Etiket arşivi: MAHKEMENİN

Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • MAHKEMENİN GÖREVSİZLİK KARARI VEREBİLMESİ İÇİN DİLEKÇENİN DAVALIYA TEBLİĞİ GEREK

H.M.K–MADDE 114 :

(1) Dava şartları şunlardır:

a) Türk mahkemelerinin yargı hakkının bulunması.
b) Yargı yolunun caiz olması.
c) Mahkemenin görevli olması.
ç) Yetkinin kesin olduğu hâllerde, mahkemenin yetkili bulunması.
d) Tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları; kanuni temsilin söz konusu olduğu hâllerde, temsilcinin gerekli niteliğe sahip bulunması.
e) Dava takip yetkisine sahip olunması.
f) Vekil aracılığıyla takip edilen davalarda, vekilin davaya vekâlet ehliyetine sahip olması ve usulüne uygun düzenlenmiş bir vekâletnamesinin bulunması.
g) Davacının yatırması gereken gider avansının yatırılmış olması.
ğ) Teminat gösterilmesine ilişkin kararın gereğinin yerine getirilmesi.
h) Davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması.
ı) Aynı davanın, daha önceden açılmış ve hâlen görülmekte olmaması.
i) Aynı davanın, daha önceden kesin hükme bağlanmamış olması.
(2) Diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına ilişkin hükümler saklıdır.

T.C
YARGITAY
15.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO.2014/5360
KARAR NO.2014/6131
KARAR TARİHİ: 28.10.2014

>Görevsizlik kararı verilebilmesi için, öncelikle dava dilekçesinin davalıya tebliği şarttır. Taraf teşkili sağlanmadan davada görevsizlik kararı verilemez.

DAVA: Yukarıda tarih ve numarası yazılı hükmün temyizen tetkiki davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dosyadaki kağıtlar okundu gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR: Dava, eser sözleşmesinden kaynaklanan ayıplı ifa nedeniyle uğranılan zararların tazmini talebinden ibarettir. Mahkemece dava dilekçesi ve ekleri davalı tarafa tebliğ edilmeden dosya üzerinde yapılan inceleme ile tensiben görevsizlik kararı verilmiş, karar, davalı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiştir.

Uyuşmazlık, 6100 sayılı HMK’nın 114/c maddesi gereğince dava şartı olan "mahkemenin görevli olması" şartı hakkında taraf teşkili sağlanmadan karar verilip verilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Mahkemenin görevli olması dava şartıdır (HMK. m.114/1-c). Dava şartları ve ilk itirazlar ön incelemede sonuca bağlanır. Ön inceleme ise, dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra yapılır (HMK. m.137/1, 139/1 ilk cümle). Buna göre, görevsizlik kararı verilebilmesi için; dava dilekçesinin davalıya tebliği, cevap süresinin (HMK. m. 127/1) beklenmesi, süresi içinde cevap verilmesi halinde davacıya tebliği, onun cevaba cevap verme süresinin (HMK. m.136/1) beklenmesi, verdiğinde bunun diğer tarafa tebliği ve davalının ikinci cevap süresinin beklenmesi zorunludur. Mahkemenin, dava şartları ve ilk itirazlar hakkında dosya üzerinden karar verebileceğini öngören aynı Kanun’un 138. maddesi hükmü, dilekçelerin karşılıklı verilmesi zorunluluğunu ortadan kaldırmaz. Bu hüküm, hakime, belirtilen hususlar hakkında gerekmiyorsa ön inceleme duruşması yapmaksızın karar verebilme yetkisi tanır. Ön inceleme duruşması yapmaksızın dosya üzerinden karar verilebilmesi için de, davanın ön inceleme aşamasına getirilmiş olması gereklidir. Yasa’nın 137’nci maddesinin (1.) fıkrasında, ön inceleme dilekçelerinin karşılıklı verilmesinden sonra yapılacağının açıkça öngörülmüş olması karşısında, dava şartlarının mevcut olup olmadığının davanın her aşamasında hakim tarafından kendiliğinden gözetileceğine ilişkin 115/1. madde hükmü de, bu hususlarda, davalıya dava dilekçesi tebliğ edilmeden karar verilebileceğine izin verir tarzda bir yoruma elverişli değildir.

Diğer yandan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu, 1086 sayılı Kanun’dan farklı olarak iddia ve savunmanın genişletilmesi yahut değiştirilmesi yasağını dava ve cevap dilekçesinin verilmesiyle başlatmamış; bu yasağı, dilekçelerin karşılıklı verilmesinin tamamlanmasına, bazı hallerde ön inceleme duruşmasına kadar ileriye ötelemiştir. Tarafların bu haklarını kullanabilmeleri, dilekçelerin karşılıklı olarak verilmesini veya bunun için kanunda belirlenen sürelerin geçmesini gerekli kılar. Bazı hallerde dava dilekçesindeki talebe göre görevli olmayan mahkemenin, cevap dilekçesi, cevaba cevap dilekçesi veya ikinci cevap dilekçesinin verilmesinden sonra görevli hale gelmesi mümkün bulunmaktadır. Ayrıca 6100 sayılı Kanun, eskisinden farklı olarak, görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi üzerine dosyanın görevli veya yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etme hakkını davalıya da tanımıştır (m. 20/1). Görevsizlik veya yetkisizlik kararı üzerine davaya bir başka mahkemede devam edilmemesi halinde davalıya kararı veren mahkemeden yargılama giderlerini talep etme hakkı da vermiştir (m. 331/2 son cümle). Davalının bu haklarını kullanabilmesi, dava dilekçesinin kendisine tebliğ edilmiş olmasını gerektirir.

6100 sayılı HMK’nın 114. maddesi uyarınca dava şartlarından olan görev konusunda aynı Kanun’un 138. maddesi uyarınca dosya üzerinden karar verilebilir ise de, ancak bunun için dava dilekçesinin davalıya tebliğ edilerek savunma hakkı tanınması gerekir. Dava dilekçesi tebliğ edilmeden dosya üzerinden tensiben görevsizlik kararı verilmesi HMK’nın 27. maddesinde düzenlenen hukuki dinlenilme hakkına da aykırılık oluşturmaktadır.

Bütün bu hükümlerden, dava dilekçesi davalıya tebliğ edilmeden görevsizlik kararı verilemeyeceği sonucuna ulaşıldığından kararın usul yönünden bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle kararın davalı yararına BOZULMASINA, bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 28.10.2014 gününde oybirliği ile karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Prş Mar 12, 2015 7:10 pm


Basından Hukuk Haberleri • Doğumda İhmal İddiasında Mahkemenin ‘Ret’ Kararı Bozuldu…

Doğumda İhmal İddiasında Mahkemenin ‘Ret’ Kararı Danıştay’dan Döndü

Sakarya’da doğum sırasında ihmal nedeniyle sakat kalan Ömer Faruk’la ilgili açılan tazminat davasında Danıştay, Sakarya 1. İdare Mahkemesi’nin ‘ret’ kararını bozdu.

Sakarya’da doğumdaki ihmal nedeniyle sakat kaldığı öne sürülen ve trafik kazası sonrası kaldırıldığı hastanede ihmal sonucu öldüğü iddia edilen Ömer Faruk’un, doğumda sakat kalmasıyla ilgili açılan tazminat davasında Danıştay, Sakarya 1. İdare Mahkemesi’nin ‘ret’ kararını bozdu.

Sağlık Bakanlığı aleyhine açılan tazminat davasında Danıştay, Adli Tıp Kurumu raporunun eksik olduğunu belirtti. Adli Tıp Genel Kurulu’ndan açıklamalı ve gerekçeli rapor alınarak olayda hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının yeniden irdelenmesi gerektiğini kaydeden Danıştay, idare mahkemesinin kararını bozdu.

Samiye ve Şenol Kara çiftinin ikinci ve tek erkek çocukları Ömer Faruk, Sakarya Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesi’nde 30 kasım 2009’da yapılan doğumda engelli olarak dünyaya geldi. Sezaryenle doğum yaptırılan annenin rahmi alındı.

Ömer Faruk’a ise serebral palsi (SP) teşhisi konuldu. Beyinden kaynaklanan ve hareketlerin kontrolünü olumsuz etkileyen hastalık sebebiyle annesini ememeyen ve yiyecekleri çiğneyemeyen çocuk, midesine takılan tüple besleniyordu. Çocuklarının engelli dünyaya gelmesinden ebe ve doktorları sorumlu tutan aile, ihmalleri olduğunu düşündükleri sağlık görevlileri hakkında 390 bin liralık tazminat davası açtı.

Sakarya 1. İdare Mahkemesi, Kasım 2013’de Adli Tıp Kurumu’nca hazırlanan raporu dikkate alarak tedavide davalı idarenin hizmet kusurunun bulunmadığını belirterek tazminat talebinin reddine karar verdi. Aile, davayı Danıştay’a temyize götürdü.

Dava süreci devam ederken geçen yıl şubat ayında çocuklarını tedavi için Sakarya Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesi’ne getiren Kara çifti, tahlil sonuçlarını almaya giderken kaza geçirdi. Ömer Faruk yaralandı.

Sakarya Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesi’nde tedavi altına alınan Ömer Faruk, 10 Şubat 2014’te durumu kötüleşince 3. düzey çocuk yoğun bakıma sevki planlandı. Ancak talihsiz çocuk bu süre içinde hayatını kaybetti.

Çocuğun ailesi, çocuklarının çocuk yoğun bakımı bulunamaması nedeniyle öldüğünü iddia etmişti. Sağlık Bakanlığı ise olayla ilgili inceleme başlatmıştı. Sağlık Bakanlığı, dava süreci devam ederken çocuklarını kaybeden aileden mahkeme masrafı ve avukatlık ücretini talep etmişti.

Temyiz başvurusunu inceleyen Danıştay 15. Dairesi ise Sakarya 1. İdare Mahkemesi’nin kararını oy birliğiyle bozdu. Yüksek mahkeme, Adli Tıp İhtisas Kurulu’nca eksik, soyut ifadelerle yetinilerek hazırlanmış olan rapor esas alınarak davanın reddine karar verilmesinde hukuka uygunluğun bulunmadığına hükmetti. Danıştay 15. Daire, Adli Tıp Genel Kurulu’ndan açıklamalı ve gerekçeli yeni bir rapor alınarak olayda hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının yeniden irdelenmesi gerektiğini kaydetti.

haberler.com

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — 14 Şub 2015, 12:41


Yargıtay Ceza Genel Kurulu Kararları • MAHKEMENİN VERDİĞİ DİRENME KARARININ ŞEKLİNİN NASIL OLACAĞI

YARGITAY Ceza Genel Kurulu
ESAS: 2013/12-652
KARAR: 2014/131

Taksirle ölüme neden olma suçundan sanık Ş…’ın cezalandırılmayı gerektirir bir kusurunun bulunmadığından bahisle beraatına ilişkin, …10. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 28.01.2009 gün ve 1030-34 sayılı hükmün katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 16.01.2013 gün ve 7497-1231 sayı ile;

"Sanığın olay tarihinde kullandığı araçla meskun mahalde gündüz saatlerinde 15 metre genişliğindeki düz yaya geçidi olmayan üç şeritli yolda giderken sağ taraftan yola giren 1938 doğumlu yayaya sol şeritte çarparak ölümüne neden olduğu olayda, mahkeme, bilirkişi raporlarıyla bağlı olmamakla beraber tüm bilirkişi raporlarında sanığa tali kusur atfedilmesine, hükme esas alınan bilirkişi raporunda bile sanığın 500 metre mesafede görüşünün açık olduğu ve öleni görmüş olması gerektiği belirtilmesine, ölendeki çok sayıdaki parçalı kemik kırıkları ile yine sanığın aşamalarda tutarsız beyanlarına neden üstünlük tanındığı yeterince tartışılmadan dosya kapsamı itibariyle sanığın mahkumiyetine karar verilmesi gerekirken eksik inceleme sonucu yazılı şekilde beraatine karar verilmesi" isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

Yerel mahkemece 16.05.2013 gün ve 141-304 sayı ile;

"…Sübut yönüyle, sanık tarafından yapılan savunmanın aksinin kanıtlanamadığı ve aksi kanıtlanamayan savunma çerçevesinde bilirkişi raporlarıyla, savunmanın aksinin kanıtlanması yönüyle karar verme tekeline sahip olan yargı merci sıfatı olan ve bilirkişi raporlarıyla bağlı bulunmayan ve kusurun tespiti yönüyle asıl kararı vermekte yetkili olan mahkememizde oluşan yasal ve vicdani kanı çerçevesinde kurulmuş olan önceki hükmümüzde yöntem ve yasaya aykırılık bulunmadığından" gerekçesiyle direnilerek, ilk hükümdeki gibi sanığın beraatına karar verilmiştir.

Bu hükmün de katılanlar vekili ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının "bozma" istekli 16.09.2013 gün ve 242474 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; eylemin sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkin ise de, önceki hükümde direnilmesine karar vermekle yetinen yerel mahkemenin, kısa kararda hüküm fıkrasını yeniden kurma zorunluluğu bulunup bulunmadığı hususu, Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca ön sorun olarak öncelikle ele alınıp değerlendirilmelidir.

İncelenen dosya kapsamından; yerel mahkemece Özel Daire bozma kararından sonra yapılan yargılamada, duruşmanın bitirildiği açıklandıktan sonra önceki kararda direnildiğinin belirtildiği, ancak kısa kararda herhangi bir hüküm kurulmadığı, buna karşılık gerekçeli kararın hüküm fıkrası bölümünde hüküm kurulduğu anlaşılmaktadır.

5271 sayılı CMK’nun "Duruşmanın sona ermesi ve hüküm" başlıklı 223. maddesinin birinci fıkrası; "Duruşmanın sona erdiği açıklandıktan sonra hüküm verilir. Beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, mahkûmiyet, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi ve düşmesi kararı, hükümdür",

"Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması" başlıklı 231. maddesinin birinci fıkrası; "Duruşma sonunda, 232 nci maddede belirtilen esaslara göre duruşma tutanağına geçirilen hüküm fıkrası okunarak gerekçesi ana çizgileriyle anlatılır.",

"Hükmün gerekçesi ve hüküm fıkrasının içereceği hususlar" başlıklı 232. maddesinin üçüncü fıkrası; "Hükmün gerekçesi, tümüyle tutanağa geçirilmemişse açıklanmasından itibaren en geç onbeş gün içinde dava dosyasına konulur.",

Aynı maddenin altıncı fıkrası ise; "Hüküm fıkrasında, 223 üncü maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresi ve merciinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekir." hükümlerini içermektedir.

Anılan bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde, duruşmanın bittiği bildirildikten sonra 5271 sayılı CMK’nun 223. maddesinin birinci fıkrası uyarınca hüküm verilmesi zorunludur. Bu hükümde gerekçeye yer verilmese dahi, anılan kanunun 232. maddesinin altıncı fıkrası uyarınca, 223. maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme imkanının bulunup bulunmadığının, başvuru imkanı varsa süresi ve merciinin mutlaka belirtilmesi gerekmektedir. Uygulamada bu şekilde gerekçesi açıklanmadan hüküm verilmesine kısa karar denilmektedir. Kısa karar olarak adlandırılan bu hüküm fıkrasının tümüyle duruşma tutanağına geçirilmesi, akabinde okunarak, gerekçesinin ana hatlarıyla anlatılması gerekmektedir.

Gerekçeye yer verilmeden sadece kısa karar olarak adlandırılan "hüküm-sonuç" bölümünün açıklanmasından sonra, maddi olayın açıklandığı "sorun" bölümü ile delillerle sonuç arasındaki bağın, yani neden bu sonuca ulaşıldığının anlatıldığı ve hukuki nitelendirmenin yer aldığı "gerekçe" bölümünün hüküm fıkrasına da yer verilmek suretiyle, kısa kararın açıklanmasından itibaren on beş gün içinde yazılması gerekmektedir. Bu şekilde sorun, gerekçe ve hüküm-sonuç bölümünden oluşan karara ise uygulama da gerekçeli karar denilmektedir.

Ceza Genel Kurulunun ve Özel Dairelerin yerleşmiş uygulama ve kabullerine göre, hükmün esasını kısa karar oluşturmaktadır. Kısa kararda yer verilmeyen hususlara gerekçeli kararda yer verilmesi usul ve kanuna aykırı olup, gerekçeli kararın kısa karar ile uyumlu olması zorunludur.

Bozulmakla yerel mahkeme hükmü tümüyle ortadan kalktığından, direnme kararı verildiğinde, öncelikle hükmün esasını oluşturan kısa kararda yeniden tüm unsurlarını içerecek şekilde hüküm kurulması gerekmektedir. Kısa kararda hüküm kurulmayıp sadece önceki kararda direnilmesine denilerek, gerekçeli kararda ayrıntılı şekilde hüküm kurulmuş olması usul ve kanuna aykırıdır.

Bu konuda öğretide, "Gerekçe ile birlikte hüküm fıkrası tekrar yazılırken, duruşmada yazılıp, okunmuş olan hüküm fıkrasında, yani kısa karada hiçbir değişiklik yapılamaz. Esas olan, duruşmada okunmuş bulunan hüküm fıkrasıdır." (Nur Centel-Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayınevi, İstanbul 2013, 10. Baskı, s. 714), "Sonradan yazılıp dosyaya konulacak olan sadece mesele ve gerekçe olduğuna göre, evvelce yazılmış ve okunmuş olan hüküm fıkrasında yani kısa kararda hiç bir değişiklik yapılamaz." (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-Ayşe Nuhoğlu, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayınevi, İstanbul 2008, 16. Baskı, s. 1304) şeklinde görüşler bulunmaktadır.

Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Önceki hükümde direnilmesine karar veren yerel mahkemece, hükmün esasını oluşturan kısa kararda 5271 sayılı CMK’nun 223. maddesine göre verilen kararın ne olduğu gösterilmeyerek usulüne uygun hüküm kurulmayıp, sadece gerekçeli kararın hüküm fıkrası bölümünde hüküm kurulması usul ve kanuna aykırıdır.

Bu itibarla, yerel mahkeme direnme kararının, hükmün esasını oluşturan kısa kararda hüküm kurulmaması isabetsizliğinden diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- …10. Asliye Ceza Mahkemesinin 16.05.2013 gün ve 141-304 sayılı direnme kararının, hükmün esasını oluşturan kısa kararda hüküm kurulmaması isabetsizliğinden diğer yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,

2- Dosyanın, mahalline gönderilmesi amacıyla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİNE, 11.03.2014 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — 21 Oca 2015, 14:52


Y A R G I T A Y 17.H.D. E: 2012/3931 K: 2012/14099 *İHTİYATİ HACİZ *GÖREVLİ MAHKEMENİN ASLİYE HUKUK OLDUĞU

T.C.Y A R G I T A Y 17.HUKUK DAİRESİ

ESAS 2012/3931

KARAR  2012/14099

Y A R G I T A Y İ L A M I

 

MAHKEMESİ : Söğüt Sulh Hukuk Mahkemesi

TARİHİ : 23.03.2012

NUMARASI : 2012/1-1

İHTİYATİ HACİZ İSTEYEN : M Ş

ALEYHİNE İHTİYATİ HACİZ İSTENEN : İ K

 

Taraflar arasındaki ihtiyati haciz istemine ilişkin davada Söğüt Asliye ve Sulh Hukuk Mahkemelerince ayrı ayrı görevsizlik kararı verilmesi nedeni ile yargı yerinin belirlenmesi için gönderilen dosya içindeki tüm belgelerincelendi, gereği düşünüldü:-

 

K A R A R –

 

Dava, ihtiyati haciz istemine ilişkindir.

 

Asliye Hukuk Mahkemesince, ihtiyati haciz talebinin dava olmadığı, istemin HMK.'nunun 382/1.maddesine göreçekişmesiz yargı işi olduğu, 6100 sayılı HMK.'nununa göre de Sulh Hukuk Mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle, görevsizlik kararı verilmiştir.

 

Sulh Hukuk Mahkemesi ise, ihtiyati haciz taleplerinin mal varlığına ilşikin olduğu, 6100 sayılı HMK.'nu 1-4maddelerine göre, Asliye hukuk Mahkemelerinin görevli olduğu gerekçesiyle, görevsizlik yönünde hükümkurmuştur.6100 sayılı HMK.'nununun 316/1-c maddesi ile " İhtiyati tedbir, ihtiyati haciz, delil tespiti gibi geçici hukukikoruma talepleri ile deniz raporlarının alınması, dispeççi atanması talepleri ve bunlara karşı yapılacak olanitirazların " basit yargılama usulüne tabi dava ve işler olduğu belirtilmiş olup, aynı kanunun 2/1. Maddesi ilede"Dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın malvarlığı haklarına ilişkin davalarla, şahıs varlığına ilişkindavalarda görevli mahkeme, aksine bir düzenleme bulunmadıkça asliye hukuk mahkemesidir." hükmüne yerverilmiştir.

 

Somut olayda, davanın, borçlunun borcu ödemekten kaçınmaya çalışmasından dolayı, alacaklarının tahsilinintehlike altında olduğunu, alacağın tahsili için borçlunun borca yetecek kadar taşınır ve taşınmaz malları ile 3.kişideki hak ve alacaklarına İİK'nun 257. maddesi uyarınca ihtiyati haciz konulmasına karar verilmesiniistemine ilişkin olduğu anlaşılmıştır.

 

Bu durumda, İhtiyati haciz kararı vermede yetkili ve görevli mahkeme İcrave İflas Kanunu'nun 50. maddesi ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun (HMK) yetkiye ve göreve dairhükümleri kıyas yolu ile tatbik olunduğu kuşkusuz olup, 6100 sayılı HMK.'nunun 316/1-c ve 2/1. maddelerigereğince, uyuşmazlığın Söğüt Asliye Hukuk Mahkemesinde görülüp, sonuçlandırılması gerekmektedir.

 

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 6100 sayılı HMK.'nun 21 ve 22.) maddeleri gereğince Söğüt AsliyeHukuk Mahkemesinin YARGI YERİ OLARAK BELİRLENMESİNE, 14.12.2012 gününde oybirliğiyle kararverildiBaşkan Üye Üye Üye ÜyeA.Velioğlu A.Ş.Sertkaya S.Güven L.E.Köksal S.Kul