Etiket arşivi: OLARAK

İşveren baskısıyla istifa halinde, işçinin haklı olarak sözleşmeyi feshi vardır

Yargıtay 7. Hukuk Dairesi, 2013/16406 esas ve 2013/12573 karar sayılı 03.07.2013 tarihli kararı

“İşverenin baskısı sonucu düzenlendiği anlaşılan istifa dilekçesine değer verilemez. Bu durumda işçinin haklı olarak sözleşmeyi feshettiği sonucuna varılmalıdır.”

Dava Türü: İşe iade

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dosya incelendi, gereği görüşüldü:

Davacı iş sözleşmesinin haksız olarak sendikal nedenle feshedildiğini belirterek, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini istemiştir.

Davalı vekili, davacının iş sözleşmesini kendi talebine binaen feshedildiğini, ayrıca davacı aleyhine şirket tarafından 2012/527 E. Sayılı dosya ile ihbar tazminatı için dava açıldığını bildirerek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece, davacının iş akdini feshettiği tarih ile TEKSİF Sendikası üyelik başvuru tarihlerinin 27.08.2012 olduğu, davacının 27.08.2012 tarihli dilekçesine yönelik irade fesadı iddiasının olmadığı, Mahkememize ait davacı Cuma KÖSE hakkındaki 2012/437-2012/834 ve davacı Fatih OKUMUŞ hakkındaki 2012/439-2012/835 ve davacı Gülperi DOMURCUKGÜL hakkındaki 2012/440-2012/836 ve davacı Tolga ÇINAR hakkındaki 2012/441- 2012/837 ve davacı Ökkeş CANPOLAT hakkındaki 2012/442-2012/838 ve davacı Yasin KARATURNA hakkındaki 2012/443-2012/839 ve davacı Veysel YILMAZ hakkındaki 2012/444-2012/840 ve davacı Elife DOĞAN hakkındaki 2012/445-2012/841 ve davacı Ayşe GEZER hakkındaki 2012/446-2012/842 Ayşe GEZER ve davacı Osman ÇIRAK hakkındaki 2012/447-2012/843 sayılı işe iade ve bağlı hakların hüküm altına alınmasına yönelik talepleri içerir davaların; davacıların ve vekillerinin vaki feragat talepleri nedeni ile 28.12.2012 günü davanın reddine karar verilmek sureti ile sonuçlandırıldığı ve tüm iş akitlerin fesih tarihinin 03.09.2012 olduğu ve tüm davacıların TEKSİF Sendikasına üyelik yönetim kurulu kabul tarihlerinin 10.08.2012 olduğu, davacı tanıklarının anlatımlarının; mevcut dava dosyası kapsamı ile somut olaya uygun olmadığı ve tüm dava dosyası kapsamı dikkate alınarak; davacı vekilinin iddialarının yerinde ve kabul edilebilir olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Genel olarak iş sözleşmesini fesih hakkı, karşı tarafa yöneltilmesi gereken tek taraflı bir irade beyanı ile iş sözleşmesini derhal veya belirli bir sürenin geçmesiyle ortadan kaldırabilme yetkisi veren, bozucu yenilik doğuran bir haktır. İşçinin haklı nedenle iş sözleşmesini derhal feshi 4857 sayılı İş Kanununun 24’üncü maddesinde düzenlenmiştir. İşçinin önelli fesih bildiriminin normatif düzenlemesi ise aynı Yasanın 17’nci maddesinde ele alınmıştır. Bunun dışında Yasada işçinin istifası özel olarak düzenlenmiş değildir.

İşçinin haklı bir nedene dayanmadan ve bildirim öneli tanımaksızın iş sözleşmesini feshi, istifa olarak değerlendirilmelidir. İstifa iradesinin karşı tarafa ulaşmasıyla birlikte iş ilişkisi sona erer. İstifanın işverence kabulü zorunlu değilse de, işverence dilekçenin işleme konulmamış olması ve işçinin de işyerinde çalışmaya devam etmesi halinde gerçek bir istifadan söz edilemez. Bununla birlikte istifaya rağmen tarafların belirli bir süre daha çalışma yönünde iradelerinin birleşmesi halinde, kararlaştırılan sürenin sonunda iş sözleşmesinin ikale yoluyla sona erdiği kabul edilmelidir. Şarta bağlı istifa ise kural olarak geçerli değildir. Uygulamada en çok karşılaşılan şekliyle, işçinin ihbar ve kıdem tazminatı haklarının ödenmesi şartıyla ayrılma talebi istifa olarak değil, ikale (bozma sözleşmesi) yapma yönünde bir icap olarak değerlendirilmelidir.

İşçinin istifa dilekçesindeki iradesinin fesada uğratılması da sıkça karşılaşılan bir durumdur. İşverenin tazminatların derhal ödeneceği sözünü vermek ve benzeri baskılarla işçiden yazılı istifa dilekçesi vermesini talep etmesi ve işçinin buna uyması halinde, gerçek bir istifa iradesinden söz edilemez. Bu halde feshin işverence gerçekleştirildiği kabul edilmelidir. İşverenin baskı uygulaması sonucu düzenlenen istifa dilekçesine değer verilemez. Dairemizce bu gibi hallerde feshin işverence gerçekleştirildiği, bununla birlikte işveren feshinin haklı olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiği kabul edilmektedir. İşçinin haklı nedenle derhal fesih nedenleri mevcut olduğu ve buna uygun biçimde bir fesih yoluna gideceği sırada, iradesi fesada uğratılarak işverence istifa dilekçesi alınması durumunda da istifaya geçerlilik tanınması doğru olmaz. Bu durumda işçinin haklı olarak sözleşmeyi feshettiği sonucuna varılmalıdır.

İstifa belgesine dayanılmakla birlikte, işçiye ihbar ve kıdem tazminatlarının ödenmiş olması, Türkiye İş Kurumuna yapılan bildirimde işveren feshinden söz edilmesi gibi çelişkili durumlarda, her bir somut olay yönünden bu çelişkinin istifanın geçerliliğine etkisinin değerlendirilmesi gerekir. İstifa belgesindeki ifadenin genel bir içerik taşıması durumunda, işçinin dava dilekçesinde somut sebepleri belirtmesinde hukuka aykırı bir yön bulunmamaktadır. Bu halde de istifanın ardındaki gerçek durum araştırılmalıdır.

İş sözleşmesinin istifa ile sona ermesi halinde, işçinin iş güvencesi hükümlerinden yararlanması mümkün olmadığı gibi, ihbar ve kıdem tazminatlarına da hak kazanamaz. İstifa durumunda işçinin işverene ihbar tazminatı ödemesi yükümü ortaya çıkabileceğinden, istifa türündeki belgelerin titizlikle ele alınması gerekir. İmzaya itiraz ya da metin kısmına ilaveler yapıldığı itirazı mutlak olarak teknik yönden incelenmelidir.

Somut olayda; davacı 26/11/2005 tarihinde işyerinde çalışmaya başlamış ve 27/08/2012 (İAB) kayıtlara göre yaklaşık 7 yıl davalı işyerinde çalışmıştır. Çalışanın dosyada mevcut 27.08.2012 tarihli kendi el yazısı ile yazdığı istifa dilekçesinin kuşku uyandıracak ibareler içermesi nedeniyle, hiçbir baskı altında kalmadan kendi hür iradesiyle bu dilekçeyi yazıp yazmadığı veya hangi nedenle istifa ettiği hususuna açıklık getirecek şekilde beyanının alınarak, (davalının cevap dilekçesinde hiç sebep yokken ayrılmak istediğini ve arkadaşlarından öğrendiğine göre ailevi nedenlerle istifa ettiğini beyan ettiği hususu ve istifa dilekçesinde işverene ait isnatlar nedeniyle çelişki bulunması) sair delillerin bu çerçevede değerlendirilerek taraflar arasında tartışmalı olan fesih pozisyonuna duraksamaya yer vermeyecek şekilde açıklık getirilip sonucuna göre değerlendirme yapmak gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsizdir.

Mahkemece eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı nedenle BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde davacıya iadesine, 03/07/2013 tarihinde oybirliği ile KESİN olarak karar verildi.

Eşin rızası alınmaksızın aile konutunun koca tarafından ipotek olarak gösterilmesi yasaya aykırı

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi yerel mahkemenin kararını önce bozdu. Ancak Hukuk Genel Kurulu, yerel mahkemenin direnme kararını yerinde bularak Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin kararını kaldırdı.
koca, evlerini ipotek göstererek bir bankadan kredi çekti
Habertürk’ten Fevzi Çakır’ın haberine göre olay 2011’de İstanbul’da yaşandı. Nurten P.’nin kocası Mehmet P., evlerini ipotek göstererek bir bankadan kredi çekti. Ancak borçlarını ödeyemeyince, kredinin çekildiği banka tarafından icra takibi başladı. Nurten P. eşinin borcundan haberi olmadığını, evlerine konulan ipoteğin kaldırılmasını ve evin icra yoluyla satışının durdurulmasını talep ederek dava açtı.

YARGITAY KARARI ONADI

Küçükçekmece 2. Aile Mahkemesi, eşin rızası alınmaksızın aile konutunun koca tarafından ipotek olarak gösterilmesinin yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verdi. Kararda, “Eşin, kocasının borcundan haberi yok; aile konutu üzerine konulan ipotek kaldırılsın” denildi. Hüküm davalı banka tarafından temyiz edildi. Temyiz istemini görüşen Yargıtay 2. Hukuk Dairesi yerel mahkemenin kararını önce bozdu. Ancak Hukuk Genel Kurulu, yerel mahkemenin direnme kararını yerinde bularak Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin kararını kaldırdı. Bu karar sonrası N.P.’nin talebi kabul edilerek aile konutu üzerindeki ipotek kaldırılacak.

Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • BOŞANMA, PART-TİME İŞÇİ OLARAK ÇALIŞAN KADIN, YOKSULLUK NAFAKASI VERİLECEĞİ

YARGITAY 2. Hukuk Dairesi
ESAS: 2014/2559
KARAR: 2014/4063

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm, davacı-karşı davalı tarafından reddedilen yoksulluk nafakası, hükmedilen manevi tazminatın ve iştirak nafakasının miktarı ile vekalet ücreti yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davacı-karşı davalı kadının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.

2-Davacı-karşı davalı kadının boşanma davası kabul edildiği halde kendini vekille temsil ettiren kadın yararına yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca maktu vekalet ücretine hükmolunmaması doğru değildir.

3-Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz. (TMK m.175) Toplanan delillerden; davacı-davalı kadının part time olarak işçi statüsünde çalıştığı, asgari ücretin altında bir aylık aldığı, düzenli ve sürekli bir gelirinin olmadığı, boşanmakla yoksulluğa düşeceği anlaşılmaktadır. O halde, davacı-karşı davalı kadın yararına geçimi için uygun miktarda yoksulluk nafakası takdiri gerekirken isteğin reddi doğru görülmemiştir.

SONUÇ:Temyiz edilen hükmün yukarıda 2. ve 3. bentlerde gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu bölümlerinin ise yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 27.02.2014

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — Pzt Mar 16, 2015 8:54 pm


Yargıtay Ceza Genel Kurulu Kararları • UYAP’A EVRAKIN KAYIT TARİHİ, HAVALE TARİHİ OLARAK ESAS ALINMASI GEREKTİĞİ

T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
ESAS NO: 2013/14-742
KARAR NO: 2014/16
KARAR TARİHİ..: 21.01.2014

>Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemine Kaydedilen Belgelerin Kayıt Tarihi – Havale Tarihi – Temyiz Tarihi

ÖZET: Cumhuriyet Başsavcılıkları ile Adli Yargı İlk Derece Ceza Mahkemeleri Yazı İşleri Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmelik ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun ilgili genelgesine göre UYAP’a kaydedilerek elektronik ortama aktarılan belgelerle ilgili kayıt tarihi bu işlemler yönüyle havale tarihi olarak esas alınması gerekir.

Sanık Metin’in katılanlara karşı gerçekleştirmiş olduğu kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan 5237 sayılı TCK’nın 37. maddesi yollamasıyla 109/2, 109/3-b, 109/5, 43, 62 ve 53. maddeleri uyarınca 5 yıl 15 ay hapis, katılan Zehra’ya karşı gerçekleştirmiş olduğu cinsel saldırı suçundan ise aynı kanunun 102/2,62 ve 53. maddeleri uyarınca 5 yıl 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin, Sakarya 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 06.09.2012 gün ve 359-170 sayılı hükmün sanık müdafii ve katılan Neslihan tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 14. Ceza Dairesince 28.03.2013 gün ve 1502 – 3525 sayı ile;

"Sanık Metin müdafiinin hâkim havalesi bulunmayan temyiz dilekçesinde, yazı işleri müdürünün temyize ilişkin kayıt şerhinin temyiz süresinden sonra olan 14.09.2012 tarihini taşıdığı anlaşıldığından, süresi içinde yapılmayan temyiz isteğinin 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gözetilerek CMUK’nın 317. maddesi uyarınca reddine,

Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan kurulan hükümlere yönelik katılan Neslihan vekilinin temyiz dilekçesi üzerine yapılan incelemede;

Oluşa göre, sanıkların, her iki mağdüreye karşı kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunu işlediğinin anlaşılmış bulunması karşısında mağdure sayısınca suç oluşacağı gözetilmeksizin, zincirleme suç hükümlerinin uygulanması suretiyle eksik ceza tayini" isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 11.09.2013 gün ve 256799 sayı ile;

"…Sanık müdafii 13.09.2012 tarihinde saat 10.52 de tarama merkezine vermiş olduğu temyiz dilekçesini uyap ortamında aktarmıştır. Uyap kayıtlarında bu durum açık olarak görülmektedir. Mahkeme yazı işleri müdürü temyiz dilekçesini 14.09.2012 tarihinde temyiz defterine kaydettiğinden temyiz süresinin hesaplanmasında bu tarih dikkate alınmıştır.

Sanık müdafii 13.09.2012 tarihinde ve süresi içinde temyiz iradesini açıklayan dilekçesini uyap ortamından dosyaya aktardığından temyiz süresinde yapılmıştır. Mahkeme yazı işleri müdürünün temyiz dilekçesini bir gün sonra onaylayarak temyiz defterine geç kaydetmesi sanığın temyiz hakkını ortadan kaldırmamalıdır. Bu nedenlerle sanık Metin müdafiinin temyiz isteminin reddine ilişkin kararın kaldırılması gerektiği" görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.

CMK’nın 308/1. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece 26.09.2013 gün ve 8559-9722 sayı ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmemesi üzerine dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

İtirazın kapsamına göre inceleme, sanık Metin hakkında kurulan hükümlerle sınırlı olarak yapılmıştır.

Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık müdafiinin temyiz dilekçesini adliye tarama merkezine müracaat ederek tarattığı 13.09.2012 tarihinin mi, yoksa mahkeme yazı işleri müdürünün dilekçeyi havale ettiği 14.09.2012 tarihinin mi temyiz tarihi olarak esas alınması gerektiği, bu bağlamda sanık müdafiinin temyiz isteminin süresinde olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından; 06.09.2012 günü tefhim edilen hükme yönelik olarak sanık müdafiinin 13.09.2012 günü adliyeye müracaat ederek görevlilerin yönlendirmesi ile tarama merkezinde temyiz dilekçesini taratıp dijital ortama aktardığı, ilgililerce dilekçenin üzerine "TARANDI" ibaresinin yazıldığı, hakim havalesi bulunmayan dilekçe üzerindeki mahkeme yazı işleri müdürlüğü temyiz kayıt tarihinin 14.09.2012 olduğu, UYAP ortamında sanık müdafiinin temyiz dilekçesinin verilme tarihinin 13.09.2012 saat 10.52 olarak kayıtlı olduğu, mahkeme temyiz defterinde sanık müdafiinin temyiz dilekçesi ile ilgili olarak, geldiği tarihin 13.09.2012, dilekçe veya layiha tarihinin ise 14.09.2012 olarak kayıtlı olduğu, Yargıtaya dosya gönderme formunda da temyiz tarihinin 13.09.2012 olarak gösterildiği anlaşılmaktadır.

Olağan kanun yollarından olan temyiz incelemesinin yapılabilmesi İçin, kanuna ve usulüne uygun bir temyiz davası açılması; temyiz davasının açılabilmesi için ise 1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 310. maddesine göre "süre" ve "istek" şartlarının birlikte gerçekleşmesi gereklidir.

CMUK’nın 310. maddesi, temyiz incelemesi yapılabilmesinin ilk şartı olan ve uyuşmazlık konusunu da ilgilendiren süreyi, hükmün tefhiminden ve tefhim edilememiş ise tebliğinden başlamak üzere bir hafta olarak belirlemiştir.

Temyiz davası açılabilmesi için gerekli olan ikinci şart ise istektir.

Ceza yargılaması hukukunun temel prensiplerinden "davasız yargılama olmaz" ilkesinin doğal sonucu olarak, temyiz davası kendiliğinden açılamayacağından, bu konuda bir istek bulunması ve bu isteğin de hak ve yetkisi olan kişilerce yerine getirilmesi zorunluluğu aranmış, süre ve istek şartlarına uygun temyiz davası açılmamış olması durumunda Yargıtay tarafından hükmün incelenmesinin mümkün olmadığı ilkesi benimsenmiştir. Ancak kuralın istisnasına ihtiyaç duyan kanun koyucu, CMUK’nın 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereği halen yürürlükte olan 305. maddesinin birinci fıkrasındaki düzenleme ile bu ilkeden ayrılarak on beş yıl ve daha fazla hürriyeti bağlayıcı cezaya dair mahkûmiyetlerde istek şartından sanık lehine vazgeçip temyiz incelemesinin kendiliğinden (re’sen) yapılmasını kabul etmiştir.

Uyuşmazlığın çözüme kavuşturulabilmesi açısından Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) ve ilgili mevzuat üzerinde de durulmalıdır.

Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP), Yüksek Mahkemeler de dahil olmak üzere bütün yargı organları ile birlikte adli tıp ve icra daireleri arasında bilgi alışverişinin elektronik ortama taşınması, evrakın elektronik ortamda güvenli bir şekilde depolanması, kişilere internet üzerinden hizmet verilmesi, diğer kurumlarla elektronik ortamda hızlı, etkin ve güvenilir bilgi alışverişinin sağlanması ve bu kurumlardan istenilmesi gereken bilgilerin sistem tarafından hazır edilmesi, kısaca adalet hizmetlerinin daha hızlı ve güvenilir bir şekilci«* yerine getirilmesi amacıyla uygulamaya konulan bir bilişim sistemi projesidir.

Bu doğrultuda, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun "Elektronik İşlemler" başlıklı 445. maddesinde; "UYAP (Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi), adalet hizmetlerinin elektronik ortamda yürütülmesi amacıyla ol üştürülün bilişim sistemidir. Dava ve diğer yargılama İşlemlerinin elektronik ortamda gerçekleştirildiği hâllerde UYAP kullanılarak veriler kaydedilir ve saklanır" 5271 sayılı CMK’na 6352 sayılı Kanunun 95. maddesi ile eklenen "Elektronik İşlemler" başlıklı 38/A maddesinin birinci fıkrasında; "Her türlü ceza mahkemesi işlemlerinde UYAP (Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi) kullanılır. Bu işlemlere ilişkin her türlü veri, bilgi, belge ve karar, UYAP vasıtasıyla işlenir, kaydedilir ve saklanır" şeklindeki düzenlemeler ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sisteminin işlevi ve kullanılacağı alanlar tanımlanmıştır.

Cumhuriyet Başsavcılıkları ile Adli Yargı İlk Derece Ceza Mahkemeleri Yazı İşleri Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmeliğin "Gelen evrakın havalesi" başlıklı 88. maddesinde; "…(3) Ön büro kurulan yerlerde mahkemelere gelen evrakın havale işlemi adlî yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonu başkanlığının yetki vereceği yazı işleri müdürü veya zabıt kâtipleri tarafından yapılır.

(4) Evrakın alındığına ve elektronik ortama aktarıldığına dair başvuru sahibine ücretsiz olarak bir alındı belgesi verilir. Bu belge aynı zamanda havale yerine geçer" hükmü getirilmiştir.

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun "Havale İşlemleri" başlıklı 24 no lu genelgesinde ise; "…Masraf, zaman ve hak kaybına sebep olunmaması, yasal sürelerin tespiti yönünden oluşabilecek tereddütlerin önlenmesi bakımından;

1- Havale için ibraz edilen dilekçe veya belgenin konusu Ve alındığı tarih ve sayıyı gösteren "Alındı Belgesinin ücretsiz olarak ilgilisine verilmesi,

2- Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sisteminin (UYAP) tüm ülke çapında tam olarak 01.09.2008 tarihinden itibaren kullanılmaya başlanmasıyla birlikte kalem hizmetlerinin yapılmasında kullanılan defter ve kartonlar ile diğer işlemlerin,

UYAP ortamında oluşturulması ve yapılması esası benimsendiğinden; dilekçe veya belgelerin mümkünse dijital ortamda alınarak, mümkün değilse okunaklı bir şekilde taranarak zamanında, doğru ve eksiksiz biçimde UYAP’a kaydedilmesi, İm kaydın tarihinin havale tarihi olarak kabul edilmesi; bu hizmetlerin hızlı, verimli ve düzenli bir şekilde yapılıp yapılmadığının takip edilerek denetiminin sağlanması…"görüşlerine yer verilmiştir.

Görüldüğü üzere Cumhuriyet Başsavcılıkları ile Adli Yargı İlk Derece Ceza Mahkemeleri Yazı İşleri Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmelik ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun ilgili genelgesine göre UYAP’a kaydedilerek elektronik ortama aktarılan belgelerle ilgili kayıt tarihinin ilgili işlemler yönüyle havale tarihi olarak esas alınması gerekmektedir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sanık müdafii 06.09.2012 günü yüzüne karşı verilen hükme yönelik olarak, bir haftalık temyiz süresinin son günü olan 13.09.2012 tarihinde adliyeye müracaat ederek hükmü temyiz etmek istediğini gösteren dilekçesini ibraz etmiş ve bu dilekçesi aynı gün dijital ortamda dosyaya aktarılmıştır. Bu aşamadan sonra adliyenin iç işleyişinden kaynaklanan gecikme ya da sorunların sanık aleyhine değerlendirilmemesi gerekir. Kaldı ki mahkeme temyiz defteri ile Yargıtay’a dosya gönderme formunda temyiz tarihinin 13.09.2012 olduğu belirtilmiştir. Bu nedenle, sanık müdafiinin temyiz dilekçesinin taranarak UYAP’a aktarılma tarihinde temyiz edildiği ve dolayısıyla temyiz başvurusunun yasal süre içerisinde yapıldığı kabul edilmelidir.

Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Dairenin "temyiz isteminin reddine ilişkin" kararı ile sanık Metin ve buna bağlı olarak sanık Dursun’un katılanlara karşı gerçekleştirmiş oldukları kişiyi hürriyetinden yoksun kılma eylemi nedeniyle kurulan hükme yönelik olarak bozma kararının kaldırılmasına ve dosyanın sanıkların katılanlara karşı gerçekleştirmiş oldukları kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçu ile sanık Metin’in katılan Zehra’ya karşı gerçekleştirmiş olduğu cinsel saldırı suçu yönünden sanık Metin’in de başvurusu gözönünde bulundurmak suretiyle temyiz incelemesi yapılması için Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1-Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,

2-Yargıtay 14. Ceza Dairesinin 28.03.2013 gün ve 1502 – 3525 sayılı "temyiz isteminin reddine dair" kararı ile sanık Metin ve buna bağlı olarak sanık Dursun’un katılanlara karşı gerçekleştirmiş oldukları kişiyi hürriyetinden yoksun kılma eylemi nedeniyle kurulan hükme yönelik olarak bozma kararının KALDIRILMASINA,

3-Dosyanın, sanıkların katılanlara karşı gerçekleştirmiş oldukları kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçu ile sanık Metin’in katılan Zehra’ya karşı gerçekleştirmiş olduğu cinsel saldırı suçu yönünden sanık Metin’in de başvurusu göz önünde bulundurulmak suretiyle temyiz incelemesi yapılması İçin Yargıtay 14. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 21.01.2014 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Cum Mar 13, 2015 12:40 pm


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • KİRA GELİRİ ÜZERİNDEN ECRİMİSİL BELİRLENMESİ, OTOPARK OLARAK KULLANILAN YER

YARGITAY 1. Hukuk Dairesi
ESAS: 2013/16267
KARAR: 2014/4059

Taraflar arasında görülen ecrimisil davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü.

Dava, ecrimisil isteğine ilişkindir.

Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; dava konusu 10216 parsel sayılı taşınmaz ile 16897 parsel sayılı taşınmazın davacı şirket mülkiyetinde olduğu, davalı şirketin kayıttan ve mülkiyetten kaynaklanan bir hakkının bulunmadığı, davalının aynı yerdeki 20348 parsel sayılı taşınmazdaki binada 01.08.2011 başlangıç tarihli kira sözleşmesi ile, 2 parsel sayılı taşınmazda ise 01.06.2005 başlangıç tarihli sözleşme ile kiracı olduğu, ecrimisil istemine konu taşınmazlar başında yapılan uygulama sonucunda taşınmazların boş ve terk edilmiş olduğu, ancak parsellerin kenarlarındaki tel çit ve tabanları ile otopark çizgilerinin mevcut olduğu ve sonradan kaldırıldığının saptandığı, ayrıca 453 m² olan 16897 parsel sayılı taşınmaz ile 230 m² olan 10216 parsel sayılı taşınmazların tamamının 10.02.2007 tarihi ile 10.02.2012 tarihi arasında toplam 145.901,48 TL haksız işgal tazminatı getirebileceğinin hesaplandığı, mahkemece de taleple bağlı kalınarak 136.600,00 TL ecrimisilin davalıdan tahsiline karar verildiği anlaşılmaktadır.

Davacı, kayden maliki olduğu taşınmazların beş yıldan uzun süredir davalı işgalinde bulunduğunu ileri sürerek eldeki davayı açmış, yargılama aşamasında taşınmazların davalı tarafından müşteri otoparkı olarak kullanıldığını açıklamıştır. Davalı ise, işgalinin bulunmadığını belirterek, davanın reddini savunmuştur.

Bilindiği üzere; öğretide ve yargısal uygulamalarda ifade edildiği gibi ecrimisil, diğer bir deyişle haksız işgal tazminatı, zilyet olmayan malikin, malik olmayan kötüniyetli zilyetten isteyebileceği bir tazminat olup, 08.03.1950 tarih 22/4 sayılı İnançları Birleştirme Kararında; fuzuli işgalin tarafların karşılıklı birbirine uygun iradeleri ile kurduğu kira sözleşmesine benzetilemeyeceği, niteliği itibarı ile haksız bir eylem sayılması gerektiği, haksız işgal nedeniyle oluşan zararın tazmin edilmesi gerekeceği vurgulanmıştır. Ecrimisil, haksız işgal nedeniyle tazminat olarak nitelendirilen özel bir zarar giderim biçimi olması nedeniyle, en azı kira geliri karşılığı zarardır. Bu nedenle, haksız işgalden doğan normal kullanma sonucu eskime şeklinde oluşan olumlu zarar ile kullanmadan kaynaklanan olumlu zarar ile malik ya da zilyedin yoksun kaldığı fayda (olumsuz zarar) ecrimisilin kapsamını belirler. Haksız işgal, haksız eylem niteliğindedir. (YHGK’nun 25.02.2004 gün ve 2004/1-120-96 sayılı kararı)

Ayrıca, ecrimisil hesabı uzmanlık gerektiren bir husus olup, taşınmazın niteliğine uygun bilirkişi marifetiyle keşif ve inceleme yapılarak ve taleple bağlı kalınarak haksız işgal tazminatı miktarı belirlenmelidir. Alınan bilirkişi raporu, somut bilgi ve belgeye dayanmalı, tarafların ve hakimin denetimine açık olmalı ve değerlendirmenin gerekçelerinin bilimsel verilere uygun şekilde HMK’nın 266 vd. maddelerine uygun olarak açıklanması gereklidir.

Özellikle arsa ve binalarda kira esasına göre talep varsa, taraflardan emsal kira sözleşmeleri istenmeli, gerekirse benzer nitelikli yerlerin işgal tarihindeki kira bedelleri araştırılıp, varsa emsal kira sözleşmeleri de getirtilerek resen emsal araştırılmalı, dava konusu taşınmaz ile emsalin somut karşılaştırması yapılmalı, üstün veya eksik tarafları belirlenmelidir.

İlke olarak, kira geliri üzerinden ecrimisil belirlenmesinde, taşınmazın dava konusu ilk dönemde mevcut haliyle serbest şartlarda getirebileceği kira parası, emsal kira sözleşmeleri ile karşılaştırılarak, taşınmazın büyüklüğü, niteliği ve çevre özellikleri de nazara alınarak yöredeki rayice göre belirlenir. Sonraki dönemler için ecrimisil değeri ise ilk dönem için belirlenen miktara ÜFE artış oranının tamamının yansıtılması suretiyle bulunacak miktardan az olmamak üzere takdir edilir.

Öte yandan, TMK’nin 6. maddesi uyarıca iddia sahibi iddiasını ispat ile yükümlü olup, ecrimisil isteğine ilişkin davalarda da, öncelikle davacının işgalin varlığını, süresini ve işgalli alanın miktarını kanıtlaması gerekmektedir.

Somut olayda ise, işgalin hangi tarihler arasında devam ettiği ve taşınmazların tamamının işgal edilip edilmediği hususu saptanmadan, hava fotoğrafları esas alınmak suretiyle taşınmazların tamamı üzerinden ecrimisile karar verilmiştir. Bilirkişi raporunda taşınmazların keşiften önce kullanıldığına dair bir kısım izlerin bulunduğu belirtilmesine karşın, bu izlerin taşınmazların tamamında bulunup bulunmadığı yönünde bir değerlendirme yapılmamıştır. Ancak davalı taraf, yargılama aşamasında işgalin varlığını kabul etmemiş ise de, 20.02.2014 tarihinde sunduğu ek temyiz dilekçesinde kiracı olduğu taşınmazları 2005 yılından beri teslim edilen sınırlara göre kullandığını, ancak davadan önce mal sahiplerine tebliğ edilen ihtarname üzerine sınırın işgalli alanın dışına çekildiğini, taşınmazların bir bölümünün de yeşil alan olduğunu belirterek, yaptırdığı ölçümlere ilişkin krokileri dosyaya sunduğu ve varsa bile taşkın olarak kullanılan kısımların 10216 parselde 128,04 m2, 16897 parselde ise 265,40 m2 olduğunu açıkladığı anlaşılmaktadır.

Bu durumda, mahkemenin davalının kiracı olduğu taşınmazlar dışında kayden davacıya ait 10216 ve 16897 parsel sayılı taşınmazları da kullandığı yönündeki kabulü doğru ise de, bu kullanımın kapsamı ve davalının taşınmazdan el çektiği tarih saptanmadan yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru olmadığı gibi, hükme esas alınan bilirkişi raporundaki hesap yöntemi de yukarıda açıklanan ilke ve esaslara uygun değildir. Şöyle ki; emsal araştırması yapılmamış, taşınmazların değerinin % 5 inin yıllık kira bedeli olacağı gerekçeleri ile ecrimisil miktarı belirlenmiştir.

O halde, mahkemece öncelikle davalının kullandığı kısım nedeniyle ecrimisilden sorumlu olacağı gözetilerek, taşınmazların tamamının davalı şirket tarafından kullanılıp kullanılmadığının, bazı bölümlerinin yeşil alan olup olmadığının duraksamaya yer vermeyecek şekilde saptanması, böyle bir saptamanın yapılamaması halinde ise davalının 20.02.2014 tarihli dilekçesinde taşkın olarak kullandığını açıkladığı miktarların esas alınarak, yukarıda açıklanan ilke ve esaslar doğrultusunda emsal araştırması da yapılarak, taşınmazların boş arsa olarak dava konusu edilen ilk dönemde getirebileceği kira parasının rayice göre belirlenmesi, sonraki dönemler için de ilk dönem için belirlenen miktara ÜFE artış oranının tamamının yansıtılması suretiyle bulunacak miktarın (temyiz edenin sıfatı da gözetilerek) hüküm altına alınması gerekirken, noksan soruşturma ve yetersiz bilirkişi raporuna dayanılarak yazılı şekilde karar verilmiş olması isabetsizdir.
Davalı vekilinin bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü(6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 24.02.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — Pzt Mar 09, 2015 10:51 pm


İdare ve Vergi Hukuku • İstihdam fazlası personel olarak atanma

Özelleşme kapsamına alınan 399’a tabi bir kuruluştan istihdam fazlası personel olarak Eylül 2014’te havuza aktarıldım.Ocak 2015 maaşımı da eski kurumumdan aldıktan bir gün sonra 16.01.2015 tarihinde eski kurumumdan ilişiği kestim ve 15 gün sonra yeni kurumuma başladım.Eski kurumumun göndermiş olduğu maaş nakil belgesinde hem DPB’ye bildiririlen net maaş(Eylül 2014 maaşı),hem de brüt ücret(Ocak 2015 tarihine ait) yazıyor.Eylül 2014′ maaşıyla devam edersem yeni kurumumda,büyük miktarda maaş kaybım olacak.Yeni kurumumda en son almış olduğum Ocak 2015 maaşıyla devam etmek istiyorum.Ocak 2015’te en son aldığım maaş kazanılmış hak doğurur mu bana?Ve oldu ki Eylül 2014 maaşıyla devam ettirirlerse bu konuda bir emsal karar var mıdır?Acil olarak cevaba ihtiyacım vardır.Yardımcı olursanız çok sevinirim.Saygılar.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: herzamanhukuk_670 — 06 Şub 2015, 13:43


Danıştay İdare ve Vergi Daireleri Kararları • GAYRİMENKUL ALIM SATIMI, TİCARİ KAZANÇ OLARAK VERGİLENDİRME

DANIŞTAY 4. Daire
ESAS: 2011/9055
KARAR: 2014/911

İstemin Özeti : Davacının 2008 yılında yaptığı birden fazla gayrimenkul alım satımı nedeniyle elde ettiği ticari kazancını beyan etmediği ileri sürülerek bulunan matrah üzerinden salınan gelir vergisi, 2008/10-12’nci dönemi için salınan geçici vergi ile kesilen vergi ziyaı cezaları, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 353/1’inci maddesi uyarınca kesilen özel usulsüzlük cezası ile işe başlamayı bildirmediği iddiasıyla aynı Kanun’un 352/I-7 gereğimce kesilen usulsüzlük cezasının kaldırılması istemiyle dava açılmıştır. Sivas Vergi Mahkemesinin 20/07/2011 günlü ve E:2010/634, K:2011/475 sayılı kararıyla; davacının, 2008 yılında Antalya Yeşilbayır Köyü Belediyesi’nden ihale ile beş taksitle aldığı beş arsayı aynı yıl içinde farklı alıcılara sattığının tespit edildiği, ticari faaliyet kapsamında olduğu ileri sürülen söz konusu arsaların alım ve satım bedelleri arasındaki farkın davacının beyanlarına dayalı olarak belirlendiği belirtilerek bu farkın matrah farkı olarak dikkate alınarak dava konusu cezalı gelir vergisinin salınıp, aslı aranmayan geçici vergi üzerinden vergi ziyaı cezasının kesildiği, anılan satışlar için fatura düzenlenmediği için özel usulsüzlük cezası ile işe başlamayı zamanında bildirilmemesi nedeniyle usulsüzlük cezası kesildiği, davacının 2008 yılı içerisinde çok sayıda gayrimenkul üzerinde yine çok sayıda tapu işlemine taraf olduğu ve gayrimenkul alım-satım işlemlerindeki yoğunluğu ticaret boyutuna vardırdığı sonucuna ulaşıldığından davacı adına salınan gelir vergisi ile kesilen vergi ziyaı cezalarında ve işe başlamayı zamanında bildirmemesi nedeniyle kesilen usulsüzlük cezasında hukuka aykırılık bulunmadığı, uyuşmazlıkta özel usulsüzlük cezası kesilmesini öngören ve bu cezanın kesilmesine dair koşulları düzenleyen maddede belirtilen unsurların bir arada gerçekleşmediğinden davacı adına kesilen özel usulsüzlük cezasında yasal isabet görülmediği gerekçesiyle davanın kısmen reddine, kısmen kabulüne karar verilmiştir. Hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek kararın bozulmasını istemektedirler.

Savunmanın Özeti : Davalı İdare temyiz isteminin reddi gerektiğini savunmuş, davacı, savunma vermemiştir.

Tetkik Hakimi Yavuz Şen’in Düşüncesi : Taraflarca temyiz dilekçelerinde öne sürülen hususlar, temyize konu mahkeme kararının bozulmasını sağlayacak nitelikte bulunmadığından taraflar temyiz isteminin reddi gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Dördüncü Dairesince gereği görüşüldü:

Davacının 2008 yılında yaptığı birden fazla gayrimenkul alım satımı nedeniyle elde ettiği ticari kazancını beyan etmediği ileri sürülerek bulunan matrah üzerinden salınan gelir vergisi, 2008/10-12’nci dönemi için salınan geçici vergi ile kesilen vergi ziyaı cezaları, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 353/1’inci maddesi uyarınca kesilen özel usulsüzlük cezası ile işe başlamayı bildirmediği iddiasıyla aynı Kanun’un 352/I-7 gereğimce kesilen usulsüzlük cezasının kaldırılması istemiyle açılan davanın kısmen reddine, kısmen kabulüne karar veren Vergi Mahkemesi kararı temyiz edilmiştir.

Davalı İdarenin temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, bozulması istenilen kararın dayandığı gerekçeler karşısında, yerinde ve kararın bozulmasını sağlayacak durumda görülmemiştir.

Davacının temyiz istemine gelince;

213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 3’üncü maddesinde, vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyetinin esas olduğu; vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyetinin yemin hariç her türlü delille ispatlanabileceği hükme bağlanmıştır. 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 37’nci maddesinin 1’inci fıkrasında, her türlü ticari ve sınai faaliyetlerden doğan kazançların ticari kazanç olduğu belirtilmiş, olay tarihinde yürürlükte bulunan 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 3’üncü maddesinde, bir ticarethane veya fabrika yahut ticari şekilde işletilen diğer bir müesseseyi ilgilendiren bütün muamele, fiil ve işlerin ticari işlerden olduğu açıklanmış, Ticaret Sicili Tüzüğü’nün 14’üncü maddesinin 2’nci fıkrasında ise, bir gelir sağlamayı hedef tutmayan veya devamlı olmayan faaliyetlerin ticari işletme sayılmayacağı belirtilmiş, 193 sayılı Kanun’un 37’nci maddesinin 2’nci fıkrasının 4’üncü bendinde de, gayrimenkullerin alım-satım ve inşa işleriyle devamlı olarak uğraşanların bu işlerinden elde ettikleri gelirin ticari kazanç olduğu öngörülmüştür. Buna göre, gayrimenkul alım satımının ticari faaliyet sayılabilmesi için ticari amaçla yapılması ve bu muamelelerin devamlılık arz etmesi gerekmekte olup, bu unsurun saptanmasının ise işin niteliği, özellikleri, organizasyonu ile muamelelerin sayısal çokluğu dikkate alınarak yapılabilecektir.

Davacı hakkında düzenlenen inceleme raporunda, 2008 yılında Antalya Yeşilbayır Köyü Belediyesi’nden ihale ile beş taksitte aldığı beş arsayı aynı yıl içerisinde farklı alıcılara sattığının tespit edildiği, söz konusu alım ve satım işlemlerinin ticari faaliyet kapsamında olduğu ileri sürülerek arsaların davacının ifadesine göre belirlenen alım ve satım bedelleri arasındaki farkın matrah farkı olarak esas alınarak dava konusu tarhiyatın yapıldığı, Vergi Mahkemesince, davacının 2008 yılı içerisinde çok sayıda gayrimenkul üzerinde yine çok sayıda tapu işlemine taraf olduğu ve gayrimenkul alım-satım işlemlerindeki yoğunluğu ticaret boyutuna vardırdığı sonucuna ulaşıldığından davacı adına salınan gelir vergisi ile kesilen vergi ziyaı cezalarında ve işe başlamayı zamanında bildirmemesi nedeniyle kesilen usulsüzlük cezasında hukuka aykırılık bulunmadığına karar verildiği anlaşılmıştır.

Ancak, uyuşmazlık döneminde alınan beş taşınmazı ihale yoluyla satın alan davacının bu gayrimenkulleri aynı dönem içinde satması dışında taşınmaz alım satımı faaliyetine yönelik başka bir tespitin bulunmaması karşısında, yalnızca bir yıl içinde gerçekleşen söz konusu alım satımların devamlılık arz ettiğinin kabulü mümkün olmadığından 193 sayılı Kanun’un 37’nci maddesinin 2’nci fıkrasının 4’üncü bendinde öngörülen koşulların gerçekleşmediği sonucuna ulaşılmıştır. Bu bakımdan, söz konusu gayrimenkullerin elden çıkarılması ticari faaliyet kapsamında değerlendirilemeyeceğinden davacı adına salınan vergiler ve kesilen cezalarda hukuka uyarlık görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulüyle, Sivas Vergi Mahkemesinin 20/07/2011 günlü ve E:2010/634, K:2011/475 sayılı kararının redde ilişkin kısmının bozulmasına, davalı İdarenin temyiz isteminin reddiyle kararın kabule ilişkin kısmının onanmasına 17/02/2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — 23 Oca 2015, 17:21


facebook kayıtları delil olarak, diğer delillerle desteklenirse hükme esas alınabilir

Yargıtay 2.Hukuk Dairesi, 2013/19577 esas sayılı ve  2014/1926 karar sayılı 05.02.2014 tarihli karar

BOŞANMA DAVASINDA FACEBOOK SİTESİ ÇIKTILARININ ESAS ALINMASI (Elektronik Ortamdaki Fotoğraf Film Görüntü Veya Ses Kaydı Gibi Veriler ve Benzer Bilgi Taşıyıcılar Diğer Delillerle Desteklendiklerinde “Delil” Olarak Hükme Esas Alınabileceği – Kocanın Güven Sarsıcı Davranışlarının Sabit Kabul Edilip Buna Bağlı Boşanma Kararı Verilemeyeceği/Hukuka Aykırı Delil)

FACEBOOK SİTESİ ÇIKTILARI (Boşanma Davası/Hukuka Aykırı Delil – Elektronik Ortamdaki Fotoğraf Film Görüntü Veya Ses Kaydı Gibi Veriler ve Benzer Bilgi Taşıyıcılar Diğer Delillerle Desteklendiklerinde “Delil” Olarak Hükme Esas Alınabileceği/Kocanın Güven Sarsıcı Davranışlarının Sabit Kabul Edilip Boşanma Kararı Verilemeyeceği)

ELEKTRONİK ORTAMDAKİ VERİLER (Fotoğraf Film Görüntü Veya Ses Kaydı Gibi ve Benzer Bilgi Taşıyıcılar/Diğer Delillerle Desteklenmediklerinde “Delil” Olarak Hükme Esas Alınamayacağı/Hukuka Aykırı Delil – Boşanma Davası/”Facebook” İsimli Sosyal Paylaşım Sitesi Kullanılarak Yapılan Çıktılar)

HUKUKA AYKIRI DELİL (Elektronik Ortamdaki Fotoğraf Film Görüntü Veya Ses Kaydı Gibi Veriler ve Benzer Bilgi Taşıyıcılar Diğer Delillerle Desteklendiklerinde “Delil” Olarak Hükme Esas Alınabileceği – “Facebook” İsimli Sosyal Paylaşım Sitesi Kullanılarak Yapılan Çıktılar/Mahkeme Tarafından Bir Vakıanın İspatında Dikkate Alınamayacağı)

4721/m. 166

6100/m. 189/2

ÖZET : Mahkemece; davacı tarafından dosyaya sunulan elektronik ortamdan elde edilen resimler ve elektronik ortamda (“Facebook” isimli sosyal paylaşım sitesi kullanılarak) yapılan görüşmelere ilişkin çıktılar esas alınarak, kocanın güven sarsıcı davranışları sabit kabul edilmiş, buna bağlı olarak boşanma kararı verilmiştir.

Elektronik ortamdaki fotoğraf, film, görüntü veya ses kaydı gibi veriler ve bunlara benzer bilgi taşıyıcılar, diğer delillerle desteklendikleri takdirde “delil” olarak hükme esas alınabilir. Bu veriler tek başına vakıaların ispatına yeterli değildir.

DAVA : Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm, davalı tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Mahkemece; davacı tarafından dosyaya sunulan elektronik ortamdan elde edilen resimler ve elektronik ortamda (sosyal paylaşım sitesi kullanılarak) yapılan görüşmelere ilişkin çıktılar esas alınarak, kocanın güven sarsıcı davranışları sabit kabul edilmiş, buna bağlı olarak boşanma kararı verilmiştir.

Elektronik ortamdaki fotoğraf, film, görüntü veya ses kaydı gibi veriler ve bunlara benzer bilgi taşıyıcılar, diğer delillerle desteklendikleri takdirde “delil” olarak hükme esas alınabilir. Bu veriler tek başına vakıaların ispatına yeterli değildir. Hükme esas alınan elektronik ortamdan elde edilen görüntülerdeki şahısların kocanın yakınları olduğu anlaşılmaktadır. “Facebook” isimli sosyal paylaşım sitesi kullanılarak kocanın, dayısıyla görüşmelerine ilişkin iletişim kayıtlarının da; davacının, sosyal paylaşım sitesinde kendisini “kocanın dayısı” yerine koymak suretiyle “dayısı ile koca” yazışıyormuş görüntüsü verilerek davacı tarafından oluşturulduğu, davacının da bunu kabul ettiği anlaşılmaktadır. Bu halde, sosyal paylaşım sitesi üzerinden yapılan görüşme kayıtları da vakıaların ispatında dikkate alınamaz (HMK md. 189/2).

Dosyada sözü edilen elektronik veriler dışında taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan bırakmayacak nitelikte bir geçimsizliği kabule elverişli ciddi sebep ve deliller tespit edilememiş, Türk Medeni Kanununun 166. maddesinde yer alan çekilmezlik ve temelden sarsılma olgusu davada gerçekleşmemiştir. Bu durumda davanın reddi gerekirken, yetersiz gerekçe ile boşanmaya karar verilmesi doğru bulunmamıştır.

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre diğer yönlerin incelenmesine yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle, 05.02.2014 tarihinde karar verildi