Etiket arşivi: OLDUĞU

İşçi gece süresini saptayan (tis) bağlayıcı olduğu

T.C

YARGITAY

7. HUKUK DAİRESİ

Esas No. 2013/20019

Karar No. 2014/4796

Karar Tarihi: 27.02.2014

 

GECE SÜRESİNİ SAPTAYAN TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ (TİS) HÜKMÜNÜN BAĞLAYICI OLDUĞU

ÖZETİ: Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda, davacının belirlenen 17:00-02:00 saatleri arasındaki çalışma süresinin tümü için gece zammı hesaplaması yapılmıştır. Toplu İş Sözleşmesinin 59. Maddesi (b) fıkrasında, saat 20:00-06:00 saatleri arasında yapılan normal çalışmaların gece çalışması olduğu ve bu saatlerde çalışan işçilere ücretlerinin %25 zamlı ödeneceği belirtilmiştir. Davacının 17:00-02:00 saatleri arasında çalıştığı belirlenmiş ise de, TİS 59. Maddesi zamlı ücret uygulanacak çalışma saatlerini açıkça belirtmiştir. Hal böyle olunca, davacının çalışma saatleri ve TİS 59. Maddesi birlikte değerlendirildiğinde 20:00-02:00 saatleri arasındaki çalışması için zamlı ücret hesaplaması yapılması gerekirken, TİS kapsamını aşacak şekilde hesaplama yapan bilirkişi raporuna göre karar verilmiş olması hatalı olup bozma nedenidir.

DAVA: Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dosya incelendi, gereği görüşüldü:

1-Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayandığı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında

kalan temyiz itirazlarının reddine,

2- Davacı, TİS kapsamında gece çalışma alacağının tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur. Mahkemece, bilirkişi raporu doğrultusunda davanın kabulüne karar verilmiştir.

Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda, davacının belirlenen 17:00-02:00 saatleri arasındaki çalışma süresinin tümü için gece zammı hesaplaması yapılmıştır. Toplu İş Sözleşmesinin 59. Maddesi (b) fıkrasında, saat 20:00-06:00 saatleri arasında yapılan normal çalışmaların gece çalışması olduğu ve bu saatlerde çalışan işçilere ücretlerinin %25 zamlı ödeneceği belirtilmiştir. Davacının 17:00- 02:00 saatleri arasında çalıştığı belirlenmiş ise de, TİS 59. Maddesi zamlı ücret uygulanacak çalışma saatlerini açıkça belirtmiştir. Hal böyle olunca, davacının çalışma saatleri ve TİS 59. Maddesi birlikte değerlendirildiğinde 20:00-02:00 saatleri arasındaki çalışması için zamlı ücret hesaplaması yapılması gerekirken, TİS kapsamını aşacak şekilde hesaplama yapan bilirkişi raporuna göre karar verilmiş olması hatalı olup bozma nedenidir.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı nedenle BOZULMASINA,temyiz harcının istek halinde davalıya iadesine, 27/02/2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

SENEDİN ÖN YÜZÜNE ATILAN HER İMZANIN AVAL NİTELİĞİNDE OLDUĞU

“19. HD., E. 2015/219 K. 2015/10909 T. 14.9.2015

19. HD., E. 2015/219 K. 2015/10909 T. 14.9.2015

keşideci • bono • müteselsilen kefilaval

MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

– K A R A R –

Davacı vekili, müvekkilinin keşidecisi olduğu 20.05.2013 vade tarihli 35.000 TL bedelli bonoyu kendisine tebliğ edilen protesto üzerine ödediğini, davalının senedi müşterek borçlu müteselsil kefil sıfatıyla imzaladığını, bu nedenle ödenen tutarın yarısı oranında davalı aleyhine icra takibi başlatıldığını, icra takibine davalının haksız olarak itiraz ettiğini belirterek itirazın iptaline ve icra inkar tazminatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı, davaya konu bonoyu müteselsil kefil sıfatıyla imzaladığını, BK’nun 598. maddesi gereğince borcun ödenmesi ile birlikte sorumluluğunun sona erdiğini belirterek davanın reddiyle birlikte icra inkar tazminatı istemiştir.

Mahkemece, toplanan delillere göre, senedin ön yüzüne atılan her imzanın avalniteliğinde olduğu, asıl borçlunun davacı keşideci olup davalı avalistin yalnız lehdara karşı borcu teminat altına aldığı, borcu ödemesi gereken ve asıl borçlu keşidecinin borcu ödedikten sonra avaliste yarı oranında rücu hakkının bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edenden alınmasına, 14.09.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.”

(lexpera, 11.03.2017)

Paylaş

MÜVEKKİLİNDEN MASRAFLAR İÇİN AVANS ALMADIĞINI İDDİA EDEN AVUKATIN BU İDDİASINI İSPATLA YÜKÜMLÜ OLDUĞU

 

“YARGITAY 13. Hukuk Dairesi
2016/2647 E.
2016/12131 K.

Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün davalı avukatınca duruşmalı davacı avukatınca duruşmasız olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde temyiz eden davalılar vekili avukat … ile davacı Asil …’nin gelmeleriyle duruşmaya başlanılmış ve hazır bulunan avukatın ve tarafın sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra karar için başka güne bırakılmıştı. Bu kez temyiz dilekçesinin süresinde olduğu saptanarak dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

hammer-311342_1280

KARAR

Davacı, davalıların murisi ile aralarında düzenlenen avukatlık ücret sözleşmesi uyarınca ödenmesi gereken ücretin ödenmediğini haksız olarak azledildiğini, alacağının tahsili için başlattığı icra takibine itiraz edildiğini ileri sürerek itirazın iptaline, %40 tazminata karar verilmesini istemiştir.

Davalılar murislerinin hukuki ehliyeti olmadığını savunarak davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, murisin sözleşme tarihinde fiil ehliyeti olmadığından davanın reddine dair verilen karar Dairemizin 7.2.2013 tarih 2012/8048 esas 2012/2583 karar sayılı ilamı ile bozulmuş, mahkemece bozma ilamına uyularak davanın kısmen kabul kısmen reddine karar verilmiş; hüküm, davacı ve davalılar tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacının tüm, davalıların sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.

2-Avukatlık Kanununun 173/2. maddesinde, “Avukata tevdi edilen işin yapılması veya yapıldıktan sonra sonucunun alınması için gerekli bütün vergi, resim, harç ve giderler, iş sahibinin sorumluluğu altında olup, avukat tarafından ilk istekle avukata veya gerektiği yere ödenir. Bu harcamaların avukat tarafından yapılabilmesi için yeteri kadar avansın iş sahibi tarafından verilmiş olması gerekir.” Hükmü mevcut olup, bu hüküm gereğince, işin görülmesi için gerekli olan tüm masrafların iş sahibi tarafından işin başında avukata ödenmiş olduğu karine olarak kabul edilmeli, bunun aksini ileri süren, başka bir ifade ile kabul edilmelidir. Dava konusu olayda davacı avukat, “masrafların işin başında alınmadığı” konusundaki bu ispat yükümlülüğünü yerine getirmediğinden, davalara ilişkin masrafların işin başında avukata verildiğinin kabul edilmesi gerekirken, mahkemece, takibe konu mahkeme ilamında yer alan 1.461,90 TL yargılama giderinin de davacı avukatın alacağına dahil edilerek karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

3-Davacı, davalılar murisine vermiş olduğu avukatlık hizmeti nedeniyle davalıların murisince ödenmeyen kısmın tahsili için Melahat E… mirasçıları olan davalılar hakkında icra takibi yapmış, itiraz üzerine itirazın iptali ile inkar tazminatını talep etmiştir. Mahkemece davanın kısmen kabulü ile itirazın iptaline ve alacağın kabul edilmeyen kısmı olan 12.431,90 TL’nin % 40 icra inkar tazminatının davalı mirasçılardan tahsiline karar verilmiştir. İİK 67/3 maddesi “itiraz eden veli, vasi veya mirasçı ise borçlu hakkında tazminata hükmolunması kötü niyetin sübutuna bağlıdır” hükmünü getirmiştir. Somut olayda davalının kötü niyetle takibe itiraz ettiği iddia ve ispat edilememiştir. Hal böyle olunca mahkemece icra inkar tazminatı talebinin reddi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

SONUÇ: yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle davacının tüm, davalıların sair temyiz itirazlarının reddine, ikinci ve üçüncü bentte açıklanan nedenlerle kararın davalılar yararına bozulmasına, 1350,00 TL duruşma avukatlık parasının davacıdan alınarak davalılara ödenmesine, peşin alınan 141,60 TL harcın temyiz eden davacıya, peşin alınan 387,10 TL harcın istek halinde temyiz eden davalılara iadesine, 03/05/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.”

(ictihatlar.net, 22.11.206)

FacebookTwitterGoogle+LinkedInWhatsAppEmailBlogger PostPaylaş

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2013/2-2445 K. 2015/1522 * ÖN İNCELEME DURUŞMASI KANUNDA YAZILI OLDUĞU ŞEKİLDE YAPILMALIDIR.

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2013/2-2445
K. 2015/1522
T. 10.6.2015
DAVA : Taraflar arasındaki “boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 2.Aile Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 06.12.2012 gün ve 2011/1793 E-2012/1612 K sayılı kararın incelenmesinin davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2.Hukuk Dairesinin 03.07.2013 gün ve 2013/6260 E-2013/18820 K sayılı ilamı ile ;
(…Mahkemece, "davalı vekilinin, cevap dilekçesinde hangi olayı hangi delille kanıtlayacağını bildirmediği" gerekçesiyle tanık dinletme talebinin reddine" karar verilerek, gösterdiği deliller toplanmadan sadece davacı tanıklarının beyanları ile sonuca gidilmiştir.
Davalı vekili, davaya süresinde cevap vermiş, hem davacının ileri sürdüğü vakıalar hakkında hem de davacının kusuruna ilişkin savunmasını bildirmiştir. Cevap dilekçesinde savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen vakıaların hangi delillerle ispat edileceğine ilişkin bir bilgi yer almamıştır. Ne var ki cevap dilekçesindeki bu husustaki eksiklik, kanuni süre içinde olmak koşuluyla davalının delil gösterme ve delilerini sunma hakkını ortadan kaldırmaz. Diğer bir ifade ile davalı vekili, cevap dilekçesinde " savunmasını dayandırdığı vakıaları hangi delillerle ispat edileceğini" (HMK. md. 129/1-e) belirtmemiş olsa bile kanunda belirtilen süre içinde olmak koşuluyla delil gösterebilir. Çünkü, delil uyumazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli hususların ispatı için gösterilir. Çekişmeli hususlar ise ön inceleme duruşmasında tespit edilir. O halde ön inceleme duruşmasında tarafların anlaştıkları ve ayrıştıkları hususlar belirlenmeden; delil göstermeleri ve sunmaları da beklenemez. Ön inceleme duruşmasına davalı vekili mazeret bildirmiş, mahkemece mazereti kabul edilerek duruşma 18.10.2012 gününe bırakılmış, davalı vekili 18.10.2012 günlü oturuma gelmiş, tanık bildirme isteğini ifade etmiş, mahkemece, aynı oturumda tanık dinletme talebi reddedilmiştir. Davalı vekiline delillerini göstermesi ve sunması için bundan önce herhangi bir mehil verilmemiştir. Bu durumda davalı tarafın delil ( bu arada tanık) bildirme hakkı düşmüş değildir. Öyleyse davalı vekili tarafından gösterilen tanıklar usulünce davet edilip dinlenmeli ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmelidir. Bu husus nazara alınmadan eksik inceleme ile hüküm kurulması davalının hukuki dinlenilme hakkının (HMK. md. 27) ihlali niteliğinde olup, bozma sebebidir. Hükmün açıklanan sebeple bozulması gerekmiştir…)
gerekçesi ile bozularak dosya yerine çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonucu mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, TMK’nun 166/1 uyarınca evlilik birliğinin sarsılması hukuksal sebebine dayalı boşanma davası ile boşanmanın fer’isi niteliğindeki velayet, nafaka ve tazminat isteklerine ilişkindir.
Davacı, davalı inin evliliğin ilk günlerinden itibaren kendisine şiddet uyguladığını, hakaretlerde bulunduğunu, tehdit ettiğini, sürekli para talep ettiğini son olarak 19.12.2011 tarihinde telefonla arayarak kendisini ve yakınlarını öldürmekle, kaçırmakla ve tecavüz etmekle tehdit ettiğini belirterek evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle tarafların boşanmalarına, müşterek çocuğun velayetinin kendisine verilmesine, müşterek çocuk için aylık 400 TL tedbir ve iştirak nafakasına, boşanma ile yoksulluğa düşeceğinden lehine aylık 500 TL nafakaya, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 70.000 TL. maddi ve 100.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı, evlilik birliğinin sona ermesini gerektirecek bir sebep bulunmaması ve ini sevdiği gerekçesi ile öncelikle davanın reddine karar verilmesini, mahkemece boşanmaya karar verilmesi halinde ise; davalının evlilik birliğinin sona ermesinde tam kusurlu olması sebebiyle müşterek çocuğun velayetinin kendisine verilmesini, çocuk için 250 TL iştirak nafakasına, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak koşulu ile lehine 50.000 TL maddi ve 50.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
Mahkemece; davalı vekilinin cevap dilekçesinde hangi olayı hangi kanıtla kanıtlayacağını bildirmediği gerekçesi ile ve yine HMK’nın 129/e-194 ve 145.madde hükümleri uyarınca tanık dinletme isteği reddedilmiş, davalının davacı ine darp uyguladığı ve hakaret ettiği , boşanmaya neden olan olaylarda davalının tam kusurlu olduğu ve davacıya atfı kabil kusur bulunmadığı gerekçesi ile davanın kabulü ile tarafların TMK’nın 166/1 maddesi uyarınca boşanmalarına karar verilmiştir. Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen sebeplerle bozulmuştur.
Yerel mahkemece, önceki kararda direnilmiş, hükmü davalı vekili temyiz etmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; cevap dilekçesinde savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen vakıaların hangi delillerle ispat edileceğini belirtmeyen davalının delil gösterme ve delillerini sunma hakkının ortadan kalkıp kalkmadığı, ön inceleme duruşmasında tarafların anlaştıkları ve uyuşamadıkları hususlar belirlenmeden taraflardan delil gösterme ve sunmalarının beklenip beklenemeyeceği, HMK’nın 137 maddesinde belirlenen ön inceleme duruşmasında taraflara delillerini sunmak için süre verilmesinin koşulları ;bunların sonucu olarak davalının hukuki dinlenilme hakkının ihlal edilip edilmediği noktasında toplanmaktadır.
Hukuk Genel Kurulunca yapılan görüşmeler sırasında davalı vekilinin ön inceleme duruşmasına mazeret bildirmesi ve mazeretinin de mahkemece kabul edilmesi ve 6100 sayılı HMK’nun 137/2 maddesi hükmü gözetilerek mahkemece yapılan ön inceleme duruşmasının usulüne uygun bir ön inceleme olup olmadığı, usulüne uygun ön inceleme olmadığı kabul edilirse ön inceleme duruşması usule uygun yapılmadan tahkikat duruşmasına geçilip geçilemeyeceği öncelikli olarak tartışılmıştır.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile usul hukukumuzda ilk derece yargılamasının beş temel aşamadan oluşması öngörülmüştür. Bunlar sırası ile; dilekçelerin karşılıklı verilmesi, ön inceleme, tahkikat, sözlü yargılama ve hükümdür. Bu aşamalar içinde yeni olan ise ön inceleme aşamasıdır.
Yargılamanın gereksiz yere uzamasının engellenmesi; mahkemenin ve tarafların yargılamada gereken hazırlığı davanın başında yapmasının sağlanması bakımından, Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile dilekçelerin verilmesinden sonra ve tahkikat aşamasından önce gelmek üzere "ön inceleme" adıyla yeni bir yargılama aşaması kabul edilmiştir (H. Pekcanıtez/O. Atalay/ M.Özekes, Medeni Usul Hukuku, 11 Bası, 2011, s.375-376).
6100 sayılı HMK’nın 137.maddesinde, ön incelemenin kapsamı, HMK 138.maddesinde ön inceleme aşamasında dosya üzerinden dava şartları ve ilk itirazlar hakkında verilecek kararlar, HMK 139.maddesinde öninceleme duruşmasına davet, HMK140. maddesinde ise yapılması zorunlu olan ön inceleme duruşması düzenlenmiştir.
6100 sayılı HMK ön incelemenin kapsamı başlıklı 137.maddesinde “dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra ön inceleme yapılacağı, 138.madde dikkate alınarak öncelikle dava şartları ve ilk itirazlar hakkında dosya üzerinden karar vereceği, dava şartları ve ilk itirazlar hakkında gerektiği takdirde kararını vermeden önce, bu konuda tarafları ön inceleme duruşmasında dinleyebileceği, ön inceleme duruşmasında tarafların iddia ve savunmaları kapsamında uyuşmazlık konularını tam olarak belirleyebileceği, hazırlık işlemleri ile tarafların delillerini sunmaları ve delillerin toplanması için gereken işlemleri yapacağı, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği davalarda onları sulhe veya arabuluculuğa teşvik edeceği ve bu hususların tutanağa geçirileceği belirtilmiştir. Ön inceleme duruşmasında dava şartları ve ilk itirazlar ile sınırlı olmak üzere tanık dinleme, belge inceleme, bilirkişi görüşü alma, keşif yapma ve yemin teklif etme gibi işlemler yapılabilir, ancak tahkikata yönelik işlemler yapılamaz.
HMK 137.maddenin ikinci fıkrasında ise ön inceleme tamamlanmadan ve gerekli kararlar alınmadan tahkikata geçilemeyeceği ve tahkikat için duruşma günü verilemeyeceği düzenlenmiştir. Gereksiz duruşmalara ilişkin uygulamadaki eski alışkanlıkların devam etmesinin kesin olarak önüne geçilmesi amacıyla Kanun koyucu, ön inceleme aşaması tamamlanmadan ve bu aşamada alınması gereken kararlar alınmadan tahkikat aşamasına geçilmesini ve tahkikat için duruşma günü belirlenmesini kesin bir ifade ile (emredici nitelikteki bir düzenlemeyle) yasaklamıştır (H. Pekcanıtez/O. Atalay/M.Özekes, a.g.e., s.375-376).
Tüm bu hususlar dikkate alındığında, dilekçeler aşaması tamamlandıktan sonra öncelikle dosya üzerinden dava şartları ve ilk itirazların incelenmesi; bu konularda olumlu veya olumsuz bir karar verilmesi, dosya üzerinden karar verilemeyen dava şartları ile ilk itirazlar hakkında karar verilmek ve diğer ön inceleme işlemlerini yapmak üzere tarafların öninceleme duruşmasına davet edilmesi, 6100 sayılı HMK 137 ve 140 maddelerine göre ön inceleme duruşmasında gerekli usul işlemleri yapıldıktan sonra, tahkikat duruşmasına geçilmesi gerekir.
Somut olayda; dava 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonra 26.12.2011 tarihinde açılmıştır. Mahkemece 01.06.2012 tarihli tensip tutanağı ile ön incelemenin duruşmalı yapılmasına ve ön inceleme duruşmasının 12.07.2012 gününe bırakılmasına karar verilmiştir. Mahkemece ön inceleme günü olarak belirlenen 12.07.2012 tarihli oturuma davalı vekili mazeret bildirmiş, mahkemece davalı vekilinin mazereti kabul edilmiştir. Ön inceleme duruşması olarak belirlenen oturumda davacı vekilinin dava dilekçesi içeriğini ve talepleri tekrar eden beyanı ve imzası alınmış ve duruşma, ön inceleme aşamasının tamamlanıp tamamlanmadığı ve tahkikata geçilip geçilmediği belirtilmeksizin 18.10.2012 gününe bırakılmıştır.
Davalı vekilinin ön inceleme duruşmasına mazeret bildirmesi ve mahkemece bu mazeretin haklı görülerek kabul edilmesi göz önüne alındığında bu halde yeni bir ön inceleme duruşma günü tayin edilerek, ön incelemede yapılması gereken usul işlemlerinin (HMK.m.140) yapılması, tarafların anlaştıkları ve anlaşmadıkları hususların tek tek tespit edilmesi, ön inceleme sonuç tutanağı düzenlenip bu tutanağın taraflara imzalatılması ve ön inceleme aşamasında yapılması gereken işlemler yapıldıktan sonra tahkikata geçilmesi gerekirken ön inceleme duruşması usulüne uygun yapılmadan tahkikat aşamasına geçilerek davanın esası hakkında karar verilmesi doğru bulunmamıştır. .
O halde yukarıda açıklandığı üzere direnme kararının ön inceleme duruşmasının usulüne uygun olarak yapılmaması nedeniyle kararın, değişik gerekçe ile bozulması gerekmiştir.
SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik nedenlerden dolayı usulden BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 10.06.2015 gününde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verildi.

İşçinin Yurt Dışı Kaynaklı İnternet Sitelerinde Bahis Oynadığı, Eylemin Geçerli Sebep Olduğu

T.C YARGITAY
22.Hukuk Dairesi
Esas: 2014 / 12560
Karar: 2014 / 21257
Karar Tarihi: 02.07.2014

ÖZET: Davacı işçinin yurt dışı kaynaklı internet sitelerinde bahis oynadığı, ortalama net maaşının üzerinde olan tutarlarda ödemeler yaptığı sabittir. İşçinin eylemlerinin işverende meydana getirdiği etki gözönüne alındığında işverenden iş ilişkisini sürdürmesi beklenemeyeceğinden iş sözleşmesinin feshinin haklı sebep ağırlığında kabul edilmese dahi geçerli sebebe dayandığının gözetilmesi gerekir.(4857 S. K. m. 20, 25)

Dava: Davacı, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.

Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi D. A. tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

YARGITAY KARARI

Davacı vekili, iş sözleşmesinin haksız olarak feshedildiğini ileri sürerek, yapılan feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini, işe başlatılmama halinde ödenmesi gereken tazminat ile boşta geçen süre ücret ve diğer haklarının belirlenmesini istemiştir.

Davalı vekili, iş sözleşmesinin haklı sebeple feshedildiğini belirterek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece, davalı işveren tarafından yapılan teftiş ve teftiş sonucu düzenlenen raporlara ve davacı işçinin kredi kartı ekstre bilgilerine göre davacı işçinin yurt dışı kaynaklı internet sitelerinde bahis oynadığı, iş akdinin feshi tarihi itibariyle kredi kartı borçlarından dolayı işçi aleyhine takip yapılmadığı, işçinin iş sözleşmesinin feshi sonrasında işsiz kalması sebebiyle kredi kartı borçlarını ödemede güçsüzlüğe düştüğü ve banka tarafından hakkında takip yapılmasına sebebiyet verdiği, işçinin toplum içerisinde onaylanmayacak nitelikteki bahis oynama şeklinde gerçekleşen olumsuz nitelikteki davranışın iş yerindeki üretim sürecine ve çalışmalara olumsuz etki yaptığı işveren tarafından kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın kabulü ile feshin geçersizliğine ve davacının işe iadesine karar verilmiştir.

Karar davalı vekilince temyiz edilmiştir.

Taraflar arasındaki uyuşmazlık iş sözleşmesinin haklı sebeple feshedilip edilmediği noktasındadır.

Somut olayda, 06.11.2012 tarihinden beri davalı işyerinde kobi bankacılık satış yönetmeni olarak çalışan davacının iş sözleşmesinin, yurt dışı bağlantılı sitelerden davalı bankaya ait kredi kartı ile bahis oynaması ve gelirinin üzerinde tutarlarda borçlanmak suretiyle ödemeler yapması sebebiyle 4857 sayılı İş Kanunu 25/II maddesi ile disiplin yönetmeliğinin ilgili maddeleri uyarınca feshedildiği anlaşılmaktadır.

Dosyadaki bilgi ve belgelere göre, davacı işçinin yurt dışı kaynaklı internet sitelerinde bahis oynadığı, ortalama net maaşının üzerinde olan tutarlarda ödemeler yaptığı sabittir. İşçinin eylemlerinin işverende meydana getirdiği etki gözönüne alındığında işverenden iş ilişkisini sürdürmesi beklenemeyeceğinden iş sözleşmesinin feshinin haklı sebep ağırlığında kabul edilmese dahi geçerli sebebe dayandığı gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

Belirtilen sebeplerle, 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinin 3. fıkrası uyarınca, hükmün bozulmak suretiyle ortadan kaldırılması ve aşağıdaki gibi karar verilmesi gerekmiştir.

Hüküm: Yukarıda belirtilen sebeplerle;

1- Mahkemenin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararının BOZULARAK ORTADAN KALDIRILMASINA,

2- Davanın REDDİNE,

3- Harç peşin alındığından yeniden alınmasına yer olmadığına,

4- Davacının yapmış olduğu yargılama giderinin üzerinde bırakılmasına, davalının yapmış olduğu 60,00 TL yargılama giderinin davacıdan alınıp davalıya verilmesine,

5- Karar tarihinde yürürlükte bulunan tarifeye göre 1.500,00 TL vekâlet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,

6- Peşin alınan temyiz harcının isteği halinde ilgiliye iadesine, kesin olarak 02.07.2014 tarihinde oybirliği ile, karar verildi.

www.sinerjimevzuat.com.tr

Yargıtay kararı: İşçinin Yurt Dışı Kaynaklı İnternet Sitelerinde Bahis Oynadığı, Eylemin Geçerli Sebep Olduğu .

Basından Hukuk Haberleri • BANKA VERMİŞ OLDUĞU KREDİ ÖDENMEZ İSE,İCRA TAKİBİ YAPMADAN MAAŞINIZDAN KESER.?

Kredi Borcunu Ödemeyenin Maaşına Haciz

Yargıtay, kredi borcunu ödemeyen kişinin, banka tarafından maaşından kesinti yapılmasının kanuna uygun olduğuna hükmetti.
Yargıtay, tüketici tarafından imzalanan sözleşmelerde belirtilmesine rağmen borcunu ödemeyen kişinin, banka tarafından maaşından kesinti yapılmasının kanuna uygun olduğuna hükmetti.

BİR VATANDAŞIN BAŞINA GELDİ

Ankara’da ikamet eden bir vatandaş, sözleşme imzaladığı bankadan kredi çekti. Alacaklarını tahsil edemeyen banka şubesi, taksitleri ödeyemeyen vatandaşın maaşından kesinti yaptı. Bunun kanuni olmadığını düşünen vatandaş, Ankara 2. Tüketici Mahkemesi’nde, "Hizmetin ayıplı olmasından kaynaklanan alacak" davası açtı ve maaşından kesilen paraların iadesini istedi.

YEREL MAHKEME HAKLI BLDU

Mahkeme, vatandaşın talebini kabul etti. Davalı bankanın temyizi üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, önce sözleşme imzalayan sonra da, "Maaşımdan para kesiliyor." diyen vatandaşın davranışının, iyi niyet kurallarıyla bağdaşamayacağına hükmetti.

YARGITAY KARARI BOZDU

Yargıtay kararında şu ifadelere yer verildi: "Davacı sözleşmeden dönmediğine göre borcu ne şekilde ödeyeceğini de açıklamamıştır. Banka da bu taahhüde inanarak, başka teminat istemeden davacıya krediyi kullandırmıştır. Davalı banka, sözleşme hükümlerine göre kesinti yapmıştır. Hemen belirtilmelidir ki davacının, bankadan aldığı kredi borcunu sözleşme şartlarına uygun olarak ödememesi halinde, sözleşme gereğince kullandırılan kredinin teminatı olarak maaşından kesinti yapılmasını kabul etmesi ve diğer teminat öngören hükümlerin sözleşmeye koyulmasına rıza göstermesinin haksız şart olarak kabulü mümkün değildir. Zira davacı, yürürlükteki bu yasaları bilerek sözleşmenin her sayfasını ayrı ayrı imzalamış olup serbest iradesiyle sözleşme şartlarına uygun olarak kredi borcu taksitlerinin, bankadan aldığı maaşından kesilmesi için talimat verdiğine göre artık sözleşmenin söz konusu hükmünün müzakere edilerek kararlaştırılmadığı söylenemez."

BANKA HAKLI BULUNDU

Bankanın yaptığı işlemin, sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerin dürüstlük kuralına aykırı düşecek şekilde tüketici aleyhine dengesizliğe sebep olduğunun kabul edilemeyeceğine dikkat çekilen kararda, "Davacının bankadan kullandığı kredinin borcunu, sözleşme şartlarına uygun olarak ödemesi zorunludur. Davacının, taksitlerin maaşından ödenmesini ihtirazı kayıtsız kabul edip daha sonra dava açıp kesinti bedelini geri istemesi, hakkın kötüye kullanılması olup iyi niyet kurallarıyla bağdaşmaz. Tüketici, haklı bir sebep olmadan sözleşmeyi tek taraflı feshedemez, ifası yapılmış bedellerin iadesini isteyemez, bu şekilde edimin tek taraflı geri istenmesi de hukuken himaye göremez.

KREDİ BORCU ÖDENMEZ İSE MAAŞA HACİZ

Aksi halde kredi isteyen kişinin mali durumu ve maaş gelirine göre borcunun ödenebileceği güvencesiyle kredi veren bankanın alacağının imkansızlaşması, kötü niyetli bir kredi borçlusunun borcunu hiç ödememesi gibi bir sonuç doğacaktır. Hal böyle olunca mahkemece, uyuşmazlığın sözleşmeye bağlılık, ahde vefa ilkesi ve tarafları bağlayan sözleşme hükümleri çerçevesinde çözümlenmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir." denildi.

http://www.haberler.com/yargitay-banka- … 38-haberi/

BU HABERDE GEÇEN KARAR SİTEMİZ ARŞİVİNDE BULUNUP BURADAN OKUYA BİLİRSİNİZ
viewtopic.php?f=47&t=24775

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Pzr Mar 01, 2015 9:59 am


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • BİR MALIN MALİKİNİN, O ŞEYİN MUHTESATININDA MALİKİ OLDUĞU

T. M. K– MADDE 684 :Bir şeye malik olan kimse, o şeyin bütünleyici parçalarına da malik olur.

Bütünleyici parça, yerel âdetlere göre asıl şeyin temel unsuru olan ve o şey yok edilmedikçe, zarara uğratılmadıkça veya yapısı değiştirilmedikçe ondan ayrılmasına olanak bulunmayan parçadır.

T.C
YARGITAY
8.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO: 2014/998
KARAR NO: 2014/18642
KARAR TARİHİ: 20.10.2014

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 684. maddesi hükmünde, bir şeye malik olan kimsenin o şeyin bütünleyici parçalarına da malik olacağı, 718. maddesi hükmünde de, arazi üzerindeki mülkiyetin kullanılmasında yarar olduğu ölçüde üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını da kapsayacağı, bu mülkiyetin kapsamına yasal sınırlamalar saklı kalmak üzere yapılar, bitkiler ve kaynakların da gireceği açıklanmıştır.

"R…… Ö…. ile F…. K.. aralarındaki muhdesat aidiyetinin tespiti davasının kabulüne dair B…… 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nden verilen 05.11.2013 gün ve 589/210 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:

K A R A R

Davacı vekili, vekil edenin 319 parsel sayılı taşınmazda davalı ile birlikte hissedar olduğunu, dava konusu taşınmaz hakkında B……Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2010/… Esas sayılı dosyası ile ortaklığın giderilmesi davası açıldığını, davalı taşınmaz üzerindeki dava dilekçesine konu muhdesatların vekil edeni tarafından yapıldığının ve mülkiyetinin vekil edenine ait olduğunun tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili ilk oturumda davayı kabul ettiklerini beyan etmiştir.

Mahkemece davanın kabulüne, davalının davayı kabul etmesi gereği yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına ve vekalet ücreti takdirine yer olmadığına karar verilmiştir.

Hüküm süresi içinde; dava dilekçesinde talep ettikleri muhdesatların tamamının davalı tarafça da kabul edilmiş olmasına rağmen Mahkemece kabul edilmemiş olması ve yargılama gideri ve vekalet ücreti yönünden davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Toplanan deliller tüm dosya kapsamından davalı vekilinin ilk duruşma oturumu olan 03.12.2011 tarihinde kabul beyanına göre, bu davalının hal ve davranışları ile eldeki davanın açılmasına sebebiyet vermediği kuşkusuz olup yargılama giderlerinden sorumlu tutulmamasına ilişkin kararda herhangi bir isabetsizlik bulunmadığından davacı vekilinin temyiz itirazlarının bu yönden reddi ile usul ve kanuna uygun hükmün yargılama giderleri ve vekalet ücretine yönelik bölümün ONANMASINA,

Davacı vekilinin hükmün kabule yönelik bölümüne ilişkin itirazlarına gelince; dava konusu 319 parsel sayılı taşınmaz ev ve tarla niteliği ile davacı ile davalı adına kayıtlıdır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 684. maddesi hükmünde, bir şeye malik olan kimsenin o şeyin bütünleyici parçalarına da malik olacağı, 718. maddesi hükmünde de, arazi üzerindeki mülkiyetin kullanılmasında yarar olduğu ölçüde üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını da kapsayacağı, bu mülkiyetin kapsamına yasal sınırlamalar saklı kalmak üzere yapılar, bitkiler ve kaynakların da gireceği açıklanmıştır. Genel kuralı oluşturan bu hükümler dikkate alındığında taşınmaz üzerinde bulunan bina, ağaç gibi bütünleyici parça niteliğindeki muhdesatların mülkiyetinin kural olarak arzın mukadderatına tabi olacağı, muhdesatların taşınmazın arzından ayrı bir mülkiyetinin varlığından söz edilemeyeceği, aksine bir kanun hükmü bulunmadıkça muhdesatların mülkiyetinin taşınmazın malik veya maliklerinden başka birisine veya maliklerden bir veya birkaçına ait olduğunun tespitinin dava edilemeyeceği, mahkemelerce de bu sonucu doğuracak şekilde hüküm verilemeyeceği kuşkusuzdur. Kural bu olmakla birlikte, ana taşınmazın değerinde artışa neden olan bina, ağaç vesaire gibi bütünleyici parça niteliğinde muhdesat bulunan taşınmazların ortaklığının satış yolu ile giderilmesinin istenilmesi halinde, muhdesatların kime ait olduğu hususunda tapu kaydında şerh bulunmaması veya tüm paydaşların bu konuda ittifak etmemesi nedeniyle tespit davası açılmasında hukuki yarar bulunduğu kabul edilmektedir.

Ne var ki; tespit edilen eşyanın bütünleyici parça niteliğinde bulunmadığı ve menkul eşya niteliğindeki eşyaların her zaman için maliki tarafından sökülerek alınıp götürülebileceği hususu ve ayrıca taşınmaz üzerinde daha önce mevcut bir muhdesata yeni bölümler ilave edilmesi, muhdesatın tamamlanması veya mevcut muhdesatın bakım ve onarımının yaptırılması bağımsız bir muhdesat meydana getirme niteliğinde olmayıp mevcut muhdesatın daha kullanılır hale gelmesini, bir başka deyişle muhdesattan sağlanacak faydanın artmasını sağlayan işler olduğu nazara alınmalıdır. Bu işler için harcanan giderler de muhdesatın değerini arttıran faydalı ve zorunlu giderlerdendir. İyileştirici nitelikteki bu giderleri tek başına karşılayan taşınmaz malik ya da maliklerinin koşullarının varlığı halinde bu giderlerden paylarına düşen kısmını 818 sayılı B.K.’nun 61 ve onu izleyen maddeleri (TBK’nun 77 ve devamı maddeleri) hükmüne ve sebepsiz zenginleşme kurallarına göre açacağı eda nitelikli bir alacak davası ile taşınmazın diğer maliklerinden isteyebileceği kuşkusuzdur. İyileştirme giderlerini yapan malik ya da maliklerin yaptıkları giderler taşınmazın ortaklığının satılarak giderilmesi ve muhdesattan yararlanmalarının son bulması ile istenebilir hale gelecektir. Bu giderler için eda nitelikli alacak davası açma hakkı mevcut iken önceden bu iyileştirme giderlerinin tespitini dava etmekte hukuki yararı bulunduğundan söz edilemez.

Hal böyle olunca öncelikle, mahkemece, dava dilekçesinde tespiti talep edilen muhdesatlardan Beton Sergen, Seralar, Balık gölü ile yine dava dilekçesinde tespiti talep edilen muhdesatlardan ceviz, incir, elma, armut, ayva, şeftali, nar, erik, kiraz, vişne, malta eriği, fındık, üzüm, karabiber, yemiş, aşılı böğürtlen, dut, çörtük, kayısı, kanada kavağı, kral ağacı, çamağacı, erguvan, köknar, sümbül, çay ve lavanta’nın taleple bağlılık ilkesi ve HMK’nun 297. maddesinin 2. bendinde, "Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerin her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir." hususu nazara alınarak nitelik ve nicelikleri infazda tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmek suretiyle davacı tarafından yapıldığının kabulüne karar verilerek geri kalan tüm taleplerin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamıştır.

Davacı vekilinin temyiz itirazları bu bakımdan yerinde olduğundan kabulü ile, hükmün kabule ilişkin bölümünün açıklanan nedenlerle 6100 sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla HUMK’nun 428. maddesi hükmü uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK’nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK’nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve 136,75 TL peşin harcın istek halinde temyiz eden davacıya iadesine, 20.10.2014 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

Dava, satış suretiyle ortaklığın giderilmesi davasına (TMK. md. 699; HMK. md. 4/l-b) konu edilen paylı mülkiyete (TMK. md. 688) tabi taşınmaz üzerindeki muhtesatın aidiyetinin tespitine karar verilmesine ilişkindir.

Burada "muhtesat" deyimi ile anlatılmak istenen; taşınmazın dikey ve yatay kapsamında (TMK.md.718) kalan, bir şekilde taşınmazla bağı bulunan ve taşınmaz değerini
arttırıcı nitelikteki ekonomik bir değer taşıyan sonradan meydana getirilmiş maddi unsurlardır. Bunlar taşınmazın üstünde olabileceği gibi, altında da olabilir. Yine, muhdesat eşya olarak "bütünleyici parça (TMK.md.684)" veya "eklenti (TMK.md.686)" niteliğinde de olabilir. Muhdesat tespiti davası bakımından önemli olan, bu maddi unsurların ana taşınmazla ekonomik bir bütünlük gösterip ana taşınmazla birlikte satılacak ve satış değerini arttırıcı etki yapacak nitelikte olmasıdır. Ancak bu nitelikteki muhdesatların bu davaya konu edilmeleri mümkün olup; aksi halde tespitte hukuki yarar olmayacaktır. Bu muhdesatlar, genellikle arz üzerindeki yapı, dikili ağaçlar ve diğer bitkilerdir. Kural olarak bunlar, üst toprağa tabidir (superfıcies solo cedit) ilkesi gereğince; toprağın mülkiyetine ve onun akıbetine tabi olacak; bağımsız biçimde mülkiyet hakkına konu olmayacaktır. Bu nedenle, muhdesat tespitinde mülkiyet hakkının tespitine karar verilemez. Ancak, paylı mülkiyette hangi paydaş(lar)ın, elbirliği mülkiyetinde ise miras ortaklığına dahil terekedeki malın mahkemeden satışı yapılmak suretiyle paylaşılmasında, hangi mirasçı(lar)ın, muhdesatı meydana getirdiği ve sebeple satış parasında payı dışında ayrıca hak sahibi olacağının tespitine karar verilmesi gerekir.

Tespit davaları konusunda önceki usul kanununda (HUMK) genel bir düzenleme bulunmamakla birlikte; ancak öğreti ve yargısal içtihatlarda oybirliği ile hukukumuzda açılabileceği kabul edilmişken; 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nda açıkça düzenlenmiştir (HMK.md. 106). Buna göre; tespit davaları bir hukuki ilişkinin (hakkın) var olup olmadığının ya da bir belgenin sahte olup olmadığının mahkemece belirlenmesini talep eden davalardır. Bir tespit davasının dinlenebilmesi için öncelikle kanunda belirtilen istisnalar dışında davayı açanın bu davayı açmakta "güncel bir yararı" bulunmalıdır. Buna "hukuki yarar" şartı denilmektedir. Hukuki yarar şartı kapsamında kabul edilmesi gereken bir husus, kanunda açıkça yer almamakla birlikte, gerek içtihatlarla gerekse öğretide kökleşmiş olan "eda davasının mümkün olduğu hallerde kural olarak tespit davası açılmasında hukuki yararın bulunmadığı" hususudur (Y.HGK.nun 06.10.2004 T. 2004/7- 411 E. 2004/477 K. sayılı kararı; Baki Kuru-Ali Cem Budak Tespit davaları, İstanbul 2010. sh. 127). Tespit davasının koşulları yönünden muhdesat tespiti davaları için aşağıdaki değerlendirmeler yapılabilir:
(l) Muhtesatın tespitinin istenebilmesi için öncelikle paylı mülkiyete veya miras ortaklığına (terekeye) dahil taşınmaz veya taşınmazlar için açılmış "satış suretiyle ortaklığın giderilmesi davasının mevcut olması,
(2) bu ortaklığın giderilmesi davasında satış suretiyle ortaklığın giderilmesine karar verilmeden önce bir muhdesat uyuşmazlığı çıkarılmış ve bu uyuşmazlığın davanın taraflarının tamamının anlaşmasıyla giderilememiş olması,
(3) ortaklığın giderilmesi davasında anlaşılamaması durumunda mahkemece muhdesat için hak iddia eden taraf(lar)a bu konuda asliye hukuk mahkemesinde dava açma konusunda süre verilmesi ve bu konunun bekletici sorun yapılması (HMK: md. 165/2) gereklidir. Öyleyse, ortaklığın giderilmesi davasında satış suretiyle ortaklığın giderilmesine karar verilmiş ise-satış henüz yapılmamış olsa bile- muhdesat tespiti davasının artık dinlenmesinde hukuki yarar kalmayacaktır. Zira, artık hak iddia edenin genel hükümlere dayalı (sebepsiz zeginleşme, TBK md.77 vd.) bir eda davası açma imkanı devreye girecektir. Ayrıca, paydaş veya miras ortağı olmayanın (üçüncü kişilerin) ortaklığın giderilmesi davasında taraf sıfatı olmayacağından; muhdesat tespiti davası açma hakkının da bulunmadığının da kabulü gerekir. Bu konuda Kamulaştırma Kanunu’nun 19. maddesine 2004 yılında eklenen " … Başkası adına tapulu, sahipsiz ve/veya zilyedi tarafından iktisap edilmemiş yerin kamulaştırmasında binaların asgarî levazım bedeli, ağaçların ise 11 inci madde çerçevesinde takdir olunan bedeli zilyedine ödenir…" şeklindeki 12. fıkra hükmü uyarınca başkasının arazisine "haksız inşaat (TMK.md.722 vd.) yapan zilyedin de istisnaen bu muhdesatın tespiti için dava açabileceğini de kabul etmek gerekir.

Nezdinde yukarda açıklanan nitelikte bir muhdesat tespiti davası açılmış olan asliye hukuk mahkemesi; yukarda açıklanan şekilde güncel hukuki yararın bulunup bulunmadığını bir dava şartı olarak inceleyecektir. Mahkeme hukuki yararın davanın devam ettiği süre içinde de mevcut olmasını da arayacaktır. Mahkeme usul hukuku yönünden yapacağı bu incelemeden sonra, hukuki yararın mevcut olduğu sonucuna varır ise, gösterilen delilere göre maddi hukuk yönünden incelemeye girişecek, keşif ve bilirkişi incelemesi de yapacaktır. Kanımca, muhdesatın kendi başına bağımsız bir bütünlüğünün bulunması gerekli değildir. Bu bakımdan bağımsız bir bütünlüğü olmamakla birlikte, taşınmazın bizzat kendisine veya üzerindeki yapı, bitki, ağaç gibi unsurlara yapılan ve satış parasını arttırıcı etkide bulunacak nitelikteki zenginleştirme faaliyetlerinin de tespit edilmesi ve olası satış parası içindeki yansıma miktarının oransal olarak gösterilmesi ve bunun tespiti de mümkün olmalıdır. Zira tespit davası ile tespit edilecek husus bir hak ve hukuki ilişkiden ibarettir. Bu nedenle, aidiyeti çekişmeli olmamakla birlikte; tarla olan bir taşınmaz tesviye, nitelikli toprak taşıma ve gübreleme faaliyeti sonucu zengin bir toprak haline getirilmiş olabileceği gibi; verimsiz, yabani ağaçlar aşılanarak üstün cins haline getirilmiş; yine harap eski bir yapı yıkılıp yeniden yapılmış veya nitelikli bir tamirat ve yenileme ile zenginleştirilmiş de olabilir. Bu nedenle bütün bu zenginleştirme durumlarının tespit edilip, satış parasına yansıma durumunun kararda oransal olarak gösterilip tespit kararı verilmesi de mümkün olmalıdır. Diğer yandan, bazı durumlarda tespiti istenen muhdesatın taşınmazın olası satışında sürüm değerine hiçbir etki yaratmayacak nitelikte olması da mümkündür. Üzerinde yıkılması gerekli harap bir yapı (muhdesat) bulunan taşınmazın sürüm değerinin, sadece arsa değerinden ibaret olduğunun bilirkişice bildirilmesi durumu buna örnek olup; kanımca böyle bir olasılıkta, açılan tespit davasının mahkemece reddine karar verilmesi gerekir.

Davacı tarafından dava dilekçesinde gösterilen taraflar arasında paylı mülkiyete tabi olup, satış suretiyle ortaklığın giderilmesi davasına konu edilen taşınmaz üzerinde bulunan evdeki yenileme ve eklemeler, sundurma, sergen depo, seralar, göletler, tuvalet yapısı, özel enerji hatları gibi unsurları davacı tarafından yapıldığının, yine mevcut çeşitli cinslerdeki ağaçların kendisi tarafından yetiştirildiği ve mülkiyetinde olduğunun tespiti istenmiş; dava ilk oturumda davalı tarafından kabul edilmiş; mahkemece tek tek belirtilmek suretiyle tespiti istenilen hususların davacının mülkiyetinde olduğunun tespitine karar verilmiş; hükmü davacı taraf bir kısım muhdesatların tespit edilmediği ve kendisine vekalet ücreti takdir edilmediği gerekçesiyle temyiz etmiştir.

Davalının ilk oturumda davayı kabul etmesi ve dava açılmasına neden olmadığı gerekçesiyle; mahkemece davacı lehine vekalet ücreti takdir edilmemiştir. Ortaklığın giderilmesi davasında, davaya konu edilen muhdesatlar ve zenginleştirme/yenileme çalışmaları davacı tarafından somutlaştırılmış olmadığından; davalının o davada muhdesatlarla ilgili davacı iddiasını kabul etmesi beklenemez. Davacının iddialarını somutlaştırarak açtığı tespit davasında ise, davalı ilk oturumda davayı kabul ettiğinden; dava açılmasına neden olmuş kabul edilemez. Bu sebeple mahkemenin davacı yararına vekalet ücreti takdir etmemesi isabetli olup, davacının bu yöne ilişkin temyiz itirazının reddine ilişkin karara katılıyorum.

Mahkemece verilecek nihai hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir (HMK md.297/2). Eş anlatımla, mahkeme infaz edilebilir nitelikte karar oluşturmalıdır. Yapılan keşif ve bilirkişi incelemesinde, tespiti istenilen bir kısım unsurların bağımsız bir bütünlüğü olmayıp zenginleştirme/yenilme faaliyeti şeklinde gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Taşınmazın ilk halinde üzerinde babadan kalma eski bir ev bulunduğu, başka muhdesat bulunmadığı; sonradan diğer muhdesatların ve zenginleştirme/yenileme çalışmalarının davacı tarafından meydana getirildiği davalının da kabulündedir. Mahkemece muhdesatların ve zenginleştirme/yenileme çalışmalarının davacı tarafından meydana getirildiğinin tespitiyle yetinilmesi gerekirken, davacının olduğunun tespitine karar verilmesi doğru olmadığı gibi; muhdesat ve yenileme/zenginleştirme çalışmalarının tek tek sayılması suretiyle hüküm tesisi de satış parasına ne şekilde yansıtılacağını ifade etmediği ve uygulanması çok güç olduğundan; HMK 297/2. maddesine uygun olmamıştır. Kanımca mahkemece yapılacak iş; uygun bilirkişi (veya bilirkişiler) bulundurulmak suretiyle yeniden keşif yapılmak suretiyle taşınmazın üzerinde sadece eski ev bulunsaydı olacak rayiç değeri ile sonradan davacı tarafından meydana getirilen muhdesatlar ve yenileme/zenginleştirme çalışmaları sonucu oluşan mevcut rayiç değerinin ayrı ayrı belirlenmesi, aradaki farkın mevcut rayiç değere oranlanması suretiyle bir oran belirlenmesi, ortaklığın giderilmesi davasında gerçekleşecek satış bedelinde, davacının tapu kaydındaki payı dışında, ayrıca belirlenen bu oranda hak sahibi olacağının tespitine karar verilmesi gerekirdi.

Temyiz edilen hükmün açıkladığım çerçevede inceleme yapılmak ve sonucuna göre karar verilmek üzere bozulması gerektiğini; değerli Çoğunluğun bozma sonucuma katılmakla birlikte, bozmanın kapsam ve gerekçesinin açıkladığım değişik çerçevede olması gerektiğini düşünüyorum. 20.10.2014

İRFAN OKUR
Üye

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Cum Şub 20, 2015 8:44 pm


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • BİR MALIN MALİKİ OLAN,O ŞEYİN MUHTESATININDA MALİKİ OLDUĞU

T. M. K– MADDE 684 :Bir şeye malik olan kimse, o şeyin bütünleyici parçalarına da malik olur.

Bütünleyici parça, yerel âdetlere göre asıl şeyin temel unsuru olan ve o şey yok edilmedikçe, zarara uğratılmadıkça veya yapısı değiştirilmedikçe ondan ayrılmasına olanak bulunmayan parçadır.

T.C
YARGITAY
8.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO: 2014/998
KARAR NO: 2014/18642
KARAR TARİHİ: 20.10.2014

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 684. maddesi hükmünde, bir şeye malik olan kimsenin o şeyin bütünleyici parçalarına da malik olacağı, 718. maddesi hükmünde de, arazi üzerindeki mülkiyetin kullanılmasında yarar olduğu ölçüde üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını da kapsayacağı, bu mülkiyetin kapsamına yasal sınırlamalar saklı kalmak üzere yapılar, bitkiler ve kaynakların da gireceği açıklanmıştır.

"R…… Ö…. ile F…. K.. aralarındaki muhdesat aidiyetinin tespiti davasının kabulüne dair B…… 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nden verilen 05.11.2013 gün ve 589/210 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:

K A R A R

Davacı vekili, vekil edenin 319 parsel sayılı taşınmazda davalı ile birlikte hissedar olduğunu, dava konusu taşınmaz hakkında B……Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2010/… Esas sayılı dosyası ile ortaklığın giderilmesi davası açıldığını, davalı taşınmaz üzerindeki dava dilekçesine konu muhdesatların vekil edeni tarafından yapıldığının ve mülkiyetinin vekil edenine ait olduğunun tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili ilk oturumda davayı kabul ettiklerini beyan etmiştir.

Mahkemece davanın kabulüne, davalının davayı kabul etmesi gereği yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına ve vekalet ücreti takdirine yer olmadığına karar verilmiştir.

Hüküm süresi içinde; dava dilekçesinde talep ettikleri muhdesatların tamamının davalı tarafça da kabul edilmiş olmasına rağmen Mahkemece kabul edilmemiş olması ve yargılama gideri ve vekalet ücreti yönünden davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Toplanan deliller tüm dosya kapsamından davalı vekilinin ilk duruşma oturumu olan 03.12.2011 tarihinde kabul beyanına göre, bu davalının hal ve davranışları ile eldeki davanın açılmasına sebebiyet vermediği kuşkusuz olup yargılama giderlerinden sorumlu tutulmamasına ilişkin kararda herhangi bir isabetsizlik bulunmadığından davacı vekilinin temyiz itirazlarının bu yönden reddi ile usul ve kanuna uygun hükmün yargılama giderleri ve vekalet ücretine yönelik bölümün ONANMASINA,

Davacı vekilinin hükmün kabule yönelik bölümüne ilişkin itirazlarına gelince; dava konusu 319 parsel sayılı taşınmaz ev ve tarla niteliği ile davacı ile davalı adına kayıtlıdır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 684. maddesi hükmünde, bir şeye malik olan kimsenin o şeyin bütünleyici parçalarına da malik olacağı, 718. maddesi hükmünde de, arazi üzerindeki mülkiyetin kullanılmasında yarar olduğu ölçüde üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını da kapsayacağı, bu mülkiyetin kapsamına yasal sınırlamalar saklı kalmak üzere yapılar, bitkiler ve kaynakların da gireceği açıklanmıştır. Genel kuralı oluşturan bu hükümler dikkate alındığında taşınmaz üzerinde bulunan bina, ağaç gibi bütünleyici parça niteliğindeki muhdesatların mülkiyetinin kural olarak arzın mukadderatına tabi olacağı, muhdesatların taşınmazın arzından ayrı bir mülkiyetinin varlığından söz edilemeyeceği, aksine bir kanun hükmü bulunmadıkça muhdesatların mülkiyetinin taşınmazın malik veya maliklerinden başka birisine veya maliklerden bir veya birkaçına ait olduğunun tespitinin dava edilemeyeceği, mahkemelerce de bu sonucu doğuracak şekilde hüküm verilemeyeceği kuşkusuzdur. Kural bu olmakla birlikte, ana taşınmazın değerinde artışa neden olan bina, ağaç vesaire gibi bütünleyici parça niteliğinde muhdesat bulunan taşınmazların ortaklığının satış yolu ile giderilmesinin istenilmesi halinde, muhdesatların kime ait olduğu hususunda tapu kaydında şerh bulunmaması veya tüm paydaşların bu konuda ittifak etmemesi nedeniyle tespit davası açılmasında hukuki yarar bulunduğu kabul edilmektedir.

Ne var ki; tespit edilen eşyanın bütünleyici parça niteliğinde bulunmadığı ve menkul eşya niteliğindeki eşyaların her zaman için maliki tarafından sökülerek alınıp götürülebileceği hususu ve ayrıca taşınmaz üzerinde daha önce mevcut bir muhdesata yeni bölümler ilave edilmesi, muhdesatın tamamlanması veya mevcut muhdesatın bakım ve onarımının yaptırılması bağımsız bir muhdesat meydana getirme niteliğinde olmayıp mevcut muhdesatın daha kullanılır hale gelmesini, bir başka deyişle muhdesattan sağlanacak faydanın artmasını sağlayan işler olduğu nazara alınmalıdır. Bu işler için harcanan giderler de muhdesatın değerini arttıran faydalı ve zorunlu giderlerdendir. İyileştirici nitelikteki bu giderleri tek başına karşılayan taşınmaz malik ya da maliklerinin koşullarının varlığı halinde bu giderlerden paylarına düşen kısmını 818 sayılı B.K.’nun 61 ve onu izleyen maddeleri (TBK’nun 77 ve devamı maddeleri) hükmüne ve sebepsiz zenginleşme kurallarına göre açacağı eda nitelikli bir alacak davası ile taşınmazın diğer maliklerinden isteyebileceği kuşkusuzdur. İyileştirme giderlerini yapan malik ya da maliklerin yaptıkları giderler taşınmazın ortaklığının satılarak giderilmesi ve muhdesattan yararlanmalarının son bulması ile istenebilir hale gelecektir. Bu giderler için eda nitelikli alacak davası açma hakkı mevcut iken önceden bu iyileştirme giderlerinin tespitini dava etmekte hukuki yararı bulunduğundan söz edilemez.

Hal böyle olunca öncelikle, mahkemece, dava dilekçesinde tespiti talep edilen muhdesatlardan Beton Sergen, Seralar, Balık gölü ile yine dava dilekçesinde tespiti talep edilen muhdesatlardan ceviz, incir, elma, armut, ayva, şeftali, nar, erik, kiraz, vişne, malta eriği, fındık, üzüm, karabiber, yemiş, aşılı böğürtlen, dut, çörtük, kayısı, kanada kavağı, kral ağacı, çamağacı, erguvan, köknar, sümbül, çay ve lavanta’nın taleple bağlılık ilkesi ve HMK’nun 297. maddesinin 2. bendinde, "Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerin her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir." hususu nazara alınarak nitelik ve nicelikleri infazda tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmek suretiyle davacı tarafından yapıldığının kabulüne karar verilerek geri kalan tüm taleplerin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamıştır.

Davacı vekilinin temyiz itirazları bu bakımdan yerinde olduğundan kabulü ile, hükmün kabule ilişkin bölümünün açıklanan nedenlerle 6100 sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla HUMK’nun 428. maddesi hükmü uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK’nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK’nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve 136,75 TL peşin harcın istek halinde temyiz eden davacıya iadesine, 20.10.2014 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

Dava, satış suretiyle ortaklığın giderilmesi davasına (TMK. md. 699; HMK. md. 4/l-b) konu edilen paylı mülkiyete (TMK. md. 688) tabi taşınmaz üzerindeki muhtesatın aidiyetinin tespitine karar verilmesine ilişkindir.

Burada "muhtesat" deyimi ile anlatılmak istenen; taşınmazın dikey ve yatay kapsamında (TMK.md.718) kalan, bir şekilde taşınmazla bağı bulunan ve taşınmaz değerini
arttırıcı nitelikteki ekonomik bir değer taşıyan sonradan meydana getirilmiş maddi unsurlardır. Bunlar taşınmazın üstünde olabileceği gibi, altında da olabilir. Yine, muhdesat eşya olarak "bütünleyici parça (TMK.md.684)" veya "eklenti (TMK.md.686)" niteliğinde de olabilir. Muhdesat tespiti davası bakımından önemli olan, bu maddi unsurların ana taşınmazla ekonomik bir bütünlük gösterip ana taşınmazla birlikte satılacak ve satış değerini arttırıcı etki yapacak nitelikte olmasıdır. Ancak bu nitelikteki muhdesatların bu davaya konu edilmeleri mümkün olup; aksi halde tespitte hukuki yarar olmayacaktır. Bu muhdesatlar, genellikle arz üzerindeki yapı, dikili ağaçlar ve diğer bitkilerdir. Kural olarak bunlar, üst toprağa tabidir (superfıcies solo cedit) ilkesi gereğince; toprağın mülkiyetine ve onun akıbetine tabi olacak; bağımsız biçimde mülkiyet hakkına konu olmayacaktır. Bu nedenle, muhdesat tespitinde mülkiyet hakkının tespitine karar verilemez. Ancak, paylı mülkiyette hangi paydaş(lar)ın, elbirliği mülkiyetinde ise miras ortaklığına dahil terekedeki malın mahkemeden satışı yapılmak suretiyle paylaşılmasında, hangi mirasçı(lar)ın, muhdesatı meydana getirdiği ve sebeple satış parasında payı dışında ayrıca hak sahibi olacağının tespitine karar verilmesi gerekir.

Tespit davaları konusunda önceki usul kanununda (HUMK) genel bir düzenleme bulunmamakla birlikte; ancak öğreti ve yargısal içtihatlarda oybirliği ile hukukumuzda açılabileceği kabul edilmişken; 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nda açıkça düzenlenmiştir (HMK.md. 106). Buna göre; tespit davaları bir hukuki ilişkinin (hakkın) var olup olmadığının ya da bir belgenin sahte olup olmadığının mahkemece belirlenmesini talep eden davalardır. Bir tespit davasının dinlenebilmesi için öncelikle kanunda belirtilen istisnalar dışında davayı açanın bu davayı açmakta "güncel bir yararı" bulunmalıdır. Buna "hukuki yarar" şartı denilmektedir. Hukuki yarar şartı kapsamında kabul edilmesi gereken bir husus, kanunda açıkça yer almamakla birlikte, gerek içtihatlarla gerekse öğretide kökleşmiş olan "eda davasının mümkün olduğu hallerde kural olarak tespit davası açılmasında hukuki yararın bulunmadığı" hususudur (Y.HGK.nun 06.10.2004 T. 2004/7- 411 E. 2004/477 K. sayılı kararı; Baki Kuru-Ali Cem Budak Tespit davaları, İstanbul 2010. sh. 127). Tespit davasının koşulları yönünden muhdesat tespiti davaları için aşağıdaki değerlendirmeler yapılabilir:
(l) Muhtesatın tespitinin istenebilmesi için öncelikle paylı mülkiyete veya miras ortaklığına (terekeye) dahil taşınmaz veya taşınmazlar için açılmış "satış suretiyle ortaklığın giderilmesi davasının mevcut olması,
(2) bu ortaklığın giderilmesi davasında satış suretiyle ortaklığın giderilmesine karar verilmeden önce bir muhdesat uyuşmazlığı çıkarılmış ve bu uyuşmazlığın davanın taraflarının tamamının anlaşmasıyla giderilememiş olması,
(3) ortaklığın giderilmesi davasında anlaşılamaması durumunda mahkemece muhdesat için hak iddia eden taraf(lar)a bu konuda asliye hukuk mahkemesinde dava açma konusunda süre verilmesi ve bu konunun bekletici sorun yapılması (HMK: md. 165/2) gereklidir. Öyleyse, ortaklığın giderilmesi davasında satış suretiyle ortaklığın giderilmesine karar verilmiş ise-satış henüz yapılmamış olsa bile- muhdesat tespiti davasının artık dinlenmesinde hukuki yarar kalmayacaktır. Zira, artık hak iddia edenin genel hükümlere dayalı (sebepsiz zeginleşme, TBK md.77 vd.) bir eda davası açma imkanı devreye girecektir. Ayrıca, paydaş veya miras ortağı olmayanın (üçüncü kişilerin) ortaklığın giderilmesi davasında taraf sıfatı olmayacağından; muhdesat tespiti davası açma hakkının da bulunmadığının da kabulü gerekir. Bu konuda Kamulaştırma Kanunu’nun 19. maddesine 2004 yılında eklenen " … Başkası adına tapulu, sahipsiz ve/veya zilyedi tarafından iktisap edilmemiş yerin kamulaştırmasında binaların asgarî levazım bedeli, ağaçların ise 11 inci madde çerçevesinde takdir olunan bedeli zilyedine ödenir…" şeklindeki 12. fıkra hükmü uyarınca başkasının arazisine "haksız inşaat (TMK.md.722 vd.) yapan zilyedin de istisnaen bu muhdesatın tespiti için dava açabileceğini de kabul etmek gerekir.

Nezdinde yukarda açıklanan nitelikte bir muhdesat tespiti davası açılmış olan asliye hukuk mahkemesi; yukarda açıklanan şekilde güncel hukuki yararın bulunup bulunmadığını bir dava şartı olarak inceleyecektir. Mahkeme hukuki yararın davanın devam ettiği süre içinde de mevcut olmasını da arayacaktır. Mahkeme usul hukuku yönünden yapacağı bu incelemeden sonra, hukuki yararın mevcut olduğu sonucuna varır ise, gösterilen delilere göre maddi hukuk yönünden incelemeye girişecek, keşif ve bilirkişi incelemesi de yapacaktır. Kanımca, muhdesatın kendi başına bağımsız bir bütünlüğünün bulunması gerekli değildir. Bu bakımdan bağımsız bir bütünlüğü olmamakla birlikte, taşınmazın bizzat kendisine veya üzerindeki yapı, bitki, ağaç gibi unsurlara yapılan ve satış parasını arttırıcı etkide bulunacak nitelikteki zenginleştirme faaliyetlerinin de tespit edilmesi ve olası satış parası içindeki yansıma miktarının oransal olarak gösterilmesi ve bunun tespiti de mümkün olmalıdır. Zira tespit davası ile tespit edilecek husus bir hak ve hukuki ilişkiden ibarettir. Bu nedenle, aidiyeti çekişmeli olmamakla birlikte; tarla olan bir taşınmaz tesviye, nitelikli toprak taşıma ve gübreleme faaliyeti sonucu zengin bir toprak haline getirilmiş olabileceği gibi; verimsiz, yabani ağaçlar aşılanarak üstün cins haline getirilmiş; yine harap eski bir yapı yıkılıp yeniden yapılmış veya nitelikli bir tamirat ve yenileme ile zenginleştirilmiş de olabilir. Bu nedenle bütün bu zenginleştirme durumlarının tespit edilip, satış parasına yansıma durumunun kararda oransal olarak gösterilip tespit kararı verilmesi de mümkün olmalıdır. Diğer yandan, bazı durumlarda tespiti istenen muhdesatın taşınmazın olası satışında sürüm değerine hiçbir etki yaratmayacak nitelikte olması da mümkündür. Üzerinde yıkılması gerekli harap bir yapı (muhdesat) bulunan taşınmazın sürüm değerinin, sadece arsa değerinden ibaret olduğunun bilirkişice bildirilmesi durumu buna örnek olup; kanımca böyle bir olasılıkta, açılan tespit davasının mahkemece reddine karar verilmesi gerekir.

Davacı tarafından dava dilekçesinde gösterilen taraflar arasında paylı mülkiyete tabi olup, satış suretiyle ortaklığın giderilmesi davasına konu edilen taşınmaz üzerinde bulunan evdeki yenileme ve eklemeler, sundurma, sergen depo, seralar, göletler, tuvalet yapısı, özel enerji hatları gibi unsurları davacı tarafından yapıldığının, yine mevcut çeşitli cinslerdeki ağaçların kendisi tarafından yetiştirildiği ve mülkiyetinde olduğunun tespiti istenmiş; dava ilk oturumda davalı tarafından kabul edilmiş; mahkemece tek tek belirtilmek suretiyle tespiti istenilen hususların davacının mülkiyetinde olduğunun tespitine karar verilmiş; hükmü davacı taraf bir kısım muhdesatların tespit edilmediği ve kendisine vekalet ücreti takdir edilmediği gerekçesiyle temyiz etmiştir.

Davalının ilk oturumda davayı kabul etmesi ve dava açılmasına neden olmadığı gerekçesiyle; mahkemece davacı lehine vekalet ücreti takdir edilmemiştir. Ortaklığın giderilmesi davasında, davaya konu edilen muhdesatlar ve zenginleştirme/yenileme çalışmaları davacı tarafından somutlaştırılmış olmadığından; davalının o davada muhdesatlarla ilgili davacı iddiasını kabul etmesi beklenemez. Davacının iddialarını somutlaştırarak açtığı tespit davasında ise, davalı ilk oturumda davayı kabul ettiğinden; dava açılmasına neden olmuş kabul edilemez. Bu sebeple mahkemenin davacı yararına vekalet ücreti takdir etmemesi isabetli olup, davacının bu yöne ilişkin temyiz itirazının reddine ilişkin karara katılıyorum.

Mahkemece verilecek nihai hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir (HMK md.297/2). Eş anlatımla, mahkeme infaz edilebilir nitelikte karar oluşturmalıdır. Yapılan keşif ve bilirkişi incelemesinde, tespiti istenilen bir kısım unsurların bağımsız bir bütünlüğü olmayıp zenginleştirme/yenilme faaliyeti şeklinde gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Taşınmazın ilk halinde üzerinde babadan kalma eski bir ev bulunduğu, başka muhdesat bulunmadığı; sonradan diğer muhdesatların ve zenginleştirme/yenileme çalışmalarının davacı tarafından meydana getirildiği davalının da kabulündedir. Mahkemece muhdesatların ve zenginleştirme/yenileme çalışmalarının davacı tarafından meydana getirildiğinin tespitiyle yetinilmesi gerekirken, davacının olduğunun tespitine karar verilmesi doğru olmadığı gibi; muhdesat ve yenileme/zenginleştirme çalışmalarının tek tek sayılması suretiyle hüküm tesisi de satış parasına ne şekilde yansıtılacağını ifade etmediği ve uygulanması çok güç olduğundan; HMK 297/2. maddesine uygun olmamıştır. Kanımca mahkemece yapılacak iş; uygun bilirkişi (veya bilirkişiler) bulundurulmak suretiyle yeniden keşif yapılmak suretiyle taşınmazın üzerinde sadece eski ev bulunsaydı olacak rayiç değeri ile sonradan davacı tarafından meydana getirilen muhdesatlar ve yenileme/zenginleştirme çalışmaları sonucu oluşan mevcut rayiç değerinin ayrı ayrı belirlenmesi, aradaki farkın mevcut rayiç değere oranlanması suretiyle bir oran belirlenmesi, ortaklığın giderilmesi davasında gerçekleşecek satış bedelinde, davacının tapu kaydındaki payı dışında, ayrıca belirlenen bu oranda hak sahibi olacağının tespitine karar verilmesi gerekirdi.

Temyiz edilen hükmün açıkladığım çerçevede inceleme yapılmak ve sonucuna göre karar verilmek üzere bozulması gerektiğini; değerli Çoğunluğun bozma sonucuma katılmakla birlikte, bozmanın kapsam ve gerekçesinin açıkladığım değişik çerçevede olması gerektiğini düşünüyorum. 20.10.2014

İRFAN OKUR
Üye

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Cum Şub 20, 2015 8:44 pm