mahkemece, yukarda belirtilen maddi ve hukuksal olgular gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalı STFA Enerji Telekominikasyon San.Tic.A.Ş.nin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, Davalı yararına takdir edilen 450.00 YTL duruşma Avukatlık parasının karşı tarafa yükletilmesine, temyiz harcının istek halinde davalıya iadesine, 27.06.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.

MURİSİN İŞ KAZASI SONUCU ÖLÜMÜ / MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT / TAZMİNAT İLE HAK SAHİPLERİNE ÖDENEN MİKTAR ARASINDA ORANSIZLIK

T.C.
YARGITAY
Yirmibirinci Hukuk Dairesi
E:2006/6336
K:2006/6989
T:26.6.2006
MURİSİN İŞ KAZASI SONUCU ÖLÜMÜ
MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT
HAK SAHİPLERİNE YAPILAN ÖDEME
TAZMİNAT İLE HAK SAHİPLERİNE ÖDENEN MİKTAR ARASINDA ORANSIZLIK
818 s. BORÇLAR KANUNU [Madde 41]
Davacı, murisinin iş kazası sonucu ölümünden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.
Hükmün taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi M. tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi:
1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici sebeplere, temyizin kapsamına ve nedenlerine göre tarafların aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine,
2-Zararlandırıcı sigorta olayı sonucu 18.11.2000 tarihinde öldüğü anlaşılan İ.’nın kanuni mirasçılarına davacı tarafça da itiraz olunmayan 01.07.2001tarihli tediye fişi ile 1.302.250.000.TL. ödendiği dosya içerisindeki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.. Uyuşmazlık kazadan sonra mirasçılara yapılan ödemenin en son hesaplanan tazminattan hangi kıstaslar nazara alınarak indirileceği konusunda toplanmaktadır. Kural olarak hak sahiplerine yapılmış ödemenin bu miktar ile sınırlı olmak üzere bağlayıcılığı asıldır. Gerçek anlamda ödemeden söz edebilmek için tazmin edilecek miktar ile buna karşılık alınan meblağ arasında açık oransızlığın bulunmaması koşuldur. Başka bir anlatımla, ödemenin yapıldığı tarihteki verilerle hesaplanan tazminat ile ödenen miktar arasında açık oransızlığın bulunduğu durumlarda, yapılan ödeme makbuz niteliğinde kabul edilebilir. Bu durumun, ödemenin yapıldığı tarih göz önünde tutularak davacının gerçek zararının uzman bilirkişiler aracılığı ile saptanması suretiyle belirleneceği hukuksal gerçeği ortadadır. Oysa, yukarıda açıklandığı biçimde inceleme ve araştırma yapılmadığı dosya içeriğinden anlaşılmaktadır.
3-0layın oluş şekline, kusur oranlarına, davacıların duyduğu elem ve ızdırabın derecesine, tarafların sosyal ve ekonomik durumuna, 26.06.1966 gün 1966/7-7 sayılı İçtihadı Birleştirme Karanının içeriğine ve öngördüğü koşulların somut olayda gerçekleşme biçimine ve hak ve nesafet kurallarına göre davacılar için hükmedilen manevi tazminat miktarının yüksek olduğu açıkça belli olmaktadır.
Yapılacak iş; ödemenin yapıldığı tarihteki veriler esas alınarak hak sahiplerinin gerçek zararım saptamak, böylece tazmin edilecek miktar ile buna karşılık alınan meblağ arasında açık oransızlığın bulunup bulunmadığını denetlemek, açık oransızlığın bulunması durumunda ödemeleri “kısmi ifayı içeren makbuz”niteliğinde kabul etmek ve önceki hesaba göre belirlenen ödeme oranında tespit edilecek miktarı son verilere göre belirlenen tazminattan indirmek makul miktarda manevi tazminat takdir etmek ve sonucuna göre karar vermekten ibarettir.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın eksik inceleme ve araştırma sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, temyiz edenlerin bu yönleri amaçlayan itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde temyiz edenlere iadesine, 26.06.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.