Etiket arşivi: MENFİ

Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • İİK, MENFİ TESPİT DAVASINDA ZAMANAŞIMI İÇİN DÜZENLEME OLMADI

İcra İflas Kanununda Menfi Tespit Davasında Zamanaşımı İçin Düzenleme Olmadığı – Davanın Borçlar Kanunun 39. Maddesindeki 1 Yıllık Zamanaşımına Tabi Olmayacağı.

T.C.
YARGITAY
19. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO. 2014/9698
KARAR NO. 2014/14562
KARAR TARİHİ. 2.10.2014

ÖZET : Takip konusu senedin anlaşmaya aykırı doldurulduğunu ve bunun yanında da keşideci ve davacıların babası olan mirasbırakanın zaafiyetinden yararlanılarak düzenlendiğini birlikte ileri sürerek açılan menfi tespit davası İİK’nun 72. maddesine dayanmaktadır. Bu hükümde istirdat davası hükümleri ayrık olmak üzere zamanaşımı için herhangi bir düzenleme öngörülmemiştir. Davanın Borçlar Kanunu’nun irade bozukluğunun giderilmesine ilişkin hükmünde yer alan 1 yıllık zamanaşımı süresi içinde açılmadığından bahisle davanın reddi isabetsizdir.

Taraflar arasındaki menfi tespit davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacılar vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Davacılar vekili, davalı tarafından müvekkili aleyhine 26.04.2008 düzenleme tarihli ve bedeli rakamla “200,00 YTL” yazı ile “iki yüz bin” olarak yazılan, keşidecisi müvekkillerinin murisi olan babalarının olduğu senede dayalı olarak icra takibi yapıldığını, ancak senetteki imza unsuru dışındaki unsurların sonradan ve gerçeğe aykırı doldurulduğunu belirterek, icra takibine konu alacak nedeniyle müvekkillerinin borçlu olmadığının tespitine ve kötüniyet tazminatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davanın zamanaşımından sonra açıldığını, davalının senet nedeniyle alacaklı olduğunu bildirerek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, toplanan delillere göre, davanın irade fesadı hallerine dayandığını 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 39. maddesine göre davanın öğrenme tarihinden itibaren 1 yıl içinde açılması gerektiği davacıların ödeme emrini tebliğinden itibaren 1 yıl içinde dava açmadıkları gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacılar, takip konusu senedin anlaşmaya aykırı doldurulduğunu ve bunun yanında da mirasbırakanın zaafiyetinden yararlanılarak düzenlendiğini birlikte ileri sürerek İİK’nun 72. maddesine dayalı olarak işbu davayı açmıştır. Hal böyle olunca İİK’nun 72. maddesine dayalı olarak açılan menfi tespit davasında, istirdat davası hükümleri ayrık olmak üzere zamanaşımı için herhangi bir düzenleme öngörülmemiştir. Mahkemece işin esası incelenerek bir karar vermek gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın 1 yıllık zamanaşımı süresi içinde açılmadığından bahisle davanın reddi isabetsizdir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün davacı yararına BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde iadesine, 02.10.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Cmt Şub 21, 2015 9:51 pm


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • KOOPERATİF GENEL KURUL KARARININ İPTALİ, MENFİ TESPİT

YARGITAY 23. Hukuk Dairesi
ESAS: 2013/8058
KARAR: 2014/2077

Taraflar arasındaki genel kurul kararının iptali ve menfi tespite ilişkin asıl; üyelikten ihraç kararının iptaline ilişkin birleşen davanın yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı asıl davanın kısmen kabulüne, birleşen davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde asıl ve birleşen davada davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

Asıl davada davacı vekili, müvekkilinin üyesi olduğu davalı kooperatifin 26.06.2011 tarihinde yapılan genel kuruluna davet edilmediğini, genel kurulda alınan kararların anasözleşme ve iyiniyet kurallarına aykırı olduğunu, üyelerin parasal sorumluluklarını artıran kararların nitelikli çoğunluk ile alınması gerektiğini, ayrıca davalı tarafından gönderilen ihtarnamede istenilen 50.596,25 TL faiz borcu olmadığını ileri sürerek, genel kurul kararlarının iptalini ve ihtarname ile istenilen faiz borcunun olmadığının tespitini talep ve dava etmiştir.

Asıl davada davalı vekili, kooperatife adres bildirmeyen davacının adresinin uzun çalışmalar sonucu tesbit edildiğini, davacının davet edilmesine rağmen iptali istenilen 26.06.2011 tarihli genel kurula katılmadığını, davanın 1163 sayılı Yasa’nın 53. maddesine göre bir ay içerisinde açılmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.

Birleşen davada davacı vekili, parasal yükümlülüklerini yerine getirmediği iddiasıyla yönetim kurulunca müvekkilinin üyelikten ihracına karar verildiğini, ihraca dayanak ihtarnamelerin usulüne uygun tebliğ edilmediği gibi gerçek borç miktarını da yansıtmadığını ileri sürerek, 19.08.2011 tarihli yönetim kurulu kararının iptalini talep ve dava etmiştir.

Birleşen davada davalı vekili, iptali istenilen ihraç kararına dayanak olan ihtarnamelerin 6098 sayılı TBK’nın yürürlüğe girmesinden evvel keşide edildiğinden faiz hesabının önceki Yasa’ya göre yapıldığını, ihtarnamelerin geçerli olduğunu, davacının borcunu ödememesi nedeniyle alınan ihraç kararının yasaya uygun olduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, dosya kapsamı ve benimsenen bilirkişi raporuna göre; davacının üyesi olduğu kooperatifin 26.06.2011 tarihli genel kurul toplantısına davet edilmediğinden davanın süresinde açılmış sayılacağı, genel kurulda alınan kararların Yasa, anasözleşme ve iyiniyet kurallarına aykırı olmadığı, davacının genel kurula katılmamasının oy nisabında etkili olmayacağı, davacının 23.544,35 TL gecikmiş faiz borcu olduğu, ihtarnamelerde istenilen miktarda borcu olmadığı gerekçesiyle, asıl davada genel kurul kararının iptali isteminin reddine, menfi tespit isteminin kabulüne, davacının 23.544,35 TL Gecikme faizi borcu bulunduğunun, ihtarnamede belirtilen 50.596,25 TL gecikme faizi borcunun gerçeği yansıtmadığının tespitine, birleşen davada ise, genel kurul kararının davacının katıldığı 23.04.2004 tarihli genel kurulda bildirdiği adrese tebliğ edilmediğinden usulsüz tebliğ nedeniyle bu davanın süresinde açılmış sayılacağı, ihraç kararına dayanak olarak davacıya gönderilen ihtarnamelerde davacının gecikme faizi borcu 23.544.35 TL olduğu halde 50.596.90 TL olarak daha yüksek borç gösterilmiş olduğu gibi, ikinci ihtarnamede ödeme süresi olarak bir ay yerine 30 gün verildiğinden ihtarnamelerin geçersiz olduğu ve geçersiz ihtarlara dayalı ihraç kararının iptali gerektiği belirtilerek, birleşen davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararı, asıl ve birleşen davada davalı vekili temyiz etmiştir.

1) Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve özellikle içinde 31 gün olan Temmuz ayında tebliğ edilen ikinci ihtarnamede 30 gün ve bir ay olarak gösterilen ödeme süresinin üyede tereddüt uyandırdığının kabulü gerekmesine, ödemesinde 30 gün geciktirilmiş olmayan Mayıs ayı aidatının da dahil edilmesiyle gönderilen 26.05.2011 keşide tarihli ilk ihtarnamenin anasözleşmenin 14. maddesine aykırı bulunmasına göre, asıl ve birleşen davada davalı kooperatif vekilinin birleşen davaya yönelik tüm, asıl davaya yönelik aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

2-Asıl davada davacı vekilinin, menfi tespit istemi ile ilgili kurulan hükme yönelik temyiz itirazlarına gelince;

Davacı tarafça 50.596,25 TL üzerinden harç yatırılarak davalıya bu miktarda işlemiş faiz borcu olmadığının tespiti istenilmiştir.

6100 sayılı HMK’nın 297/2. maddesi, ”Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir." hükmünü içermektedir.

Mahkemece, davacının davalı kooperatife 23.544,35 TL gecikme faiz borcu bulunduğu tespit edildiğine göre, bakiye 27.051,90 TL’lik kısım yönünden davanın kısmen kabulü ile, davacının davalıya borçlu olmadığının tespitine karar verilmesi gerekirken, "Davalı kooperatif tarafından tanzim edilip davacıya tebliğ edilen … 16. Noterliği’nin 26.05.2011 tarih ve 13707 Y nolu ihtarnamesinde yazılı hesaplama tarihi itibariyle davacının 23.544,35 TL gecikme faizi borcu bulunduğu belirlendiğinden, ihtarnamede bildirilen gecikme faizi borcunun (50.596,25TL’nin) gerçeği yansıtmadığının tespitine" şeklinde infazda tereddüt oluşturacak nitelikte olumlu tespit içeren hüküm kurulması doğru olmamıştır.

Öte yandan, menfi tespit isteminin kabulüne karar verildiği anlaşılan 27.051.90 TL ‘lik kısmı üzerinden karar ve ilam harcı ile davacı lehine nispi vekalet ücretine karar verilmesi, reddine karar verilen menfi tespit istemi yönünden davalı lehine vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken, talebin tamamının kabulüne karar verilmiş gibi 50.596,90 TL üzerinden karar ve ilam harcı ile aynı miktar üzerinden davacı lehine nispi vekalet ücretine karar verilmesi doğru olmadığı gibi, reddine karar verilen genel kurul iptali istemi yönünden davalı yararına vekalet ücretine hükmedilmesi ile yetinilip, menfi tespit istemi yönünden davalı lehine vekalet ücretine hükmedilmemesi de doğru olmamıştır.

SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, asıl ve birleşen davada davalı kooperatif vekilinin birleşen davaya yönelik tüm, asıl davaya yönelik diğer temyiz itirazlarının reddine, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün, davalı yararına BOZULMASINA, fazla yatırılan onama harcının istek halinde iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 18.03.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi..

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — 14 Ara 2014, 01:02


YARGITAY Hukuk Genel Kurulu E: 2010/12-683 K: 2011/45 *MENFİ TESPİT DAVASI İCRA İNKAR TAZMİNATININ TAKİBE KONULMASINI ENGELLEMEZ

YARGITAY

Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO : 2010/12-683

KARAR NO : 2011/45 

KARAR TARİHİ: 09.02.2011

Taraflar arasındaki “takibin iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 9. İcra Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 27.10.2008 gün ve 2008/1962 E., 2008/1729 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 12.Hukuk Dairesinin 13.04.2009 gün ve 2008/27952 E., 2009/7830 K. sayılı ilamı ile; 

 

("…İİK.nun 68/son maddesinde, "İtirazın kaldırılması talebinin esasa ilişkin nedenlerle kabulü halinde borçlu, takibin aynı nedenlerle reddi halinde ise alacaklı diğer tarafın talebi üzerine %40'dan aşağı olmamak üzere tazminata mahkum edilir. Borçlu menfi tespit ve istirdat davası açarsa yahut alacaklı genel mahkemede dava açarsa, hüküm olunan tazminatın tahsili dava sonuna kadar tehir olunur" yasal düzenlemesine yer verilmiştir. Şikayetçi alacaklının, borçlunun itirazının kaldırılmasına yönelik isteminin icra mahkemesince red edilmesi üzerine genel mahkemede alacak davası açtığına dair bir belgeye dosyada rastlanılmamıştır.  Borçlunun açmış bulunduğu menfi tespit davası daha önce icra mahkemesince alacaklı aleyhine verilen icra inkar tazminatının borçlu tarafından takibe konulmasını engellemez.  Açıklanan nedenle, mahkemece, İstanbul 9.İcra Müdürlüğü'nün 2008/17938 sayılı dosyasının borçlusu olan şikayetçinin (Şişli 5.İcra Müdürlüğü'nün 2007/11955 sayılı dosyada alacaklı bulunan) isteminin reddi yerine yazılı gerekçe ile kabulüne karar verilmesi isabetsizdir…") 

 

gerekçesiyle oybirliği ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

 

Dava, icra takibinin iptali istemine ilişkindir.

 

Davacı borçlu vekili, davalının Şişli 4. İcra Hukuk Mahkemesinin 03.07.2008 tarih ve 2008/362 E., 2008/657 K. sayılı ilamına dayanarak İstanbul 9. İcra Müdürlüğü’nün 2008/17938 E sayılı dosyasından davacı hakkında icra takibi başlattığını ve müvekkiline icra emri gönderdiğini, müvekkilinin borcu bulunmadığını belirterek, takibin iptaline; İİK 169/a-6. fıkra gereğince davalı aleyhine tazminata karar verilmesini istemiştir.

 

Davalı alacaklı vekili, davacı tarafından müvekkili aleyhine Şişli 2. İcra Müdürlüğü'nün 2008/7234 E. sayılı dosyası ile icra takibi başlatıldığını, borca itiraz üzerine takibin durduğunu, davacı tarafından Şişli 4. İcra Hukuk Mahkemesi'nin 2007/812 E. sayılı dosyasında, itirazın kaldırılması davası açıldığını, dava reddedildiğinden müvekkili lehine asıl alacağın %40’ı oranında icra inkar tazminatına hükmedildiğini, kesinleşen ilamın müvekkili tarafından İstanbul 9. İcra Müdürlüğü’nün 2008/17938 E. sayılı dosyasından icra takibine konulduğunu, müvekkilinin Şişli 2. İcra Müdürlüğü’nün 2007/7234 E. sayılı dosyasında borçlu olmadığının tespitini teminen İstanbul 14. Asliye Ticaret Mahkemesi'nin 2007/472 E. sayılı dosyasından menfi tespit davası açtığını, davacı tarafından İİK 68/son maddesi gereğince genel mahkemelerde açılmış bir alacak davası bulunmadığını, davacının İİK'nun 68/son maddesinden istifade etmesinin mümkün olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

 

 

Yerel mahkemece; davanın kabulüne dair verilen karar; Özel dairece, yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuştur.  Yerel mahkemece önceki kararda direnilmiş; hükmü davalı vekili temyiz etmiştir.

 

Açıklanan maddi olgu, bozma ve direnme kararlarının kapsamları itibariyle Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; borçlunun açmış bulunduğu menfi tespit davasının, daha önce icra mahkemesince alacaklı aleyhine verilen icra inkar tazminatının borçlu tarafından takibe konulmasını engelleyip engellemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

 

2004 sayılı İcra İflas Kanunu’nun “İtirazın Kesin Olarak Kaldırılması” başlıklı 68.maddesinin son fıkrasında aynen ;

 

“…İtirazın kaldırılması talebinin esasa ilişkin nedenlerle kabulü halinde borçlu, talebin aynı nedenlerle reddi halinde ise alacaklı, diğer tarafın talebi üzerine yüzde kırktan aşağı olmamak üzere tazminata mahkum edilir. Borçlu, menfi tespit ve istirdat davası açarsa, yahut alacaklı genel mahkemede dava açarsa, hükmolunan tazminatın tahsili dava sonuna kadar tehir olunur ve dava lehine sonuçlanan taraf için, daha önce hükmedilmiş olan tazminat kalkar.” Hükmü yer almaktadır.  Bu maddeye göre, itirazın kaldırılması talebinin usule ilişkin değil, esasa ilişkin nedenlerle kabulü halinde borçlu, talebin aynı nedenlerle reddi halinde ise alacaklı, diğer tarafın talebi üzerine %40’tan aşağı olmamak üzere tazminata mahkum edilecektir. Borçlu, aslında borçlu olmadığı veya borçlu olmadığına inandığı bir borcu ödememek için, alacaklının takip yapmasını veya dava açmasını bekleyebilir. Aleyhine başlatılan takibe itiraz edebilir.

 

İtiraz üzerine takip duracağından, alacaklı bu itirazı bertaraf ettirmek için harekete geçtiğinde, alacaklının itirazın iptali veya kaldırılması talebi üzerine, borçlu bu konudaki savunmalarını genel mahkemede veya icra mahkemesinde ileri sürebilecektir. Buna rağmen, borçlunun, alacaklının harekete geçmesini beklemeden borçlu olmadığının tespitinde korunmaya değer bir yararı bulunabilir. Bu tür bir yararının bulunması halinde borçlu, borçlu olmadığının tespiti için dava açabilir. Bunun dışında, icra takibi taraflar arasındaki maddi ilişkiyi tespit edecek nitelikte olmadığından, alacaklının takibe girişmesinden sonra, hatta takip kesinleştikten sonra da borçlunun, borçlu olmadığının tespitini mahkemeden istemesi mümkündür.

 

Borçlu, belirtilen şekilde takipten önce veya sonra alacaklıya karşı bir menfi tespit davası açabilir; bu davayı kazanırsa, hakkındaki icra takibi iptal edilir ve borcu ödemekten kurtulur. Ancak, borçlu borcunu icra dairesine ödedikten sonra, artık menfi tespit davası açamaz. Zira, borçlunun sırf borçlu olmadığının tespitinde, hukuki bir yararı yoktur. Bundan sonra, ödediği paranın geri alınması için bir dava açması söz konusu olur ki, bu da istirdat davasıdır (Prof. Dr. Hakan Pencanıtez, Prof. Dr. Oğuz Atalay, Do. Dr. Meral Sungurtekin Özkan, Doç. Dr. Muhammet Özekes, İcra ve İflas Hukuku, s.156-164)

 

Anılan maddeye göre, aleyhine tazminat hükmedilen tarafın açacağı davanın niteliğine göre (menfi tespit veya alacak davası) icra takibi durur, lehine tazminat verilen asıl takibin borçlusu menfi tespit davası açarsa, bu dava aleyhine tazminata hükmedilen asıl takibin alacaklısı lehine sonuç doğurmayacağından, lehine tazminat verilen borçlunun, mahkeme ilamını alacaklı aleyhine icra takibine koymasına engel olmaz.

 

Bu nedenle borçlunun açmış olduğu menfi tespit davası, yine borçlunun alacaklı aleyhine tazminatın tahsili amacıyla başlattığı icra takibini durdurmaz.  Öteki deyişle, eğer aleyhine kötüniyet tazminatı hükmedilen asıl takibin alacaklısı, borçlunun kötü niyet tazminatını tahsil amacıyla kendisi hakkında başlattığı icra takibini durdurmak istiyorsa, genel mahkemelerde borçlu aleyhine alacak davası açması gerekmektedir.

 

Yoksa yine borçlunun açtığı menfi tespit davasına dayanarak, borçlu aleyhine, kendi lehine sonuç elde edemez. Somut olaya gelince; davacı alacaklı, davalı borçlu hakkında Şişli 2. İcra Müdürlüğü’nün 2007/7234 E.sayılı takip dosyası ile kira alacağının tahsili amacıyla icra takibi başlatmış, borçlunun itirazı üzerine takip durmuştur. Bundan sonra alacaklı Şişli 4.İcra Hukuk Mahkemesi’nin 2008/362 E.sayılı dosyası ile borçlu aleyhine itirazın kaldırılması istekli dava açmış, davacının talebinin reddi ile asıl alacağın %40’ı oranında davalı borçlu lehine icra inkar tazminatı verilmesine karar verilmiştir. Bunun üzerine, borçlu bu mahkeme ilamını İstanbul 9.İcra Müdürlüğü’nün 2008/17938 E.sayılı dosyasından takibe koymuş, davacı alacaklı ise genel mahkemede herhangi bir alacak davası açmadan görülmekte olan davayı açmış, borçlu davalı, davacı alacaklı aleyhine icra takibine başlamadan önce de, İstanbul 14.Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2007/472 E.sayılı dosyası ile menfi tespit davası açmıştır.

 

Görüldüğü üzere, davacı alacaklının, davalı borçlu hakkında, bozma ilamından önce İİK.nun 68/son anlamında açtığı bir alacak davası bulunmamaktadır. Yukarıda da açıklandığı üzere, davacı alacaklı, davalı borçlunun açmış olduğu menfi tespit davasından kendi lehine sonuç alamaz. Ancak, mahkemenin ilk kararının, Özel Daire tarafından bozulmasından sonra, davacı alacaklının, davalı borçlu aleyhine İstanbul 10.Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2009/407 E.sayılı dosyası ile alacak davası açtığı dosya kapsamından açıkça anlaşılmaktadır.

 

Ne var ki, bozmadan sonra gerçekleşen bu olgu Özel Daire’nin denetiminden geçmemiştir. Diğer taraftan, bozma ilamından sonra davacı alacaklı tarafından açılan ve yukarıda açıklandığı üzere eldeki uyuşmazlığa etkili bulunan bu alacak davası, mahkemece direnme kararının gerekçesinde gösterilmiş ve dayanak alınmıştır. 

 

Bilindiği üzere; direnme kararının varlığından söz edilebilmesi için mahkeme bozmadan esinlenerek yeni herhangi bir delil toplamadan önceki deliller çerçevesinde karar vermeli; gerekçesini önceki kararına göre genişletebilirse de değiştirmemelidir. (HUMK.429 mad.) 

 

Eş söyleyişle; mahkemenin yeni bir delile dayanarak veya kararını tamamen farklı bir gerekçe ile karar vermiş olması halinde, direnme kararının varlığından söz edilemez.  Mahkemenin direnme olarak adlandırdığı bu karar açıklanan nedenlerle gerçekte direnme olmayıp, bozmadan esinlenilerek yeni bir delile dayalı, yeni hüküm niteliğindedir.

 

Yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının inceleme merci ise Hukuk Genel Kurulu değil; Özel Daire’dir.  Hal böyle olunca; dosyanın yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için Özel Daireye gönderilmesi gerekir. 

 

S O N U Ç: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 12.Hukuk Dairesine gönderilmesine, 09.02.2011 gününde oybirliği ile karar verildi.

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2011/13-173 K. 2011/291 • MENFİ TESPİT İSTEMİ • MUVAZAALI İŞLEM

T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2011/13-173

K. 2011/291

T. 11.5.2011

 

DAVA : Taraflar arasındaki "Menfi Tespit" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 30.12.2008 gün ve 2006/218 E., 2008/372 K. sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13.Hukuk Dairesinin 2.7.2009 gün ve 3588-9229 Sayılı ilamı ile;

( … Davacılar, davalının 141 045 USD karşılığı 225.250 YTL.lik senetli alacağı olduğuna dayanarak aleyhlerinde icra takibi yapıldığını, itiraz süresini geçirdiklerini, böyle bir borçlarının olmadığını ileri sürerek borçlu olmadıklarının tespiti ile kötü niyet tazminatına hükmedilmesini istemiştir.

Davalı, davacıların kardeş olduğunu, taşınmazdaki 2/3 payı 250 000 USD ye kendisine sattıklarını, 1/3 pay sahibi olan diğer kardeşleri hapiste olduğundan onun payını alamadığını, cezaevinden çıkan dava dışı kardeşin açtığı şufa davası sonucu mahkemece 203 000 YTL ödenmesine karar verildiğini, kesintilerle eline 174.000,00 YTL geçtiğini, 24.3.2004 tarihli harici sözleşmeye dayanarak aradaki fark kadar zararının olduğunu, bu sebeple icra takibi yaptığını savunarak davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, sözleşme gereği 250 000 USD nin davalı tarafça davacılara ödenmiş olduğunun kabulüyle şufa davası sonrası bakiye kısım 64.656,23 YTL için borçlu olmadığının tespitine, 160 593,77 YTL üzerinden takibin devamına karar verilmiş, hüküm, davacılar tarafından temyiz edilmiştir.

Taraflar davacılara ait 2/3 payın 250 000 USD ye davalıya satımı için 24.3.2004 tarihli harici sözleşme ile anlaşmış iseler de, 15.4.2004 tarihinde yapılan tapu devrinde sadece 200.000,00 YTL ye satımın gerçekleştiği, davacıların da satım bedeli olarak sadece 200 000 YTL aldıklarını kabul ettikleri, açılan şufa davasında satım bedelinin 200.000,00 YTL olduğunun kabul edilerek mahkemece harç ve masraflar ile 203 000 YTL nin şufa bedeli olarak ödenmesine karar verildiği görülmektedir.

Davalı, satım bedeli olarak 250 000 USD ödediğini, tapudaki bedelin kasten düşük gösterildiğini ileri sürerek aradaki farkın tahsili için davaya konu icra takibini yaptığını bildirmektedir.

Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş ise de; kimse kendi muvazaasına dayanarak talepte bulunamaz. Davalı tapuda gösterdiği bedel üzerinden yapılan satımın sonuçlarına katlanmak zorundadır. Hal böyle olunca mahkemece davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile reddi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir… ),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

H.G.K.'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, menfi tespit istemlidir.

Davacılar; önalım hakkının kullanılması sebebiyle taşınmazı geri alınan davalının, tapuda gösterilen satış değerinin üstünde ödediğini iddia ettiği paranın iadesi için aleyhlerine giriştiği icra takibinin kesinleşmesi nedeniyle, borçlu olmadıklarının tespiti istemiyle eldeki davayı açmıştır.

Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Davacılar vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece yukarda yazılı gerekçe ile karar bozulmuş;

yerel mahkemece "…Tapudaki satışın tarafları şufa alıcısına karşı tapudaki değerin doğru olmadığını ileri süremez iseler de; taraflar arasında düzenlenen yazılı delil başlangıcı mahiyetindeki satış sözleşmesi karşısında şufa hakkının kullanılması sebebiyle taşınmazı geri alınan davalının yaptığı ödemenin sebepsiz zenginleşme koşullarına dayalı geri istenebileceği,…" gerekçesi ile önceki kararda direnilmiş; hükmü davacılar vekili temyize getirmiştir.

Direnme yoluyla H.G.K. önüne gelen uyuşmazlık; şufa hakkının kullanılması sebebiyle taşınmazı geri alınan davalının, ödediği satış bedelinin taşınmazın tapudaki değerinden fazla kısmını, satıcı davacılardan sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre isteyip isteyemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Öncelikle belirtmelidir ki, davalının, taraflar arasında haricen adi yazılı şekilde düzenlenen 24.3.2004 tarihli taşınmaz satış sözleşmesiyle koşulları kararlaştırılıp, tapuda resmi şekilde gerçekleştirilen taşınmaz satışı ile davacılara ait 2/3 hisseyi satın aldığı, tapudaki satış sırasında harici sözleşmede kararlaştırılıp fiilen satıcı davacılara ödendiği belirtilen 250.000 USD'nin değil, daha düşük bir bedelin gösterildiği; davalının satın aldığı bu 2/3 paya yönelik olarak aynı taşınmazın 1/3 hisse sahibince şufa hakkının dava yoluyla kullanıldığı; sonuçta mahkemece almış olduğu hisseler ve masraf karşılığı 203.000,00 YTL ödenmesi karşılığında davalının tapusunun iptal edildiği; davalının kendisine ödenen bu miktar dışında da zararı olduğu, harici satış sözleşmesine göre ödediği fazla bedel bulunduğu iddiasıyla, davacılar aleyhine icra takibine giriştiği ve eldeki davanın da satıcı davacılar tarafından borçlu olunmadığının tespitine yönelik olarak açıldığı uyuşmazlık konusu olmayıp, dosya kapsamı ile sabittir.

Çözümü gereken husus; şufa hakkının kullanılması sonucu iptale konu olan taşınmaz satımında, tapuda satış bedeli olarak gösterilen bedelin, taraflar arasındaki harici sözleşmede kararlaştırılıp fiilen ödenen bedelden düşük olması durumunda alıcının; satıcılara ödediği, ancak tapuda bildirmediği fark bedelden kaynaklanan zararına, satıcı davacıların sebep olup olmadığı ve dolaysısıyla da bu bedelin davacı satıcılar yönünden sebepsiz zenginleşme teşkil edip etmeyeceği; sonuçta da davalı alıcının bu hukuksal nedene dayanarak alacağının tahsilini isteme olanağı bulunup bulunmadığıdır.

Hemen burada, davalının uğradığını iddia ettiği zararın kaynağının tespiti gerekir:

Dosyada bulunan ve imzası inkar edilmeyen yazılı belge kapsamına göre taşınmazın gerçek değeri taraflarca 250.000 ABD doları olarak kararlaştırılmıştır. Alıcı davalının satıcı davacılara bu satış bedeli üzerinden ödemede bulunduğunun sabit kabul edilmesi halinde dahi, alıcı davalının kararlaştırılan bu bedeli ödeyerek edimini yerine getirmesi karşılığında satıcıların da edimlerini yerine getirerek taşınmazı davalı alıcıya teslim etmeleri ve tapuda tescili ile sözleşme hükmünü bulmuştur. O halde, taraflarca kararlaştırılan satış bedelinin taşınmazın kararlaştırılan gerçek değeri olmasına, bu bedeli davalı alıcıdan tahsil eden davacı satıcıların edimlerini yerine getirmek suretiyle taşınmazdaki paylarını davalı alıcıya devir ve teslim etmiş bulunmalarına göre, bu bedeli hukuksal bir nedene dayalı olarak tahsil eden davacıların sebepsiz zenginleştiğinden söz edilemez. Hal böyle olunca, davacılara sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre başvurulması da mümkün değildir.

Vurgulamakta yarar vardır ki, davalının zararı, harici sözleşme gereğince kararlaştırılan satış bedelinin ödenmesinden değil, tapudaki satış ve resmi senedin düzenlenmesi sırasında tapu masraflarından kaçınmaya yönelik eksik satış bedelinin bildirilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Davalı tapudaki resmi kayıtlarda taşınmaz değerini düşük göstermekle, daha az tapu masrafı ve vergi ödemiş; bu yolla menfaat temin etmiştir. Davalının bu eyleminden dolayı kendi kusuru ile zarar gördüğü açıktır. Hukukun temel ilkelerine göre hiç kimse kendi kusurundan yine kendisi lehine sonuç çıkaramaz; dolayısıyla kendi kusuru ile sebebiyet verdiği zarara katlanmak zorundadır.

Davalının tapudaki bedeli düşük gösterme şeklinde gerçekleşen muvazaalı davranışından kaynaklanan zararı; yine bu davranıştan kendisi lehine sonuç çıkararak davacılardan istemiş olması hukuken korunamaz. Davalının bu eyleminin sonuçlarına katlanması gerekir.

Diğer taraftan, kural olarak, muvazaalı işlemin tarafları birbirine karşı kendi muvazaasına dayanarak talepte bulunabilir, üçüncü kişilere karşı bu durumu ileri süremezler ise de, somut olayda olduğu gibi tapuda bedelin düşük gösterilmesi suretiyle yapılan muvazaa taraflar arasındaki muvazaa niteliğinde olmadığından bu tür bir muvazaaya dayanılarak talepte bulunulması olanaklı değildir.

H.G.K.nda yapılan görüşmeler sırasında bozma ilamında kullanılan "kimse kendi muvazaasına dayanarak talepte bulunamaz" açıklaması üzerinde durulmuş; yukarda açıklanan ilke gözetilerek bu ibare ile kastedilenin taraf muvazaasını değil, tapuda değerin düşük gösterilmesi suretiyle yapılan muvazaa olduğu oyçokluğu ile kabul edilmiştir.

Bilindiği gibi muvazaalı işlerde taraf olanlar, bu muvazaanın varlığını yeterli delillerle ispatlayabildiklerinde, muvazaaya dayalı talepte bulunabilmeleri mümkündür.

Hal böyle olunca mahkemece menfi tespit istemli davanın tümüyle kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

Bu sebeple direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarda gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, 11.05.2011 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY :

Taraflar arasında imzalanan sözleşmede taşınmazın değeri ( 250.000 ) dolar olarak öngörülmüş, buna karşılık tapuda devir bedeli 200.000 YTL. olarak gösterilmiş ve şufa hakkını kullanan dava dışı alıcı da tapuda gösterilen değer üzerinden taşınmaza sahip olmuştur. Tapuda taşınmazın değerinin düşük gösterilmesi davacı taraf yönünden kusur teşkil eder ve hiç kimse kendi kusurlu davranışlarından kendi lehine sonuç çıkartamaz ve netice olarak davalı tarafın sebepsiz zenginleşmesinden söz edilemez ise de, taraflar yaptıkları sözleşme ile tapu masraflarını yarı yarıya ödemeyi kabul etmiş bulunduğundan, tapuda gerçek değerin gösterilmemesinde iki taraf da kusurludur. Bundan kaynaklanan zarara da tarafların birlikte katlanmaları gerekir. Bu itibarla, mahkemece 1/2 oranına göre menfi tespit isteminin karara bağlanması gerektiği ve bu sebeple yerel mahkeme kararının bu gerekçe ile bozulması görüşünde olduğundan sayın çoğunluk kararına karşıyım.

YARGITAY H.G.K E. 2012/19-260 K. 2012/432 *MENFİ TESPİT DAVASI *HARCA ESAS DEĞERİN BELİRLENMESİ

T.C.

 

YARGITAY

 

HUKUK GENEL KURULU

 

E. 2012/19-260

 

K. 2012/432

 

T. 4.7.2012

 DAVA : 

 

Taraflar arasındaki “menfi tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Borçka Sulh Hukuk Mahkeme’since davanın kabulüne dair verilen 20.1.2010 gün ve 2008/315-2010/9 Sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 19.1.2011 gün ve 5799/318 Sayılı ilamı ile; ( … Davacı, davalı banka tarafından kredi sözleşmesinden kaynaklanan alacağın tahsili için aleyhine takip başlatılmış ise de kendisinin asıl borçlu veya kefil sıfatıyla kredi sözleşmesi imzalamadığını, sahte imza ile borçlu gösterildiğini belirterek davalı bankaya borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili davanın reddi gerektiğini savunmuştur. Mahkemece, benimsenen bilirkişi raporu doğrultusunda kredi sözleşmesindeki imzanın davacıya ait olmadığının kanıtlandığı gerekçesiyle davanın kabulüne, takip sebebiyle davacının borçlu olmadığının tespitine karar verilmiş, hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir. Takibe konu edilen tutarın 4416 TL olmasına ve bu meblağ üzerinden davacının borçlu bulunmadığının tespitine rağmen mahkemece eksik yatırılan nisbi harcın tamamlatılmadan ve bu husustaki Harçlar Kanunu’nun 30.maddesi hükmü de gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesinde isabet görülmemiştir… ), Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. H.G.K.’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: 

 

KARAR : 

 

Dava, menfi tespit istemine ilişkindir. Mahkemece, müşterek ve müteselsil borç senedi altındaki imzanın davacı eli ürünü olmadığından bu senet yönünden borçlu olmadığının tespitine karar verilmiştir. Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarda başlık bölümünde gösterilen sebeplerle bozulmuştur. Yerel Mahkemece, önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize davalı vekili getirmiştir. Bozma ve direnme kararlarının içerikleri itibariyle H.G.K. önüne gelen uyuşmazlık; harca esas dava değerinin menfi tespit talebine konu senet üzerinde kullanıldığı belirtilen kredi tutarı mı, yoksa icra takibiyle talep edilen alacak miktarı mı olduğu noktasında toplanmaktadır. İşin esasına geçilmesinden önce, dava değerinin dava dilekçesinde 1.200,00 TL olarak açıklanmış olması sebebiyle mahkemece 20.1.2010 tarihinde verilen hükmün temyiz kesinlik sınırının altında olup olmadığı hususu ön sorun olarak tartışılmış, H.G.K.’nca yapılan görüşmede; davacı aleyhine başlatılan icra takip miktarının takip tarihi itibariyle 4.416,00 TL olması sebebiyle hükmün temyiz kesinlik sınırının altında olmadığı, başka bir değişle kararın temyizinin mümkün olduğu oyçokluğuyla kabul edilerek işin esasına geçilmiştir. İşin esasına gelince: Harç devletin mahkemeler aracılığı ile yaptığı adli hizmete ondan yararlananların katkısıdır.

 

 

Ancak yasada belirlenen durumlarda harç alınabilir. Diğer bir deyimle kanunsuz harç alınamaz ve eksik olan harç tamamlanmadan işlem yapılamaz. 492 Sayılı Harçlar Kanunu`nun 30. maddesi aynen “Muhakeme sırasında tesbit olunan değerin, dava dilekçesinde bildirilen değerden fazla olduğu anlaşılırsa, yalnız o celse için muhakemeye devam olunur, takip eden celseye kadar noksan değerüzerinden peşin karar ve ilam harcı tamamlanmadıkça davaya devam olunmaz. H.U.M.K.nun 409. maddesinde gösterilen süre içinde dosyanın muameleye konulması, noksan olan harcın ödenmesine bağlıdır.” hükmünü içermektedir. Yukarıda belirtilen yasa hükmünden açıkça anlaşılacağı üzere, karar ve ilam harcının peşin olarak yatırılması gereken miktar ödenmedikçe, davaya devam edilme olanağı bulunmamaktadır. 

 

 

Şu hale göre; karar ve ilam harcı maktu ise tamamı, nispi ise dörtte biri dava açılırken davacı tarafından peşin olarak ödenmelidir. Peşin olarak dörtte biri ödenecek olan nispi karar harcı, dava dilekçesinde gösterilen değer üzerinden hesaplanacaktır. Ancak; mahkeme davacının dava dilekçesinde belirlediği hakkın niteliği ve değeri ile bağlı olmadığı gibi hakkın niteliğini ve değerini resen araştırması gereklidir. Bir başka deyişle maktu harca tabi bir iş olduğunu söyleyen davacının bu nitelendirmesi ile mahkeme bağlı değildir. Mahkemenin davaya konu hakkın mal varlığı hakkı ( dava konusunun belirli bir değerle ilgili ) olduğu kanısına varması halinde bu hakkın değerini takdir etmesi ve karar ve ilam harcını bu değer üzerinden hesaplayarak, davacıya tamamlattırması gerekir. Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemler yapılamayacağına göre, davanın başında alınmış olan karar ve ilam harcının noksan olduğu, sonradan anlaşılırsa noksan karar ve ilam harcı tamamlanmadıkça davaya devam olunup müteakip işlemler yapılamaz. Yargılama sırasında, dava konusunun değerinin dava dilekçesinde bildirilenden daha fazla olduğu anlaşılır veya mahkemece tespit edilirse, yalnız o oturum için davaya devam edilerek ondan sonraki oturuma kadar noksan değer üzerinden harç tamamlanmadan davaya devam olunamaz. Peşin harcın tamamlanmamasının müeyyidesi ise dosyanın işlemden kaldırılmasıdır.

 

 Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde: Yerel mahkemece menfi tespit talebine konu dava değerinin, davacının kullandığı iddia edilen kredi tutarı olan 800,00 TL olduğu benimsenerek bu miktar için yatırılmış olan harcın yeterli olduğundan tamamlanması gereken harç bulunmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Oysa, davacı aleyhine başlatılan icra takibinin dayanağı olarak yukarda anılan sözleşme gösterilmiş olup, 1.427,00 TL asıl alacak ve 2.989,00 TL işlemiş faiz olarak toplamda 4.416,00 TL için davacı ile birlikte diğer borçlulardan talep edilmektedir. Yerel mahkemece de; “…20.10.1999 tarihli Tarımsal Krediler İkraz Sözleşmesi sebebiyle davalı Ziraat Bankası’na borçlu olmadığının tespitine…” şeklinde hüküm kurulmuştur. Bu itibarla, her ne kadar davacı, senette adına atfen atılı bulunan imzanın kendisine ait olmadığını ileri sürerek menfi tespit davasının değerini 1.200,00 TL olarak açıklamış ve nispi karar ve ilam harcını da bu değere göre yatırmış ise de; yukarda da açıklandığı üzere takip talebi, ödeme emri, dava dilekçesi ve mahkeme kararı dikkate alındığında dava değerinin 4.416,00 TL olduğu belirgindir. Hal böyle olunca, mahkemece, yukarda ayrıntısıyla açıklanan olgular gözetilerek eksik alınan nispi karar ve ilam harcının tamamlanması gerektiğinden 492 Sayılı Harçlar Kanunu`nun 30. madde hükmüne aykırı olarak yargılamaya devamla karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırıdır. O halde, direnme kararının, Özel Daire bozma ilamında ve yukarda gösterilen sebeplerle bozulması gerekir. 

 

SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarda gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, yapılan 2. görüşmede, 04.07.2012 tarihinde oybirliği ile karar verildi. 

YARGITAY Hukuk Genel Kurulu E: 2012/19-778 K: 2013/250 *MENFİ TESPİT DAVASI * KÖTÜ NİYET TAZMİNATI *BANKANIN KÖTÜNİYETLİ OLDUĞU

YARGITAY Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO: 2012/19-778

KARAR NO: 2013/250

 

 

 

Taraflar arasındaki “menfi tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 3.Asliye Ticaret Mahkeme’since kötüniyet tazminatının tahsiline dair verilen 22.03.2011 gün ve 2011/86 E-2011/104 K. sayılı kararın incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19.Hukuk Dairesi’nin 13.06.2011 gün ve 2011/7319 E-2011/7805 K. sayılı ilamı ile;

 

(…Davacı vekili, davalının müvekkili aleyhine kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takibe giriştiğini, takibe dayanak senetlerde müvekkilinin imzasının bulunmadığını belirterek 30.11.2010, 30.12.2010 vade tarihli 14.000.00 TL bedelli senetlerden dolayı müvekkilinin borçlu olmadığının tespiti ile %40 tazminata karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

 

Davalı vekili, davacı aleyhine girişilen icra takibinden feragat ettiklerini bildirerek konusuz kalan davanın reddini istemiştir.

 

Mahkemece, davacı aleyhine yapılan icra takibinden davacı yönünden feragat edildiği, senetlerde davacının sıfatının bulunmadığı gerekçeleriyle konusuz kalan dava hakkında karar vermeye yer olmadığına ve %40 kötüniyet tazminatına karar verilmiş, hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir.

 

1-Konusu kalmayan dava yönünden mahkemenin, davanın açıldığı tarih itibari ile davacının davayı açmakta haklı olup olmadığını saptaması ve buna göre yargılama giderlerinin ve vekalet ücretinin takdiri gerekmektedir.

 

Açılan bu davada; dava aşamasında davalının takipten feragat ettiği anlaşıldığından, davacı yararına yapılan yargılama giderlerine ve vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi isabetsizdir.

 

2-Davalının temyizine gelince; İİK.’nun 72/5.maddesi gereğince dava borçlu lehine hükme bağlanır ve borçluyu menfi tespit davası açmaya zorlayan takibin haksız ve kötüniyetli olduğu anlaşılırsa, talebi üzerine borçlunun dava sebebiyle uğradığı zararın da alacaklıdan tahsili için tazminata karar verilir. Somut olayın özelliğine göre, davalının icra takibinde haksız olmakla birlikte kötüniyetli sayılamayacağı gözetilmeden, tazminatla sorumlu tutulmasında isabet görülmemiştir…)

 

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

 

TEMYİZ EDEN: Davalı vekili

 

HUKUK GENEL KURULU KARARI

 

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Dava, menfi tespit istemine ilişkindir.

 

Mahkemece, davacı yönünden icra takibinden feragat edilmesi nedeniyle davanın konusuz kaldığı ancak bono üzerinde davacının isminin ve imzasının yer almaması nedeniyle aleyhine icra takibi başlatmakta davalının kötüniyetli olduğu gerekçesiyle %40 oranında kötüniyet tazminatına hükmedilmiştir.

 

Taraf vekillerinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur.

 

Yerel mahkemece, önceki kararda tazminata ilişkin bölüm yönünden direnilmiş; hükmü temyize davalı vekili getirmiştir.

 

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı/alacaklının icra takibi başlatmakta kötüniyetli olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre davalı aleyhine kötüniyet tazminatına hükmedilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

 

Eldeki dava, kambiyo senetlerine özgü haciz yoluyla yapılan takibe karşı menfi tespit istemine ilişkin olmakla, menfi tespit davaları ve kötüniyet tazminatına ilişkin yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır:

 

Borçlu, aslında borçlu olmadığı veya borçlu olmadığına inandığı bir borcu ödememek için, alacaklının takip yapmasını veya dava açmasını bekleyebilir. Bu durumda aleyhine başlatılan takibe itiraz edebilir. İtiraz üzerine takip duracağından, alacaklı bu itirazı bertaraf ettirmek için harekete geçtiğinde, alacaklının itirazın iptali veya kaldırılması talebi üzerine, borçlu bu konudaki savunmalarını genel mahkemede veya icra mahkemesinde ileri sürebilecektir.

 

Diğer halde borçlu, alacaklının harekete geçmesini beklemeden borçlu olmadığının tespitinde korunmaya değer bir yararı bulunması halinde borçlu, borçlu olmadığının tespiti için dava açabilir.(İİK, m. 72/2)

 

Alacaklının takibe girişmesinden sonra, hatta takip kesinleştikten sonra da borçlunun, borçlu olmadığının tespitini mahkemeden istemesi mümkündür. (İİK, m. 72/3)Borçlu, belirtilen şekilde takipten önce veya sonra alacaklıya karşı bir menfi tespit davası açarak bu davayı kazanırsa, hakkındaki icra takibi iptal edilir ve borcu ödemekten kurtulur. Ancak, borçlu borcunu icra dairesine ödedikten sonra, artık menfi tespit davası açamayacaktır. Zira, borçlunun sırf borçlu olmadığının tespitinde, hukuki bir yararı yoktur. Bundan sonra, ödediği paranın geri alınması için bir dava açması söz konusu olur ki, bu da istirdat davasıdır (Hakan Pekcanıtez, Oğuz Atalay, Meral S. Özkan, Muhammet Özekes, İcra ve İflas Hukuku, s.156-164)

 

2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (İİK.)'nun 72 maddesi uyarınca yukarıda açıklanan şekilde menfi tespit davası açan borçlunun tazminat isteme hakkı vardır. Anılan maddenin 5. fıkrası aynen; “Dava borçlu lehine hükme bağlanırsa derhal takip durur. İlamın kesinleşmesi üzerine münderecatına göre ve ayrıca hükme hacet kalmadan icra kısmen veya tamamen eski hale iade edilir. Borçluyu menfi tespit davası açmaya zorlayan takibin haksız ve kötü niyetli olduğu anlaşılırsa, talebi üzerine, borçlunun dava sebebi ile uğradığı zararın da alacaklıdan tahsiline karar verilir. Takdir edilecek zarar, haksızlığı anlaşılan takip konusu alacağın yüzde kırkından aşağı olamaz.” hükmünü içermektedir.

 

Madde metninden de açıkça anlaşıldığı üzere menfi tespit davası açmak zorunda bırakılan borçlunun tazminat talep edebilmesi için gerekli koşullar; bu yönde bir talep olması, borçluya karşı icra takibi yapılmış bulunması ile takibin haksız ve kötüniyetli olmasıdır. ( Baki Kuru, İcra ve İflas Hukuku, 2006, s. 334,335)

 

Başka bir ifadeyle; İİK.nun 72/5'nci maddesi hükmüne göre, menfi tespit davasının davacı (borçlu) lehine sonuçlanması üzerine, alacak likit olsun veya olmasın, böyle bir alacağa dayalı takibin, haksız ve kötüniyetli olması halinde, istem varsa, davacı(borçlu) lehine kötüniyet tazminatına hükmedilmesi gereklidir. Takibin haksız olması tek başına yetmemekte, ayrıca kötüniyetli olması da gerekmekte olup, ispat yükü; takibin kötüniyetli olduğunu iddia eden davacı(borçlu)’nun üzerindedir.

 

Kötüniyet kavramının, somut olayın özelliklerine göre belirlenmesi gerekmesi itibariyle davaya konu bono değerlendirildiğinde; menfi tespit davasını açan davacının bono üzerinde isminin yer almadığı ve imzasının da bulunmadığı hususunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Başka bir deyişle davacı, davaya konu bononun keşidecisi, avalisti veya cirantası değildir.

 

Bu itibarla, icra takibine konu bononun borçlusu olmadığı hususunda tereddüt bulunmayan davacıya karşı tacir olarak basiretli davranma yükümlülüğü bulunan davalı bankanın icra takibi başlatmakta haksız ve kötüniyetli olduğu Genel Kurul çoğunluğunca kabul edilmiştir.

 

Bu nedenle, mahkemenin, davalı/alacaklı bankayı kötüniyet tazminatı ödemekle sorumlu tutmuş olması usul ve yasaya uygun olup, direnme kararının açıklanan nedenlerle onanması gerekir.

 

S O N U Ç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle ONANMASINA, aşağıda dökümü yazılı (757,58) TL harcın temyiz edenden alınmasına, aynı Kanun'un 440/III.maddesi uyarınca karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 20.02.2013 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.

5.7.2012′den önceki icra takiplerine dayalı, menfi tespit davalarında tazminat % 40

YARGITAY 19. Hukuk Dairesi,. 28.02.2013 T.arihli

2012/16548 esas sayılı

2013/3783 karar sayılı
I- Davacı vekili, “davalının müvekkili aleyhine bonoya dayalı takip başlattığını, takibe konu bonodaki imzanın müvekkiline ait olmadığını, bononun sahte olduğunu, bonodaki imza müvekkiline ait çıksa bile bu imzanın müvekkilinin saflığından yararlanılarak hile ile elde edilmiş olduğunu” belirterek “müvekkilinin sahte bono nedeniyle davalıya borçlu olmadığının tespitine ve % 40 oranında tazminat ile % 10 tutarında para cezasına karar verilmesini” talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, “davacının icra hukuk mahkemesinde açtığı davada alınan bilirkişi raporunda bonodaki imzanın davacının eli ürünü olduğunun tespit edildiğini, davacının iddialarını yazılı olarak ispat etmesi gerektiğini, menfi tespit davasının kısmen açılamayacağını” bildirerek “davanın reddini” istemiştir.
Mahkemece, toplanan delillere ve bilirkişi raporuna göre, “takibe konu bonodaki imzanın davacının eli ürünü olduğu, taraflar arasındaki mevcut akdi ilişkiye dayalı iddialar yönünden, bu ilişkinin dava konusu senede teşmili yönünde aynı kuvvette bir delil bulunmadığı” gerekçeleriyle “davanın reddine ve tatbik edilen tedbir kararı nedeniyle davacının % 20 oranında tazminatla sorumluluğuna” karar verilmiş, hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
1- Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2- Davalı vekilinin temyizine gelince; İİK.nun 72/4. maddesindeki “yüzde kırkından” ibaresi, 02.07.2012 tarihinde ve 6352 sayılı Kanunun 11.maddesi ile “yüzde yirmisinden” şeklinde değiştirilmiştir. İİK.nun 67. maddesinde değişiklik yapan 6352 sayılı Kanunun 11. maddesi 05.07.2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 6352 sayılı Kanun’un 38.maddesi ile İİK.na eklenen geçici 10.maddeye göre, bu Kanunun ilgili hükümlerinin yürürlüğe girdiği tarihten önce başlatılan takip işlemleri hakkında değişiklikten önceki hükümlerin uygulanmasına devam edilir. Geçici 10. maddedeki “takip işlemleri” ibaresini “takip talebi” olarak anlamak gerekir. Bu durumda 6352 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 05.07.2012 tarihinden önce yapılmış olan icra takipleri üzerine açılan ve açılacak olan menfi tespit davalarında İİK.nun 72/4.maddesindeki tazminat asgari % 40 olarak uygulanacaktır. 6352 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 05.07.2012 tarihinden sonra yapılan icra takipleri üzerine açılacak olan menfi tespit davalarında ise İİK.nun 72/4.maddesindeki tazminat asgari % 20 olarak uygulanacaktır. Somut olayda davalının başlattığı icra takibinin tarihi 25.11.2010 olup, 6352 sayılı Kanun’un 38. maddesi ile İİK.ya eklenen geçici 10.maddesi uyarınca davacı aleyhine % 40 oranında tazminata hükmedilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme sonucu % 20 oranında tazminata hükmedilmesi anılan yasa hükmüne aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddine, (2) nolu bentte belirtilen sebeplerle hükmün davalı yararına BOZULMASINA…

MENFİ TESPİT DAVASI / BORCUN TAKSİTLENDİRİLMESİ

T.C.

YARGITAY
Onüçüncü Hukuk Dairesi
E. 2006/1187
K. 2006/4190
T. 21.3.2006
MENFİ TESPİT DAVASI
BORCUN TAKSİTLENDİRİLMESİ
5464 s. BANKA KARTLARI VE KREDİ KARTLARI KANUNU [Geçici Madde 4]
4077 s. TÜKETİCİNİN KORUNMASI HAKKINDA KANUN [Geçici Madde 1]
4822 s. TÜKETİCİNİN KORUNMASI HAKKINDA KANUNDA DEĞİŞİKLİK … [Geçici Madde 1]
4822 s. TÜKETİCİNİN KORUNMASI HAKKINDA KANUNDA DEĞİŞİKLİK … [Geçici Madde 2]
Taraflar arasındaki menfi tespit davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı esas davanın kabulüne, karşı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Davacı, davalı bankadan aldığı kredi kartı kullanımından kaynaklanan borcu için bankanın takip yaptığını, 4822 sayılı Kanundan faydalanmak için başvurduğunu, bankanın gönderdiği ödeme planını kabul etmediğini bildirerek borcun tespitini talep etmiştir. Birleşik davada, davacı banka, borcun tahsili için başlattığı icra takibine yöneltilen itirazın iptalini talep etmiştir.
Davalı, davanın reddini talep etmiştir.
Mahkemece, her iki dava dosyası birleştirilerek dava, tespit davası olarak görülerek borcun 4822 sayılı Yasaya göre tespiti ile taksitlendirilmesine karar verilmiş, hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.
01.03.2006 tarihinde yürürlüğe giren Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanununun Geçici 4. maddesinde: Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibariyle kendisine dönem sonu borcunu ödemesi için ihtar çekilmiş veya haklarında icra takibi başlatılmış ya da 31.01.2006 tarihine kadar temerrüde düşmüş olan kredi kartı borçlularının altmış gün içerisinde kredi veren kuruluşa yasada öngörüldüğü şekilde müracaat ederek borçlarını taksitle ödemek istediklerini beyan etmeleri halinde düzenlenecek ödeme planını imzalamaları ve ilk taksiti peşin ödemeleri şartıyla son dönem borcu tamamen tahsil edilinceye kadar yıllık %18 faiz oranı üzerinden hesaplanacak borç tutarını icra takip, dava masraf ve harçları, vekalet ücreti ile birlikte onsekiz eşit taksitte ödeme hakkına sahip olacağı düzenlenmiştir.
Daha önce yine kredi kartı borçları ile ilgili olarak, 4077 sayılı Yasaya 4822 sayılı Yasa ile eklenen Geçici 2. maddeden faydalananların, 5464 sayılı Yasanın Geçici 4. maddesinden faydalanamayacağına dair, bu yasada bir hüküm ve düzenleme bulunmamaktadır. O nedenle, 4822 sayılı Yasa ile getirilen Geçici 2. madde kapsamında kalsa dahi, henüz borç tamamen ödenerek kapanmayan veya yargılaması devam eden kredi kartı borçları hakkında da 5464 sayılı Yasanın Geçici 4. maddesinin şartları varsa uygulanmasının kabulü gerekir. Kredi kartı borçlusu olan davacının bu yasadan faydalanması, yasanın yayımlandığı tarihten itibaren 60 günlük süre içinde kredi kartı veren kuruluşa veya avukatına yazılı olarak müracaatına bağlı tutulmuştur. Bu durumda, mahkemece, kredi kartı borçlusunun yasada öngörülen sürede bankaya veya avukatına bir müracaatı olup olmadığı, davacı ve davalı bankadan sorulup araştırılarak, şayet başvurusu var ise bu Yasanın Geçici 4. maddesine göre borcun belirlenip sonucuna uygun karar verilmesi için hükmün bozulması gerekir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenle kararın davacı yararına BOZULMASINA, davacının sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine gerek olmadığına, 21.3.2006 günü oybirliği ile karar verildi.