Etiket arşivi: KÖTÜYE

Yargıtay CGK,2013/750 E.,2014/429K. Güveni Kötüye Kullanma-Dolandırıcılık-Hırsızlık Suçlarının Karşılaştırılması

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2013/750 E. , 2014/429 K.
"İçtihat Metni"
Mahkemesi :HAVSA Asliye Ceza
Günü :23.06.2009
Sayısı :87-90
Dolandırıcılık suçundan sanık H.. Y..’nın 5237 sayılı TCK’nun 157/1, 62, 50/1-a ve 52. maddeleri uyarınca hapisten çevrilen 6.000 Lira ve doğrudan hükmolunan 500 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, Havsa Asliye Ceza Mahkemesince verilen 23.06.2009 gün ve 87-90 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 15. Ceza Dairesince 05.06.2013 gün ve 67023-10496 sayı ile;
“Dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için failin bir kimseyi kandırabilecek nitelikte hileli davranışlarla hataya düşürüp, onun veya başkasının zararına, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir.
Hile nitelikli bir yalandır. Fail tarafından yapılan hileli davranış belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun inceleme olanağını ortadan kaldıracak nitelikte bir takım hareketler olmalıdır. Kullanılan hileli davranışlarla mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır.
Hilenin kandırıcı nitelikte olup olmadığı olaysal olarak değerlendirilmeli, olayın özelliği, fiille olan ilişkisi, mağdurun durumu, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmalıdır.
Somut olayda; katılanın olay tarihinde sanıkla karşılaştığı, sanığın katılana oğlun ne yapıyor diye sorduğu katılanın oğlu olmadığını söylemesi üzerine damadını sorduğu, katılanın da Serkan isimli damadının olduğunu söyleyince sanığın kendisinin vergi dairesinde çalıştığını ve damadı Serkan’a 150 TL borcu olduğunu kendisine verdiği takdirde damadına verip veremeyeceğini sorduğu ve katılana 200 TL uzattığı ve varsa 50 TL'yi ver dediği bu sebeple katılanın cüzdanını çıkarttığı o esnada sanığın ben sana telefon numaramı yazayım diyerek cebinden bir kağıt çıkarttığı ve kağıda yazı yazabilmek için katılanın cüzdanını alarak kağıdın altına koyduğu ve cüzdandaki 100 TL'yi aldığı şeklinde gerçekleşen eylemde dolandırıcılık suçunun unsurlarının oluştuğuna dair mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik görülmemiştir" açıklamasıyla onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığı ise 10.07.2013 gün ve 20267 sayı ile;
“…Katılanın olay tarihinde sanıkla karşılaştığı, sanığın katılana 'oğlun ne yapıyor' diye sorduğu katılanın oğlu olmadığını söylemesi üzerine damadını sorduğu, katılanın da Serkan isimli damadının olduğunu söyleyince sanığın kendisinin vergi dairesinde çalıştığını ve damadı Serkan’a 150 TL borcu olduğunu kendisine verdiği takdirde damadına verip veremeyeceğini sorduğu ve katılana 200 TL uzattığı ve varsa 50 TL'yi ver dediği bu sebeple katılanın cüzdanını çıkarttığı o esnada sanığın ben sana telefon numaramı yazayım diyerek cebinden bir kağıt çıkarttığı ve kağıda yazı yazabilmek için katılanın cüzdanını alarak kağıdın altına koyduğu ve cüzdandaki 100 TL'yi aldığı şeklinde gerçekleşen eylemde, zilyetliğin devredilmemiş olması nedeniyle sanığın eyleminin hırsızlık suçunu oluşturduğu" görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurarak, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
CMK'nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 15. Ceza Dairesince 02.10.2013 gün ve 19892-14691 sayı ile, itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
Sanığın dolandırıcılık suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda, Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin hırsızlık suçunu mu, yoksa dolandırıcılık suçunu mu oluşturduğunun belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Katılanın aşamalarda özetle; olay günü ilçe merkezine doğru yürürken yolda karşılaştığı sanığın selam verip "oğlun ne yapıyor" diye sorduğunu, oğlu olmadığını söyleyince "hayır, senin oğlun var" dediğini, üvey bir oğlu olduğunu, onun da öldüğünü anlatınca bu kez; "damadın ne yapıyor" diye sorduğunu, damadının da olmadığını belirtince "senin damadın vardı" diye ısrar edip ismini hatırlamaya çalışıyormuş gibi yaptığını, böyle davranınca sanığa üvey kızının eşi olan Serkan isminde bir damadı olduğunu söylediğini, bunun üzerine sanığın "Serkan benim samimi arkadaşımdır, ben vergi dairesinde çalışıyorum, Serkan'a 150 TL borcum var, parayı sana versem ona verir misin" dediğini, "veririm" diye cevap verince cebinden 200 Lira çıkardığını, "50 TL varsa ver" dediğini, para üstünü vermek için cüzdanını çıkardığında sanığın da cebinden büyükçe bir kağıt çıkartarak "telefon numaramı da yazayım" deyip kağıdın altına koymak için cüzdanını istediğini, cüzdanını sanığa verdiğini, sanığın cüzdanı kağıdın altına koyup telefon numarasını yazdıktan sonra "ben parayı kendisine veririm" diyerek parayı vermekten vazgeçip cüzdanını iade ettiğini ve yanından uzaklaştığını, cüzdanını kontrol ettiğinde içerisinden 1.000 Lira parasının olmadığını fark ettiğini, sanığa baktığını ancak göremediğini beyan ettiği,
Olaydan dört gün sonra başka bir mağdura karşı benzer bir yöntemle işlediği suçtan dolayı yakalanan ve katılan tarafından teşhis edilen sanığın aşamalarda suçlamayı kabul etmediğini, katılanı tanımadığını ve ona karşı böyle bir eylem gerçekleştirmediğini, olay tarihinde Havsa’da olmadığını savunduğu,
Anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşturulabilmesi açısından dolandırıcılık, hırsızlık ve güveni kötüye kullanma suçları üzerinde ayrıntısıyla durulmalıdır.
I- Dolandırıcılık Suçu:
5237 sayılı TCK’nun “Dolandırıcılık” başlıklı 157. maddesinde; “Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası verilir” şeklinde dolandırıcılık suçunun temel şekli düzenlenmiş olup, 158. maddesinde ise suçun nitelikli halleri sayılmıştır.
Dolandırıcılık suçunun maddi unsurunun hareket kısmı, 765 sayılı TCK’nun 503. maddesinde bir kimseyi kandırabilecek nitelikte hile ve desiseler yapma olmasına karşın, 5237 sayılı TCK’nun 157. maddesinde hileli davranışlarla bir kimseyi aldatma şeklinde ifade edilmiş olup, 765 sayılı Kanunda yer alan desise kavramına 5237 sayılı Kanunda yer verilmemiş ve hileye desiseyi de kapsayacak şekilde geniş bir anlam yüklenmiştir.
Malvarlığının yanında irade özgürlüğünün de korunduğu dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için;
1)Failin bir takım hileli davranışlarda bulunması,
2)Hileli davranışların mağduru aldatabilecek nitelikte olması,
3)Failin hileli davranışlar sonucunda mağdurun veya başkasının aleyhine, kendisi veya başkası lehine haksız bir yarar sağlaması,
Şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.
Fail kendisi veya başkasına yarar sağlamak amacıyla bilerek ve isteyerek hileli davranışlar yapmalı, bu davranışlarla bir başkasına zarar vermeli, verilen zarar ile eylem arasında uygun nedensellik bağı bulunmalı ve zarar da, nesnel ölçüler göz önünde bulundurularak belirlenecek ekonomik bir zarar olmalıdır.
Görüldüğü gibi, dolandırıcılık suçunu diğer malvarlığına karşı işlenen suç tiplerinden farklı kılan husus, aldatma temeline dayanan bir suç olmasıdır. Birden çok hukuki konusu olan bu suç işlenirken, sadece malvarlığı zarar görmemekte, mağdurun veya suçtan zarar görenin iradesi de hileli davranışlarla yanıltılmaktadır. Madde gerekçesinde de, aldatıcı nitelik taşıyan hareketlerle, kişiler arasındaki ilişkilerde var olması gereken iyiniyet ve güvenin bozulduğu, bu suretle kişinin irade serbestisinin etkilendiği ve irade özgürlüğünün ihlâl edildiği vurgulanmıştır.
5237 sayılı TCK’nun 157. maddesinde yalnızca hileli davranıştan söz edilmiş olmasına göre, her türlü hileli davranışın dolandırıcılık suçunu oluşturup oluşturmayacağının belirlenmesi gerekmektedir.
Kanun koyucu anılan maddede hilenin tanımını yapmayarak suçun maddi konusunun hareket kısmını oluşturan hileli davranışların nelerden ibaret olduğunu belirtmemiş, bilinçli olarak bu hususu öğreti ve uygulamaya bırakmıştır.
Hile, Türk Dili Kurumu sözlüğünde; “birini aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen, dolap, oyun, desise, entrika” (Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, s.891) şeklinde, uygulamadaki yerleşmiş kabule göre ise; “Hile nitelikli yalandır. Yalan belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun denetleme olanağını ortadan kaldırmalıdır. Kullanılan hile ile mağdur yanılgıya düşürülmeli ve yanıltma sonucu kandırıcı davranışlarla yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır… hileli davranışın aldatacak nitelikte olması gerekir. Basit bir yalan hileli hareket olarak kabul edilemez” biçiminde tanımlanmıştır.
Öğretide de hile ile ilgili olarak; “Olaylara ilişkin yalan açıklamaların ve sarf edilen sözlerin doğruluğunu kuvvetlendirecek ve böylece muhatabın inceleme eğilimini etkileyebilecek yoğunluk ve güçte olması ve bu bakımdan gerektiğinde bir takım dış hareketler ekleyerek veya böylece var olan halden ve koşullardan yararlanarak, almayacağı bir kararı bir kimseye verdirtmek suretiyle onu aldatması, bu suretle başkasının zihin, fikir ve eylemlerinde bir hata meydana getirmesidir” (Sulhi Dönmezer, Kişilere ve Mala Karşı Cürümler 2004, s. 453), “Hile, oyun, aldatma, düzen demektir. Objektif olarak hataya düşürücü ve başkasının tasavvuru üzerinde etki doğurucu her davranış hiledir” (Nur Centel/Hamide Zafer/Özlem Çakmut, Kişilere Karşı Suçlar, İstanbul 2011, Beta Yayınevi, 2.bası , Cilt I. s. 456) biçiminde tanımlara yer verilmiştir.
Yerleşmiş uygulamalar ve öğretideki baskın görüşlere göre ortaya konulan ilkeler gözönünde bulundurulduğunda; hile, maddi olmayan yollarla karşısındakini aldatan, hataya düşüren, düzen, dolap, oyun, entrika ve bunun gibi her türlü eylem olarak kabul edilebilir. Bu eylemler bir gösteriş biçiminde olabileceği gibi, gizli davranışlar olarak da ortaya çıkabilir. Gösterişte, fail sahip bulunmadığı imkanlara ve sıfata sahip olduğunu bildirmekte, gizli davranışta ise kendi durum veya sıfatını gizlemektedir. Ancak sadece yalan söylemek, dolandırıcılık suçunun hile unsurunun gerçekleşmesi bakımından yeterli değildir. Kanun koyucu yalanı belirli bir takım şekiller altında yapıldığı ve kamu düzenini bozacak nitelikte bulunduğu hallerde cezalandırmaktadır. Böyle olunca hukuki işlemlerde, sözleşmelerde bir kişi mücerret yalan söyleyerek diğerini aldatmış bulunuyorsa bu basit şekildeki aldatma, dolandırıcılık suçunun oluşumuna yetmeyecektir. Yapılan yalan açıklamaların dolandırıcılık suçunun hileli davranış unsurunu oluşturabilmesi için, bu açıklamaların doğruluğunu kabul ettirebilecek, böylece muhatabın inceleme eğilimini etkisiz bırakabilecek yoğunluk ve güçte olması ve gerektiğinde yalana bir takım dış hareketlerin eklenmiş bulunması gerekir.
Failin davranışlarının hileli olup olmadığının belirlenmesi noktasında öğretide şu görüşlere de yer verilmiştir: “Hangi hareketin aldatmaya elverişli olduğu somut olaya göre ve mağdurun içinde bulunduğu duruma göre belirlenmelidir. Bu konuda önceden bir kriter oluşturmak olanaklı değildir”(Veli Özer Özbek/M.Nihat Kanbur/Koray Doğan/Pınar Bacaksız/İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Ankara 2012, Seçkin Yayınevi, 4. bası, s.650), “Hileli davranışın anlamı birtakım sahte, suni hareketler ile gerçeğin çarpıtılması, gizlenmesi ve saklanmasıdır”(Doğan Soyaslan, Ceza Hukuku Özel Hükümler 6. Baskı, sf.343), “Hilenin, mağduru hataya sürükleyecek nitelikte olması yeterlidir; ortalama bir insanı hataya sürükleyecek nitelikte olması aranmaz. Bu nedenle, davranışın hile teşkil edip etmediği muhataba ve olaya göre değerlendirilmelidir”(Nur Centel/Hamide Zafer/Özlem Çakmut, Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, İstanbul 2011, Beta Yayınevi, 2. bası, Cilt I. s.462).
Esasen, hangi davranışların hileli olup olmadığı ve bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiği yolunda genel bir kural koymak oldukça zor olmakla birlikte, olaysal olarak değerlendirme yapılmalı, olayın özelliği, mağdurun durumu, fiille olan ilişkisi, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmak suretiyle sonuca ulaşılmalıdır.
II- Hırsızlık Suçu:
Uyuşmazlık konusuyla ilgisi bulunan bir diğer suç olan hırsızlık ise, 765 sayılı TCK’nun 491/ilk maddesinde; “diğerinin taşınabilir malını rızası olmaksızın faydalanmak için bulunduğu yerden alma”, 5237 sayılı TCK’nun 141/1. maddesinde; “zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alma” olarak tanımlanmıştır.
Hırsızlık suçuyla korunan hukuki yarar zilyetlik ve buna bağlı haklardır. Bu nedenle hırsızlık suçunun mağduru malın sahibi değil, zilyetliği altında bulunan mal çalınan kişidir. Burada zilyetliğin hukuka uygun ya da aykırı tesis edilmiş olmasının bir önemi bulunmamaktadır. Bunun sonucu olarak malı çalarak zilyetliği ele geçiren kişinin elinden de malın çalınması halinde hırsızlık suçu oluşabilecektir.
III- Güveni Kötüye Kullanma Suçu:
“Güveni kötüye kullanma” suçu 5237 sayılı TCK’nun 155. maddesinde; “(1) Başkasına ait olup da, muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyedliği kendisine devredilmiş olan mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyedliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunan veya bu devir olgusunu inkâr eden kişi, şikayet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis ve adlî para cezası ile cezalandırılır.
(2) Suçun, meslek ve sanat, ticaret veya hizmet ilişkisinin ya da hangi nedenden doğmuş olursa olsun, başkasının mallarını idare etmek yetkisinin gereği olarak tevdi ve teslim edilmiş eşya hakkında işlenmesi halinde, bir yıldan yedi yıla kadar hapis ve üçbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur” şeklinde düzenlemiş,
Maddenin gerekçesinde de; “Bu suçla mülkiyetin korunması amaçlanmaktadır. Ancak, söz konusu suçun oluşabilmesi için eşya üzerinde mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen kişi (fail) arasında bir sözleşme ilişkisi mevcuttur. Bu ilişkinin gereği olarak taraflar arasında mevcut olan güvenin korunması gerekmektedir. Bu mülahazalarla, eşya üzerinde mevcut sözleşme ilişkisiyle bağdaşmayan kasıtlı tasarruflar, cezai yaptırım altına alınmıştır… Suçun konusunu oluşturan mal üzerinde belirli bir şekilde kullanmak üzere fail lehine zilyetlik tesisi gerekir. Bu nedenle, güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için hukuken geçerli bir sözleşme ilişkisinin varlığı gereklidir” açıklaması yapılmıştır.
Madde gerekçesinde de belirtildiği üzere kanun koyucu tarafından mülkiyetin korunması amacıyla getirilen güveni kötüye kullanma suçu, muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyetliği kendisine devredilmiş olan taşınır veya taşınmaz bir mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyetliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunulması veya bu devir olgusunun inkâr edilmesiyle oluşmaktadır.
TCK’nun 155. maddesinde sözü edilen zilyetlik kavramı 4721 sayılı Medeni Kanunumuzun 973. maddesinde; “Bir şey üzerinde fiilî hâkimiyeti bulunan kimse onun zilyedidir” şeklinde açıklanmış, asli ve fer'i zilyetlik ise aynı kanunun 974. maddesinde; “Zilyet, bir sınırlı aynî hak veya bir kişisel hakkın kurulmasını ya da kullanılmasını sağlamak için şeyi başkasına teslim ederse, bunların ikisi de zilyet olur. Bir şeyde malik sıfatıyla zilyet olan aslî zilyet, diğeri fer'î zilyettir” biçiminde tanımlanmıştır.
Güveni kötüye kullanma suçunda malın teslimi, belirli biçimde kullanılmak için hukuka ve yöntemine uygun, aldatılmamış özgür bir iradeye dayanılarak tesis edilmektedir. Söz konusu suçun oluşabilmesi için eşya üzerinde mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen fail arasında bir sözleşme ilişkisi mevcut olmalı ve bu hukuki ilişkinin gereği olarak taraflar arasında oluşan güvenin korunması gerekmektedir. Bu amaçla, eşya üzerinde mevcut sözleşme ilişkisiyle bağdaşmayan kasıtlı tasarruflar ve devir olgusunu inkâr kanun koyucu tarafından cezai yaptırım altına alınmıştır. Eğer mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen fail arasında hukuken geçerli bir sözleşme ilişkisi yoksa usulüne uygun bir teslim olmayacağı için güveni kötüye kullanma suçu da oluşmayacaktır. Zira, hukuksal anlamda geçerli bir sözleşmeden söz edilebilmesi için tarafların iradelerinin aldatılmamış olması gerekmektedir.
IV- Dolandırıcılık, Hırsızlık ve Güveni Kötüye Kullanma Suçlarının Farkları:
1-) Dolandırıcılık-Hırsızlık:
Gerek öğreti de gerekse yargı kararlarında bu suçlar arasındaki farklar ortaya konulmaya çalışılmıştır. Dolandırıcılık ve hırsızlık suçları arasında şu farkların bulunduğu söylenebilir:
a-) Hırsızlık suçunda eşya, sahibinin (zilyedinin) rızası olmaksızın alınmasına karşın dolandırıcılık suçunda mal, sahibinin (zilyedin) rızasıyla teslim edilmektedir. Ancak bu rıza failin hileli davranışları ile elde edilmiş olup, geçerli bir rıza değildir.
b-) Hırsızlık suçunun konusunu sadece taşınır mallar oluşturmasına karşın dolandırıcılığın konusunu taşınmaz mallar da oluşturabilir.
c-) Hırsızlık suçunda yarar sağlama amacıyla hareket edilmesi başka bir anlatımla genel kastın yanında bu saikin de gerçekleşmesi gerekirken, dolandırıcılık suçunda böyle bir amaçla hareket edilmesine gerek bulunmamaktadır, zira kanun metninde failin suç işleme amacının ne olması gerektiği yazılmadığına göre failin fiilini bilerek ve isteyerek gerçekleştirmesi yeterlidir.
2-) Dolandırıcılık-Güveni Kötüye Kullanma:
Dolandırıcılık ile güveni kötüye kullanmak suçlarının “teslim” gibi ortak noktaları varsa da bu iki suçun farkları vardır.
a-) Güveni kötüye kullanma suçunda malın teslimi belirli biçimde kullanılmak için hukuka, yöntemlere uygun, aldatılmamış özgür bir iradeye dayanılarak tesis edildiği halde, dolandırıcılık suçunda hileli davranışlar kullanılarak sakatlanmış, özgür olmayan bir iradeye dayanmaktadır.
b-) Dolandırıcılık suçunda, haksız çıkarın sağlanması dolayısıyla suç tamamlanmaktadır. Suçun oluştuğu an, çıkarın sağlandığı, zararın verildiği andır. Güveni kötüye kullanma suçunda ise, suçun oluştuğu an, kanunda öngörülen “zilyedliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunma veya bu devir olgusunu inkâr” gibi seçimlik hareketlerin gerçekleştiği an olup, bu âna kadar gerçekleşen eylemler suç oluşturmaz.
c-) Dolandırıcılık suçunda başlangıçta oluşan bir kast bulunmaktadır. Zilyetliğin hileli davranışlar kullanılarak elde edilmesi, bu suçta malın teslimi öncesi kast bulunduğunu ortaya koymaktadır. Güvenikötüye kullanma suçunda ise, sonradan oluşan bir kast söz konusudur. Mal fer’i zilyede belli amaçlar için tevdi edildikten sonra, iade edilmesi aşamasında malın tesliminden sonra kast oluşmaktadır. Kast öğesi olaysal olarak değerlendirilmeli, fail veya faillerin durumu, mağdurla olan ilişki ve olayın özellikleri ayrı ayrı nazara alınıp sonuca varılmalıdır.
3-) Hırsızlık-Güveni Kötüye Kullanma:
Hırsızlık ile güveni kötüye kullanma suçlarının bazı ortak noktaları bulunmakla birlikte, bu iki suçun birbirinden ayrıldığı noktaları aşağıdaki şekilde belirlemek mümkündür:
a-) Hırsızlık suçunun konusu sadece taşınır bir mal iken, güveni kötüye kullanma suçunun konusunu hem taşınır hem de taşınmaz mallar oluşturabilir.
b-) Güveni kötüye kullanma suçunda malın teslimi, muhafaza edilmek veya belirli biçimde kullanılmak üzere hukuka ve yöntemine uygun, aldatılmamış özgür bir iradeye dayanılarak yapılmaktadır. Hırsızlık suçunda ise taşınır mal zilyedinin rızası olmadan alınmaktadır.
c-) Hırsızlık suçunda, zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır malın bulunduğu yerden alınmasıyla suç oluşmaktadır. Güveni kötüye kullanma suçunda ise, suçun oluştuğu an, zilyetliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunulduğu veya bu devir olgusunun inkâr edildiği andır. Bunun sonucu olarak bu aşamaya kadar gerçekleşen eylemler suç oluşturmayacaktır.
d-) Hırsızlık suçunda failde başlangıçtan itibaren suç işleme kastı bulunmakta iken, güveni kötüye kullanma suçunda sonradan oluşan bir kast söz konusudur. Malın fer’i zilyede belli amaçlar için tevdi edilmesinden sonra kast oluşmakta ve güveni kötüye kullanma suçu işlenmektedir.
Dolandırıcılık, hırsızlık ve güveni kötüye kullanma suçlarıyla ilgili bu genel açıklamalardan sonra somut olaydaki uyuşmazlığın çözümü açısından esasen her üç suç tipinin işlenmesi sırasında kullanılması mümkün olan hileli davranışların hangi halde dolandırıcılık suçunu oluşturacağı hususu üzerinde ayrıca durulmalıdır.
Hileli davranışların sergilendiği her olay dolandırıcılık suçu olarak vasıflandırılamayacaktır. Hile başka bir suçun işlenmesinin kolaylaştırılması veya işlendikten sonra açığa çıkmasının önlenmesi amacıyla da kullanılabilir. Oysa dolandırıcılığın hareket unsuru olan hilenin mağdurun irade ve rızasını elde etmeye yönelik olması gereklidir. Dolayısıyla dolandırıcılıkta kullanılan hile mağdurun kanmasını ve menfaati rızasıyla faile veya göstereceği kişiye teslim etmesini sağlayacak olan hile olmalıdır. Dolandırıcılıkta mağdurun malı teslimde rızası vardır, fakat bu rıza hile kullanıldığı için sakatlanmıştır. Hileli davranışlar geçici de olsa rızai bir teslimi doğurmamış, bu bağlamda mal failin el çabukluğu veya özel becerisi gibi maddi bir hareketiyle bulunduğu yerden alınmak suretiyle elde edilmiş ise eylem dolandırıcılık suçunu değil hırsızlık suçunu oluşturacaktır. Hırsızlık suçunun işlenmesinden önce kolaylaştırıcı unsur olarak hile kullanılması, suçun işleniş biçimi ve failin kasta dayalı kusurunun ağırlığı kapsamında TCK'nun 61. maddesi uyarınca temel cezanın belirlenmesinde dikkate alınabilecektir.
Öte yandan, dolandırıcılık suçunda hilenin haksız menfaati elde etmeye yönelik olması gerekmekte olup, haksız menfaat elde edildikten sonra yapılan hile, dolandırıcılık suçunu oluşturmayacaktır. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 07.12.1987 gün 495-587, 26.06.1995 gün 1977-227, 27.04.1999 gün 47-79 ve 12.10.2004 gün 150-92 sayılı kararlarında bu gerekçelerle failin önceden doğmuş bir borçtan dolayı hile ve desiseler kullanıp edimini yerine getirmemesinin dolandırıcılık suçunu teşkil etmeyeceği sonucuna ulaşılmıştır. Bu bakımdan güveni kötüye kullanma suçunda da hukuka uygun bir şekilde zilyetlik tesis edildikten sonra failin devir olgusunu inkar etmek veya suçunu gizlemek amacıyla hile kullanması dolandırıcılık suçu olarak kabul edilemeyecektir. Ancak güveni kötüye kullanma suçu işlendikten sonra kullanılan hile şartları varsa resmi veya özel belgede sahtecilik gibi suçları oluşturabilecektir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanığın, yolda yalnız yürüyen katılana yaklaşıp oğlunu sorduğu, katılanın oğlu olmadığını damadı olduğunu söylemesi üzerine bu kez damadını tanıdığı izlenimini vererek damadına 150 Lira borcu olduğunu söyleyip ona ulaştırılmak üzere parayı katılana vermeyi teklif ettiği, katılan bu teklifi kabul edince de cebinden 200 Lira çıkartıp katılandan 50 Lira para üstü istediği, katılan para üstünü vermek için cüzdanını çıkardığında sanığın da cebinden büyükçe bir kağıt çıkartarak telefon numarasını yazmak bahanesiyle kağıdın altına koymak için katılandan cüzdanını vermesini talep ettiği, katılan cüzdanını verince de cüzdanın üzerine koyduğu kağıda numarayı yazıyor gibi yaparak el çabukluğu ile fark ettirmeden cüzdanın içerisinden 1.000 Lira parayı aldığı, daha sonra borcunu bizzat vereceğini söyleyip cüzdanı katılana iade ettiği şeklinde gerçekleşen somut olayda, katılanın hileli davranışlarla sakatlanan iradesiyle not yazılacak kağıdın altına konulacağı düşüncesiyle cüzdanını sanığa verdiği, geçici de olsa suça konu paranın rızaen teslim edilmesinin söz konusu olmayıp sanık tarafından el çabukluğuyla fark ettirilmeden alındığı, sergilenen hileli davranışların paranın faile verilmesi konusundaki rızayı sağlamaya değil, cüzdanın içerisinden alınmasını kolaylaştıracak ortama ulaşmaya yönelik olduğu ve hukuka ve yöntemine uygun, aldatılmamış özgür bir iradeye dayalı bir teslimin söz konusu bulunmadığı hususları birlikte değerlendirildiğinde, sanığın eyleminin hırsızlık suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir.
Bu itibarla, haklı nedene dayanan Yargıtay C. Başsavcılığı itirazın kabulüne, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına, yerel mahkeme hükmünün suç niteliğinin hatalı belirlenmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Genel Kurul Üyesi; “Sanığın hileli davranışlarla gerçekleştirdiği eylemin dolandırıcılık suçunu oluşturacağı, bu nedenle itirazın reddi gerektiği" düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 15. Ceza Dairesinin 05.06.2013 gün ve 67023-10496 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,
3- Havsa Asliye Ceza Mahkemesinin 23.06.2009 gün ve 87-90 sayılı kararının, sanığın eyleminin hırsızlık suçunu oluşturduğu gözetilmeden, suç niteliğinin belirlenmesinde hataya düşülerek dolandırıcılık suçundan hüküm kurulması isabetsizliğinden BOZULMASINA,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 14.10.2014 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.

Baba İle Çocuğun Görüşmesini Hukuka Aykırı Engelleyen Anne Velayet Hakkını Kötüye Kullanmıştır

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 2013/2-1926 esas ve 2015/1139 karar sayılı 01.04.2015 tarihli kararı

“”Baba İle Çocuğun Görüşmesini Hukuka Aykırı Şekilde Engelleyen Anne Velayet Hakkını Kötüye Kullanmış Sayılır””

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava; velayetin değiştirilmesi isteğine ilişkindir.

Davacı vekili, tarafların boşandıklarını, müşterek çocuğun velayetinin davalı anneye verildiğini, baba ile de şahsi ilişki tesis edildiğini, davacının iki yıldır çocuğunu ancak icra yolu ile görebildiğini, davalının velayet hakkını kötüye kullandığını, gerekli özeni göstermediğini, yaşadığı yerin çocuk büyütmeye müsait olmadığını belirterek; müşterek çocuğun velayetinin davalıdan alınarak davacıya verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili; davacı iddialarının tamamen asılsız olduğunu, müşterek çocuğun annesinin yanında mutlu ve huzurlu olduğunu, davacının nafaka borcunu dahi ödemediğini, çocuğun velayetinin annede kalmasının çocuk ve her iki taraf açısından da yerinde olduğunu belirterek; davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Yerel Mahkemece, davacının müşterek çocuk ile sağlıklı ilişki geliştirmeden çok, davalı ile çekişmesini devam ettirdiği, müşterek çocuğun anne yanında mutlu olduğu, bakım ve ihtiyaçlarının davalı anne tarafından karşılandığı anlaşılmış olup, çocuğun yaşı ve ihtiyaçları nazara alınarak anne yanında kalmasının çocuğun gelişimi açısından daha yerinde olacağı gerekçesiyle, davanın reddine dair verilen karar; davacı vekilinin temyizi üzerine; Özel Daire tarafından yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuş, Mahkemece bozma öncesi gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Uyuşmazlık, velayet kendisinde olan annenin velayet hakkını, velayetin kaldırılması veya değiştirilmesini gerektirecek derecede kötüye kullandığının kanıtlanıp kanıtlanmadığı noktasında toplanmaktadır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu uyarınca velayet, çocukların bakım, eğitim, öğretim ve korunması ile temsil görevlerini kapsar.

Velayet, aynı zamanda ana babanın velayeti altındaki çocukların kişiliklerine ve mallarına ilişkin hakları, ödevleri, yetkileri ve yükümlülükleri de içerir.
Ana ve babanın çocukların kişiliklerine ilişkin hak ve ödevleri, özellikle çocukların şahıslarına bakmak, onları görüp gözetmek, geçimlerini sağlamak, yetiştirilmelerini ve eğitimlerini gerçekleştirmektir. Bu bağlamda sağlayacağı eğitim ile istenilen ölçüde dürüst, kötü alışkanlıklardan uzak, iyi ahlak sahibi, çalışkan ve bilgili bir insan olarak yetiştirmek hak ve yükümlülüğü bulunmaktadır.
Öte yandan, ayrılık ve boşanma durumunda velayetin düzenlenmesindeki amaç, küçüğün ileriye dönük yararlarıdır. Eş söyleyişle, velayetin düzenlenmesinde asıl olan, küçüğün yararını korumak ve geleceğini güvence altına almaktır. Velayet, kamu düzenine ilişkin olup bu hususta ana ile babanın istek ve beyanlarından ziyade çocuğun menfaatlerinin dikkate alınması zorunludur.
Belirtilmelidir ki, velayetin kaldırılması ve değiştirilmesi şartları gerçekleşmedikçe, ana ve babanın velayet görevlerine müdahale olunamaz. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.04.1992 gün ve 1992/2-140 E. 1992/248 K. ile 22.01.2014 gün ve 2013/2-2085 E. 2014/30 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere, boşanma ile düzenlenen velayetin değiştirilebilmesi için velayet kendisine verilen tarafın ya da velayete konu çocuğun durumunda boşanma hükmünden sonra esaslı değişikliklerin olması şart olup, ayrıca esaslı değişikliğin önemli ve sürekli olması da gerekmektedir. 4721 sayılı TMK’nun konuya ilişkin 324. maddesi; “Ana ve babadan her biri, diğerinin çocuk ile kişisel ilişkisini zedelemekten, çocuğun eğitilmesi ve yetiştirilmesini engellemekten kaçınmakla yükümlüdür. Kişisel ilişki sebebiyle çocuğun huzuru tehlikeye girer veya ana ve baba bu haklarını birinci fıkrada öngörülen yükümlülüklerine aykırı olarak kullanırlar veya çocuk ile ciddî olarak ilgilenmezler ya da diğer önemli sebepler varsa, kişisel ilişki kurma hakkı reddedilebilir veya kendilerinden alınabilir.” düzenlemesini içermektedir. Buna göre velayetin düzenlenmesinde asıl olan, küçüğün yararını korumak ve geleceğini güvence altına almak olduğundan, çocuğun fiziksel ve ruhsal gelişimini engelleyen ve süreklilik arz edeceği anlaşılan her olay, tehlikenin büyüklüğü, doğuracağı onarılması güç sonuçlar değerlendirilerek sonuca varılmalı; velayetin belirlenmesi ve düzenlenmesinde öncelikle çocuğun yararı göz önünde tutulmalıdır.

Bu kapsamda, çocuğun cinsiyeti, doğum tarihi, eğitim durumu, kimin yanında okumakta olduğu, talepte bulunanın çocuğun eğitim durumu ile ilgilenip ilgilenmediği, sağlığı, sağlık durumuna göre tedavi olanaklarının kimin tarafından sağlanabileceği gibi özel durumuna ilişkin hususlar göz önünde tutulmalıdır.

Velayetin belirlenmesi ve düzenlenmesinde ana babadan kaynaklanan özelliklerin de dikkate alınması kaçınılmazdır.
Bu nedenle, mahkemece çocuğu başkasına bırakma, ihmal etme, kaçırma, iradi olarak terk etme, yönlendirme hususları ile tarafın velayet talebinin olup olmaması, şiddet uygulaması, sadakatsizliği, ekonomik durumu, mesleği, yaşadığı ortam, kötü davranışı, alkol bağımlılığı, sağlığı, dengesiz davranışları dikkate alınmalıdır.

Yukarıda değinilen yasa hükmü ile dosya arasındaki icra dosyaları ve davalı hakkında çocuk teslimine muhalefet etmekten dolayı uygulanan yaptırım bir arada düşünüldüğünde, davalı annenin çocuğun babayla kişisel ilişki hakkını sürekli olarak engellediği, bundan dolayı hakkında çocuk teslimine muhalefet etmekten yaptırım uygulandığı, bu suretle Türk Medeni Kanunu’nun 324. maddesinde yer alan yükümlülüğüne aykırı davrandığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda davalı annenin sekiz yaşındaki müşterek çocuğun gelişimi için önemli olmasına rağmen babası ile görüşmesini engelleyerek, velayet hakkını kötüye kullandığı hususunun kanıtlandığı ve müşterek çocuğun velayetinin davalı anneden alınarak davacı babaya verilmesi gerektiği kabul edilmelidir. Hal böyle olunca, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Açıklanan nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı HMK’nIn 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 01.04.2015 gününde oy birliği ile karar verildi.

Çekişmeli vakıanın ispatı için bildiren tanık sayısı, kötüye kullanılmadıkça sınırlanamaz

Yargıtay 2.Hukuk Dairesi 2012/5455 esas sayılı ve 2012/24907 karar sayılı, 17.10.2012 tarihli kararı,

Çekişmeli vakıanın ispatı için tanık bildiren tarafın tanık sayısı hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olmadığı sürece sınırlanamaz ve hakim tanık sayısını belirleyemez.

DAVA : Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Davalı koca, 11.05.2011 tarihli delil listesinde tanık deliline de dayanmış, on tanık ismi bildirmiştir. Mahkemece davalının tanıklarının üçü dinlenmiş, 18.10.2011 tarihli celse de davalı tarafın karar vermek için yeteri kadar tanığının dinlendiği, dinlenen tanıklar açısından yeterli kanaat oluştuğu, davalı tarafa verilen süreye rağmen tanıkların duruşmada hazır edilmediği gerekçesi ile tanıkların dinlenmesinden sarfınazar edilmiş, davalı vekilinin itirazı üzerine 29/11/2011 tarihli celsede; tanıklar R.D. ve B.D. bakımından 18/10/2011 tarihli ara karardan sarfınazar edilerek tanıkların dinlenmesine karar verilmiş, davalı vekili tarafından gerekli masraflar yatırıldığı ve tanıklara tebligat çıkarıldığı halde 20/12/2011 tarihli celsede yeniden karar vermek için yeterli kanaate ulaşıldığı, davalı tarafın dinlenmeyen bu iki tanığı dinletme talebinin davayı uzatmaya matuf olduğu gerekçesi ile tanıkların dinlenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

Delil çekişmeli vakıalar ve bu vakıaların ispatı için gösterilir ( 6100 S.HMK.d.187/1, 1086 S.HUMK.md.238/1 ). Çekişmeli vakıanın ispatı için tanık bildiren tarafın tanık sayısı hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olmadığı sürece sınırlanamaz ve hakim tanık sayısını belirleyemez. Aksi tutum adil yargılanma ve savunma hakkının kısıtlanmasına yol açar. Ancak, hakim hangi tanığın hangi vakıanın ispatı için dinletilmek istendiğini ilgili taraftan sorarak ( 6100 S.HMK.md.240/2, 1086 s.HUMK.md.258/1 ); vakıa dinlenen bir kısım tanıklar anlatımı ile ispatlanmışsa, geri kalan tanıkların dinlenilmemesine karar verebilir ( 6100 s.HMK.md.241 ). Taraflarca fazla sayıda tanık bildirildiği takdirde; usulün bu zorlayıcı ve kolaylaştırıcı hükümlerinden yararlanarak, tanık dinlenmesi kolaylaştırabileceği gibi, bir kısım tanıklar da dinlenmeyebilir.

Tanık davetiye ile çağrılır. Davetiye gönderilmeden tarafların hazır bulundurdukları tanıklar da dinlenebilir ise de, taraflara, gösterdikleri tanıkları duruşmada hazır bulundurma yükümlülüğü yüklenemez. Tanıkların mahkemeye ne şekilde davet edilecekleri ve çağrıya uymamanın sonuçları usulün 243. ve 245. maddelerinde gösterilmiştir

Davalı, tanıkları R.D. ve B.D.’nin dinlenilmesinden açıkça vazgeçmemiştir. Hakimin yeterli kanaat edinildiği gerekçesi ile dinlenmesinden vazgeçtiği bu tanıklar için, ara kararından vazgeçerek yeniden dinlenme talebini kabul etmesi de yeterli kanaat edinilmediğini gösterir. Söz konusu tanıklar için masraf yatırıldığı ve davetiye tebliği edildiğine göre; tanıklar dinlenmeden; eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre davalının diğer temyiz itirazlarımın şimdilik incelenmesine yer olmadığına temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 17.10.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Yargıtay Ceza Daireleri Kararları • KREDİ KARTINI KULLANIP GERİ ÖDEMEME, GÜVENİ KÖTÜYE KULLANMA

T.C
YARGITAY
8.CEZA DAİRESİ
ESAS NO: 2012/26143
KARAR NO: 2013/19202

Gereği görüşülüp düşünüldü:

Yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine ancak:

Mağdur F…’nın kredi kartıyla iki ayrı iş yerinden alış veriş yapıldığının anlaşıldığı olayda iş yeri sahiplerinin yapılan işlemler sonucu mağdurun uğradığı zararı iade ettikleri, sanığın da giyim mağazasından aldığı eşyaları soruşturma aşamasında işyerine iade ettiğinin anlaşılması ve mağdurun sanık hakkında TCK.nun 168. maddesinde düzenlenen indirim hükmünün uygulanmasına rıza gösterdiğini beyan etmesi karşısında sanık hakkında etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması hususunda olumlu olumsuz bir karar verilmemesi,

Yasaya aykırı, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK.nun 321. maddesi gereğince (BOZULMA- SINA), 26.06.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.
YARGITAY
11. CEZA DAİRESİ
ESAS NO. 2012/2546
KARAR NO. 2013/9485
KARAR T. 6.6.2013

> BAŞKASINA AİT KREDİ KARTININ İZİNSİZ KULLANILMASI — YARAR SAĞLAMA — ETKİN PİŞMANLIK — SANIK VE KATILANIN AKRABA OLUP İSİMLERİNİN BENZER OLMASI

ÖZET : Başkasına ait banka veya kredi kartının izinsiz kullanılması suretiyle yarar sağlama suçunda; katılanla akraba olduğu anlaşılan sanığın tüm aşamalarda kendisinin hsbc bankasına kredi kartı için müracaat ettiğini ve teslim edilen kartın kendisine ait olduğunu zannederek alıp kullandığını savunması, katılanın isminin sanığın ismiyle benzer olup kredi kartının teslimi sırasında kurye tarafından düzenlenen formda sanığın adının H. Hüsnü A. olarak yazılmasına rağmen sanığın ise Hüsnü A. gerçek ismiyle imzalayarak kartı teslim aldığı, banka cevabi yazısına göre sanığın kredi kartı talebinde bulunduğu ve bunun aynı gün red edildiğinin belirtilmesi ve sanığın baştan itibaren harcamaları kendisinin yaptığını kabul etmesi karşısında, sanığın suç kastının belirlenmesi bakımından; bankadan kredi kartı talebine dair başvurunun reddedildiği hususunun sanığa tebliğ edilip edilmediği ve varsa belgesinin celbiyle sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini yerine eksik inceleme sonucu karar verilmesi yasaya aykırıdır. Bankanın cevabi yazısına göre kredi kartı borcunun kurye firması tarafından ödendiği, sanığın da temyiz dilekçesinde kartın teslimini yapan kuryeye 6 ay içinde ödemede bulunduğunu beyan etmesi karşısında kartın kullanımından doğan zararın sanık tarafından giderilip giderilmediği ve yapılmışsa ödeme tarihleri araştırılıp sonucuna göre etkin pişmanlık hükmünün uygulanıp uygulanmayacağının tartışılmasında zorunluluk bulunmaktadır.

Gereği düşünüldü:

1- )Katılanla akraba olduğu anlaşılan sanığın tüm aşamalarda kendisinin hsbc bankasına kredi kartı için müracaat ettiğini ve teslim edilen kartın kendisine ait olduğunu zannederek alıp kullandığını savunması, katılanın isminin sanığın ismiyle benzer olup kredi kartının teslimi sırasında kurye tarafından düzenlenen formda sanığın adının H. Hüsnü A. olarak yazılmasına rağmen sanığın ise Hüsnü A. gerçek ismiyle imzalayarak kartı teslim aldığı, banka cevabi yazısına göre 14.11.2006 tarihinde sanığın kredi kartı talebinde bulunduğu ve bunun aynı gün red edildiğinin belirtilmesi ve sanığın baştan itibaren harcamaları kendisinin yaptığını kabul etmesi karşısında, sanığın suç kastının belirlenmesi bakımından;anılan bankadan kredi kartı talebine dair başvurunun reddedildiği hususunun sanığa tebliğ edilip edilmediği ve varsa belgesinin celbiyle sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini yerine eksik inceleme sonucu yazılı şekilde karar verilmesi yasaya aykırı,
Kabule göre de:

2- )Hsbc bankasının cevabi yazısına göre kredi kartı borcunun kurye firması tarafından ödendiği, sanığın da temyiz dilekçesinde kartın teslimini yapan kuryeye 6 ay içinde 500,00 TL ve 850,00 TL olmak üzere 1350,00 TL ödemede bulunduğunu beyan etmesi karşısında: kartın kullanımından doğan zararın sanık tarafından giderilip giderilmediği ve yapılmışsa ödeme tarihleri araştırılıp sonucuna göre T.C.K.nun 168. maddesindeki etkin pişmanlık hükmünün uygulanıp uygulanmayacağının tartışılmasında zorunluluk bulunması,

SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 Sayılı Kanunun 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 Sayılı C.M.U.K.nun 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 06.06.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.
YARGITAY
11.CEZA DAİRESİ
Esas No: 2004/1005
Karar No: 2005/1153
Karar Tarihi: 16.03.2005

ÖZET : Sanıkların, nakit para çekmek amacıyla şikayetçiden teslim aldıkları kredi kartıyla çektikleri parayı ödememelerinin yanında, aldıkları kartı da iade etmeyip inkar etmek suretiyle güveni kötüye kullanmak suçunun işlendiğinin iddia olunup, mahkemece de kabul edilmesine rağmen kartın iade edilmemesinin yüklenen suçu oluşturup oluşturmayacağının karar yerinde tartışılmaması isabetsizdir.

Güveni kötüye kullanmak suçundan sanıklar a ve b’in yapılan yargılamaları sonunda: Beraatlarına dair BURSA 6. Asliye Ceza Mahkemesinden verilen 15.4.2002 gün ve 2000/1447 Esas, 2002/308 Karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay’ca incelenmesi katılan vekili tarafından istenilmiş olduğundan dava evrakı C.Başsavcılığının onama isteyen 14.1.2004 tarihli tebliğnamesi ile daireye gönderilmekle, incelenerek gereği görüşüldü:

anıkların, nakit para çekmek amacıyla şikayetçiden teslim aldıkları kredi kartıyla çektikleri parayı ödememelerinin yanında, aldıkları kartı da iade etmeyip inkar etmek suretiyle güveni kötüye kullanmak suçunun işlendiğinin iddia olunup, mahkemece de kabul edilmesine rağmen kartın iade edilmemesinin yüklenen suçu oluşturup oluşturmayacağının karar yerinde tartışılmaması,

SONUÇ: Kanuna aykırı, katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı isteme aykırı olarak CMUK.nun 321 nci maddesi uyarınca BOZULMASINA, 16.3.2005 gününde oybirliği ile karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Pzt Mar 23, 2015 8:36 pm


Yargıtay Ceza Daireleri Kararları • GÜVENİ KÖTÜYE KULLANMA,MAĞAZA KASİYERİ.

TCK-Madde 155
Güveni kötüye kullanma

(1) Başkasına ait olup da, muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyedliği kendisine devredilmiş olan mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyedliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunan veya bu devir olgusunu inkar eden kişi, şikayet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis ve adlî para cezası ile cezalandırılır.

(2) Suçun, meslek ve sanat, ticaret veya hizmet ilişkisinin ya da hangi nedenden doğmuş olursa olsun, başkasının mallarını idare etmek yetkisinin gereği olarak tevdi ve teslim edilmiş eşya hakkında işlenmesi halinde, bir yıldan yedi yıla kadar hapis ve üçbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.

T.C.
YARGITAY
15. CEZA DAİRESİ
ESAS NO. 2012/20831
KARAR NO. 2014/13948
KARAR TARİHİ. 10.7.2014

> MAĞAZADA KASİYERİN GÜVENİ KÖTÜYE KULLANMA SUÇU— KASAYA AKTARILMAYAN PARANIN TESPİTİ–AYRICA ADLİ PARA CEZASI’DA UYGULANMASI
5237/m. 43/1,155/2

ÖZET : Mağazada kasiyer olarak çalışan sanıkların usulsüz işlemlerle kasaya aktarmaksızın birtakım işlem yapması nedeniyle güveni kötüye kullanma suçundan yargılanmasında; gerçeğin ortaya çıkarılması için sanıklar çalıştıkları dönemlere ait banka kayıtları, işyeri kayıtları, işyerindeki muhasebe kayıtları ve pos cihazından yapılan çekimlere ait bütün kayıtların getirtilmesi, sanıkların hangi dönemlerde, söz konusu işyerinde çalıştığı, bu dönemde hangi görevleri üstlendiklerinin araştırılması, kredi kartı borcunu sanıklara verip yatıran şahısların ise bilgi sahibi sıfatıyla dinlenilmesi, bütün delillerin toplanmasından sonra dosyanın içinde muhasebeci ve mali müşavirin de bulunduğu bilirkişi kuruluna tevdiinin sağlanarak, bu dönemde, ilgili bankanın katılan işyerinden ne kadar para çektiği, bu paranın kim tarafından çekildiği, muhasebe kayıtlarına intikal ettirilip ettirilmediği, gün sonu işlemlerinde açık bulunup bulunmadığı, gün sonu işlemlerinin devrinin kim tarafından yapıldığı, yapılan ödemenin gerçek bir ödeme olup olmadığı, sanıkların eyleminden kaynaklanan şirket zararının ne kadar olduğu hususlarında bilirkişi raporu alınmasından sonra sonucuna göre sanıkların hakkında karar verilmesi gerekir.

DAVA : Dosya incelenerek gereği düşünüldü:

KARAR : Katılan vekilinin temyiz isteminin, sanıklar E. A., D.Ö. ve H. O. Ö. hakkında verilen beraat kararlarına yönelik olduğu belirlenerek yapılan incelemede;
Güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için; failin bir malın zilyedi olması, malın iade edilmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere faile rızayla tevdi ve teslim edilmesi, failin kendisine verilen malı, veriliş gayesinin dışında, zilyedi olduğu malda malikmiş gibi satması, rehnetmesi tüketmesi, değiştirmesi veya bozması ve benzeri şekillerde tasarrufta bulunması ya da devir olgusunu inkar etmesi şeklinde, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir.
Müşteki şirkette müdür yardımcısı olarak çalışan sanık E.`ın aynı şirkette kasiyerlik yapan diğer sanık M. ile birlikte hareket ederek 31.5.2006 – 13.6.2006 tarihleri arasında mağazaya gelen ve F…bank`a ait kredi kartlarını mağaza aracılığıyla ödeyen tanıklar F., İ., vd`dan tahsil edilen toplam 3.979 TL`yi kasaya aktarmadıkları, ancak pos cihazından sanık M.`ın tahsilat yapmış gibi işlem yaptığı, ayrıca sanık M.`ın tanıyıp, bildiği sanık D. ve onun babası H. ile irtibat kurarak onların kullandığı kredi kartlarının tahakkuk eden 23.6.2006 – 19.7.2006 tarihleri arasındaki toplam 13.459 TL borçlarını tahsil edilmiş gibi pos cihazından geçirdiği ancak tutarı kasaya aktarmadığı, bu şekilde sanıkların birlikte hareket ederek hizmet sebebiyle güveni kötüye kullanma suçunu işlediklerinin iddia edildiği olayda,
1- )Gerçeğin kuşkuya yer vermeyecek şekilde ortaya çıkarılması açısından; sanıklar M. ve E.`ın çalıştıkları dönemlere ait banka kayıtları, işyeri kayıtları, işyerindeki muhasebe kayıtları ve pos cihazından yapılan çekimlere ait bütün kayıtların getirtilmesi, sanıklar M. ve E.`ın, hangi dönemlerde, söz konusu işyerinde çalıştığı, bu dönemde hangi görevleri üstlendiklerinin araştırılması, kredi kartı borcunu sanıklara verip yatıran C., Y. , T. ve F. isimli kişilerin bilgi sahibi sıfatıyla dinlenilmesi, kredi kartlarının ödenmesine dair banka kayıtlarının getirtilmesi, bütün delillerin toplanmasından sonra dosyanın içinde muhasebeci ve mali müşavirin de bulunduğu bilirkişi kuruluna tevdiinin sağlanarak, bu dönemde, ilgili bankanın katılan işyerinden ne kadar para çektiği, bu paranın kim tarafından çekildiği, muhasebe kayıtlarına intikal ettirilip ettirilmediği, gün sonu işlemlerinde açık bulunup bulunmadığı, gün sonu işlemlerinin devrinin kim tarafından yapıldığı, yapılan ödemenin gerçek bir ödeme olup olmadığı, sanıkların eyleminden kaynaklanan şirket zararının ne kadar olduğu hususlarında denetime elverişli bilirkişi raporu alınmasından sonra sonucuna göre sanıkların hukuki durumunun tayin ve takdirinin gerektiği gözetilmeden eksik inceleme ve yetersiz gerekçeyle yazılı şekilde hüküm kurulması,

2- )Kabule göre de; sanık M. hakkında 5237 Sayılı T.C.K.nın 155/2 maddesi gereğince hüküm kurulurken, hapis cezasıyla birlikte adli para cezasına da karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, sadece hapis cezasına hükmedilmesi,

3- )Sanık M.`ın, 5237 Sayılı T.C.K.nın 43/1. maddesi kapsamında, aynı suç işleme kararıyla Kanun`un aynı hükmünü değişik zamanlarda birden fazla kez ihlal ederek haksız menfaat temin etmiş olması karşısında, zincirleme suç hükümlerinin uygulanmayarak eksik ceza tayin edilmesi,

SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, katılan vekili ve sanık M. U. müdafinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu nedenlerle, 5320 Sayılı Kanun`un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 Sayılı C.M.U.K.nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, aynı Kanun`un 326 /son maddesi uyarınca sonuç ceza miktarı yönünden sanık M.`ın kazanılmış haklarının saklı tutulmasına, 10.07.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — 10 Oca 2015, 15:40


zorunlu müdafii avukatın, celselere mazeretsiz devamsızlığı görevi kötüye kullanma suçudur

CMK Avukatına Görevi İhmalden Ceza

Yargıtay 5. Ceza Dairesi, 2013/1029 esas ve 2014/5008 karar sayılı

Tebliğname No : 5 – 2012/188515

İNCELENEN KARARIN;
MAHKEMESİ : …..2. Ağır Ceza Mahkemesi
TARİHİ : 08/06/2012
NUMARASI : 2011/434 Esas, 2012/184 Karar
SANIK : ……
SUÇ : Görevi kötüye kullanma
HÜKÜM : Beraat
TEMYİZ EDEN : O yer Cumhuriyet Savcısı
TEBLİĞNAMEDEKİ DÜŞÜNCE : Onama

Mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle dosya incelenerek, gereği düşünüldü:
İstanbul Barosuna kayıtlı olarak avukatlık yapan sanığın …..3. Çocuk Mahkemesinde yargılanan suça sürüklenen çocuklara CMK’nın 150/2. maddesi gereğince 09/04/2010 tarihinde zorunlu müdafii olarak atandığı ancak mahkemenin 27/04/2010, 16/06/2010 ve 17/02/2011 tarihlerinde yapılan celselerine mazeretsiz katılmayarak davanın gereksiz uzaması sonucu kamu zararına, adaletin gecikmesi nedeniyle de kişi mağduriyetine neden olduğunun tüm dosya içeriğinden anlaşıldığı ve eyleminin TCK’nın 257/2. maddesinde düzenlenen ihmal suretiyle görevi kötüye kullanma suçunu oluşturacağı gözetilmeden yazılı şekilde yanılgılı değerlendirmeyle beraat hükmü kurulması,

Kanuna aykırı, O yer C.Savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 05/05/2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ E. 2012/18690 K. 2012/25539 • HAKKIN KÖTÜYE KULLANILMASI * TEK BİR İLAM İÇİN BİRDEN FAZLA TAKİP

T.C.YARGITAY

 12. HUKUK DAİRESİ

 E. 2012/18690

 K. 2012/25539

 T. 10.9.2012

 

 

 

 

DAVA : 

 Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu F. tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

 

 

KARAR : 

 

Borçlu vekili; ilama dayanarak alacaklı vekili tarafından yargılama gideri, avukatlık ücreti, tazminat ve ecri misil için üç ayrı takip başlatıldığını ve fazladan 21.181,07 TL vekalet ücreti istendiğini, bu işlemin hakkın kötüye kullanılması olduğunu ve hukuk düzeni tarafından korunamayacağını iddia ederek üç takip dosyasının tek bir dosyada birleştirilmesine karar verilmesini istemiştir.

 

Mahkemece aynı ilamda hüküm altına alınan alacak kalemleri için tek ve aynı dosya ile ilamlı icra takibinde bulunulmasını zorunlu kılan türden yasal düzenlemenin mevcut olmadığı, birden fazla icra takibi yapılmasında yasaya uymayan usulsüzlük bulunmadığı gerekçesiyle şikayetin reddine karar verilmiştir.6100 Sayılı HMK.'nun Hükmün Kapsamı başlıklı 297. maddesinde; hükmün sonuç kısmında yargılama giderleri konusunda, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların sıra numarası altında gösterilmesi gerektiği belirtilmiştir. Yargılama Giderlerinin Kapsamı başlıklı 323. maddesinin ( ğ ) bendinde vekille takip edilen davalarda vekalet ücretini yargılama giderleri içinde saymıştır.

 

Yargılama Giderlerinden Sorumluluk başlıklı 326. maddesinin 1. fıkrasında yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verileceği belirtilmiştir. Tüm bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde ilam taraflara yüklenen borçlar, tanınan haklar, yargılama giderleri olmak üzere bir bütündür. Vekille temsil edilen davalarda hüküm altına alınan avukatlık ücreti de yargılama giderleri kapsamındadır.6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Dürüst Davranma Ve Doğru Söyleme Yükümlülüğü başlıklı 29. maddesinde “Taraflar, dürüstlük kuralına uygun davranmak zorundadırlar. Taraflar, davanın dayanağı olan vakıalara dair açıklamalarını gerçeğe uygun bir biçimde yapmakla yükümlüdürler.” Dürüstlük Kuralına Aykırılık Sebebiyle Yargılama Giderlerinden Sorumluluk başlıklı 327. maddesinin 1. fıkrasında “Gereksiz yere davanın uzamasına veya gider yapılmasına sebebiyet vermiş olan taraf, davada lehine karar verilmiş olsa bile, karar ve ilam harcı dışında kalan yargılama giderlerinin tamamını veya bir kısmını ödemeye mahkûm edilebilir.” denilmiştir.

 

4721 Sayılı TMK.'nun Hukukun Uygulanması Ve Kaynakları başlıklı 1. maddesinde “Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır. Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hakim, örf ve adet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir. Hakim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır.”, Dürüst Davranma başlıklı 2. maddesinde “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.”, Hakimin Takdir Yetkisi başlıklı 4.maddesinde “Kanunun takdir yetkisi tanıdığı veya durumun gereklerini ya da haklı sebepleri göz önünde tutmayı emrettiği konularda hakim, hukuka ve hakkaniyete göre karar verir.”, Hukukun Uygulanması başlıklı 33. maddesinde ise; “Hakim, Türk hukukunu resen uygular,” denilmiştir.2709 Sayılı 1982 Anayasası'nın Hak Arama Hürriyeti başlıklı 36. maddesinde “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” denilmiştir.

 

818 Sayılı B.K.'nun 61. maddesini sadeleştiren 6098 Sayılı Türk B.K.'nun Sebepsiz Zenginleşmeden Doğan Borç İlişkileri başlıklı 77. maddesinde “Haklı bir sebep olmaksızın, bir başkasının malvarlığından veya emeğinden zenginleşen, bu zenginleşmeyi geri vermekle yükümlüdür. Bu yükümlülük, özellikle zenginleşmenin geçerli olmayan veya gerçekleşmemiş ya da sona ermiş bir sebebe dayanması durumunda doğmuş olur.” denilmiştir.Somut olayda alacaklılar vekili tarafından borçlu İstanbul İl Özel idaresi aleyhine Kartal 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2008/180 E., 2010/492 K. sayılı ilamına dayanılarak Üsküdar 5. İcra Müdürlüğü'nün 2011/23300 takip numaralı dosyasında vekalet ücreti, 2011/22945 takip numaralı dosyasında yargılama gideri, 2011/22944 takip numaralı dosyasında tazminat ve ecrimisil olmak üzere üç ayrı takip başlatıldığı ve her takip dosyasında yeni takip vekalet ücreti talep edilmiş olduğu görülmüştür.

 

Mahkemece aynı ilamda hüküm altına alınan alacak kalemleri için tek ve aynı dosya ile ilamlı icra takibinde bulunulmasını zorunlu kılan türden yasal düzenlemenin mevcut olmadığı gerekçesine dayanılmıştır. Ancak yasalarda bir ilamla hüküm altına alınan haklarla ilgili olarak ayrı ayrı takip yapılabileceğine dair hiç bir düzenleme de mevcut değildir. Bu durumda Türk Medeni Kanununun 1., 2., 4. ve 33. maddelerinin, Anayasanın 36.maddesinin, B.K.n 61 ve yeni Türk B.K.n 77. maddesinin, Hukuk Muhakemeleri Kanunun 29. maddesinin göz önüne alınarak uyuşmazlığın çözüme kavuşturulması gerekir.Genel olarak icra hukukuna dair itiraz ve şikayetlerde Türk Medeni Kanunu'nun 2. maddesinin uygulanma kabiliyeti yoktur. Ancak yukarda belirtilen diğer yasa maddeleri göz önüne alındığında bu tip olaylarla sınırlı kalmak üzere objektif iyi niyet kurallarının gözardı edilmemesi gerekir.Hakkın kötüye kullanılmasını; hukuken var olan bir hakkın sınırlarını aşarak ya da o hakkı gerekçe göstererek hukuka aykırı eylemler yapma durumu olarak veya bir hakkın, yasaların tanıdığı yetkilerin sınırları içinde olmakla birlikle, amacından saptırarak kullanılması olarak da açıklayabiliriz.

 

Türk Medeni Kanunun 2. maddesine göre herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz. Yani bir hak sahibi hakkını kullanırken ve borçlu borcunu öderken objektif iyi niyet kurallarına uymak, dürüst davranmak, başkalarını zarara uğratmamak zorundadır. Hak sahibi başkasına zarar vermek amacını taşımasa bile hareketi açıkça iyi niyet kurallarına aykırı ise ve başkasını zarara uğratıyorsa veya hak sahibine sağladığı yarar ile başkasına verdiği zarar arasında aşırı dengesizlik varsa bu durumu hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirebiliriz. Anayasa başta olmak üzere, Hukuk Muhakemeleri Kanunu, Türk Medeni Kanunu ve Türk B.K. hak sahibinin hakkını kullanırken objektif iyi niyet kuralları içinde hareket etmesini emretmiş aksi davranışın hukuk düzeni tarafından korunamayacağını belirtmiştir.

 

Kötü niyetli olmasa da alacaklı tarafından yasadaki boşluktan yararlanılarak bir ilamdaki haklar için ayrı ayrı takip başlatılarak sebepsiz zenginleşmeye neden olacak şekilde fazladan avukatlık ücreti talep edilmesi hakkın kötüye kullanılmasıdır ve hukuk düzeni tarafından korunamaz. Hakim yukarda belirtilen yasa maddeleri gereğince yasadaki boşluğu objektif iyi niyet kuralları içinde doldurmak zorundadır. İlam bir bütün olmasına rağmen yasal ve geçerli bir neden olmaksızın alacaklının üç ayrı takip başlatmak suretiyle yasalarda belirtilen dürüstlük kuralına uymadığı, borçlunun zarara uğramasına neden olduğu anlaşılmıştır. Yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler karşısında alacaklının bu davranışı hukuk düzeni tarafından korunamayacağı için mahkeme tarafından borçlunun şikayetinin kabulü yerine reddine karar verilmesi isabetli olmamıştır.

 

SONUÇ : 

 

Borçlunun temyiz itirazlarının kabulüyle mahkeme kararının yukarda yazılı sebeplerle İİK'nun 366 ve HUMK'nun 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 10.09.2012 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

 

YARGITAY CEZAGENELKURULU E.2012/15-1358 K.2013/389 *GÜVENİ KÖTÜYE KULLANMA *DOLANDIRICILIK *HIRSIZLIK *SUÇ TİPİNİN BELİRLENMESİ

T.C.

YARGITAY

CEZA GENEL KURULU

E. 2012/15-1358

K. 2013/389

T. 24.9.2013

 

 

DAVA : Dolandırıcılık suçundan sanık A. K.'nın 5237 sayılı TCK'nun 157/1, 62 ve 53. maddeleri uyarınca 1 yıl 1 ay 15 gün hapis ve 500 Lira para cezasıyla cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin, Malkara Asliye Ceza verilen 13/01/2009 gün ve 99/6 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 15. Ceza Dairesince 21/06/2012 gün ve 15079/39707 sayı ile;

 

"… Dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için; failin bir kimseyi, kandırabilecek nitelikte hileli davranışlarla hataya düşürüp, onun veya başkasının zararına, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir.

Hile nitelikli bir yalandır. Fail tarafından yapılan hileli davranış belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun inceleme olanağını ortadan kaldıracak nitelikte bir takım hareketler olmalıdır. Kullanılan hileli davranışlarla mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır.

 

Hilenin kandırıcı nitelikte olup olmadığı olaysal olarak değerlendirilmeli, olayın özelliği, fiille olan ilişkisi, mağdurun durumu, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmalıdır.

 

Somut olayda; katılanın, 16.05.2007 günü sat 20.30 sıralarında, kendisine ait olan … … plakalı motorsikleti ile ilçede bulunan markete alışveriş yapmak üzere gittiği, alışveriş yaptıktan sonra dışarı çıktığında, kapının önünde daha önce hiç görmediği ve tanımadığı sanığın, marketin önünde duran motorun kendisine ait olup olmadığını sorması üzerine, katılanın, motorun kendisine ait olduğunu belirttiği, bu şekilde motoru satın alma niyetinde olduğu izlenimini karşı tarafta uyandıran sanığın, katılana, bir kahvede bu maksat ile oturup konuşmayı teklif ettiği, katılanın, sanığın bu teklifini kabul ederek bir kahvede oturdukları, sanığın, burada katılana, kendisinden ve hobilerinden bahsederek güven oluşturmaya çalıştığı, 1000 TL bedele motoru satın alma konusunda anlaşmaları üzerine, sanığın deneme bahanesi ile motoru alarak olay yerinden gitmesi şeklinde gerçekleştirdiği eyleminin, mahkemece dolandırıcılık olarak kabulünde ve nitelendirmesinde bir isabetsizlik görülmediğinden tebliğnamedeki düşünceye iştirak edilmemiştir…",

Açıklamasıyla onanmasına karar verilmiştir.

 

Yargıtay C.Başsavcılığı ise … gün ve … sayı ile;

 

"… Dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için; failin bir kimseyi kandırabilecek nitelikte hileli davranışlarla hataya düşürüp, onun veya başkasının zararına, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir, kısaca failin hileli hareketleri sonucu sakatlanmış irade neticesinde kişiye ait malvarlığının mülkiyetinin devri, buna karşılık hırsızlık suçunun ise menkul bir malın sahibinin rızası dışında alınması, mal üzerinde mağdurun zilyedliğine son verilmesi, mağdurun suç konusu eşya üzerindeki zilyedlikten doğan tasarruf haklarının kullanımının olanaksız hale gelmesi, malın failin egemenlik alanına geçmesinde fesada uğratılmış da olsa mağdurun rıza ve bilgisinin olmaması gerekir.

 

Somut olayımızda sanığın hileli hareketlerle suça konu motosikleti deneme bahanesiyle alarak olay yerinden kaçıp gitmesi şeklinde gerçekleştirdiği eylemde, mağdurun fesada uğratılmış olsa dahi zilyedliğin devri iradesi bulunmadığı, kısa bir süre için motosikleti denemesi amacıyla tevdi ettiği bu nedenle eylemin hırsızlık suçunu oluşturduğu…",

 

Görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurarak, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

 

CMK'nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 15. Ceza Dairesince … gün ve … sayı ile, itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:

 

KARAR : Sanığın dolandırıcılık suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda, Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin hırsızlık suçunu mu yoksa dolandırıcılık suçunu mu oluşturduğunun belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya içeriğinden; müştekinin 16.05.2007 günü saat 20.30 sıralarında … ilçesinde alışveriş yapmak üzere gittiği bakkalın önüne … plakalı motosikletini park ettiği, bakkaldan çıktığı sırada sanığın kendisine; "motosikletin satılık mı?" diye sorduğu, müştekinin motosikletini satabileceğini söylemesi üzerine sanığın; "gel oturalım çay içelim, anlaşırız" dediği, bakkalın hemen yakınındaki kahvehaneye birlikte oturdukları, sanığın kendi geçmişinden ve hayatından bahsettiği, … eski sanayi sitesinin civarında evinin olduğunu ve balığa çıktığını söyleyerek gittiği kahvehaneleri anlattığı, sanığın daha önce de tavukçu dükkanının önünde satılık bir motosiklet görerek fiyatını sorduğunu ve 1.500 Lira olduğunu öğrendiğini anlatınca müştekinin bu motosikletin kayınbiraderine ait olduğunu anladığı, sanığın gittiğini söylediği kahvehanelere kendisinin de gitmesi ve balık tutma merakının bulunması nedeniyle konuşma sırasında müştekide sanığa karşı güven duygusunun oluştuğu, sanığın motosikletin fiyatını sorduğunda müştekinin "1.000 Liraya veririm" dediği, sanığın motosikleti denemek istediği, müştekinin "bak kardeşim arka freni tutmuyor kopuk, balatalarını yeni aldım takacağım" dediği, sanığın "bana birşey olmaz, hemen şuraya gideceğim" diyerek denemek isteğini ısrarla devam ettirince, müştekinin motosikletin anahtarını vererek denemesi için müsaade ettiği ve çabuk gelmesini tembihlediği, motosikleti alarak giden sanığın geriye dönmediği, sanığın bir süre kirada oturduğu evin kömürlüğünde bu motosikletin plakasının ele geçtiği, motosikletin ise bulunmadığı, kovuşturma aşamasında yakalanan sanığın motosikleti açık kimliğini bilmediği bir kişiye 250 Liraya sattığını beyan ettiği anlaşılmaktadır.

 

Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşturulabilmesi açısından dolandırıcılık, hırsızlık ve güveni kötüye kullanma suçları üzerinde ayrıntısıyla durulmalıdır.

 

I- Dolandırıcılık Suçu:

 

5237 sayılı TCK'nun "Dolandırıcılık" başlıklı 157. maddesinde; "Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adli para cezası verilir" şeklinde dolandırıcılık suçunun temel şekli düzenlenmiş olup, 158. maddesinde ise suçun nitelikli halleri on bent halinde sayılmıştır.

Dolandırıcılık suçunun maddi unsurunun hareket kısmı, 765 sayılı TCK'nun 503. maddesinde bir kimseyi kandırabilecek nitelikte hile ve desiseler yapma olmasına karşın, 5237 sayılı TCK'nun 157. maddesinde hileli davranışlarla bir kimseyi aldatma şeklinde ifade edilmiş olup, 765 sayılı Kanunda yer alan desise kavramına 5237 sayılı Kanunda yer verilmemiş ve hileye desiseyi de kapsayacak şekilde geniş bir anlam yüklenmiştir.

Malvarlığının yanında irade özgürlüğünün de korunduğu dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için;

 

1 ) Failin bir takım hileli davranışlarda bulunması,

2 ) Hileli davranışların mağduru aldatabilecek nitelikte olması,

3 ) Failin hileli davranışlar sonucunda mağdurun veya başkasının aleyhine, kendisi veya başkası lehine haksız bir yarar sağlaması,

 

Şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

 

Fail kendisi veya başkasına yarar sağlamak amacıyla bilerek ve isteyerek hileli davranışlar yapmalı, bu davranışlarla bir başkasına zarar vermeli, verilen zarar ile eylem arasında uygun nedensellik bağı bulunmalı ve zarar da, nesnel ölçüler göz önünde bulundurularak belirlenecek ekonomik bir zarar olmalıdır.

Görüldüğü gibi, dolandırıcılık suçunu diğer malvarlığına karşı işlenen suç tiplerinden farklı kılan husus, aldatma temeline dayanan bir suç olmasıdır. Birden çok hukuki konusu olan bu suç işlenirken, sadece malvarlığı zarar görmemekte, mağdurun veya suçtan zarar görenin iradesi de hileli davranışlarla yanıltılmaktadır. Madde gerekçesinde de, aldatıcı nitelik taşıyan hareketlerle, kişiler arasındaki ilişkilerde var olması gereken iyiniyet ve güvenin bozulduğu, bu suretle kişinin irade serbestisinin etkilendiği ve irade özgürlüğünün ihlal edildiği vurgulanmıştır.

5237 sayılı TCK'nun 157. maddesinde yalnızca hileli davranıştan söz edilmiş olmasına göre, her türlü hileli davranışın dolandırıcılık suçunu oluşturup oluşturmayacağının belirlenmesi gerekmektedir.

Kanun koyucu anılan maddede hilenin tanımını yapmayarak suçun maddi konusunun hareket kısmını oluşturan hileli davranışların nelerden ibaret olduğunu belirtmemiş, bilinçli olarak bu hususu öğreti ve uygulamaya bırakmıştır.

Hile, Türk Dili Kurumu sözlüğünde; "birini aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen, dolap, oyun, desise, entrika" ( Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, s.891 ) şeklinde, uygulamadaki yerleşmiş kabule göre ise; "Hile nitelikli yalandır. Yalan belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun denetleme olanağını ortadan kaldırmalıdır. Kullanılan hile ile mağdur yanılgıya düşürülmeli ve yanıltma sonucu kandırıcı davranışlarla yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır… hileli davranışın aldatacak nitelikte olması gerekir. Basit bir yalan hileli hareket olarak kabul edilemez" biçiminde tanımlanmıştır.

Öğretide de hile ile ilgili olarak; "olaylara ilişkin yalan açıklamaların ve sarf edilen sözlerin doğruluğunu kuvvetlendirecek ve böylece muhatabın inceleme eğilimini etkileyebilecek yoğunluk ve güçte olması ve bu bakımdan gerektiğinde bir takım dış hareketler ekleyerek veya böylece var olan halden ve koşullardan yararlanarak, almayacağı bir kararı bir kimseye verdirtmek suretiyle onu aldatması, bu suretle başkasının zihin, fikir ve eylemlerinde bir hata meydana getirmesidir" ( Sulhi Dönmezer, Kişilere ve Mala Karşı Cürümler 2004, s. 453 ),“objektif olarak hataya düşürücü ve başkasının tasavvuru üzerinde etki meydana getiren her türlü davranıştır" ( Tezcan/Erdem/Önok, Teorik ve Pratik Ceza Hukuku 2006, s. 558 ), "hile, oyun, aldatma, düzen demektir. Objektif olarak hataya düşürücü ve başkasının tasavvuru üzerinde etki doğurucu her davranış hiledir" ( Centel/Zafer/Çakmut, Kişilere Karşı Suçlar 2007, Cilt I. s. 452 ) biçiminde tanımlara yer verilmiştir.

Yerleşmiş uygulamalar ve öğretideki baskın görüşlere göre ortaya konulan ilkeler gözönünde bulundurulduğunda; hile, maddi olmayan yollarla karşısındakini aldatan, hataya düşüren, düzen, dolap, oyun, entrika ve bunun gibi her türlü eylem olarak kabul edilebilir. Bu eylemler bir gösteriş biçiminde olabileceği gibi, gizli davranışlar olarak da ortaya çıkabilir. Gösterişte, fail sahip bulunmadığı imkanlara ve sıfata sahip olduğunu bildirmekte, gizli davranışta ise kendi durum veya sıfatını gizlemektedir. Ancak sadece yalan söylemek, dolandırıcılık suçunun hile unsurunun gerçekleşmesi bakımından yeterli değildir. Kanun koyucu yalanı belirli bir takım şekiller altında yapıldığı ve kamu düzenini bozacak nitelikte bulunduğu hallerde cezalandırmaktadır. Böyle olunca hukuki işlemlerde, sözleşmelerde bir kişi mücerret yalan söyleyerek diğerini aldatmış bulunuyorsa bu basit şekildeki aldatma, dolandırıcılık suçunun oluşumuna yetmeyecektir. Yapılan yalan açıklamaların dolandırıcılık suçunun hileli davranış unsurunu oluşturabilmesi için, bu açıklamaların doğruluğunu kabul ettirebilecek, böylece muhatabın inceleme eğilimini etkisiz bırakabilecek yoğunluk ve güçte olması ve gerektiğinde yalana bir takım dış hareketlerin eklenmiş bulunması gerekir.

Failin davranışlarının hileli olup olmadığının belirlenmesi noktasında öğretide şu görüşlere de yer verilmiştir: "Hangi hareketin aldatmaya elverişli olduğu somut olaya göre ve mağdurun içinde bulunduğu duruma göre belirlenmelidir. Bu konuda önceden bir kriter oluşturmak olanaklı değildir" ( Özbek/Kanbur/Doğan/Bacaksız/Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, 2010, s.687 ), Hileli davranışın anlamı birtakım sahte, suni hareketler ile gerçeğin çarpıtılması, gizlenmesi ve saklanmasıdır” ( Doğan Soyaslan, Ceza Hukuku Özel Hükümler 6. Baskı, sf.343 ), "Hilenin, mağduru hataya sürükleyecek nitelikte olması yeterlidir; ortalama bir insanı hataya sürükleyecek nitelikte olması aranmaz. Bu nedenle, davranışın hile teşkil edip etmediği muhataba ve olaya göre değerlendirilmelidir" ( Centel/Zafer/Çakmut, Kişilere Karşı İşlenen Suçlar 2007, Cilt I. s.457 ). Esasen, hangi davranışların hileli olup olmadığı ve bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiği yolunda genel bir kural koymak oldukça zor olmakla birlikte, olaysal olarak değerlendirme yapılmalı, olayın özelliği, mağdurun durumu, fiille olan ilişkisi, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmak suretiyle sonuca ulaşılmalıdır.

II- Hırsızlık Suçu:

Konumuzla ilgisi bulunan bir diğer suç olan hırsızlık ise, 765 sayılı TCK'nun 491/ilk maddesinde; "diğerinin taşınabilir malını rızası olmaksızın faydalanmak için bulunduğu yerden alma", 5237 sayılı TCK'nun 141/1. maddesinde; "zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alma" olarak tanımlanmıştır.

Hırsızlık suçuyla korunan hukuki yarar zilyetlik ve buna bağlı haklardır. Bu nedenle hırsızlık suçunun mağduru malın sahibi değil, zilyetliği altında bulunan mal çalınan kişidir. Burada zilyetliğin hukuka uygun ya da aykırı tesis edilmiş olmasının bir önemi bulunmamaktadır. Bunun sonucu olarak malı çalarak zilyetliği ele geçiren kişinin elinden de malın çalınması halinde hırsızlık suçu oluşabilecektir.

III- Güveni Kötüye Kullanma Suçu:

"Güveni kötüye kullanma" suçu 5237 sayılı TCK'nun 155. maddesinde; " ( 1 ) Başkasına ait olup da, muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyedliği kendisine devredilmiş olan mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyedliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunan veya bu devir olgusunu inkar eden kişi, şikayet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis ve adli para cezası ile cezalandırılır.

( 2 ) Suçun, meslek ve sanat, ticaret veya hizmet ilişkisinin ya da hangi nedenden doğmuş olursa olsun, başkasının mallarını idare etmek yetkisinin gereği olarak tevdi ve teslim edilmiş eşya hakkında işlenmesi halinde, bir yıldan yedi yıla kadar hapis ve üçbin güne kadar adli para cezasına hükmolunur" şeklinde düzenlemiş,

Maddenin gerekçesinde de; "Bu suçla mülkiyetin korunması amaçlanmaktadır. Ancak, söz konusu suçun oluşabilmesi için eşya üzerinde mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen kişi ( fail ) arasında bir sözleşme ilişkisi mevcuttur. Bu ilişkinin gereği olarak taraflar arasında mevcut olan güvenin korunması gerekmektedir. Bu mülahazalarla, eşya üzerinde mevcut sözleşme ilişkisiyle bağdaşmayan kasıtlı tasarruflar, cezai yaptırım altına alınmıştır… Suçun konusunu oluşturan mal üzerinde belirli bir şekilde kullanmak üzere fail lehine zilyetlik tesisi gerekir. Bu nedenle, güveni kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için hukuken geçerli bir sözleşme ilişkisinin varlığı gereklidir" açıklaması yapılmıştır.

Madde gerekçesinde de belirtildiği üzere kanun koyucu tarafından mülkiyetin korunması amacıyla getirilen güveni kötüye kullanma suçu, muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyetliği kendisine devredilmiş olan taşınır veya taşınmaz bir mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyetliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunulması veya bu devir olgusunun inkar edilmesiyle oluşmaktadır.

TCK'nun 155. maddesinde sözü edilen zilyetlik kavramı 4721 sayılı Medeni Kanunumuzun 973. maddesinde; "Bir şey üzerinde fiili hakimiyeti bulunan kimse onun zilyedidir" şeklinde açıklanmış, asli ve fer'i zilyetlik ise aynı kanunun 974. maddesinde; "Zilyet, bir sınırlı ayni hak veya bir kişisel hakkın kurulmasını ya da kullanılmasını sağlamak için şeyi başkasına teslim ederse, bunların ikisi de zilyet olur. Bir şeyde malik sıfatıyla zilyet olan asli zilyet, diğeri fer'i zilyettir" biçiminde tanımlanmıştır.

Güveni kötüye kullanma suçunda malın teslimi, belirli biçimde kullanılmak için hukuka ve yöntemine uygun, aldatılmamış özgür bir iradeye dayanılarak tesis edilmektedir. Söz konusu suçun oluşabilmesi için eşya üzerinde mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen fail arasında bir sözleşme ilişkisi mevcut olmalı ve bu hukuki ilişkinin gereği olarak taraflar arasında oluşan güvenin korunması gerekmektedir. Bu amaçla, eşya üzerinde mevcut sözleşme ilişkisiyle bağdaşmayan kasıtlı tasarruflar ve devir olgusunu inkar kanun koyucu tarafından cezai yaptırım altına alınmıştır. Eğer mülkiyet hakkına sahip olan kişi ile lehine zilyetlik tesis edilen fail arasında hukuken geçerli bir sözleşme ilişkisi yoksa usulüne uygun bir teslim olmayacağı için güveni kötüye kullanma suçu da oluşmayacaktır. Zira, hukuksal anlamda geçerli bir sözleşmeden söz edilebilmesi için tarafların iradelerinin aldatılmamış olması gerekmektedir.

IV- Dolandırıcılık, Hırsızlık ve Güveni Kötüye Kullanma Suçlarının Farkları:

1- ) Dolandırıcılık-Hırsızlık:

Gerek öğreti de gerekse yargı kararlarında bu suçlar arasındaki farklar ortaya konulmaya çalışılmıştır. Dolandırıcılık ve hırsızlık suçları arasında şu farkların bulunduğu söylenebilir:

a- ) Hırsızlık suçunda eşya, sahibinin ( zilyedinin ) rızası olmaksızın alınmasına karşın dolandırıcılık suçunda mal, sahibinin ( zilyedin ) rızasıyla teslim edilmektedir. Ancak bu rıza failin hileli davranışları ile elde edilmiş olup, geçerli bir rıza değildir.

b- ) Hırsızlık suçunun konusunu sadece taşınır mallar oluşturmasına karşın dolandırıcılığın konusunu taşınmaz mallar da oluşturabilir.

c- ) Hırsızlık suçunda yarar sağlama amacıyla hareket edilmesi başka bir anlatımla genel kastın yanında bu saikin de gerçekleşmesi gerekirken, dolandırıcılık suçunda böyle bir amaçla hareket edilmesine gerek bulunmamaktadır, zira kanun metninde failin suç işleme amacının ne olması gerektiği yazılmadığına göre failin fiilini bilerek ve isteyerek gerçekleştirmesi yeterlidir.

2- ) Dolandırıcılık-Güveni Kötüye Kullanma:

Dolandırıcılık ile güveni kötüye kullanmak suçlarının "teslim" gibi ortak noktaları varsa da bu iki suçun farkları vardır.

a- ) Güveni kötüye kullanma suçunda malın teslimi belirli biçimde kullanılmak için hukuka, yöntemlere uygun, aldatılmamış özgür bir iradeye dayanılarak tesis edildiği halde, dolandırıcılık suçunda hileli davranışlar kullanılarak sakatlanmış, özgür olmayan bir iradeye dayanmaktadır.

b- ) Dolandırıcılık suçunda, haksız çıkarın sağlanması dolayısıyla suç tamamlanmaktadır. Suçun oluştuğu an, çıkarın sağlandığı, zararın verildiği andır. Güveni kötüye kullanma suçunda ise, suçun oluştuğu an, kanunda öngörülen "zilyedliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunma veya bu devir olgusunu inkar" gibi seçimlik hareketlerin gerçekleştiği an olup, bu ana kadar gerçekleşen eylemler suç oluşturmaz.

c- ) Dolandırıcılık suçunda başlangıçta oluşan bir kast bulunmaktadır. Zilyetliğin hileli davranışlar kullanılarak elde edilmesi, bu suçta malın teslimi öncesi kast bulunduğunu ortaya koymaktadır. Güveni kötüye kullanma suçunda ise, sonradan oluşan bir kast söz konusudur. Mal fer'i zilyede belli amaçlar için tevdi edildikten sonra, iade edilmesi aşamasında malın tesliminden sonra kast oluşmaktadır. Kast öğesi olaysal olarak değerlendirilmeli, fail veya faillerin durumu, mağdurla olan ilişki ve olayın özellikleri ayrı ayrı nazara alınıp sonuca varılmalıdır.

3- ) Hırsızlık-Güveni Kötüye Kullanma:

Hırsızlık ile güveni kötüye kullanma suçlarının bazı ortak noktaları bulunmakla birlikte, bu iki suçun birbirinden ayrıldığı noktaları aşağıdaki şekilde belirlemek mümkündür:

a- ) Hırsızlık suçunun konusu sadece taşınır bir mal iken, güveni kötüye kullanma suçunun konusunu hem taşınır hem de taşınmaz mallar oluşturabilir.

b- ) Güveni kötüye kullanma suçunda malın teslimi, muhafaza edilmek veya belirli biçimde kullanılmak üzere hukuka ve yöntemine uygun, aldatılmamış özgür bir iradeye dayanılarak yapılmaktadır. Hırsızlık suçunda ise taşınır mal zilyedinin rızası olmadan alınmaktadır.

c- ) Hırsızlık suçunda, zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır malın bulunduğu yerden alınmasıyla suç oluşmaktadır. Güveni kötüye kullanma suçunda ise, suçun oluştuğu an, zilyetliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunulduğu veya bu devir olgusunun inkar edildiği andır. Bunun sonucu olarak bu aşamaya kadar gerçekleşen eylemler suç oluşturmayacaktır.

d- ) Hırsızlık suçunda failde başlangıçtan itibaren suç işleme kastı bulunmakta iken, güveni kötüye kullanma suçunda sonradan oluşan bir kast söz konusudur. Malın fer'i zilyede belli amaçlar için tevdi edilmesinden sonra kast oluşmakta ve güveni kötüye kullanma suçu işlenmektedir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Müştekinin olay günü kendisine ait olan motosikleti ile bir bakkala alışveriş yapmak üzere gittiği, alışveriş yaptıktan sonra dışarı çıktığında kapının önünde daha önce hiç görmediği ve tanımadığı sanığın marketin önünde duran motosikletin kendisine ait olup olmadığını sorduğu, müştekinin kendisine ait olduğunu belirttiği, bu şekilde motosikleti satın alma niyetinde olduğu izlenimini karşı tarafta uyandıran sanığın, müştekiye yakındaki bir kahvehanede bu maksatla oturup konuşmayı teklif ettiği, müştekinin bu teklifi kabul ettiği ve bir kahvehanede oturdukları, sanığın burada kendisinden ve hayatından bahsederek güven oluşturduğu, konuşma sonunda 1.000 Liraya motosikleti satın alma konusunda anlaşmaları üzerine sanığın deneme yalanı ile motosikleti alarak olay yerinden gittiği ve bir daha dönmediği olayda, TCK'nun 157. maddesinin düzenleniş şekli ve maddenin gerekçesi göz önüne alındığında, zilyetliğin geçici olarak teslimini sağlamaya yönelik bile olsa hileli davranışlar kullanılmış ve bu hileli davranışlar sonucu zilyetlik teslim edilmişse dolandırıcılık suçu oluşabileceğinden, sanığın eyleminin dolandırıcılık suçunu oluşturacağının kabulü gerekmektedir. Başka bir anlatımla, dolandırıcılık suçunda önemli olan husus zilyetliğin hileli davranışlar sonucu devredilmesi olup, zilyetliğin belirli bir süre için sanığa devredilmiş olması ve diğer şartların varlığı halinde dolandırıcılık suçu oluşabilecektir.

Bu itibarla, sanığın eylemini dolandırıcılık olarak vasıflandıran yerel mahkeme hükmü ile bu hükmü onayan Özel Daire kararında bir isabetsizlik bulunmadığından, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan beş Genel Kurul Üyesi; "somut olayda müştekinin, sanığın hileli davranışları sonucu malı geçici olarak teslim ettiği ve sanığı gözetim altında tutmayı devam ettirdiğinden eylemin hırsızlık suçunu oluşturacağı, bu nedenle itirazın kabulü gerektiği" düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,

2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 24.09.2013 günü yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.