Etiket arşivi: Konu

İŞÇİLİK ALACAĞININ BELİRSİZ ALACAK DAVASINA KONU OLMASI

 

“YARGITAY 9. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/24405                                                                                                    
KARAR NO : 2015/16279

Davacı, fazla mesai ücreti alacağının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Yerel mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Hüküm süresi içinde taraflar avukatlarınca temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

A) Davacı İsteminin Özeti:

Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili davacı işçinin fazla mesai yapmasına rağmen karşılığı olan ücretlerinin ödenmediğini iddia ederek fazla mesai alacaklarının davalıdan tahsilini talep etmiştir.

B) Davalı Cevabının Özeti:

Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davanın reddini talep etmiştir.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:

Mahkemece, fazla mesai alacağının kısmen kabulüne karar verilmiştir.

D) Temyiz:

Kararı taraflar yasal süresi içerisinde temyiz etmiştir.

E) Gerekçe:

1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davacının tüm, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2- Davaya konu işçilik alacalarının belirsiz alacak davasına konu olup olamayacağı ile faiz başlangıcı yönlerinden taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır.

Belirsiz alacak davası 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile öngörülen ve alacaklıya bazı avantajlar sağlayan yeni bir dava türüdür. Sözü edilen hükme göre “Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir”. Şu hale göre davanın açıldığı tarihte alacak miktarının belirlenmesi imkânsız ise belirsiz alacak davası açılabilir. Öte yandan alacaklı tarafından alacağın miktar veya değerinin tam olarak belirlenmesi beklenemez ise yine belirsiz alacak davası açılabilir.

Belirsiz alacak davasını düzenleyen HMK’nun 107. maddesinin gerekçesinde, birçok kez hak arama özgürlüğüne vurgu yapılmıştır. Yine alacaklının hukuki ilişkiyi, muhatabını ve talep edebileceği asgari tutarı bilmesine rağmen “alacağın tamamını tam olarak” tespit edemeyecek durumda olması da davanın nedenleri arasında sayılmıştır. Bu itibarla belirsiz alacak davasıyla ilgili yoruma gidildiğinde, alacaklının hak arama özgürlüğünün değerlendirilmesi gerekir. Bunun aksine ilgili hükmün, alacaklının hakkına ulaşmasını kısıtlayan şekilde ele alınması doğru olmaz.

Dava konusu alacak karşı tarafın vereceği bilgi veya belgelerle belirlenecekse, alacak belirsiz kabul edilmelidir. Karşılaştırmalı hukukta geçerli olan bu kriter 107. maddenin 2. fıkrasının başlangıcında “karşı tarafın vereceği bilgi sonucu” yargılama sırasında belirlenme olarak kabul edilmiştir.

Konuyu iş mevzuatı açısından ele aldığımızda, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 3, 8, 22, 28, 32, 37, 67. maddelerinde işverene çalışan her bir işçi yönünden kayıt tutma ve işçiye belge verme yükümlülüğü getirildiği görülmektedir. Bütün yasal yükümlülüklere uyan işveren bakımından kural olarak işçi alacaklarının belirsiz olduğundan söz edilemeyecektir. Zira işçinin çalışma süresinin tam olarak kayda geçirildiği, iş sözleşmesi ile ücreti, ücretin ekleri ve çalışma koşullarının belirlendiği, işçiye her ay ücret hesap pusulası verildiği, günlük ve haftalık iş sürelerinin işçiye önceden bildirildiği, işçinin yaptığı olağanüstü çalışmalar için kendisine belge verildiği durumlarda, işçinin birçok alacağı belirli ya da belirlenebilir durumdadır. Sadece hâkimin takdirine kalan bazı alacaklar bakımından yine de başlangıçta bir belirsizlikten söz edilebilecektir.

İşçilik alacaklarının hesabı genelde iki kritere tabidir. İşçinin işyerinde geçen çalışma süresi ve ücreti ile ekleri bilindiğinde işçilik alacakları belirlenebilir durumdadır. Bu yüzden özellikle kamu kurumlarında işçinin çalışmalarının tam olarak Sosyal Sigortalar Kurumuna bildirilmesi ve işyerinde uygulanan toplu iş sözleşmesinden yararlanan işçinin ücreti ile eklerinin toplu iş sözleşmesinde yer alması sebebiyle işçilik alacakları belirlenebilir durumdadır. Yine de hâkimin taktir alanına giren manevi tazminat, taktiri indirime tabi fazla çalışma ücreti, hafta tatili ücreti, bayram ve genel tatil ücreti, cezai şart, sözleşmenin kalan süresine ait ücret gibi alacakların başlangıçta tam olarak ve tamamen belirlenmesi mümkün değildir. Nitekim 107. maddenin Adalet Komisyonu gerekçesinde de, alacaklının “talep edebileceği miktarı asgari olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağın tamamını tam olarak tespit” edememesi halinde belirsiz alacak davası açılabileceği ifade edilmiştir.

Gerekçede örnek olarak “keşif ve bilirkişi raporu” ile alacağın miktarının tespit olunmasından söz edilmiştir ki, iş yargısında bilirkişi hesap raporu alınması çok yaygın bir uygulamadır. Yine 107. maddenin 2. fıkrasında “karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu” alacak miktarının belirlenmesinden söz edilmiştir ki, yukarıda sözü edilen yasal yükümlülükler sebebiyle işçiye çalışırken belge vermekle yükümlü olan işveren bunu yerine getirmediğinde, işçinin alacağın miktarını tam olarak belirlemesini beklemek doğru olmaz.
Belirsiz alacak davasını öngören hükümde biri sübjektif, diğer objektif iki unsur karşımıza çıkmaktadır. Alacağın veya dava değerinin belirlenmesini objektif olarak imkânsız olması halinde belirsiz alacak davası açılabilecektir. Örneğin iş kazası geçiren işçinin açacağı davada işveren ve işçinin karşılıklı kusur oranları, kusursuz sorumluluk olup olmadığı ve varsa kaçınılmazlık durumu ve maluliyet oranlarının dava açma aşamasında belirlenmesi imkânsızdır.

Sübjektif unsur ise alacaklının talep konusu miktarı belirlemesinin alacaklıdan beklenememesidir. İşçinin yasal hakları ödenmeksizin işten çıkarıldığı bir durumda yukarıda belirtilen masraflara ek olarak uzman hesap raporu aldırarak olası işçilik alacaklarını belirlemesi de hak arama özgürlüğü önünde engel olarak değerlendirilebilir.

Talep sonucunun rakam olarak ifadesinin imkânsızlığı, davacının tam olarak miktarını bilmediği ve bu bilgisizliğini davalının sahasında bulunan vakıalardan kaynaklandığı durumlarda söz konusudur.

İşyerinde sendikasız çalışan ve yasal işçilik alacakları konusunda ayrıntılı bilgi sahibi olması beklenmeyen bir işçinin, alacakları doğru şekilde adlandırması dahi mümkün olmazken doğru hesap yöntemiyle birlikte ve tam olarak belirlemesi mümkün görülmemelidir. Ancak işyerinde hukuk müşaviri, personel uzmanı, muhasebe müdürü gibi konumda çalışan bir işçi bakımından aynı sonuca varmak mümkün olmayacaktır.

Belirsiz alacak davası hukuk sistemimize girmeden önce icra inkar tazminatına hak kazanma yönünden likit (belirli) olma kriteri içtihat olarak kabul edilmiştir. Bu kriterin, alacağın belirli olup olmamasında da dikkate alınabileceği Yargıtay tarafından kabul edilmiştir. Yargıtay’a göre; “Likit bir alacaktan söz edilebilmesi için ise; ya alacağın gerçek miktarının belli ve sabit olması ya da borçlusu tarafından belirlenebilmesi için bütün unsurların bilinmesi veya bilinmesinin gerekmekte olması; böylece, borçlunun borç tutarını tahkik ve tayin etmesinin mümkün bulunması; başka bir ifadeyle, borçlunun yalnız başına ne kadar borçlu olduğunu tespit edebilir durumda olması gerekir. Bu koşullar yoksa, likit bir alacaktan söz edilemez”(HGK. 14.07.2010 gün ve 2010/19-376 E, 2010/397 K, HGK, Y.HGK. 17.10.2012 gün ve 2012/9-838 E, 2012/715 K).

Belirsiz alacak davası ise mevcut yasal düzenleme çerçevesinde üç değişik şekilde açılabilir. Eda (tahsil talebi ile) davası niteliğinde belirsiz alacak davasının açılabileceği HMK’nun 107. maddesinin 1. ve 2. fıkralarında öngörülmüştür. Tespit niteliğinde belirsiz alacağı tespit davası ise aynı maddenin 3. fıkrasına dayanmaktadır. Maddenin gerekçesine göre ise alacaklı kısmi eda külli tespit davası da açabilir. Her bir dava türünün farklı özellikleri bulunmaktadır.

Tahsil talepli belirsiz alacak davasında, alacaklı belirleyebildiği miktarı davaya konu etmelidir. Bu konuda rastgele bir miktarı talep etmesi doğru olmaz. Örneğin, işveren ve Sosyal Güvenlik Kurumu kayıtlarında 10 yıl ve asgari ücretten hizmeti görünen bir işçi, çalışma süresini 12 yıl ve ücretini net 2.000,00TL olarak açıklamak suretiyle kıdem tazminatıyla ilgili belirsiz alacak tahsil davası açabilir. Bu davada, kayıtlarda geçen süre ve asgari ücrete göre belirlenebilen miktar talep edilmelidir. Başka bir anlatımla tahsil amaçlı belirsiz alacak davasında alacaklı belirleyebildiği kadarıyla bir hesaplama yapmalı ve bu miktarı talep etmelidir. Dava dilekçesinde şimdilik kaydıyla farazi bir miktar (100,00 TL) gösterilmesi halinde, davanın, tahsil amaçlı belirsiz alacak davası olarak kabulü doğru olmaz.
Tahsil amaçlı belirsiz alacak davasında, işverenin vereceği cevap, ön inceleme aşamasında bu yönde uzlaşı veya tahkikat aşamasında belirsizlik ortadan kalktığında, 107/2. maddeye göre davacı miktarı arttırabilir ve alacağın tümünün tahsilini talep edebilir. Bu aşamada iddianın genişletilmesi yasağı devreye girmez.

HMK’nun 107. maddesinin gerekçesine göre, alacak belirli hale geldiğinde artırım, sadece bir kez yapılabilir. İkinci kez artırım yapılmak istenirse, iddianın genişletilmesi yasağı ile karşı karşıya kalınır.

Tahsil talepli belirsiz alacak davasında, dava tarihinde alacağın tamamı için zamanaşımı kesilir. Faiz başlangıcı, davadan önce temerrüt söz konusu değilse dava tarihi olmalıdır. Alacak belirlendikten sonra arttırılan kısım için faiz başlangıcı temerrüt ya da dava tarihidir. Belirtmek gerekir ki, belirsiz alacak davasının alacaklıya sağladığı bütün imkânlar bir tek tahsil amaçlı belirsiz alacak davasında ortaya çıkar.

Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılabileceği HMK’nun 107/3. maddesinde kabul edilmiş olmakla, davanın miktar belirtmeden açılması da imkân dâhilindedir. Bu halde hukuki yarar yokluğu ile ilgili tartışmalara mahal vermemek için, 107. maddenin son cümlesinde, belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılmasında hukuki yararın bulunduğu ifade edilmiştir.
Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılabilmesinin en önemli sonucu, belirsiz alacak tespit davasının da alacak için zamanaşımını kesmesidir. Bu husus, 107. maddenin gerekçesinde açıklanmıştır.

Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılmasının ardından, alacağın yargılama sırasında belirlenmesi üzerine HMK’nun 107/2. maddesine göre miktarın arttırılması mümkün değildir. Zira sözü edilen hüküm, belirsiz alacak davasının miktar belirtilmesi yoluyla eda davası biçiminde açılması halinde uygulama alanı bulabilir. Ancak belirsiz alacak tespit davasında yapılan yargılama ile alacak belirlendikten sonra, davanın tamamen ıslahı suretiyle alacağın tahsili talep edilebilir.

Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılması ve ardından ıslahla eda davasına dönüştürülmesinin, davanın belirli bir miktar üzerinden açılmasından farkı, faiz başlangıcı noktasında kendisini gösterir. Belirsiz alacak davası tespit davası olarak açıldığında faiz başlangıcı, alacakların rakam olarak talep edildiği ıslah tarihi olmalıdır.

HMK 107. maddesinin gerekçesine göre belirsiz alacak davasının, kısmen eda davasıyla birlikte külli tespit davası olarak da açılabilmesi imkân dâhilindedir. O halde belirsiz alacak davasında bir miktarın tahsili yanında, kalan tutarın tespiti istenebilecek ve yargılama sırasında belirlendiğinde kalan miktar da talep edilebilecektir.

Bunun tam eda davasından farkı, belirlenebilen miktarın talebi yerine, kısmi bir miktarın istenebilmesidir. Örneğin belirsiz bir alacak için alacaklı tarafından belirsiz alacak davası açıldığında ve 100,00 TL için tahsil, kalan miktarı için ise alacağın tespiti istendiğinde kısmi eda külli tespit davasından söz edilir. Zira alacaklı işveren veya resmi kurum kayıtlarında geçen belirleyebildiği miktarı davaya konu etmek yerine, farazi bir miktar için talepte bulunmuştur. Sözü edilen davanın kısmi davadan farkı ise, alacaklının kısmi dava açtığını belirtmeksizin belirsiz alacak davasından söz ederek taleplerde bulunmasına dayanır. Yukarıda açıklandığı üzere belirsiz bir alacak için alacaklının açıkça kısmi dava açtığını belirterek talepte bulunması veya belirsiz alacaktan söz edilmeksizin kısmi taleplerde bulunulması halinde davanın kısmi dava olarak açıldığı kabul edilir.

Kısmi eda külli tespit davasının açıldığı anda alacağın tamamı için zamanaşımı kesilir. Ancak faiz başlangıcı açısından tahsil amaçlı belirsiz alacak davasından farklı bir durum vardır. Davaya konu edilen miktar bakımından faiz başlangıcı olarak dava tarihi kabul edilmelidir. Alacağın kalan kısmın sadece tespiti istenmiş olmakla, belirlenen bakiye alacak miktarının ilerde talep edildiği tarihten itibaren faize karar verilmelidir.

Somut olayda dava dilekçesinde belirsiz alacak davası açıldığı vurgulanmış ve davaya konu işçilik alacağı belirtilmek suretiyle şimdilik 5.000,00 TL olarak talepte bulunulmuştur. Yargılama sırasında alınan hesap raporu sonrasında, davacı vekili, belirsiz alacak davasına vurgu yaparak talep artırım dilekçesi vermiştir. Dava dilekçesindeki talep şekli ve istek konusu miktarla değerlendirildiğinde davanın, belirsiz alacak davası türlerinden kısmi eda külli tespit davası olarak açıldığının kabulü gerekir. Zira davacı taraf iddiaları doğrultusunda belirleyebildiği asgari alacak miktarlarını talep etmek yerine, kısmi bir miktar belirleyerek isteklerde bulunmuştur. Bu durumda belirsiz alacak davası türlerinden kısmi eda külli tespit davasının sonuçlarına göre hüküm kurulması gerekir. Davanın özelliği gereği alacağın tamamı için dava tarihinde zamanaşımın kesildiğinin kabulü yerindedir. Ancak, tahsil amaçlı belirsiz alacak davasından farklı olarak talep artırım dilekçesi ile talep edilen alacaklar yönünden sözü edilen dilekçenin mahkemeye verildiği tarihten itibaren faiz yürütülmelidir. Mahkemece hüküm altına alınan alacakların tamamı için dava tarihinden faize karar verilmesi hatalı olup bozma nedeni ise de bu yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılamayı gerektirmediğinden hükmün, HMK’nın geçici 3. maddesi yollaması ile HUMK’nun 438/7 maddesi uyarınca düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir.

F) Sonuç:

Hükmün 1. maddesinin hükümden tamamen çıkarılarak yerine “Davacının fazla çalışma alacağı talebi olan net 56.446,29 TL’ den takdiren % 30 hakkaniyet indirimi yapıldıktan sonra bakiye net 39.512,40 TL’nin 5.000 TL’sinin dava tarihi olan 11.09.2012 tarihinden, bakiyesinin ıslah tarihi olan 05.05.2014 itibaren işleyecek mevduata uygulanan en yüksek faiz ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine,” ifadesinin yazılmasına, hükmün bu şekilde DÜZELTİLEREK ONANMASINA, aşağıda yazılı temyiz giderinin davalıya yükletilmesine, 04.05.2015 gününde oybirliği ile karar verildi.”

(ictihatlar.net, 25.01.2017)

Paylaş

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları • SATIŞ SÖZLEŞMESİNE KONU ARACIN SATIŞTAN ÖNCE HASARA UĞRAMASI

YARGITAY Hukuk Genel Kurulu
ESAS: 2013/628
KARAR: 2014/102

Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kadıköy 2.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 18.10.2001 gün ve 2000/219 E.-2001/996 K. sayılı kararın incelenmesi davalı S.. Otomotiv A.Ş. vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19.Hukuk Dairesinin 25.12.2003 gün ve 2003/686 E-2003/13295 K. sayılı ilamı ile;

(…Davacı vekili, müvekkili ile davalı S.. A… arasında yapılan sözleşme uyarınca davalıya ait otomobilin satın alındığını, ancak aracın çalıntı olduğunun anlaşılması üzerine aracın zaptedildiğini belirterek aracın satış bedeli ve müvekkilinin uğradığı munzam zarar toplamı olan 5.140.000.000 TL.- nin faizi ile davalılardan müteselsilen tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı S.. A… vekili, dava konusu aracın kaza sonucunda ağır hasar görüp bedelinin kasko şirketi olan H.. A…den tahsil edildiği ve aracın hurda olarak sigorta şirketi tarafından ihbar olunan A. R.. D.. ‘a satıldığı müvekkilinin olayda kusuru olmadığı gerekçesiyle davanın reddi gerektiğini savunmuş, davaya ihbar olunan H.. A… vekili davalı S.. A… ye ait aracın kaza sonucunda ağır hasar gördüğü ve kasko bedelinin malik şirkete ödenip hurda aracın ihale sonucu A. R.. D..’a satıldığını ifade etmiştir.

Mahkemece dava konusu 34 … 6256 plaka sayılı aracın davalı S.. A.. tarafından davacı şirkete satıldığı ancak kaza sonucunda hasar görüp hurdaya ayrıldığı kasko bedelinin davalı şirkete ödenip aracın ihbar olunan A.R.. D..’a satıldığı, satış sözleşmesinde davalı E.. B… ‘ın yer almadığı davalı şirketin kendi kusuru ile edimini yerine getirmediği gerekçesiyle davanın davalı S.. A.. yönünden kısmen kabulüne, davalı Erdoğan Bektaş yönünden ise reddine karar verilmiş, hüküm davalı S.. A… tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı ile davalı şirket arasındaki satış sözleşmesi tarihinden önce aracın 12.12.1997’de hasara uğradığı ve kasko bedelinin H.. A… tarafından davalı S.. A…ye 14.1.1998 günü ödendiği ve aracın hurda şeklinde adı geçen sigorta şirketi tarafından davaya ihbar olunan A. R.. D..’a ihale sonucu satıldığı ve araca zabıta tarafından çalıntı araçların motor ve şasi numaraları ile değiştirme yapıldığı gerekçesiyle el konulduğu anlaşılmaktadır.

Bu durumda Mahkemece, kayıt maliki davalı şirketin aracın motor ve şasi numaralarının çalıntı araçlarla değiştirme yapıp yapmadığı başka bir ifade ile suç sayılan eylemin kimin tarafından yapıldığı araştırılmadan kasko şirketi tarafından yapılan ihalede sıfatı bulunmayan davalı şirket aleyhinde yazılı şekilde hüküm kurulmasında isabet görülmemiştir…)

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, tazminat istemine ilişkindir.

Yerel mahkemece, davanın kısmen kabulüne dair verilen karar davalı S.. Otomotiv A.Ş. vekilinin temyizi üzerine, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde yazılı gerekçeyle bozulmuş; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararını, davalı S.. Otomotiv A.Ş. vekili temyize getirmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; satış sözleşmesine konu aracın satış tarihinden önce hasara uğraması ve kasko bedelinin ödenerek hurda şeklinde sigorta şirketi tarafından ihale ile satılması ve aracın motor ve şasi numaralarının çalıntı araçlarla değiştirildiği iddiasıyla aracın zapt edilmesi üzerine davacı alıcı tarafından davalı satıcı şirket hakkında açılan tazminat davasında bu değişikliğin başka bir ifade ile suç sayılan eylemin kimin tarafından yapıldığının araştırılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Ancak uyuşmazlığın esasının incelenmesine geçilmeden önce; dosya kapsamına göre davalı E.. B..’na bozma ilamı ve bozma sonrası duruşma gününün tebliğ edilmemiş ve direnme kararının ilanen tebliğ edilmiş olması karşısında, bozma ilamı ve bozma sonrası duruşma gününün davalı E.. B..’na tebliğ edilmemesi ön sorun olarak değerlendirilmiş ve davalı E.. B.. hakkındaki davanın reddedilmiş olması, müteselsilen sorumlu olduğu belirtilen ve hakkındaki dava kısmen kabul edilen S.. Otomotiv A.Ş. vekilinin E… B.. hakkında verilen kararı karşı temyizinin bulunmaması ve direnme kararının davalı Erdoğan Beştaşoğlu’na ilanen tebliğ edilmesi karşısında, aleyhe olmayan bozma ilamının ve bozma sonrası duruşma gününün tebliğ edilmemesinin usulü eksiklik olarak kabul edilemeyeceği gerekçesiyle ön sorun oybirliğiyle aşılarak işin esasının incelenmesine geçilmiştir.

Özle Daire bozma ilamında da ifade edildiği üzere, davacı ile davalı şirket arasındaki satış sözleşmesi tarihinden önce aracın 12.12.1997 tarihinde hasara uğradığı ve kasko bedelinin H.. A… tarafından davalı S.. A…ye 14.01.1998 tarihinde ödendiği ve aracın hurda şeklinde adı geçen sigorta şirketi tarafından davaya ihbar olunan A. R.. D..’a ihale sonucu satıldığı ve araca zabıta tarafından çalıntı araçların motor ve şasi numaraları ile değiştirme yapıldığı gerekçesiyle el konulduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda Mahkemece, suç sayılan aracın motor ve şasi numaralarının çalıntı araç numaralarıyla değiştirme eyleminin kimin tarafından yapıldığı araştırılmadan kasko şirketi tarafından yapılan ihalede sıfatı bulunmayan davalı şirket aleyhinde yazılı şekilde hüküm kurulmasında isabet görülmemiştir.

Hal böyle olunca, Hukuk Genel Kurulunca da uygun bulunan, Özel Dairenin bozma kararına uyulması gerekirken, davanın kısmen kabulüne ilişkin önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle, direnme kararı bozulmalıdır.

S O N U Ç : Davalı S.. Otomotiv A.Ş. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma ilamında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun’un 440/III-1. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 12.02.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — Pzr Mar 01, 2015 11:00 pm


Girilmesi mutat olan işyerleri ve eklentileri işyeri dokunulmazlığını ihlal suçuna konu olmaz

Yargıtyay 4.Ceza Dairesi,2013/27040 esas ve 2014/8119 karar sayılı 12.03.2014 tarihli kararı

5237 sayılı yasanın 116.maddesi,

Sanık iş yeri dokunulmazlığını ihlal suçundan yargılanmıştır. İş yeri dokunulmazlığının ihlal suçunun oluşabilmesi için girilmesi mutat yerler dışında kalan iş yerleri ve eklentilerine girilmiş olması gerekir. Somut olayda sanık, müştekiye ait girilmesi mutat olan yerlerden otelin lobisi kısmına girmiştir. Sanığın söz konusu eyleminin iş yerini ihlal dokunulmazlığını ihlal suçunu oluşturmadığı dikkate alınmadan suçun şikayete tabi suç olduğu,şikayet koşulu gerçekleşmediği gerekçesiyle kamu davasının düşürülmesine karar verilmesi isabetsizdir.

 

İtirazın İptalinden Kaynaklı Alacaklar, Ayrı Bir İcra Takibine Konu Edilemez

YARGITAY 8.HUKUK DAİRESİ
Esas Numarası: 2013/12873
Karar Numarası: 2014/62

Karar Tarihi: 13.01.2014

YARGITAY USUL EKONOMİSİ İLKESİ GEREĞİ İTİRAZIN İPTALİ İLAMINDAN KAYNAKLANAN ALACAK KALEMLERİNİN AYRI BİR TAKİBE KONU EDİLEBİLECEĞİ YÖNÜNDEKİ İÇTİHADINDAN DÖNMÜŞTÜR

ÖZETİ: Alacaklının itirazın iptali ilamını ibraz etmek sureti ile ilk takip dosyası olan ilamsız takip dosyası üzerinden icra emri göndererek veya muhtıra tebliğ ettirerek ilamdan kaynaklanan tüm alacaklarına kavuşma imkanı bulunmaktadır. Buna rağmen yeni bir takip açılması yukarıda yer verilen yasal düzenlemeye bağlanmış usul ekonomisi ilkesine ters düştüğü gibi davetin ve hesaplamanın tek dosya üzerinden yapılabilme imkanı bulunduğu halde yeni dosyalara açılması ve her dosyanın değişik şikayetlere konu edilebilmesi nedeniyle iş yoğunluğuna da neden olmaktadır. Bu nedenledir ki, itirazın iptali ilamından kaynaklanan alacak kalemlerinin ayrı bir takibe konu edilebileceği yönündeki içtihadımızdan dönülme gereği hasıl olmuştur.

Yukarıda tarih ve numarası yazılı Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki davacı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden Daire’ye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR

6100 sayılı HMK’nun 30. maddesinde “Hakim yargılamanın makul süre içinde düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür” şeklinde düzenlemeye yer verilmiştir.

Somut olayda İzmir 12. İcra Müdürlüğü’nün 2008/14439 sayılı dosyasında yapılan ilamsız takibe itiraz edilmiş itirazın iptali istemi üzerine Asliye Ticaret Mahkemesi’nce itirazın iptaline, takibin devamına %40 inkar tazminatı 55.515,60 TL’nin 1.179,70 TL harcın 12.777,34 TL vekalet ücretinin 1.395,85 TL yargılama giderinin davalıdan alınarak davacıya verilmesi yönünde karar verilmiştir.

Ticaret Mahkemesi’nin bu kararıda eda hükmünü içeren inkar tazminatı yargılama gideri avukatlık ücreti ve harç alacağı İzmir 4. İcra Müdürlüğü’nün 2013/2564 Esas sayılı dosyası ile ilamlı takibe konu edilmiştir.

Alacaklının itirazın iptali ilamını ibraz etmek sureti ile ilk takip dosyası olan ilamsız takip dosyası üzerinden icra emri göndererek veya muhtıra tebliğ ettirerek ilamdan kaynaklanan tüm alacaklarına kavuşma imkanı bulunmaktadır. Buna rağmen yeni bir takip açılması yukarıda yer verilen yasal düzenlemeye bağlanmış usul ekonomisi ilkesine ters düştüğü gibi davetin ve hesaplamanın tek dosya üzerinden yapılabilme imkanı bulunduğu halde yeni dosyalara açılması ve her dosyanın değişik şikayetlere konu edilebilmesi nedeniyle iş yoğunluğuna da neden olmaktadır. Bu nedenledir ki, itirazın iptali ilamından kaynaklanan alacak kalemlerinin ayrı bir takibe konu edilebileceği yönündeki içtihadımızdan dönülme gereği hasıl olmuştur.

O halde Mahkemece şikayetin kabulüne takibin iptaline karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile sonuca gidilmesi doğru değildir.

SONUÇ: Borçlu vekilinin temyiz itirazının kabulü ile mahkeme kararının yukarda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve 6100 sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK’nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve İİK’nun 366/3. maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 13.01.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

PAYLAŞAN
AV.ALAİDDİN KÖLGESİZ

[Yargıtay 4.HD .Kararına Konu olan ]KOZAN 1.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ-İHTİYATİ HACİZDE GÖREVLİ MAHKEME SULH HUKUK

 T.C.KOZAN (DEĞİŞİK İŞ KARAR)1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
 ESAS NO: 2012/6 D.İşKARAR NO: 2012/6

 Alacaklı vekili mahkememize verdiği dava dilekçesinde; müvekkilinin borçludan 20.000.-TL alacağı olduğunu, borçlunun çekin vadesi gelmiş olmasına rağmen halen müvekkiline olan borcunu ödemediğini, bu sebeple borcun herhangi bir rehin ile de teminat altına alınmamış olduğundan borçluların borca kafi gelecek miktardaki menkul ve gayrimenkul malları ile sair üçüncü şahıslarda bulunan hak ve alacakları üzerine ihtiyaten haciz vaazına karar verilmesini istemiş olmakla işin müstaceliyeti göz önünde bulundurularak mürafaa icrasına mahal olmadığı anlaşılmakla, dilekçe ve ekleri incelendi.

 G. DÜŞÜNÜLDÜ:Alacaklı vekili dilekçesinde izah ettiği üzere borçlunun alacaklıya 20.000,00.-TL borçlu olduğunu, iş bu borcun vadesinin hulul eylemiş olup çeke müstenid bulunduğu iddia edildiği gibi rehinle de temin edilmediği dilekçeye bağlı çekin tetkikinden anlaşılmıştır.6100 sayılı HMK'nın 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe girmiştir, mahkemelerin görevleri 1-4. Maddeler arasında düzenlenmiş, 4. maddede Sulh Hukuk Mahkemesinin görev alanına giren dava ve işler sayılırken 4/1-Ç maddesinde bu kanun ve diğer kanunların Sulh Hukuk Mahkemesi veya Sulh Hukuk Hakimini görevlendirdiği davaları şeklinde bir ifadeye yer verilmiştir.Basit Yargılama usulü 6100 sayılı HMK'nın 316-322 maddeleri arasında düzenlenmiş 316/1-A maddesinde Sulh Hukuk Mahkemesinin görev alanına giren tüm dava ve işlerin basit yargılama usulüne göre görüleceği, yine 316/1-C maddesi de ihtiyati haciz taleplerinin basit yargılama usulüne göre görüleceği ifade edilmiştir.HMK sistematiğine göre; genel görevli mahkeme Asliye Hukuk Mahkemesi olup, Asliye Hukuk Mahkemelerinde kural olarak; yazılı yargılama usulü uygulanır. Bunun dışında basit yargılama usulünün uygulandığı dava ve işlerin Asliye Hukuk Mahkemesinde görülebilmesi için buna ilişkin açık bir düzenlemenin bulunması gerekir. Örneğin; 2942 Sayılı kamulaştırma kanunun 37. maddesinde bu kanundan kaynaklanan dava ve işlerin Asliye Hukuk Mahkemelerinde basit yargılama usulüne göre görüleceği, 5521 Sayılı İş Mahkemeleri Kanunun 7. maddesine göre bu kanun kapsamına giren dava ve işlerin sözlü yargılama usulüne göre görüleceği, HMK'nın 447. maddesinde diğer yargılama usullerine atıf yapılan hallerde basit yargılama usulü hükümlerinin uygulanacağının hüküm altına alındığı, 5490 sayılı nüfus kanunun 36. maddesinde bu kanun kapsamına giren dava ve işlerin Asliye Hukuk Mahkemesinde görüleceği, 4787 sayılı Aile Mahkemelerinin kuruluş ve görevleri hakkındaki kanunun 2/1 ve 4. maddelerinde bu kanun kapsamına giren dava ve işlerin Asliye Hukuk (Aile Mahkemesi) Sıfatıyla görüleceği hüküm altına alınmıştır.HMK'nın 316/1-Ç maddesinde sayılan nafaka davaları basit yargılama usulüne tabi olarak kabul edilmiş olmasına rağmen, 4787 sayılı kanundaki özel hüküm sebebiyle Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi Sıfatıyla bu davalara bakıldığı, yine HMK'nın 316/1-D maddesinde sayılan hizmet ilişkisinden doğan davaların basit yargılama usulüne göre 5521 sayılı kanundaki Özel Hüküm sebebiyle Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi Sıfatıyla görüldüğü, yine HMK'nın 382/1-A-2. maddesinde sayılan ad ve soyadın değiştirilmesi davalarının 5490 sayılı kanunun 36. Maddesindeki özel hüküm sebebiyle Asliye Hukuk Mahkemesinde basit yargılama usulüne göre görüldüğü açıktır.İhtiyati Haciz talepleri ise; dava niteliğinde değil, iş niteliğindeki taleplerdir. İhtiyati haciz İİK'nun 257. ve devamı mad. düzenlenmiş, görevli mahkemenin genel hükümlere göre belirleneceği İİK'nun 258. maddede düzenlenmiştir. Bu atıf sebebiyle HMK'nın 316/1-C maddesinde basit yargılama usulüne tabi bir iş olarak düzenlenen ve HMK'daki bu açık hüküm sebebiyle HMK'nın 4/Ç bendi kapsamında nitelendirilmesi gereken bu iş yönünden, Asliye Hukuk Mahkemesinin görevli olduğuna dair açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Böyle bir açık düzenleme bulunmaması sebebiyle basit yargılama usulüne tabi olan dava ve işlerde genel görevli mahkeme olan Sulh Hukuk Mahkemesinin ihtiyati haciz talebine ilişkin işlerde görevli olması gerekir.Bu açıklamalar ışığında, ihtiyati haciz talebi ile ilgili olarak basit yargılama usulüne tabi olduğu hususunda hiçbir tereddüt bulunmayan bu talepler yönünden, Asliye Hukuk Mahkemesinin görevli olduğu yönünde açık bir düzenleme bulunmadığı, bu durumda basit yargılama usulüne tabi olan işler yönünden genel görevli mahkeme olan Sulh Hukuk Mahkemesinin görevli olduğu kanaatine varılmakla, talebin dava şartlarından olan HMK'nın 114/1-C maddesindeki görevsizlik nedeniyle usulden reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.

HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
 1-Talebin HMK'nın 114/1-C maddesindeki görevsizlik nedeniyle usulden REDDİNE,
 2-Alacaklı tarafça sarf edilen 59,25.-TL mahkeme giderinin kendisi üzerinde bırakılmasına,Dair; red kararının tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde temyiz yasa yolu açık olmak üzere dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda karar verildi. 06.02.2012