Etiket arşivi: OLDUĞU

Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • EŞİNİN HAMİLELİĞİ İLE İLGİLENMEMENİN BOŞANMA SEBEBİ OLDUĞU

YARGITAY 2.HUKUK DAİRESİ
ESAS: 2013/9512
KARAR: 2014/1559

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm, davacı (kadın) tarafından kusur belirlemesi ve tazminat taleplerinin reddi yönünden temyiz edilerek; temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması istenilmekle; duruşma için belirlenen 28.01.2014 günü temyiz eden davacı C… vekili Av… ve karşı taraf davalı İ… vekili Av… geldiler. Gelenlerin konuşması dinlendikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için duruşmadan sonraya bırakılması uygun görüldü. Bugün dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Mahkemece, evlilik birliğinin temelinden sarsılmasında taraflar "eşit kusurlu" kabul edilerek boşanmalarına karar verilmiştir. Yapılan soruşturma ve toplanan delillerden, davacı kadının, eşinin hasta olan babası ile ilgilendiği, ayrıca davalı kocanın erkek kardeşinin beş altı ay süre ile ortak konutta taraflarla birlikte yaşadığı anlaşılmakla , davacı kadının kocanın ailesini istemediğine ilişkin tespit yerinde değildir.

Taraflar arasında ayrılığa neden olan en son hadise; davalı kocanın güven sarsıcı davranışlarda bulunması ve kendisini başka bir kadınla gören hamile eşinin yakasından tutarak iteklemesinden ibarettir. Güven sarsıcı davranışlarda bulunan, eşine fiziksel şiddet uygulayan ve eşinin hamileliği ile ilgilenmeyen davalı koca boşanmaya neden olan olaylarda tamarnen kusurludur. Hal böyleyken tarafların eşit kusurlu kabul edilmesi ve belirlenen bu hatalı kusur durumuna göre davacının maddi ve manevi tazminat taleplerinin (TMK.md.174/1-2) reddine karar verilmesi doğru bulunmamıştır.

SONUÇ:Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple kusur belirlemesi ve tazminatlar yönünden BOZULMASINA, duruşma için takdir olunan 1100.00 TL. vekalet ücretinin davalıdan alınıp davacıya verilmesine, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.28.01.2014 (Salı)

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — 13 Oca 2015, 12:02


Ceza Hukuku • Eşimin almış olduğu ceza mğduriyet

iyi akşamlar ben ………. marmariste yaşıyorum size bir sorunumdan bahsetmek üzere buradaayım 2005 yılında severek ve ailelerin rızası ile eşim………. evlendik ancak büyük sorun şu benim babam sürekli yurt dışında çalıştıgı için ben dogduktan 3 yıl sonra babam gelip bana kimlik çıkarmış yani kimlikte 3 yaş küçüğüm evlendiyimde kimligime göre 15 yaşındaydım birinci çocugumu dogum yaptıgımda doktor yaşımın küçük olması nedeniyle eşimi şikayet etti dava açıldı 9 yıl sonra 2 çocogumuz olmuştu eşimi tutukladılar 10 yıl 10 ay ceza aldı ben 2 çocugumla perişan bi durumdayım bence burada tek suçlu var oda ailem ailemin suçunu eşim ben ve çocuklarımız çekiyor yuvam dagıldı allah rızası için yardım edin…

Bilgiler: Tarih-Gönderici: seher — 09 Oca 2015, 20:55


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • SATIŞ İLANININ VEKİL YERİNE ASİLE TEBLİĞİNİN USULSÜZ OLDUĞU

YARGITAY 12. Hukuk Dairesi
ESAS: 2013/11476
KARAR: 2013/17765

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Sair temyiz itirazları yerinde değil ise de;

7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 11, Avukatlık Kanunu’nun 41. ve HMK.nun 73. (HUMK.nun 62, 68.) maddeleri gereğince, vekil ile takip edilen işlerde tebligatın vekile yapılması zorunludur.

…1. İcra Müdürlüğü’nün 2008/265 Esas sayılı takip dosyasından borçluya ait taşınmaza ilişkin satış ilanının borçlu asile tebliğ edildiği anlaşılmıştır.

Somut olayda; asıl takip dosyasına ibraz edilen ve Zürih Başkonsolosluğu’nca düzenlenen 22.06.2009 tarihli vekaletname ile Av. M… vekil tayin edilmiş, aynı vekil tarafından 14.09.2009 tarihli adres beyanı dilekçesi asıl takip dosyasına sunulmuş, böylece adı geçen avukat, borçluyu vekil olarak temsil etmiştir. Bu durumda borçlunun takipte vekil ile temsil edildiği anlaşılmış olmakla, satış ilanının da vekile tebliği, yukarıda açıklanan yasa hükümleri uyarınca zorunludur.
İİK.nun 127. maddesi gereğince taşınmaz satışlarında, satış ilanının bir örneği borçluya tebliğ edilmelidir. Borçluya satış ilanının tebliğ edilmemiş olması veya usulsüz tebliğ edilmesi başlı başına ihalenin feshi sebebidir.

Somut olayda satış ilanının vekil yerine asile tebliği usulsüz olup, bu husus başlı başına ihalenin feshini gerektirmektedir. O halde mahkemece şikayetin kabulü ile ihalenin feshine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile istemin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 09/05/2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — 04 Oca 2015, 01:05


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2010/12-124 K. 2010/110 T. 03.03.2010 *REESKONT FAİZ ORANININ “İSKONTO” ORANI OLDUĞU HAKKINDA

T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2010/12-124

K. 2010/110

T. 03.03.2010

 

KARAR ÖZETİ :

 

  Nitekim, şikayete konu takip dayanağı ilamda yer alan asıl ve birleşen davaya konu alacaklar yönünden temerrüt ve dava tarihlerinden başlamak üzere "reeskont faizi"ne hükmedilmekle, bu faizin ticari işler için söz konusu olan yasal temerrüt faizi olarak hükme bağlandığı ve uygulanacak oranın da, T.C. Merkez Bankası'nın reeskont işlemlerinde uyguladığı oran olduğunun kabulü gerekir. İlamın infaz edilecek kısmı hüküm bölümü olduğuna ve hükmün yukarıda açıklanan içeriğinin aynen infaz edilmesinin gerekmesine göre, icra mahkemesinin yukarıda açıklanan hususlara değinen direnme kararı usul ve yasaya uygun olup; onanması gerekir.

 

DAVA : 

 

Taraflar arasındaki davadan dolayı, bozma üzerine direnme yoluyla; Ankara 13. İcra Hukuk Mahkemesi'nden verilen 19.08.2009 gün ve 2009/1101 E. 2009/1269 K. sayılı kararın bozulmasını kapsayan ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'ndan çıkan 25.11.2009 gün, 2009/12-504 Esas, 2009/548 Karar sayılı ilamın, karar düzeltilmesi yoluyla incelenmesi karşı taraf/alacaklı vekili tarafından verilen dilekçe ile istenilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu'nca dilekçe, düzeltilmesi istenen ilam ve dosyadaki ilgili bütün kâğıtlar okunduktan sonra, gereği görüşüldü:

 

KARAR : 

 

İstek, icra müdürlüğü işlemini şikayete ilişkindir.

Alacaklı şirketçe tazminattan kaynaklanan alacağın tahsili için Milli Savunma Bakanlığı aleyhine ilamlı takibe girişilmesi üzerine; borçlu eldeki şikayeti ile takibe konu alacak kalemlerinden faiz kalemini şikayetine konu etmiş; hesabın yanlış ve ilama aykırı olduğundan bahisle icra emrinin geçersizliğine ve dolayısıyla da iptaline karar verilmesini istemiştir.

 

Mahkemece; işin ticari olduğu saptanarak ticari reeskont ( temerrüt ) faizi uygulanmak sureti ile hesap yapan bilirkişi raporu esas alınarak şikayetin kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Şikayetçi/borçlu vekilinin temyizi üzerine özel dairece;

( … 5335 Sayılı Kanunun 14. maddesi ile 3095 Sayılı Yasanın 1. maddesi ile değiştirildiğinden reeskont faizi yasal faiz olmakla yasanın yürürlük tarihi olan 01.05.2005 tarihi itibarı ile %12 ve değişen oranlarda uygulama yapılması gerekir. Zira 3095 Sayılı Yasanın 1. maddesinde belirttiği kriterlere göre Merkez Bankası'nın reeskont oranlarını belirtme yetkisi 5335 Sayılı Yasa ile kaldırılmıştır. Bu durumda diğer daire görüşlerine ve uygulamaya uygun olarak yeniden oluşturulan içtihatlarımız doğrultusunda somut olayın incelenmesinde; alacağa 23.06.2006 tarihi itibarı ile faize hükmedildiğinden ve bu tarih itibarı ile 3095 Sayılı Kanunun 5335 Sayılı Kanun ile değişik 1. maddesi yürürlükte bulunduğundan bu madde hükümlerinin tatbiki ile faiz oranlarının hesaplanması gerekir iken, bilirkişice işin ticari olduğu saptanarak ticari reeskont ( temerrüt ) faizi uygulanmak sureti ile sonuca gidilmesinin yerinde olmadığı… )

 

Gerekçesiyle karar bozulmuştur.

 

Karşı taraf/alacaklı vekilinin karar düzeltme istemi de oyçokluğuyla reddedilmiş; mahkemenin önceki kararda direnmesi üzerine şikayetçi/borçlu vekili hükmü temyiz etmiştir.

 

Hukuk Genel Kurulu'nca, özel daire kararında yer alan gerekçelerle, direnme kararı oyçokluğu ile bozulmuş; karşı taraf/alacaklı vekili karar düzeltme isteminde bulunarak, direnme kararının onanmasını istemiştir.

Maddi olgu, bozma ve direnme kararlarının içerikleri itibariyle Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun hükümleri ile 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu'nun 32 ve devamı maddeleri karşısında, takip dayanağı ilamın hüküm fıkrasında yer alan "reeskont faizi" ibaresinin, icra müdürlüğünce "yasal faiz" olarak yorumlanması ve uygulanmasına olanak bulunup bulunmadığı; varılacak sonuca göre de, faize ilişkin alacak kaleminin "yasal faiz" oranından mı, yoksa Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası'nın kısa vadeli krediler için öngördüğü reeskont oranı üzerinden mi hesaplanması gerektiği, noktasında toplanmaktadır.

 

Görülmektedir ki, eldeki uyuşmazlık, takip hukukuna ilişkin olup; ilama dayalı takipten ve bu takibe konu ilamda yer alan faizin hesaplanma biçiminden kaynaklanmaktadır. Uyuşmazlığın bu niteliği itibariyle, öncelikle, "ilam" ve "ilamların icrası" kavramları ile bunlara ilişkin hükümler, ardından da "yasal faiz", "yasal temerrüt faizi" kavramları ve bunların yasal dayanakları üzerinde durulmalıdır.

 

Alacaklının ilamlı icra takibi yapabilmesi için elinde bir mahkeme ilamı ya da kanunların bu kuvvete sahip kıldığı bir belgenin bulunması gerekir.

 

İlam, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ( HUMK )'nun 392. maddesinde: "Karar tahrir ve imza olunduktan sonra suretleri bir hafta içinde başkatip tarafından iki taraftan her birine makbuz mukabilinde verilir ve bir nüshası da dosyasında hıfzolunur. Suretler asılları gibi imza olunmakla beraber bunlara mahkemenin mühürü vazedilmek lazımdır. İki taraftan her birine verilen suretler ilamdır." şeklinde açıklanmıştır. Buna göre, kısaca ilam; mahkeme kararının iki taraftan her birine verilen mühürlü örnekleri, olarak tanımlanabilir. Ayrıca, 2004 sayılı îcra ve İflas Kanunu ( ÎÎK )'nun 38. maddesinde, gerçekte ilam olmadıkları halde yasa gereği "ilam mahiyetini haiz belgeler" sayılmış; bazı özel kanunlarda da, ilgili bulundukları konuda birtakım belgelerin ilam niteliğinde olduğu kabul edilmiştir.

 

İlamların icrası ise, İİK'nun ikinci babında 24 ilâ 41'inci maddeler arasında düzenlenmiş; para ve teminat verilmesi hakkındaki ilamların icrasına ilişkin hükümlere de kanunun 32 ve ardından gelen maddelerinde yer verilmiştir. İİK'nun32. maddesinde; "Para borcuna veya teminat verilmesine dair olan ilam icra dairesine verilince icra memuru borçluya bir icra emri tebliğ eder. Bu emirde 24'üncü maddede yazılanlardan başka hükmolunan şeyin cinsi ve miktarı gösterilir" hükmü yer almaktadır.

 

İlam ve ilamların icrası özel bir öneme sahiptir. İlamlı takipte, mahkeme tarafından yazılıp, imza olunan ve mahkeme mührü ile mühürlenerek taraflara verilen ve böylece ilam niteliğini alan karar dayanak gösterilir ve bu şekliyle icra takibine esas alınır; icra emri de buna göre düzenlenir. Öyle ki, icraya konulan ilamdaki hükmün tavzihinin istenip, tavzihe karar verilmesi ve icra emrinde değişiklik yapılması gerektiğinde dahi borçluya yeni bir icra emri gönderilmesi gerekir. Ne icra müdürünün ne de bir başkasının ilamın hüküm fıkrasının değiştirilmesi anlamına gelecek işlem ya da yorum yapması olanaklı değildir. Para alacağını içeren bir ilamda faize de hükmedilmiş ise, alacaklının takip talebinde faiz oranını ve faizin başladığı günü göstermek suretiyle faizi istemesi olanaklıdır. Faiz istenmişse, bu halde icra emrinde bu talep de yer alır ve İİK'nun 32. maddesinin, hükmolunan şeyin cinsi ve miktarının icra emrinde gösterileceğine ilişkin açık hükmü gereğince, hükmolunan faizin de ilamın hüküm fıkrasında yazılı cins, miktar veya hesap tarzına uygun olması gerekir.

 

Borçluya gönderilen icra emri, kanuna ve özellikle ilama veya takip talebine aykırı ise, borçlu icra emrinin veya ilamlı icra takibinin iptali veya düzeltilmesi için icra mahkemesine şikayet yoluna başvurabilir ( İİK'nun 41, 16. maddeleri ). Şikayeti inceleyecek icra mahkemesinin yetkisi ise sınırlıdır.

 

Bu nedenledir ki, yerleşik yargısal uygulamada, ilamların infaz edilecek kısmının, hüküm bölümü olduğu, hükmün içeriğinin aynen infazı gerektiği ve gerek icra dairesi ve gerekse sınırlı yetkili icra mahkemesinin ilamın infaz edilecek kısmını yorum yolu ile belirleme yetkisine sahip olmadığı kabul edilmiştir ( Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 08.10.1997 tarih ve 1997/12-517 E. -1997/776 K.; 22.03.2006 gün ve 2006/12-92 E.-2006/85 K.; 25.06.2008 gün ve 2008/12-451 E. – 2008/453 K. sayılı ilamları ).

 

Şu durumda, ilamlı takibe konu ilamın hüküm fıkrasında faize ilişkin bölüm var ise, bunun ilama uygun biçimde hesaplanması gerekir. Hükme konu faiz, davadaki talep ve kararın mahiyetine göre yasal faiz olabileceği gibi, işin ticari olup olmamasına göre yasal ticari temerrüt faizi ya da yasal ticari olmayan temerrüt faizi olabilir. Buna göre takip dayanağı ilamı veren mahkeme hüküm fıkrasında yer vereceği faizi ve oranını 3095 Sayılı Kanun hükümlerine göre belirleyecek; bu ilamın icrasında da bu belirleme esas alınacaktır.

 

Yeri gelmişken, "yasal ( kanuni ) faiz" ve "temerrüt faizi" kavramlarının ayrı ayrı ele alınıp, konuya ilişkin yasal düzenlemelerin değişiklik seyriyle birlikte irdelenmesinde yarar vardır:

 

Bilindiği üzere, Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu'na göre faiz ödenmesi gerekip de miktarı sözleşme ile tespit edilmemiş olan hallerde gerek "yasal faiz" ve gerekse "yasal temerrüt faizi" yönünden uygulanması gereken hükümler, 19.12.1984 gün ve 18610 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine ilişkin Kanun ( 3095 Sayılı Kanun ) ile getirilmiştir.

 

Kanunun 1. maddesinde "yasal faiz", 2. maddesinde ise "yasal temerrüt faizi" düzenlenmiş; 2. maddede de ikili ayrıma gidilerek "ticari olmayan yasal temerrüt faizi" birinci fıkrada, "ticari olan yasal temerrüt faizi" ise üçüncü fıkrada olmak üzere ayrı ayrı hüküm altına alınmış; ticari olmayan temerrüt faizi yönünden açıkça 1. maddede yasal faiz için belirlenen orana atıf yapılmıştır.

 

3095 Sayılı Kanunun "Kanuni Faiz" başlıklı 1. maddesinin ilk hali aynen;

 

"Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu'na göre faiz ödenmesi gereken hallerde, miktarı sözleşme ile tespit edilmemişse faiz ödemesi senelik yüzde otuz oranında yapılır.

 

Bakanlar Kurulu, ekonomik şartları dikkate alarak bu oranın yüzde seksenine kadar arttırma ve eksiltme yapabilir. Bakanlar Kurulu'nun bu konudaki kararı, kararın alınmasını izleyentakvim yılı başından itibaren uygulanır."

"Temerrüt Faizi" başlıklı 2. maddesinin ilk hali ise;

 

"Bir miktar paranın ödenmesinde temerrüde düşen borçlu, sözleşme ile aksi kararlaştırılmadıkça, geçmiş günler için 1'inci maddede belirlenen orana göre temerrüt faizi ödemeye mecburdur.

 

Bakanlar Kurulu Kararı ile bu oran 1'inci maddesindeki oran dahilinde artırılabilir veya eksiltilebilir.

Ödeme yerinde ve ödeme zamanındaki banka iskontosu yukarıda açıklanan miktardan fazla ise, arada sözleşme olmasa bile, ticari işlerde temerrüt faizi, TC. Merkez Bankası'nın kısa vadeli krediler için öngördüğü reeskont faizi oranına göre istenebilir.

 

Temerrüt faizi miktarının sözleşmede kararlaştırılmamış olduğu hallerde, akdi faiz miktarı yukarıdaki fıkralarda öngörülen miktarın üstünde ise, temerrüt faizi, akdi faiz miktarından az olamaz" şeklindedir.

 

Bu hükümlere göre; 3095 Sayılı Kanun, Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu'na göre faiz ödenmesi gerekip de, bu faizin miktarının sözleşme ile tespit edilmemiş olduğu hallerde uygulanacak "yasal ( kanuni ) faizi", 19.12.1984- 01.01.2000 arasındaki dönemde "senelik yüzde otuz oranında" olmak üzere belirlemiş ve Bakanlar Kurulu'nun ekonomik şartları dikkate alarak bu oranın yüzde seksenine kadar arttırma ve eksiltme yapabileceğini, bu kararın alınmasını izleyen takvim yılı başından itibaren uygulanacağını düzenleme altına almıştır. Yasal temerrüt faizi yönünden ise ticari olmayan işler yönünden 1. maddeye atıf yapmış; ticari olan işlerde ise, ödeme yerinde ve ödeme zamanındaki banka iskontosunun maddenin birinci ve ikinci fıkralarında açıklanan miktardan fazla olması halinde, arada sözleşme olmasa bile TC. Merkez Bankası'nın kısa vadeli krediler için öngördüğü reeskont faizi oranına göre istenebileceği, düzenlemesini getirmiş; temerrüt faizi miktarının sözleşmede kararlaştırılmamış olduğu hallerde, akdi faiz miktarının yukarıdaki fıkralarda öngörülen miktarın üstünde olması halinde ise, temerrüt faizinin, akdi faiz miktarından az olamayacağını hükme bağlamıştır.

3095 Sayılı Kanunun bu şekli karşısında; mahkeme, bir davada yasal faiz talep edilmişse kanunun 1. maddesine; yasal temerrüt faizi talep edilmişse de işin ticari olup olmamasına göre kanunun 2. maddesinin birinci ya da üçüncü fıkralarına göre hükmedeceği faizin cinsini ve oranını belirleyecektir.

 

Bu düzenleme, 01.01.2000 tarihine kadar uygulanmıştır.

Anılan kanunda 15.12.1999 tarih ve 4489 Sayılı Kanun ile değişiklik yapılmış; bu değişiklikler 01.01.2000 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiştir.

Yapılan değişiklikle 3095 Sayılı Kanunun "Kanuni Faiz" başlıklı 1. maddesi aynen;

 

"Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu'na göre faiz ödenmesi gereken hallerde, miktarı sözleşme ile tespit edilmemişse bu ödeme, yıllık, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın önceki yılın 31 Aralık günü kısa vadeli kredi işlemlerinde uyguladığı reeskont oranı üzerinden yapılır. Söz konusu reeskont oranı, 30 Haziran günü önceki yılın 31 Aralık günü uygulanan reeskont oranından beş puan veya daha çok farklı ise, yılın ikinci yarısında bu oran geçerli olur."

 

Şeklini almış; böylece yasal ( faiz ) ödemesinin yıllık, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası ( TCMB )'nın önceki yılın 31 Aralık günü kısa vadeli kredi işlemlerinde uyguladığı reeskont oranı üzerinden yapılacağı ve bu reeskont oranının belirlenmesinde o yılın 30 Haziran günü uygulanan reeskont oranının bir önceki yılın 31 Aralık günü uygulanan reeskont oranından beş veya daha fazla puan fazla olması halinde yılın ikinci yarısında bu fazla oranın geçerli olacağı kabul edilerek, belirlenen şartlarda iki dönem için ayrı oran uygulanacağı kabul edilmiştir.

Durum bu olunca, yasal faizin hesaplanmasında, yasanın önceki şeklinde gösterilen belli ve Bakanlar Kurulu'nca artırılabileceği kabul edilen oran uygulamasından vazgeçilerek; yasal faiz oranının hesabının TCMB'nın kısa vadeli kredi işlemlerinde uyguladığı reeskont oranı üzerinden yapılması esası kabul edilmiştir.

 

Yine, 4489 Sayılı Kanunla "Temerrüt Faizi" başlıklı 2. maddesi de değişikliğe uğramış;

"Bir miktar paranın ödenmesinde temerrüde düşen borçlu, sözleşme ile aksi kararlaştırılmadıkça, geçmiş günler için 1'inci maddede belirlenen orana göre temerrüt faizi ödemeye mecburdur.

 

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın önceki yılın 31 Aralık günü kısa vadeli avanslar için uyguladığı faiz oranı, yukarıda açıklanan miktardan fazla ise, arada sözleşme olmasa bile ticari işlerde temerrüt faizi bu oran üzerinden istenebilir. Söz konusu avans faiz oranı, 30 Haziran günü önceki yılın 31 Aralık günü uygulanan avans faiz oranından beş puan veya daha çok farklı ise yılın ikinci yarısında bu oran geçerli olur.

 

Temerrüt faizi miktarının sözleşmede kararlaştırılmamış olduğu hallerde, akdi faiz miktarı yukarıdaki fıkralarda öngörülen miktarın üstünde ise, temerrüt faizi, akdi faiz miktarından az olamaz" düzenlemesi getirilmiştir.

Bu düzenleme ile madde üç fıkraya indirilmiş; öncesinde dördüncü fıkra iken ikinci fıkranın kalkması ile üçüncü fıkra halini alan ortak düzenleme ve ticari olmayan işler için temerrüt faizine ilişkin birinci fıkra aynen korunmuşken; ikinci fıkrada ticari temerrüt faizi oranının belirlenme şekli yeni bir yönteme bağlanmıştır. Bu yönteme göre, ticari işlerde taraflarca aksi kararlaştırılmadığı sürece istenebilecek ticari temerrüt faizi oranı, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası ( TCMB )'nın kısa vadeli avanslar için uyguladığı faiz oranıdır. Bu oran üzerinden temerrüt faizine hükmedilmesinin istenebilmesi için, TCMB'nın kısa vadeli avanslar için uyguladığı faiz oranının, maddenin birinci fıkrasındaki atıfla kanunun 1. maddesinde yer alan reeskont oranından fazla olması gerekir.

 

Kanunun bu şekli, 01.01.2000 – 01.05.2005 tarihleri arasında uygulanmış; bu dönemde yasal ( kanuni ) faiz ve ayrıca ticari olmayan işler için uygulanacak yasal temerrüt faizinin hesabında, TCMB'nın kısa vadeli kredi işlemlerinde uyguladığı reeskont oranı esas alınmıştır. Ticari işlerde uygulanacak yasal temerrüt faizinin hesabında ise, ikinci maddenin ikinci fıkrasında yer alan ve az evvel açıklanan hususlar gözetilmiştir.

3095 Sayılı Kanun son halini, 27.04.2005 gün ve 26798 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanıp, 01.05.2005 tarihinde de yürürlüğe giren 5335 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 14. maddesi ile yapılan değişiklik ile almış; bu Kanunun 29/c maddesiyle 2005 Mali Yılı Bütçe Kanunu'ndaki kanuni faiz oranını tespit eden 37/e maddesi de yürürlükten kaldırılmıştır.

5335 Sayılı Kanunun getirdiği ve halen yürürlükte bulunan bu değişiklikle, 3095 Sayılı Kanunun "Kanuni Faiz" başlıklı 1. maddesi aynen;

"Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu'na göre faiz ödenmesi gereken hallerde, miktarı sözleşme ile tespit edilmemişse bu ödeme yıllık yüzde oniki oranı üzerinden yapılır.

 

Bakanlar Kurulu, bu oranı aylık olarak belirlemeye, yüzde onuna kadar indirmeye veya bir katına kadar artırmaya yetkilidir."

 

Şeklini almış; "Temerrüt Faizi" başlıklı 2. maddede ise değişiklik yapılmamıştır.

Ne var ki, 5335 Sayılı Kanunla yapılan değişiklik, sadece 3095 Sayılı Kanunun 1. maddesinde düzenlenen yasal faize ilişkin olmakla birlikte, kanunun 2. maddesinin birinci fıkrasındaki açık yollama nedeniyle, ticari olmayan işlerde uygulanması gereken yasal temerrüt faizi oranlarını da etkilemiştir. 2. maddenin ikinci fıkrasında yer alan ve ticari işler için söz konusu olan yasal ( akde dayanmayan ) ticari temerrüt faizi oranlarına ilişkin düzenleme ise aynen varlığını korumuştur.

Böylece, 01.05.2005 tarihinden itibaren uygulanmak üzere 3095 Sayılı Kanunun 1. maddesinde yapılan düzenleme ile, Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu' na göre faiz ödenmesi gerekip de bunun miktarının sözleşmeyle tespit edilmediği hallerde kanuni faiz oranı yıllık "yüzde oniki" olarak tespit edilmiş; bu oran, aynı maddenin ikinci fıkrasında yer alan hüküm gereğince, Maliye Bakanlığı'nın 16.12.2005 tarih ve 43953 sayılı yazısı üzerine, Bakanlar Kurulu'nun 19.12.2005 tarihli 2005/9831 sayılı kararı ile, 01.01.2006 tarihinden geçerli olmak üzere yıllık "yüzde dokuz" a indirilmiştir. Bu karar 30.12.2005 gün ve 26039 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanmıştır.

Şu hale göre; 5335 Sayılı Kanun ile "yasal faiz" ve buna yapılan açık atıf nedeniyle "ticari olmayan yasal temerrüt faizi" yönünden 3095 Sayılı Kanunun ilk şeklindeki hesap tarzına dönülmüş; 01.05.2005 tarihinden geçerli olmak üzere, yasal faizin hesabında TCMB'nın reeskont oranlarının esas alınması yönteminden vazgeçilmiştir.

Ticari işlerdeki temerrüt faiz oranına ilişkin yasal düzenleme ise değişikliğe uğramamıştır.

 

Önemle vurgulanmalıdır ki, 3095 Sayılı Kanunda yapılan değişiklikle yasal faiz ve ticari olmayan yasal temerrüt faizi yönünden hesap tarzı değiştirilerek yeni bir hesap tarzının belirlenmesi, böylece reeskont oranının madde metninden çıkarılması, onun varlığının tümüyle yok edildiği anlamına gelmemekte; dolayısıyla kanunun 1. maddesinde reeskont oranına yer verilmemesi, T.C. Merkez Bankası'nın reeskont işlemlerinde uygulanacak faiz oranını belirleme yetkisinin ortadan kalktığı sonucunu da doğurmamaktadır.

Zira, T.C. Merkez Bankası anılan oranları belirleme yetkisini kendi kanunundan almaktadır. 1211 sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanunu'nun 25 Nisan 2001 tarih ve 4651 Sayılı Kanun ile değişik 4. maddesinde temel görevi; "Bankanın temel amacı fiyat istikrarını sağlamaktır. Banka, fiyat istikrarını sağlamak için uygulayacağı para politikasını ve kullanacağı para politikası araçlarını doğrudan kendisi belirler. Banka, fiyat istikrarını sağlama amacı ile çelişmemek kaydıyla Hükümetin büyüme ve istihdam politikalarını destekler….." olarak ifade edilmiş; maddenin devamında bankanın temel görev ve yetkileri detaylandırılmış; reeskont ve avans işlemleri yapmak da bunlar arasında sayılmıştır. Yine aynı kanunun "İlan Edilecek Hususlar" başlıklı 39. maddesinde: "Banka, Banka Meclisince zaman zaman tespit edilecek kendi işlemlerinde uygulayacağı reeskont, iskonto ve faiz hadlerini ve açık piyasa politikasının şartlarını ilan eder." denilmektedir.

Nitekim, 20.12.2005 tarih ve 26029 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasınca Uygulanacak Iskonto ve Avans Faiz Oranları Hakkında Tebliğ ile bu oranlar; "Bankamızca, vadesine en çok 3 ay kalan senetler karşılığında yapılacak reeskont işlemlerinde uygulanacak iskonto faiz oranı yıllık % 23, avans işlemlerinde uygulanacak faiz oranı ise yıllık % 25 olarak tespit edilmiştir." şeklinde belirlenmiş; bu oranlarda yapılan değişiklikler düzenli olarak ilan olunmaya devam edilmiştir.

Kısacası, T.C. Merkez Bankası'nca, kendi kanunundan aldığı yetki ile, vadesine en çok üç ay kalan senetler karşılığında yapılan reeskont işlemlerinde uygulanan yıllık iskonto oranlan ile avans işlemlerinde uygulanan yıllık faiz oranları halen tespit edilmekte ve düzenli olarak da ilan olunmaktadır.

 

Diğer taraftan, takip hukukunun gözetilmesini gerektiren eldeki şikayet, takibe konu ilamın hüküm fıkrasında yer alan faizin doğru hesaplanmadığına ilişkin olmakla, yapılacak inceleme, mahkemenin hüküm fıkrasında yer alan faizin hesaplanmasında ilama ve buna bağlı olarak yasaya aykırı bir yön bulunup bulunmadığı ile sınırlıdır. Bu sınır dışına çıkılarak ilamda hükmedilmesi gereken faizin ne olduğunun denetlenmesine olanak bulunmamaktadır, icra aşamasını ilgilendirmeyen bu denetlemeyi yapacak olan mercii ise kararın esası yönünden temyiz incelemesini yapacak olan ilgili dairedir.

Kaldı ki, avans işlemlerinde uygulanan yıllık faiz oranında faiz talep edebilecek olan alacaklı tacirin, çoğun için de azın da olduğu kuralıyla, bundan daha düşük orandaki faizi talep edebilmesi gerekir.

 

Mahkeme bu talebi yerinde görmüş ve hükmetmişse ilamın icrası bu oran üzerinden gerçekleştirilmelidir; bu karar bozularak faize ilişkin hüküm değişmedikçe, icra müdürlüğünün ve şikayet üzerine de dar yetkili icra mahkemesinin hükmü farklı yorumlaması ve değiştirmesi olanağı bulunmamaktadır.

 

Tüm bu açıklamalar, ortaya konulan yasal süreç ve konuya ilişkin hükümler ışığında somut olay değerlendirildiğinde:

 

Ankara 13. icra Müdürlüğü'nün 2005/359 Esas sayılı takip dosyasında; alacaklı T…….inşaat Sanayi İhracat ithalat ve Tic. Ltd. Şti. tarafından, borçlu Milli Savunma Bakanlığı aleyhine ilamlı takibe girişilmiş; 30.03.2007 tarihli takip talebinde Ankara 26. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 23.11.2006 gün ve 2006/261 Esas, 2006/379 Karar sayılı ilamı dayanak olarak gösterilmiştir.

 

Takibe konu miktar 253.077.63.-YTL asıl alacak ile bu miktara 23.06.2003 dava tarihinden takip tarihine kadar işlemiş temerrüt faizi 343.102,97.-YTL'den ve diğer kalemlerden oluşan toplam 613.893,70.-YTL'dir. Aynı hususların yer aldığı icra emrinin 09.04.2007 tarihinde tebliği üzerine borçlu tarafından, 10.04.2007 tarihli eldeki şikayet yapılmış ve "takip dayanağı ilamda geçen reeskont faizinin yasal faize eşit olması nedeniyle yasal faizin uygulanması gerektiği, ilam ile icra emrinin çelişkili olduğu,.. 5335 Sayılı Kanundan sonraki dönem için de yasal faiz uygulanması gerektiği ve sonuçta da hesap yanlışları nedeniyle icra emrinin geçersizliğine karar verilmesi" istenmiştir.

 

 

Takip dayanağı ilama göre davacı tacir; dava ise, eser sözleşmesine dayalı alacak istemidir. Asıl ve birleşen davalar 23.06.2003 ve 23.10.2003 tarihlerinde açılmış olup; her iki tarih itibariyle de 3095 Sayılı Kanunun 4489 Sayılı Kanunla değişik şekli yürürlüktedir. Dava dilekçelerinde ise temerrüt olgusu açıklanarak reeskont faiz oranı üzerinden ticari temerrüt faizine hükmedilmesi istenmiştir.

Dava sürerken 3095 Sayılı Kanunun yasal faizi düzenleyen 1. maddesi 5335 Sayılı Kanunun 14. maddesiyle değiştirilmiş; bu değişiklik 01.05.2005 tarihinde yürürlüğe girmekle, yerel mahkemece dosya bu tarihten sonra 23.11.2006 tarihinde hükme bağlanmıştır.

 

Mahkeme, reeskont oranı üzerinden faiz istemini kabul etmiş ve hüküm fıkrasında faize ilişkin olarak aynen; "..Asıl davada; davanın, 48.296,49.-YTL'lik kısmının kabulü ile işbu meblağın temerrüt tarihi olan 08.08.2003 tarihinden itibaren reeskont faiziyle birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine… Birleşen davada; davanın, 253.077,63.-YTL'lik bölümünün kabulü ile işbu meblağın dava tarihi olan 23.06.2003 tarihinden itibaren reeskont faizi ile birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine …, her iki dava yönünden de fazla istemlerin reddine.." hükmetmiştir.

Bu şekliyle ilamın hüküm fıkrasında yer alan faize ilişkin hüküm, yasal ticari temerrüt faizine ilişkin düzenleme içeren 3095 Sayılı Kanunun 2/2. maddesine dayanmaktadır.

 

Bu madde gereğince avans işlemlerinde uygulanan yıllık orana göre faiz talep edebilecek olan tacir, bu oranın altında bulunan reeskont faizi üzerinden karar verilmesini istemiş; mahkemece de bu faize hükmedilmiştir. Hüküm fıkrasında ticari temerrüt faizi ibaresinin kullanılmamış olması hükmedilen faizin yasal faiz olarak kabulünü gerektirmemektedir.

 

Yasal faize ilişkin 3095 Sayılı Kanunun 1. maddesinde 5335 Sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle hesap tarzının değiştirilmesi ve artık yasal faizin hesabında reeskont oranının hesaplamada dikkate alınmaması, ticari olmayan temerrüt faizinin de yine aynı usulle belirlenecek olması, aynı kanunun değişikliğe uğramayan 2/2. maddesine dayalı istemi ve bunu kabul eden hükmü ortadan kaldıracak bir unsur olarak görülemez.

 

Hukuk Genel Kurulu'ndaki görüşmelerde özel daire sözcülerince savunulan ve bozma ilamında da işaret olunan "Merkez Bankası'nın reeskont oranlarını belirtme yetkisinin 5335 Sayılı Yasa ile kaldırıldığı, bu nedenle artık reeskont oranında faize hükmedilemeyeceği" ve "takip dayanağı ilamda hükmedilen faizin ticari temerrüt faizi olduğuna ilişkin bir belirleme olmadığından, bunun yasal faiz olarak uygulanması gerektiği" yönündeki görüşlerine, çoğunluk katılmamıştır.

 

Yukarıda ayrıntısıyla açıklanan yasal süreç ve ilgili yasa maddeleri karşısında sonuç itibariyle; 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun'da 5335 Sayılı Kanunla yapılan değişiklik, kanunun 1. maddesinde düzenlenen yasal faize ilişkin olmakla birlikte, yasanın 2. maddesinin birinci fıkrasındaki atıf nedeniyle ticari olmayan işlerde uygulanacak yasal temerrüt faizi oranlarını da etkilemektedir.

5335 Sayılı Kanunla 2. maddenin ikinci fıkrasında değişiklik yapılmamış; ticari işlerde uygulanması gereken ve kısa vadeli avanslar için uygulanan faiz oranı üzerinden belirlenen yasal temerrüt faizi 4489 Sayılı Kanunla değişik şekliyle aynen korunmuştur.

5335 Sayılı Kanun ile 3095 Sayılı Kanunun 1. maddesinde yapılan düzenleme ile yeni hesap tarzının getirilerek T.C. Merkez Bankası'nın belirlediği reeskont oranları üzerinden faiz hesap yönteminin bırakılması, sadece 3095 Sayılı Kanun yönünden söz konusu olup; bu kanun dışındaki uygulamalar yönünden bankanın reeskont oranlarını belirleme yetkisi devam etmektedir.

 

Gerek eldeki davadaki gibi hükme konu olması, gerekse taraflarca sözleşmede açıkça kararlaştırılmış olması hallerinde, TCMB'ca belirlenmekte ve ilan edilmekte olan reeskont oranı üzerinden faiz hesaplanabilecektir. Hükmün faize ilişkin bölümünün açıkça "Reeskont faizi" olarak adlandırılarak kurulmuş olmasına rağmen, yorumla bunun hükümde ifade edilmeyen yasal faizi ifade ettiğini kabule olanak bulunmamaktadır.

Dava açıldığı tarihte yasal faizin oran olarak reeskont faizine eşit olması davacının dava dilekçesinde talep ettiği reeskont faizinin yasal faiz olarak kabulü sonucunu doğurmaz.

 

Nitekim, şikayete konu takip dayanağı ilamda yer alan asıl ve birleşen davaya konu alacaklar yönünden temerrüt ve dava tarihlerinden başlamak üzere "reeskont faizi"ne hükmedilmekle, bu faizin ticari işler için söz konusu olan yasal temerrüt faizi olarak hükme bağlandığı ve uygulanacak oranın da, T.C. Merkez Bankası'nın reeskont işlemlerinde uyguladığı oran olduğunun kabulü gerekir. İlamın infaz edilecek kısmı hüküm bölümü olduğuna ve hükmün yukarıda açıklanan içeriğinin aynen infaz edilmesinin gerekmesine göre, icra mahkemesinin yukarıda açıklanan hususlara değinen direnme kararı usul ve yasaya uygun olup; onanması gerekir.

SONUÇ : Karşı taraf/alacaklı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile Hukuk Genel Kurulu'nun 25.11.2009 gün, 2009/12-504 Esas, 2009/ 548 Karar sayılı bozma kararının kaldırılmasına; yerel mahkeme direnme hükmünün yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, 03.03.2010 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.

 

KARŞI OY :

 

Takibe dayanak yapılan ilam içeriği uyuşmazlıkta davacı taraf 4489 Sayılı Yasa ile değişik 3095 Sayılı Yasanın 2/2. maddesi uyarınca avans faizi nisbetinde temerrüt faizi isteme hakkını haiz olduğu halde, anılan yasanın 2/1. maddesi uyarınca o tarihte yasal temerrüt faizi karşılığı olan reeskont faizi talebinde bulunmuş ve mahkemece de gerekçede bu hususta herhangi bir tartışmaya ve açıklamaya yer verilmeksizin hükmedilen alacağa reeskont faizi yürütülmesine karar verilmiştir. Derecattan da geçmek suretiyle kesinleşen ilamda uygulanan temerrüt faizinin türü ile ilgili herhangi bir gerekçe ve ibare yer almadığından hükmolunan faizin 3095 Sayılı Yasanın 2/1. maddesi uyarınca hükmedilmiş bir yasal faiz olduğunun kabulü yasal ve zorunluluktur.

 

Kaldı ki, kararda hükmedilen faizin yasal faizin üzerinde avans faizinin altında bir faiz olduğu açıklanmamıştır. O halde yürütülen faiz yasal faizdir. Takip sırasında bu hususta çekişme çıkarıldığında da elbette uyuşmazlığı inceleyen icra mahkemesince bu yönde bir tahlil yapılmak zorunluluğu vardır, icra mahkemesi kararında, yukarıda da belirtildiği üzere dayanak ilamda farklı bir gerekçe ve ibare yer almadığından temerrüt tarihinden itibaren hükmedilen faizin o tarihte reeskont faizinin yasal faiz karşılığı olması sebebiyle yasal faiz olduğunu kabul etmek zorundadır. Çünkü bu ihmal edilemeyecek bir yasal zorunluluktur. Uygulanan faizin yasal faiz karşılığı olduğu kabul edildiğinde de yasal faizin ileride olacak oransal değişikliklerinin icraca nazara alınması da mecburidir, icra memuru başlangıç faizinin oransal değişimlerini nazara alarak hesaplama yapacak ve şayet yapmaz ise bunun şikayet yoluyla düzeltilmesi yoluna gidilecektir. Somut olayda 5335 Sayılı Yasanın 14'üncü maddesi değişikliği ile 3095 Sayılı Yasanın kapital faizini düzenleyen 1. maddesindeki kanuni faiz oranı % 12'ye ve bilahare de % 9'a düşürüldüğünden 01.05.2005 tarihinden itibaren alacağa bu oranlarda temerrüt faizi yürütülmek gerekecektir. Takibe dayanak ilamda hükmedilen faizin ticari faiz karşılığı ve HUMK'nun 74'üncü maddesi uyarınca takiple bağlı kalınarak hükmedilen bir faiz olduğu hususunda açıklık olmadığından icra mahkemesince bu yönde aksine verilmiş bir karar, kesinleşmiş ilamın dolanılması sonucuna götürecektir.

 

Diğer taraftan, 3095 Sayılı Yasanın 1. ve 2. fıkralarında aksine bir sözleşme olmadığında TL üzerinden hükmolunacak alacaklara uygulanacak temerrüt faizi türleri yasal faiz ve ticari faiz olarak kararlaştırılıp başkaca bir temerrüt faizi türü öngörülmediğinden mahkemelerce bu anlamda 3'üncü tür bir temerrüt faizi uygulanamaz. Zira, yasa koyucu anılan kanunla yüksek enflasyon vs. faktörlerin de etkisiyle yeni bir kapital faizi ve temerrüt faizi rejimi getirmiş, özel kanunlardaki bir kısım faizlerin saklı olduğu belirtilerek Borçlar Kanunu'nun ve Türk Ticaret Kanunu'nun faizle ilgili hükümlerini ortadan kaldırmıştır. Bunlara TTK'nun 1461'inci maddesinde düzenlenen banka iskonto faizi ile ilgili düzenleme de dahildir. Bu itibarla, avans faizi oranında temerrüt faizi isteyebilecek olanların bu oranın altında yasal faiz oranının üzerinde bir faizi temerrüt faizi olarak istemeleri olanaklı değildir. Kaldı ki, usul hukuku kuralları da buna elvermemektedir. Ticari faiz karşılığı avans faizi isteyebilecek olan davacı taraf yasal faiz karşılığı reeskont faizi istemekle ticari faiz karşılığı avans faizi istemekten zımnen feragat etmiştir. Yani temerrüt faizi türü bakımından zımmi feragat gerçekleşmiştir. Zımnen feragatla düşmüş bir hak, feragat aynı zamanda bir maddi hukuk işlemi olduğundan geri kazanılamaz. Yasa koyucu 3'üncü tür bir temerrüt faizi türü kabul etmediğinden de feragatin avans oranı ile reeskont oranı arasına ilişkin olduğunun savunulması da mümkün olmayacaktır. Kaldı ki, somut uyuşmazlıkta davacı tarafın bu yönde bir talebi ve açıklaması da dayanak kararda yer almamaktadır. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi'nce benzer uyuşmazlıklarda TL bazında alacaklar için sözleşme olmadığında 3'üncü tür bir temerrüt faizi türü olmadığı içtihad olunmuştur. ( 2007/10737 E., 2008/14015 K" 15.12.2008 T., 2007/807 E., 2008/2514 K" 03.03.2008 T., 2006/14226 E., 2008/1041 K" 04.02.2008 T., 2008/7793 E., 2009/13138 K" 22.12.2009 T., 2008/5172 E., 2009/12749 K" 10.12.2009 T. ).

 

T.C. Merkez Bankası'nın 01.05.2005 tarihinden sonra kısa vadeli krediler için uyguladığı reeskont faizi oranı da bir sözleşmesel faiz olmadığı sürece, temerrüt faizi uygulamasında hiçbir önemi haiz değildir. Hukuken bu faizin bir derneğin üyelerinden aldığı aidatlar için kabul ettiği yasal faizin üzerinde ticari faizin altında gecikme faizinden farkı yoktur. Kaldı ki, böyle bir kabul uygulamada birçok soruna neden olacaktır. Zira başlangıçta avans faizi altında olan yasanın düzenlemediği 3'üncü tür bir temerrüt faizin oranının ileride avans faizinin üzerine çıkması imkansız değildir. Bu hususun kabulü yargılama sürecinin gereksiz şekilde uzamasına da neden olacak, mahkemelerce hangi faiz oranının daha yüksek olduğunun araştırılması külfetine girilecektir.

 

Açıklanan tüm bu nedenlerle davacı tarafın karar düzeltme isteminin reddi gerektiğinden sayın çoğunluk görüşüne karşıyım.

 

KARŞI OY :

 

Alacaklı tarafından ödenmeyen hak edişlerin tahsili için 2003 yılında açılan davaya ilişkin olarak Ankara 26. Asliye Hukuk Mahkemesi'nce alacak bir ticari alacak olmasına rağmen ve ticari faizin talep edilmesi mümkün iken alacaklı taleple bağlı olarak ve dava tarihi itibarı ile yürürlükte olan 3095 Sayılı Kanunun 1. maddesi dikkate alınarak madde tanımı içinde yer alan reeskont faizi ile tahsiline karar verilmiştir. Faiz kavramı genel olarak kanuni ve iradi olarak uygulanır. Yani taraflar arasında iradi olarak kararlaştırılmış sözleşme yapılmış bir faiz belirlemesi var ise hakim buna göre şayet yok ise kanunlarında öngörülen faiz oranlarını, şayet kendi özel kanunlarında bir faiz düzenlemesi yok ise genel düzenlemeyi içeren 3095 Sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun'u uygulayarak faize hükmeder. Aksi halde bunun dışında kanunda öngörülmeyen bir faize hükmedemez. 3095 Sayılı Kanuna göre ister adi ister ticari olsun taraflar sözleşme ile temerrüt faiz oranını emredici hükümlere aykırı olmamak şartıyla istedikleri gibi tespit edebilirler. Şayet sözleşme ile böyle bir oran tespit edilmemiş ise 3095 Sayılı Kanunun 2/1. maddesi hükmü gereğince kanuni faiz oranı temerrüt faiz oranı olarak uygulanır. 3095 Sayılı Kanunun 2/2. maddesine göre ticari işlerde temerrüt faizi avans faizi üzerinden istenebilir. Somut olayımızda taraflar arasında bir sözleşme olmadığından ve bu alacağa ilişkin olarak da yasal özel bir faiz düzenlemesi bulunmadığından hakim taleple bağlı kalarak dava tarihi itibarı ile 3095 Sayılı Kanunun 1. maddesinde atıf yapılan reeskont tabirini dikkate alarak reeskont faizine hükmetmiştir. Şunu özellikle vurgulamak isterim ki, yasalarımızda ve Merkez Bankası'nın faize ilişkin açıklamalarında avans faizi adı altında bir faiz var ise de reeskont faizi diye bir faiz yoktur. Reeskont işlemine esas teşkil eden oran vardır ki, bu da iskonto oranıdır. Yani reeskont işlemleri Merkez Bankası'nca açıklanan iskonto oranları üzerinden gerçekleştirilmektedir. 3095 Sayılı Kanun 4.12.1984 tarihinde kabul edilmiş olup 1. maddesinde kanuni faiz % 30 olup bu oranı yasanın verdiği yetkiye binaen Bakanlar Kurulu belirliyordu ancak yasanın 1. maddesinde 15.12.1999 tarihinde değişiklik yapılarak aynen faiz ödemesinin Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası'nın önceki yılın 31 Aralık günü kısa vadeli kredi işlemlerinde uyguladığı reeskont üzerinden yapılır düzenlemesi getirilmiştir. Söz konusu reeskont oranı 30 Haziran günü önceki yılın 31 Aralık günü uygulanan reeskont oranından 5 puan veya daha çok farklı ise yılın ikinci yarısında bu oran geçerli olur şeklinde düzenleme yapılarak reeskont oranlarının faiz uygulamasında dikkate alınmasını getirilmiştir. Bu sebepledir ki, uygulamada bu atıf sebebi ile uygulanan faize reeskont faizi tabiri kullanılmakta olup bunun doğru bir tabir olup olmadığını takdire bırakıyorum. 3095 Sayılı Kanunun 1. maddesinde 01.05.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5335 Sayılı Kanunla değişiklik yapılmış ve ekonominin gerekleri dikkate alınarak borçlunun mağduriyetinin önlenmesi amacı ile yasa koyucu tarafından reeskont oranlarına yapılan atıf kaldırılarak borçlu lehine yeni bir düzenlemeye gidilmiş ve bir oran belirlenerek yasal faize dönüştürülmüş ve faiz oranlarını belirleme yetkisi de Bakanlar Kurulu'na verilmiştir. Bu oran % 9 olarak uygulanmakta olup halen Merkez Bankası'nın belirlediği reeskont oranı % 18'dir. Dolayısı ile yasa koyucu 3095 Sayılı Kanunun ilk uygulamasına dönmüş olmaktadır. Kanun değişikliği yayımı tarihinde yürürlüğe girdiğinden 01.05.2005 tarihinden itibaren uygulanması gerekir. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ise; adi işlerde gerek kanuni ve gerekse temerrüt faiz oranı aynıdır. 3095 Sayılı Yasanın 15.12.1999 gün ve 4489 Sayılı Kanunla değişik 2/1. maddesindeki düzenlemesi 1. maddeye atıf da bulunduğundan ve 1. madde de 5335 Sayılı Yasa ile değiştirildiğinden bu durumda temerrüt faizi eşittir yasal faiz olmuştur. Yani bu yasa değişikliğinin yürürlüğe girmesi ile ticari olmayan işlerde reeskont haddi üzerinden temerrüt faizi uygulanmasına son verilmiş olmaktadır. 5335 Sayılı Yasa ile ticari işlere ilişkin olarak 3095 Sayılı Kanunun 2/2. maddesinde herhangi bir değişiklik yapılmadığından taraflarca aksi kararlaştırılmadıkça uygulanması gereken temerrüt faiz oranı Merkez Bankası'nca belirlenen kısa vadeli avanslar için uygulanan faiz oranı avans faiz oranıdır. Yasa koyucu zaman zaman ekonomik hayatın gereksinimine göre veya başka nedenlerle faiz uygulamasına müdahale etmektedir. Örneğin 2003, 2004 ve 2005 yıllarına ait bütçe kanunlarında yaptığı düzenleme ile öngördüğü faiz oranlarının genel bütçeye dahil daireler ile katma bütçeli idarelerin ilama bağlı borçları hakkında uygulanacağını belitmiş ve bu uygulama anılan bütçe kanunlarının Anayasa Mahkemesince iptal edilinceye kadar ve Anayasa Mahkemesi'nce verilen süre sonuna kadar uygulanmıştır. Şöyle ki; mahkemelerce genel bütçeye dahil daireler ile katma bütçeli idarelerin aleyhine ilama istinaden verilen kararlarda faiz olarak reeskont faizi, avans faizi ve bunun gibi başka bir faiz öngörülmüş olsa bile faiz ile ilgili yapılan düzenleme gereği bütçe kanununda öngörülen faizin uygulanmasına devam olunmuştur. Burada kanunun yürürlük tarihi itibarı ile mahkeme kararında belirlenen faiz dışında bir faiz uygulaması yapılmıştır. Takip konusu kararda avans faizine hükmedilmiş olsa bile yasa koyucunun müdahalesi ile avans faiz uygulaması sona erdirilmiş ve yeni belirlenen faiz oranları uygulanmıştır bu durumda yorum yapılmamıştır. Kanun uygulanmıştır. Olayımıza döndüğümüzde 5335 Sayılı Kanun uyarınca yapılan değişiklik ile reeskont oranlarına yapılan atıf kalkmış olmakla faiz belirlemesinde reeskonta esas teşkil eden iskonto oranlarının uygulanması da kaldırılmıştır. Bundan sonra mahkemelerce 3095 Sayılı Yasaya istinaden hükmedilecek faizlerde reeskont oranlarının uygulanması mümkün değildir. 5335 Sayılı Yasa ile atıf kalkmış olduğundan hakimin kararında hükmettiği reeskont faizine reeskont oranının uygulanmasına ilişkin dayanak kalmadığından burada reeskont oranları uygulanamaz. Hakim 3095 Sayılı Yasanın 1. maddesine göre hüküm tesis ettiğinden reeskont oranlarının uygulanması yasanın değişiklik tarihi olan 01.05.2005 tarihi itibarı ile yeni yapılan düzenlemeye göre yasal faiz oranları dikkate alınarak faiz miktarı tespit edilir. Bu yorum değildir. Değişen kanunun yürürlülük tarihi itibarı ile uygulanmasıdır. Aksi halde şöyle diyebilirmiyiz; hakim dava ve talep tarihi itibarı ile 3095 Sayılı Kanunun 1. maddesindeki reeskont oranlarını dikkate alarak reeskont faizine hükmetmiştir ancak karar tarihinde de yasa yürürlükte olduğundan 3095 Sayılı Kanunun 1. maddesinde yapılan değişikliği de bilmesine rağmen hakim reeskont oranlarının uygulanmasına devam edileceğini kabul etmiştir. Dersek işte yorum budur. Hakim tarafından hükme esas alınan bilirkişi raporunda böyle bir yorum yapılarak faizin 01.01.2000 – 30.04.2005 tarihleri arasında 3095 Sayılı Yasanın yürürlükte olduğunu bu tarihler arasında 3095 Sayılı Yasanın 1. maddesine göre uygulama yapılacağını 01.05.2005 tarihinden sonra ise Merkez Bankası'nın belirlediği süre ve oranlara göre hesaplama yapıldığı belirtilmiştir. Kanuni faizin uygulanması gereken bir durumda hakim kanuni olmayan bir düzenleme uygulayarak sonuca gidebilir mi? Yukarıda belirttiğim üzere reeskont oranlarının uygulanmasına ilişkin madde değişmiştir. Yani reeskont oranlarının 3095 Sayılı Kanunun 1. maddesine göre uygulanmasına bir bakıma yetki veren düzenlemeyi yeni yasa ortadan kaldırmıştır. Bu nedenlerledir ki 3095 Sayılı Yasada yapılan değişiklikten sonra da olsa mahkeme kararında reeskont denilmiş olması yapılan bu değişiklik yürürlülük tarihi itibarı ile yasal faiz olarak anlaşılması gerekir.

 

Açıklanan nedenlerle dairemizin bozma kararının doğru ve yerinde olduğu kanaatindeyim ve değerli çoğunluğun görüşlerine arz ettiğim sebeplerle katılamıyorum.

 

*İş bu karar sayfamız tarafından yayıma hazır hale getirilmiştir.

Karşılıksız çeklerde Muhatap Bankanın sorumlu olduğu miktar 1120 TL’ye yükseltildi

Karşılıksız çeklerde Muhatap Bankanın sorumlu olduğu miktarlar “bin kırk beş TL’de bin yüz yirmi TL’ye yükseltildi. İlgili tebliğ aşağıdadır.

ÇEK DEFTERLERİNİN BASKI ŞEKLİNE, BANKALARIN HAMİLE ÖDEMEKLE YÜKÜMLÜ OLDUĞU MİKTAR İLE ÇEK DÜZENLEME VE ÇEK HESABI AÇMA YASAĞI KARARLARININ BİLDİRİLMESİNE VE DUYURULMASINA İLİŞKİN TEBLİĞ (SAYI: 2010/2)

Amaç ve kapsam
Madde 1 –
(1) Bu Tebliğin amacı;

a) Çek defterlerinin baskı şekline ilişkin esasları,

b) Çekin karşılığının tamamen veya kısmen bulunmaması halinde muhatap bankanın hamile ödemekle yükümlü olduğu miktarı,

c) Çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararları ile bu kararların ortadan kaldırılmasına dair kararlara ilişkin bilgilerin Adalet Bakanlığınca Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasına bildirilmesine ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasınca bankalara duyurulmasına ilişkin esas ve usulleri,

düzenlemektir.
Dayanak
Madde 2 – Tebliğ 13734-2(2012)
(1) (Değişik:RG-3/3/2012-28222) Bu Tebliğ, 6273 sayılı Kanunla değişik 14/12/2009 tarihli ve 5941 sayılı Çek Kanununun 2, 3, 5, 6, geçici 1 ve geçici 3 üncü maddelerine dayanılarak hazırlanmıştır.
Çek defterlerinin baskı şekli
Madde 3 – Tebliğ 13734-2(2012)
(1) Çek defterleri bankalarca tacir olan ve tacir olmayan kişilere verilecek çekler ile hamiline düzenlenecek çekler açıkça ayırt edilebilecek şekilde aşağıda belirtilen esaslara göre bastırılır.

a) Çek defterleri, yapraklarının boyutları koçan hariç eni 76 mm., boyu 166 mm. olmak üzere ve çek tutar alanı sağ üst köşeye gelecek şekilde bastırılır.

b) Çek yapraklarının basımında CBS-1 standardında manyetik kodlamaya imkan veren kağıtlar kullanılmalı ve kullanılacak kağıtlar organik asitler, anorganik asitler, alkaliler, klor bileşikleri ve organik çözücüler ile tahrifata karşı duyarlı olmalıdır.

c) (Değişik:RG-3/3/2012-28222) Çek defterlerinin her yaprağına, çek numarası, çekin basıldığı tarih, çek hesap numarası, çek hesabının bulunduğu banka şubesinin adı, çek hesabı sahibi gerçek kişinin adı ve soyadı, çek hesabı sahibi tüzel kişinin adı, çek hesabı sahibi gerçek veya tüzel kişinin Vergi Kimlik Numarası ile tüzel kişi adına çek düzenleyen kişinin adı ve soyadının yazılmasına ve imzaya imkan verecek ibareler konulur.

ç) (Ek:RG-3/3/2012-28222) Çek yaprağında çekin basıldığı tarih, ay ibaresi yazıyla olacak biçimde gün, ay, yıl şeklinde yer alır.

d) Tacir olan ve tacir olmayan kişilere verilecek çekler ile hamiline düzenlenecek çekleri açıkça ayırt edebilmek amacıyla aşağıda yer alan esaslar uygulanır.

1) Tacir çeklerinde zemini lacivert (renk kodu: PANTONE 314 U) olan çerçeve içerisinde beyaz renkte (negatif görüntü) ve büyük harflerle “TACİR” ibaresi yer alır.

2) Hamiline düzenlenen tacir çeklerinde zemini kırmızı (renk kodu: PANTONE Warm Red U) olan çerçeve içerisinde beyaz renkte (negatif görüntü) ve büyük harflerle, Hamiline ifadesi ikinci satırda olmak üzere, “TACİR HAMİLİNE” ibaresi yer alır. Ayrıca bu tür çekler, lehtar ismi için ayrılan kısımda “HAMİLİNE” ibaresi yer alacak şekilde bastırılır.

3) Tacir olmayan kişi çeklerinde zemini yeşil (renk kodu: PANTONE 384 U) olan çerçeve içerisinde beyaz renkte (negatif görüntü) ve büyük harflerle “TACİR OLMAYAN” ibaresi yer alır.

4) Hamiline düzenlenen tacir olmayan kişi çeklerinde zemini kahverengi (renk kodu: PANTONE 168 U) olan çerçeve içerisinde beyaz renkte (negatif görüntü) ve büyük harflerle, Hamiline ifadesi ikinci satırda olmak üzere, “TACİR OLMAYAN HAMİLİNE” ibaresi yer alır. Ayrıca bu tür çekler, lehtar ismi için ayrılan kısımda “HAMİLİNE” ibaresi yer alacak şekilde bastırılır.

Bu bentte belirtilen çerçeve, çek yaprağının üst kısmında yer alır. Eni 6 mm., boyu 22 mm. olması gereken çerçevenin içerisinde yer alan ibarelerin yazı karakteri Helvetica Bold, ölçüsü 7 punto olacak şekilde bastırılır.

e) Çek yaprakları MICR-Manyetik Mürekkepli Karakter Okuma (Magnetic Ink Character Recognition) yöntemi ile ve E-13B kodlama standardı kullanılarak manyetik mürekkep ile kodlanır. Çek yapraklarının alt kısmında kodlama alanı için 16 mm.’lik boşluk bırakılır. Kodlama alanının sağ ve sol köşelerinden yatay olarak 7,937 mm., alt ve üst kısmından da dikey olarak 6,35 mm.’lik boşluklar bırakılmak suretiyle bulunan kodlama satırı üzerine soldan itibaren çek numarası, banka ve şube isimlerini tanımlayan banka ve şube kodu, hesap numarası ve çek tutarına ilişkin bilgiler aşağıda gösterilen karakter ve sembol sayıları dikkate alınarak kodlanır.

Semboller, çekin sağ kenarından başlayarak tutar, hesap numarası, şube ve banka kodunun başlangıcında, çek numarası kodunun başlangıç ve bitiminde kullanılır. Kodlama alanındaki her karakterin uzunluğu 3,175 mm.dir.

Bankalar bu Tebliğ esaslarına ve kodlamayı gösteren Ek-1’de yer alan örneğe göre bastırdıkları çek defterlerini, tutar kodu dışındaki kodlarını tamamladıktan sonra hesap sahiplerine verirler.

f) (d) bendi hükümleri saklı kalmak kaydıyla bankalarca çek yaprakları istenilen renk ve desende bastırılabilir. Üzerine amblem, resim konulabilir.

g) Çek yaprakları üzerine lehtar imzasının alınmasına imkan verecek şekilde bir ibare konulabileceği gibi, “yukarıda imzası bulunan” ibaresi de eklenebilir.

h) Çek defterlerinin ihtiva edeceği çek yapraklarının adedi, Kanunun 2 nci maddesi çerçevesinde yapacakları değerlendirme sonucu üstlenecekleri riskler de dikkate alınarak bankalarca tespit edilir.

i) Çeklerin basımında, Çek Kanunu ile bu Tebliğde belirtilen hususlarla birlikte, çekin keşide yeri ve keşide tarihi dahil, Türk Ticaret Kanununda yer alan çekin şekline ilişkin diğer unsurlar da göz önünde bulundurulur.
Bankanın sorumlu olduğu miktar
Madde 4 – Tebliğ 13734-3(2014), Tebliğ 13734-1(2012)
(1) Muhatap banka, ibraz eden düzenleyici dışındaki hamile, süresinde ibraz edilen her çek yaprağı için;

a) Karşılığının hiç bulunmaması halinde,

1) Çek bedeli (Değişik ibare:RG-21/1/2014-28889)(1) binyüzyirmi Türk Lirası veya üzerinde ise (Değişik ibare:RG-21/1/2014-28889)(1)binyüzyirmi Türk Lirası,

2) Çek bedeli (Değişik ibare:RG-21/1/2014-28889)(1) binyüzyirmi Türk Lirası altında ise çek bedelini,

b) Karşılığının kısmen bulunması halinde,

1) Çek bedeli (Değişik ibare:RG-21/1/2014-28889)(1)binyüzyirmi Türk Lirası veya altında ise çek bedelini aşmamak koşuluyla, kısmi karşılığı (Değişik ibare:RG-21/1/2014-28889)(1) binyüzyirmi Türk Lirası tamamlayacak bir miktarı,

2) Çek bedeli (Değişik ibare:RG-21/1/2014-28889)(1) binyüzyirmi Türk Lirası üzerinde ise çek bedelini aşmamak koşuluyla, kısmi karşılığa ilave olarak (Değişik ibare:RG-21/1/2014-28889)(1) binyüzyirmi Türk Lirası

ödemekle yükümlüdür.
Çek düzenleme ve çek hesabı açmaya ilişkin yasaklama ve ortadan kaldırma kararlarının bildirimi
Madde 5 – Tebliğ 13734-2(2012)
(1) (Değişik:RG-3/3/2012-28222) Çek Kanununun 5 ve 6 ncı maddeleri kapsamında verilen çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı ile bu yasağın kaldırılmasına ilişkin kararlara ait bilgiler, güvenli elektronik imza ile imzalandıktan sonra Adalet Bakanlığı Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası İdare Merkezi’ne elektronik ortamda bir hafta içinde bildirilir.

(2) (Değişik:RG-3/3/2012-28222) Birinci fıkrada yer alan kararlara ilişkin bildirimlerde;

a) Kararın türü (çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı/çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağının kaldırılması kararı),

b) Yargı merciinin adı,

c) Karar tarihi,

ç) Karar numarası,

d) Kararın kesinleşme tarihi,

e) Kararın esas tarihi ve numarası,

f) Dosya Türü (3-Mahkeme Esas, 4-Mahkeme Değişik İş, 16-Savcılık Soruşturma, 109-Savcılık Kabahat dosyalarını tanımlayan kodlar bulunmaktadır.)

g) Yasaklılık süresi,

ğ) Çek yasaklısı;

– Gerçek kişi ise Türkiye Cumhuriyeti Kimlik Numarası, adı ve soyadı, baba adı, anne adı, doğum yeri, doğum tarihi, nüfusa kayıtlı olduğu il/ilçe/mah./köy bilgileri,

– Tüzel kişi ise Vergi Kimlik Numarası ve unvanı,
yer alır.

(3) Birinci ve ikinci fıkraya göre yapılacak bildirimlere ilişkin esas ve usuller Adalet Bakanlığı ile Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası arasında yapılacak protokolle belirlenir.

(4) Birinci ve ikinci fıkraya göre yapılacak bildirimlerde yer alan bilgiler, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasınca bir hafta içinde ilgili bankaların genel müdürlüklerine elektronik ortamda duyurulur.
Döviz çekleri
Madde 6 –
(1) Bu Tebliğ hükümleri döviz çekleri için de uygulanır.
Geçici Madde 1 –
(1) Mahkemelerce verilmiş çek düzenleme ve çek hesabı açmaya ilişkin yasaklama ve ortadan kaldırma kararlarından kesinleşme tarihi 31/05/2010 tarihine kadar olanlara ilişkin bilgiler mülga 3167 sayılı Kanun uyarınca çıkarılan 2003/1 sayılı Tebliğ esasları çerçevesinde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasına bildirilmeye devam olunur.
Geçici Madde 2 – Tebliğ 13734-3(2014), Tebliğ 13734-1(2012)
(1) Bu Tebliğden önce yayımlanan Tebliğlere göre bastırılan çeklerden ötürü muhatap banka, süresinde ibraz edilen çekin karşılığının bulunmaması halinde her çek yaprağı için (Değişik ibare:RG-21/1/2014-28889)(1) altıyüzaltmış Türk Lirası kadar ve kısmen karşılığının bulunması halinde ise bu miktarı her çek yaprağı için (Değişik ibare:RG-21/1/2014-28889)(1) altıyüzaltmış Türk Lirası tamamlayacak biçimde ödeme yapmakla yükümlüdür.
Yürürlük
Madde 7 –
(1) Bu Tebliğ yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
Yürütme
Madde 8 –
(1) Bu Tebliğ hükümlerini Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanı yürütür.
(1) Bu değişiklik 27/1/2014 tarihinde yürürlüğe girer.
EKLER İÇİN SAYFANIN SONUNDA YER ALAN DOSYALAR BÖLÜMÜNE BAKINIZ.
Maddeye git
Madde 1
Madde 2
Madde 3
Madde 4
Madde 5
Madde 6
Geçici Madde 1
Geçici Madde 2
Madde 7
Madde 8
Dosyalar
Kaynak Metnin Aslı Klasöre Ekle Yazdır
TARİHİ BİLGİLER:
Dosyalar
EK 1- ÇEK YAPRAĞI ÖRNEĞİ
Formlar ve Ekler –
Söz Konusu Mevzuata Dayanılarak Çıkarılan Mevzuat (1)
Söz Konusu Mevzuatta Metinsel Değişiklik Öngören Mevzuat veya Tasarı Metni (3)
Söz Konusu Mevzuatın Dayanağı Olan Mevzuat (1)
Söz Konusu Uygulama Mevzuatınının İlgili Olduğu Mevzuat (1)

ANAYASA MAHKEMESİ KARARI E: 2013/93 K: 2013/101 * KAMULAŞTIRMASIZ HUKUKİ EL ATMA -İDARİ YARGININ GÖREVLİ OLDUĞU

 ÖZET:

 

Sonuç olarak, davacının taşınmazının imar planlarında “dere mutlak koruma alanı”nda bırakılması nedeniyle tasarruf hakkının kısıtlanmasının kamulaştırmasız el atma olarak nitelendirilemeyeceği, bunun, idari bir işlem olan imar planlarının zorunlu bir sonucu olduğu ve tasarruf hakkının kısıtlanması sebebiyle doğan zararın ancak "idari yargıda açılacak bir tam yargı davasına" konu edilebileceği sonucuna ulaşılmaktadır.

 

(Karar Tarihi : 25.9.2013)

 

İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Büyükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesi

 

 

İTİRAZIN KONUSU : 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun, 24.5.2013 günlü, 6487 sayılı Bazı Kanunlar ile 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un 21. maddesiyle değiştirilen geçici 6. maddesinin yedinci, onbirinci ve onüçüncü fıkralarının Anayasa'nın 10. ve 38. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptallerine karar verilmesi istemidir.

 

 

I- OLAY

 

 

Davacının "dere mutlak koruma alanı" sınırları içerisinde kalan taşınmazı üzerindeki tasarruf yetkisinin kısıtlanmış olması nedeniyle açılan tazminat davasında, davacı vekilinin itiraz konusu kuralların Anayasa'ya aykırı olduğu iddiasını ciddi bulan Mahkeme, iptali için başvurmuştur. 

 

 

II- İTİRAZ KONUSU YASA KURALI 

 

 

2942 sayılı Kanun'un, 6487 sayılı Kanun'un 21. maddesiyle değiştirilen ve dava konusu kuralları da içeren geçici 6. maddesi şöyledir: 

 

 

"Kamulaştırılmaksızın kamu hizmetine ayrılan taşınmazların bedel tespiti

 

 

GEÇİCİ MADDE 6- Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen 9/10/1956 tarihi ile 4/11/1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle malikin rızası olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle, mülkiyet hakkından doğan talepler, bedel talep edilmesi hâlinde bedel tespiti ve diğer işlemler bu madde hükümlerine göre yapılır. Bu maddeye göre yapılacak işlemlerde öncelikle uzlaşma usulünün uygulanması dava şartıdır.

 

 

İdarenin daveti veya malikin müracaatı üzerine, fiilen el konulan taşınmazın veya üzerinde tesis edilen irtifak hakkının idarenin daveti veya malikin müracaat ettiği tarihteki tahmini değeri; bu Kanunun 8 inci maddesinin ikinci fıkrasına göre teşkil edilen kıymet takdir komisyonu marifetiyle, taşınmazın el koyma tarihindeki nitelikleri esas alınmak ve bu Kanunun 11 inci ve 12 nci maddelerine göre hesaplanmak suretiyle tespit edilir. Tespitten sonra, bu Kanunun 8 inci maddesinin üçüncü fıkrasına göre teşkil olunan uzlaşma komisyonunca, idarenin daveti veya malikin müracaat tarihinden itibaren en geç altı ay içinde 7201 sayılı Kanun hükümlerine göre tebliğ edilen bir yazı ile, tahmini değer bildirilmeksizin, talep sahibi uzlaşma görüşmelerine davet edilir. 

 

 

Uzlaşma; idareye ait taşınmazın trampası, idareye ait taşınmaz üzerinde sınırlı ayni hak tanınması veya imar mevzuatı çerçevesinde başka bir yerde imar hakkı kullandırılması suretiyle veya bunların mümkün olmaması hâlinde nakdi bedel üzerinden yapılabilir.

 

 

Uzlaşma görüşmeleri, hukuki veya fiili engel bulunmadığı takdirde davete icabet tarihinden itibaren en geç altı ay içinde sonuçlandırılır ve uzlaşmaya varılıp varılmadığı, malik veya temsilcisi ile komisyon üyeleri tarafından imzalanan bir tutanağa bağlanır. Bu tutanak ile uzlaşma görüşmelerine ilişkin bilgi ve belgeler, açılacak davalarda taraflar aleyhine delil teşkil etmez. Uzlaşmaya varılması hâlinde, üzerinde uzlaşılan hakkın türünü, tanınma şart ve usullerini, nakdi ödemede bulunulacak ise miktarını ve ödeme şartları ile taşınmazların tesciline veya terkinine dair muvafakati de ihtiva eden bir sözleşme akdedilerek bu sözleşme çerçevesinde işlem yapılır ve uzlaşma konusu taşınmazlar resen tapuya tescil veya terkin edilir. 

 

 

Uzlaşılan bedel, bütçe imkanları dâhilinde sonraki yıllara sâri olacak şekilde taksitli olarak da ödenebilir. Taksitli ödeme süresince, 4/12/1984 tarihli ve 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanuna göre ayrıca kanuni faiz ödenir. 

 

 

İdare ve malik arasında uzlaşma sağlanamadığı takdirde, uzlaşmazlık tutanağının tanzim edildiği tarihten itibaren üç ay içinde malik veya idare tarafından bedel tespiti davası açılabilir. Dava açılması hâlinde, fiilen el konulan taşınmazın veya üzerinde tesis edilen irtifak hakkının dava tarihindeki değeri, ikinci fıkranın birinci cümlesindeki esaslara göre mahkemece bu Kanunun 15 inci maddesine göre bilirkişi incelemesi yapılmak suretiyle tespit ve taşınmazın veya hakkın idare adına tesciline veya terkinine hükmedilir. Tespit edilen bedel, bu maddenin sekizinci fıkrasına göre idarece ödenir. Tescile veya terkine ilişkin hüküm kesin olup tarafların hükmedilen bedele ilişkin temyiz hakkı saklıdır. 

 

 

Bu madde kapsamında açılan davalarda mahkeme ve icra harçları ile her türlü vekalet ücretleri bedel tespiti davalarında öngörülen şekilde maktu olarak belirlenir.

 

 

Kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden bu madde uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması hâlinde, merkezi yönetim bütçesine dâhil idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerinin (Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı bütçelerinin güvenlik ve savunmaya yönelik mal ve hizmet alımları ile yapım giderleri için ayrılan ödeneklerin) yüzde ikisi, belediye ve il özel idareleri ile bağlı idareleri için en son kesinleşmiş bütçe gelirleri toplamının, diğer idareler için en son kesinleşmiş bütçe giderleri toplamının en az yüzde ikisi oranında yılı bütçelerinde pay ayrılır. Kesinleşen alacakların toplam tutarının ayrılan ödeneğin toplam tutarını aşması hâlinde, ödemeler, sonraki yıllara sâri olacak şekilde, garameten ve taksitlerle gerçekleştirilir. Taksitlendirmede, bütçe imkanları ile alacakların tutarları dikkate alınır. Taksitli ödeme süresince, 3095 sayılı Kanuna göre ayrıca kanuni faiz ödenir. İdare tarafından, mahkeme kararı gereğince nakdi ödeme yerine, üçüncü fıkrada belirtilen diğer uzlaşma yolları da teklif edilebilir ve bu maddenin uzlaşmaya ilişkin hükümlerine göre işlem yapılabilir. 

 

 

Bu maddenin bedele ilişkin hükümleri, vuku bulduğu tarih itibarı ile bu maddenin kapsamında olan kamulaştırmasız el koymadan dolayı açtıkları tazminat davası süre bakımından dava hakkının düştüğü gerekçesiyle reddedilmiş olanlar hakkında da uygulanır. Evvelce açtıkları davalar sonunda tazminat almaya hak kazanmış veya süre dışındaki sebeplerden dolayı davaları reddedilmiş olanlar hakkında bu madde hükümleri uygulanmaz. Ancak, gerek iç hukuka ve gerekse milletlerarası hukuka göre evvelce açtıkları davalar sonunda hak kazanmış oldukları tazminat henüz ödenmemiş olanlara, idare tarafından nakdi ödeme yerine, üçüncü fıkrada belirtilen diğer uzlaşma yolları teklif edilebilir ve bu maddenin uzlaşmaya ilişkin hükümlerine göre işlem yapılabilir. 

 

 

Vuku bulduğu tarih itibarı ile bu maddenin kapsamında olan kamulaştırmasız el koymadan dolayı bu maddenin yürürlüğe girmesinden önce tazmin talebiyle dava açmış olanlar; bu madde hükümlerine göre uzlaşma yoluna gitmeyi isteyip istemediklerini bu maddenin yürürlüğe girmesinden itibaren üç ay içinde idareye ve mahkemeye verecekleri dilekçeler ile bildirebilirler. Uzlaşma talebi üzerine, uzlaşma görüşmelerinin neticesine kadar dava bekletilir; uzlaşılamaması hâlinde, uzlaşmazlık tutanağının mahkemeye sunulmasından sonra davaya devam edilir. Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların uygulamasıyla tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar hakkında, 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemler tamamlandıktan sonra idari yargıda dava açılabilir. Bu madde hükümleri karara bağlanmamış veya kararı kesinleşmemiş tüm davalara uygulanır. Kararı kesinleşen davalara ise, bu maddenin yalnızca sekizinci fıkra hükümleri uygulanır.

 

 

Bu madde uyarınca ödenecek olan bedelin tahsili sebebiyle idarelerin mal, hak ve alacakları haczedilemez.

 

 

24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı Kanun hükümlerine göre yapılan imar uygulamalarından doğan ve ipotekle teminat altına alınanlar da dâhil olmak üzere her türlü alacak ve bedeller, borçlu idarelerce, ipotek veya uygulama tarihinden itibaren 3095 sayılı Kanunda belirtilen kanuni faiz oranı uygulanmak suretiyle güncellenerek ilgililerine ödenir. Bu hüküm devam eden davalarda da uygulanır. Bu fıkra uyarınca yapılacak ödemeler hakkında da bu madde hükümleri uygulanır.

 

 

4/11/1983 tarihinden bu fıkranın yürürlüğe girdiği tarihe kadar kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazların idare tarafından kamulaştırılması hâlinde kamulaştırma bedeli ve mahkemelerce malikleri lehine hükmedilen tazminat ile bu davalara ilişkin mahkeme ve icra vekalet ücretleri de, idarelerce bu maddenin sekizinci fıkrasına göre bütçelerden ayrılacak paydan ve aynı fıkrada belirtilen usule göre ödenir ve işlem yapılır. Bu alacaklar için de bu maddenin on birinci fıkrası, bu fıkra kapsamında kalan taşınmazlar hakkında açılan her türlü davalarda ise yedinci fıkra hükümleri uygulanır. Bu fıkra hükmü, bu fıkra kapsamında kalan taşınmazlar hakkında açılan ve kesinleşmeyen davalarda da uygulanır."

 

 

III- İLK İNCELEME 

 

 

Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca yapılan ilk inceleme toplantısında, başvuru kararı ve ekleri, Raportör Ayhan KILIÇ tarafından hazırlanan ilk inceleme raporu, itiraz konusu yasa kuralları ve dayanılan Anayasa kuralları ile bunların gerekçeleri ve diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:

 

 

Anayasa'nın 152. ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 40. maddesine göre, bir davaya bakmakta olan mahkeme, o dava sebebiyle uygulanacak bir kanunun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasa'ya aykırı görmesi hâlinde veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varması durumunda, bu hükmün iptali için Anayasa Mahkemesine başvurmaya yetkilidir. Ancak, bu kurallar uyarınca bir mahkemenin Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi için, elinde yöntemince açılmış ve mahkemenin görevine giren bir davanın bulunması, iptali istenen kuralın da o davada uygulanacak olması gerekir. 

 

 

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde, "İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları"nın idari yargıda görüleceği hükme bağlanmıştır. Buna göre, özel kanunlarda adli yargının görevli olduğu belirtilmedikçe, idari işlem ve eylemlerden kaynaklanan tazminat davalarının görüm ve çözümü idari yargının görev alanına girmektedir. 

 

 

Bununla birlikte, Türk Hukukunda, Fransız uygulamasının etkisiyle idarenin, hiçbir hukuki temeli bulunmayan bazı eylemlerinden doğan zararların tazmininin idari yargıda değil, adli yargıda görülmesi gerektiği doktrin ve yargısal içtihatlarda kabul edilmektedir. Bu eylemler, şeklen idareden sadır olmalarına rağmen eylemlerdeki ağır hukuksuzluk, bunların fonksiyonel açıdan idari eylem olma niteliğini ortadan kaldırmakta ve fiili yola dönüştürmektedir. Bu derece ağır hukuksuzluklar içeren fiiller, öteden beri idari eylem olarak değil haksız fiil olarak yorumlamakta ve uygulanmaktadır.

 

 

Türk hukukunda "fiili yol"un en karakteristik örneği, "kamulaştırmasız el atma"lardır. Kamulaştırmasız el atma, idarenin, bir kişiye ait taşınmazı bilerek veya bilmeyerek kamulaştırmaya ilişkin usul ve kurallarına uymaksızın ve bir bedel ödemeksizin işgal ederek kamu hizmetine tahsis etmesi şeklinde tanımlanmaktadır. Buna göre, kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için, kişiye ait gayrimenkulün idarece (kamu hizmetinde kullanılmak amacıyla) işgal edilmiş olması ve bu işgalin kanunda öngörülen usul ve esaslara uyularak tesis edilmiş bir kamulaştırma işlemine dayanmadan gerçekleştirilmiş olması gerekmektedir. Bu şekilde, idarenin hukuk dışı eyleminden kaynaklanan fiili el atmaların, özel kişilerin haksız fiil teşkil eden eylemlerinden hiçbir farkının bulunmadığı, bu nedenle bu tip eylemlerden doğan zararların da özel kişilerin haksız fiilinden doğan zararlarda olduğu gibi adli yargıda dava konusu edilmesi gerektiği kabul edilmektedir. 

 

 

Başvuran Mahkemede görülen davaya konu olayda, davacıya ait taşınmaz, imar planlarıyla "dere mutlak koruma alanı" sınırları içine alınmış ve bu nedenle davacının taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisi kısıtlanmıştır. Davacının tasarruf yetkisinin kısıtlanmasının, davacının mamelekinde azalma meydana getirebileceği tartışmasızdır. Ancak, davacının mülkü üzerinde tasarruf etme hakkının kısıtlanması, idarenin bir eyleminden değil, idari bir işlem niteliğinde olduğu tartışmasız olan imar planından kaynaklanmaktadır. Olayda, idarenin fiili el koyma niteliği taşıyan bir eylemi henüz bulunmamakta, aksine kanunen yapması gereken kamulaştırma işlemlerini yapmamak biçiminde tezahür eden bir eylemsizliği söz konusudur.

 

 

Öte yandan, kamulaştırmasız el atmadan söz edilebilmesi için taşınmaz zilyetliğinin idareye geçmesi ve taşınmazın fiilen kamu hizmetine tahsis edilmiş olması gerekmektedir. Oysa, Mahkemede görülen davaya konu olayda olduğu gibi "imar kısıtlamaları"nda taşınmaz zilyetliği malikte kalmaya devam etmekte olup yalnızca malikin tasarruf yetkisinin, ilgili mevzuattan kaynaklanan bazı kısıtlamalara maruz kalması söz konusu olmaktadır. 

 

 

Sonuç olarak, davacının taşınmazının imar planlarında "dere mutlak koruma alanı"nda bırakılması nedeniyle tasarruf hakkının kısıtlanmasının kamulaştırmasız el atma olarak nitelendirilemeyeceği, bunun, idari bir işlem olan imar planlarının zorunlu bir sonucu olduğu ve tasarruf hakkının kısıtlanması sebebiyle doğan zararın ancak idari yargıda açılacak bir tam yargı davasına konu edilebileceği sonucuna ulaşılmaktadır. Dolayısıyla bakılmakta olan dava, itiraz başvurusunda bulunan Mahkemenin görev alanına girmemektedir.

 

 

Nitekim, Anayasa'nın 158. maddesiyle, adlî, idarî ve askerî yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkili kılınan Uyuşmazlık Mahkemesinin istikrar bulmuş içtihatları da bu yöndedir (Örneğin; 4.2.2013 günlü, E.201/107, K.2013/230 sayılı kararı).

 

 

Kaldı ki, dava konusu kuralları da içeren geçici 6. maddenin onuncu fıkrasının üçüncü cümlesinde de, "Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların uygulamasıyla tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar hakkında, 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemler tamamlandıktan sonra idari yargıda dava açılabilir." hükmüne yer verilerek "imar kısıtlamaları"ndan kaynaklanan tazminat davalarının idari yargıda açılacağı teyit edilmiştir.

 

 

Açıklanan nedenlerle başvurunun, Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle reddi gerekir. 

 

 

IV- SONUÇ

 

 

24.5.2013 günlü, 6487 sayılı Bazı Kanunlar ile 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un 21. maddesiyle, 4.11.1983 günlü, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun başlığıyla birlikte değiştirilen geçici 6. maddesinin yedinci, onbirinci ve onüçüncü fıkralarına yönelik itiraz başvurusunun başvuran Mahkemenin yetkisizliği nedeniyle REDDİNE, 25.9.2013 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

 

 

KAYNAK: http://www.turkhukuksitesi.com/serh.php?did=15246

Gider avansının nelerden ibaret olduğu net olarak duruşma zaptına açıkça yazılmalıdır

Yargıtay 17. Hukuk Dairesi,  2012/13494 esas ve 2013/12373 karar sayılı GİDER AVANSI VE DELİL AVANSI ARASINDAKİ FARKLAR  KESİN SÜRE VERİLİRKEN GİDERLERİN KALEM KALEM AÇIKLANMASI GEREKTİĞİ  DELİL AVANSININ DAVA ŞARTI OLMADIĞI

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine dair verilen hükmün süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

KARAR:

Davacılar vekili, davalı tarafa ait araç sürücüsünün kusurlu hareketi ile meydana gelen kazada oluşan yaralanma ve zarar nedeni ile, fazlaya dair haklarını saklı tutarak davacı Mu… için 2.000 TL tedavi ve iş göremezlik, 1.000 TL manevi tazminat, davacı M… için 11.250 TL tamir süresi nedeni ile kazanç kaybı, 5000 TL araç değer kaybı, 600 TL lastik bedeli, 1500 TL ikame araç bedelinin kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalılar vekilleri, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, iddia, savunma ve toplanan kanıtlara göre; 2 haftalık yasal süre içinde gider avansı ödenmediği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, trafik kazasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemine ilişkin olup 18.5.2010 tarihinde açılmıştır. Davanın açıldığı tarih itibariyle yürürlükte bulunan 1086 Sayılı HUMK’nda gider avansı alınmasına yönelik bir düzenleme mevcut değildir.

01.10.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK.’nun 114/g maddesinde, gider avansı dava şartı olarak düzenlenmiştir.

6100 sayılı HMK.’nun 448. maddesine göre, “Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır.” Aynı Kanunun 450. maddesinde, “(1) 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ek ve değişiklikleri ile birlikte tümüyle yürürlükten kaldırılmıştır.” düzenlemesi mevcuttur.

Anılan düzenlemelerden de anlaşılacağı üzere, 6100 Sayılı HMK. hükümleri tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhal yürürlüğe girecektir.

1086 Sayılı HUMK. yürürlükte bulunduğu tarihte açılan davalara ilişkin olarak HUMK.nun hükümlerinin uygulanması istisnai olarak HMK.’nun geçici 1. ve 2. maddelerinde düzenlenmiştir. Buna göre, 6100 Sayılı HMK.’nun yargı yolu ve göreve ilişkin hükümleri ile senetle ispat, istinaf ve temyiz ile temyizde duruşma yapılmasına ilişkin parasal sınırlarla ilgili hükümleri Kanunun yürürlüğe girmesinden önceki tarihte açılmış olan dava ve işlerde uygulanmaz. 1086 sayılı Kanunun yürürlükte olduğu dönemde usulüne uygun olarak düzenlenmiş bulunan senetler, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra da geçerliliklerini korur.

Kanun açıkça bir istisna getirmediğine göre, dava şartı olarak düzenlenen gider avansının alınması kuralının 1086 sayılı HUMK. döneminde açılan derdest davalarda da uygulanması gerekecektir.

Dava şartları, mahkemenin davanın esası hakkında yargılamanın devamı için gerekli olan şartlardır. Diğer bir anlatımla; dava şartları, dava açılabilmesi için değil mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan kamu düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır.

HMK.’nun 115/2. maddesindeki kurala göre, “Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder”. Düzenleme gereğince, eksik olan bir dava şartı, belirli bir süre verilerek giderilebilecek ise hâkim tarafından eksikliğin giderilmesi için kesin süre verilmesi gerekir. Bu süre içinde dava şartı eksikliği tamamlanmaz ise dava, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddedilmelidir.

HMK.’nun 120. maddesinde gider avansı düzenlenmiştir.

Buna göre, “Davacı, yargılama harçları ile her yıl Adalet Bakanlığınca çıkarılacak gider avansı tarifesinde belirlenecek olan tutarı, dava açarken mahkeme veznesine yatırmak zorundadır. Avansın yeterli olmadığının dava sırasında anlaşılması hâlinde, mahkemece, bu eksikliğin tamamlanması için davacıya iki haftalık kesin süre verilir”.

30.09.2011 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan Hukuk Muhakemeleri Kanunu Gider Avansı Tarifesinin 1. maddesinde, tarifenin amacının dava açılırken mahkeme veznesine yatırılacak olan gider avansının miktarı ile avansın ödenmesine ilişkin usul ve esasları belirlemek olduğu açıklanmıştır. Tarifenin 6. maddesinde “Bu Tarifenin yürürlüğe girmesinden önce açılmış olan davalarda, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 120. maddesinin ikinci fıkrasına göre gider avansı ikmal ettirilir.” düzenlemesi getirilmiştir.

Anılan düzenlemelerden ve dava şartı müessesesinden, gider avansının davanın açılması sırasında alınmasının şart olmadığı, mahkemenin sonradan bu eksikliği kesin süre vererek ikmal ettirebileceği anlaşılmaktadır. Buradan hareketle 1086 sayılı HUMK. döneminde açılmış olsa da, istisnai hüküm bulunmaması nedeniyle davanın her aşamasında aranan gider avansı dava şartının HMK.’nun 114/g, 115/2. ve 120. maddeleri gereği gözetilmesi gerektiği ortaya çıkmaktadır.

Davanın açıldığı tarihte eksik veya hiç gider alınmamış olsa bile gider avansı dava şartı olmakla hüküm verilinceye kadar ikmal ettirilebilir. İster gider avansı isterse tamamlama avansı olarak tanımlansın ikmal edilmesi gereken paranın hukuk yargılamasındaki nitelemesi dava şartı olarak gösterilen gider avansıdır. Gider avansının yatırılmaması veya ikmal edilmemesi halinde dava usulden reddedilecektir.

Ancak, Kanunun 324. maddesinde delil ikamesi avansı, 325. maddesinde ise re’sen yapılması gereken işlemlerde giderler düzenlenmiştir.

324. maddesi gereğince, “Taraflardan her biri ikamesini talep ettiği delil için mahkemece belirlenen avansı, verilen kesin süre içinde yatırmak zorundadır. Taraflar birlikte aynı delilin ikamesini talep etmişlerse, gereken gideri yarı yarıya avans olarak öderler. Taraflardan birisi avans yükümlülüğünü yerine getirmezse, diğer taraf bu avansı yatırabilir. Aksi hâlde talep olunan delilin ikamesinden vazgeçilmiş sayılır. Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği dava ve işler hakkındaki hükümler saklıdır”.

325. maddeye göre ise “Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği dava ve işlerde, hâkim tarafından resen başvurulan deliller için gereken giderlerin, bir haftalık süre içinde taraflardan birisi veya belirtilecek oranda her ikisi tarafından ödenmesine karar verilir. Belirlenen süre içinde bu işlemlere ait giderleri karşılayacak miktarda avans yatırılmazsa, ileride bu gideri ödemesi gereken taraftan alınmak üzere Hazineden ödenmesine hükmedilir”.

HMK.’un 120. maddesindeki gider avansı ile ilgili düzenlemenin 324. maddedeki delil ikamesi için avans kuralı ile birlikte değerlendirilmesi ve dava şartı olan gider avansının delillerin ikamesi dışındaki yargılama giderleri için dikkate alınması gerekir. Dolayısı ile delil ikamesi için alınacak avans ile dava şartı olan gider avansının birbirinde ayrılması, delillerin ikamesi için alınacak avansın gider avansı içinde yer almaması zorunludur.

Tanık dinlenmesi, bilirkişi raporu alınması ve keşif gideri gibi delil ikamesine yönelik giderlerin gider avansı içinde değerlendirilmesi olanağı HMK.’un 324. maddesi düzenlemesi karşısında yoktur. Ayrıca delil ikamesi avansının da ispat külfetine göre taraflara yükletilmesi gerekir. Diğer yandan, örneğin re’sen hesap raporu alınacaksa giderin 325. maddesi kapsamında değerlendirilmesi isabetli olacaktır.

Yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde somut olaya bakıldığında mahkemece 29.11.2011 tarihli oturumda ” bilirkişi incelmesi için 250 TL ve diğer giderler için de 50 tl olmak üzere toplam 300 tl gider avansının mahkemenin veznesine yatırması için davacı vekiline 2 haftalık kesin süre verilmesine, kesin süre içerisinde gider avansı karşılanmadığı takdirde HMK 114 ve 115.maddeleri gereğince davanın usulden reddedileceğinin ihtarına, ” karar verilmiş; 21.2.2012 tarihli duruşmada kararlaştırılan gider avansları kesin süre içinde yatırılmadığından HMK 115.maddesi gereğince davanın usulden reddine karar verilmiştir.

Dava şartı olarak öngörülen müessesenin davanın reddine yol açması nedeniyle mahkemece gider avansı ile delillerin ikamesine yönelik avans ayrılmalı, gider avansının da nelerden ibaret olduğu net olarak belirlenmeli ve tarafa da hem gider avansının hem de delil ikamesi avansının hukuki sonuçları konusunda uyarı yapılmalıdır.

Mahkemece tarifenin 4.maddesi uyarınca diğer iş ve işlemler için gider avansı olarak 50 TL’nin yatırılması hususunda davacı vekiline 2 haftalık kesin süre verilmiş ise de anılan gider kalemlerine nelerin dahil olduğu, bu giderler içinde delil ikamesine yönelik gider olup olmadığı belirtilmemiş, 250 TL bilirkişi gideri delil ikamesine yönelik gider olmasına rağmen gider avansı olarak nitelendirilmiş tir. Diğer iş ve işlemler için davacı tarafça yatırılması istenen 50 TL giderin, gider avansı mı, delil ikamesi avansı mı olduğu da denetlenememektedir. Zira yukarıda açıklandığı gibi gider avansı, dava şartı iken delil ikamesi avansı, dava şartı olarak nitelendirilmeyecektir. Delil ikamesi avansının verilen kesin süre içinde yatırılmaması, davanın dava şartı yokluğu ile reddine neden teşkil etmez. Taraf, belirtilen sürede delil avansı giderini yatırılmazsa dayandığı o delilden vazgeçmiş sayılır.

Mahkeme, dava şartı olarak belirlediği gider avansına yönelik ara kararında gider avansını oluşturan harç, tebligat gibi gider gerektiren işlemleri kalem kalem açıklamalı her kalemin miktarını ayrı ayrı göstermeli, dava şartına yönelik gider avansı ile ilgili olarak verilen kesin sürede yatırılmamasının sonuçlarını da duruşma zaptına açıkça yazmalıdır. Ayrıca bu avans dışında delil ikamesine yönelik avans isteniyorsa HMK’nun 115.maddesine göre değil, 324.maddesine göre işlem yapmalıdır. Bu durumda mahkemece, yazılı şekilde uygulama yapılmadan soyut kesin süre verilerek dava şartı noksanlığında davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin temyiz itirazının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacılara geri verilmesine 17.9.2013 gününde oy birliğiyle karar verildi.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2012/5-1210 Esas 2013/501 *HUKUKİ EL ATMA YARGI YERİNİN ADLİ YARGI OLDUĞU

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu

2012/5-1210 Esas 2013/501 

 

 

Dava ve Karar:

 

Taraflar arasındaki "Kamulaştırmasız elatma nedeniyle tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Gaziosmanpaşa 1. Asliye Hukuk Mahkemesi'nce davanın kabulüne dair verilen 08.07.2008 gün ve 2006/51 E., 2008/310 K. sayılı kararın incelenmesi davalı Gaziosmanpaşa Belediye Başkanlığı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 5. Hukuk Dairesi'nin 11.05.2009 gün ve 2009/4348 E., 2009/7175 K. sayılı ilamı ile;

 

"… Dava, kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir.

 

Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı idare vekilince temyiz edilmiştir.

 

Dava konusu taşınmaz, imar planında okul yeri olarak ayrılmış olup, fiili el atma yoktur. Bu nedenle bedel davasının reddi yerine kabulüne karar verilmesi,

 

Doğru görülmemiştir …"

 

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

 

HUKUK GENEL KURULU KARARI 

 

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

 

Dava, kamulaştırmasız elatılan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir.

 

Davacı vekili, müvekkilinin Gazi Mahallesi, Çavuşpaşa Çiftliği mevkiinde bulunan 992 ada 1 parsel numaralı taşınmazın 14.07.1986 tarihinden beri maliki olduğunu, davalı Gaziosmanpaşa Belediye Başkanlığı tarafından imar uygulaması sonucu müvekkilinin taşınmazının okul alanı olarak düzenlendiğini, taşınmaz üzerine Milli Emlak Müdürlüğü tarafından şerh konulduğunu, müvekkilinin bu nedenle taşınmazını uzun süreden beri kullanamadığını belirterek, aynı vasıflara haiz bir arsanın mülkiyetinin müvekkiline devrine, olmadığı takdirde fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla kamulaştırmasız el atılan arsanın bedeli olan 12.500 YTL nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı belediyeden tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

 

Davalı vekili, dava konusu taşınmazın müvekkili belediye tarafından 1986 yılında 2981 sayılı Kanun'un 10/b maddesi gereğince 2904-2653-2654 sayılı parsellerin ifrazı sonucu oluştuğunu, davacının imar uygulaması öncesindeki 512/555 (256 m².lik) hissesine karşılık; 992 ada 1 parselden 16/555 (256 m².lik) hisse verildiğini, dava konusu taşınmazın tamamının 1/1000 ölçekli 23.10.1996 tasdik tarihli Gazi Mahallesi Revizyon İmar Planında meslek lisesi alanında kaldığını, müvekkili belediye tarafından bir elatma işlemi yapılmadığını, dava konusu taşınmazı kamulaştırmaya yetkili ve görevli makamın Milli Eğitim Bakanlığı olduğunu, davanın da Milli Eğitim Bakanlığı aleyhine açılması gerektiğini belirterek, davanın husumetten ve esastan reddine karar verilmesini istemiştir.

 

Mahkemece, "davanın kabulü ile davacının fazlaya dair hakları saklı tutulmak kaydıyla 12.500 YTL nin dava tarihinden başlayacak yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, dava konusu 992 ada 1 parsel sayılı taşınmazda davacı hissesine isabet eden 256 m²'nin davalı idare adına tapuya tesciline" dair verilen karar, davalı Gaziosmanpaşa Belediye Başkanlığı vekilinin temyizi üzerine Özel Daire'ce, dava konusu taşınmazın imar planında okul yeri olarak ayrılmış olduğu, fiili elatma bulunmadığı gerekçesi ile bozulmuş, Yerel Mahkeme önceki kararında direnmiştir.

 

Direnme hükmünü, davalı Gaziosmanpaşa Belediye Başkanlığı vekili temyiz etmiştir.

 

Hukuk Genel Kurulu'ndaki görüşmeler sırasında, işin esasının incelenmesine geçilmeden önce eldeki davanın idari yargı yerinde mi, yoksa adli yargı yerinde mi çözümü gerektiği hususu ön sorun olarak tartışılmış; yapılan görüşmeler sonunda, kamulaştırmasız elatma davalarının mülkiyet hakkının kısıtlanmasından kaynaklandığı, idari yargıda tescil hükmü verilmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle, bu tür davalarda adli yargının görevli olduğu oyçokluğuyla kabul edilerek ön sorun aşılmış ve işin esasının incelenmesine geçilmiştir.

 

İşin esasına gelince;

 

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu'nun önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu taşınmaza davalı idarece fiilen elatılmamış olmasına karşın, imar uygulaması sonucu okul yeri olarak ayrılmış olması nedeniyle, kamulaştırmasız elatma olgusunun varlığının kabul edilip edilemeyeceği, noktasında toplanmaktadır.

 

Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle, kamulaştırmasız elatma kavramı ve niteliğinin irdelenmesinde yarar vardır.

 

Hemen belirtmek gerekir ki; kamulaştırmasız elatma kavramı 6830 sayılı İstimlak Kanunu'nun yürürlüğe girdiği 09 Ekim 1956 tarihinden sonraki olgular için söz konusu olup; bu tarihten önceki elatmalar, 05.01.1961 gününde kabul edilen 221 sayılı Amme Hükmi Şahıslar veya Müesseseleri Tarafından Fiilen Amme Hizmetlerine Tahsis Edilmiş Gayrimenkuller Hakkındaki Kanun ile "kamulaştırılmış" sayılmıştır.

 

Gerek 6830 sayılı İstimlak Kanunu'nda, gerekse bu Kanunu kaldırarak, kamulaştırma konusunda yeni ilkeler getiren 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nda; kamulaştırma yapılmaksızın taşınmaz malına elatılan kimsenin, uğradığı zarar ve ziyan ile mülkiyet hakkının kullanılmasından doğan malın özüne bağlı hangi davaları açabileceği konusunda bir düzenleme getirilmemişti. Bu nedenle taşınmazına kamulaştırmasız elatılan kimsenin, ilgili kamu tüzel kişisi aleyhine elatmanın önlenmesi davası açabileceği gibi, tazminat verilmesini de isteyebileceği, 16.05.1956 gün ve 1/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile çözüme bağlanmıştı. Ancak 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na 18/06/2010 gün ve 5999 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle eklenen Geçici 6. maddesinin 6. fıkrası ile taşınmazına kamulaştırmasız elatılan kimsenin tazminat davası açabileceği düzenlemesine yer verilmiştir.

 

Kamulaştırmasız elatma, mülkiyet hakkının özüne dokunan bir işlemdir. Kamulaştırmada, yöntem olarak Anayasa ve yasalara uygun bir kamulaştırma işlemi yapılması söz konusu iken, kamulaştırmasız elatmada usulüne uygun bir kamulaştırma işleminden söz edilmesi olanaklı değildir.

 

Ancak, kamulaştırmasız elatma ile kamulaştırmanın, konu, amaç ve yetki yönüyle benzer yönleri bulunmaktadır; her iki müessesenin de oluşması için, kamulaştırma yapmaya yetkili devlet kamu tüzel kişileri veya kamu kurumları tarafından kamulaştırma işleminin yapılması veya kamulaştırmasız elatılmış olması gereklidir. Kamulaştırmasız elatmada da, kamulaştırmada olduğu gibi, taşınmazın edinilmesinde kamu yararının bulunması zorunludur. Gerek kamulaştırmanın, gerekse kamulaştırmasız elatmanın konusu sadece özel mülkiyette bulunan taşınmaz mallardır.

 

Az yukarıda açıklandığı üzere, kamulaştırmasız elatma müessesesi mülkiyet hakkının özüne dokunan ve onu ortadan kaldıran bir niteliğe sahip olmakla birlikte, çağdaş bir yaklaşımla ve sosyal devlet ilkesi gereği olarak uygulamada, taşınmaz malikine, dava yoluyla mülkiyetin bedele çevrilmesi ya da idarenin hakkın özünü zedeleyen elatma eylemine son verilmesi yolu açılmıştır.

 

Kamulaştırmasız elatma halinde kamu kurumu, Kamulaştırma Kanunu'na uygun hareket etmeden, ferdin malını elinden almış olması sebebiyle kanunsuz bir harekette bulunmuş durumdadır. Bu bakımdan dava, mülkiyete tecavüzün önlenmesi veya haksız fiil neticesinde meydana gelen zararın tazmini davasıdır (11.02.1959 gün, E:1958/17, K:1959/15 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı gerekçesinden).

 

Malikin taşınmaz üzerindeki egemenliği hukuk düzeninin sınırları içinde üçüncü kişilere karşı korunmuş ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 683. maddesinde malike, hukuka aykırı olarak yapılan müdahalelerin önlenmesini isteme hakkı tanınmıştır. Bir kişinin taşınmazına eylemli olarak elatıp tamamen veya kısmen kullanılmasına engel olunması ile, imar uygulaması sonucu o kişinin mülkiyetinde olan taşınmaza hukuken kullanmaya engel sınırlamalar getirilmesi arasında sonucu itibari ile bir fark bulunmamakta, her ikisi de kişinin mülkiyet hakkının sınırlandırılması anlamında aynı sonucu doğurmaktadır.

 

Ancak, bundan da öte; uzun yıllar programa alınmayan imar planının fiilen hayata geçirilmemesi nedeniyle kamulaştırma ya da takas cihetine gitmeyen davalı İdarece, pasif ve suskun kalınmak ve işlem tesis edilmemek suretiyle taşınmaza müdahale edildiği; bu haliyle İdarenin eyleminin, mülkiyet hakkının özüne dokunan ve onu ortadan kaldıran bir niteliğe sahip bulunan kamulaştırmasız elatma olgusunun varlığı için yeterli bulunduğu kuşkusuzdur.

 

Bu itibarla, kamulaştırmasız elatma olgusunun varlığının doğal sonucu, İdarenin hukuka aykırı eylemiyle mülkiyet hakkı engellenen taşınmaz mal sahibi davacının, dava yoluyla kamulaştırmasız elatma hükümleri doğrultusunda mülkiyetin bedele çevrilmesini, eş söyleyişle idareden taşınmazın değerinin ödenmesini isteyebileceği açıktır.

 

Benzer durumlar nedeniyle Hukuk Genel Kurulu'nun 02.02.2005 gün ve 2004/5-555 E., 2005/17 K.; 15.12.2010 gün ve 2010/5-662 E., 2010/651 K.; 12.09.2012 gün ve 2012/5-210 E., 2012/565 K. sayılı ilamlarında da imar planında lise alanı, okul alanı ve yeşil alan (park) yeri olarak ayrılmış yerlere idare tarafından fiilen elatılmamış olsa dahi hukuki elatmanın varlığı kabul edilmiştir.

 

Somut olayda, davacının tapuda kayden paydaş bulunduğu dava konusu İstanbul İli, Gaziosmanpaşa İlçesi, Gazi Mahallesi, Çavuşbaşı Çiftliği Mevkii, 992 ada 1 parsel sayılı ve 8880 m² yüzölçümünde ve arsa niteliğindeki taşınmazın, 1/1000 ölçekli 23.10.1996 tasdik tarihli Gazi Mahallesi Revizyon İmar Planında meslek lisesi alanında kaldığı, taşınmazda imar planında özgülenen amaca yönelik tesis yapılmadığı, dosya kapsamıyla belirgin olup; esasen bu hususta uyuşmazlık da mevcut değildir.

 

Hal böyle olunca; Yerel Mahkemece, kamulaştırmasız elatma olgusunun varlığının kabulüyle, davalı İdarenin kamulaştırmasız elatma hükümleri doğrultusunda sorumlu bulunduğuna ilişkin direnme kararı yerindedir.

 

Ne var ki, bozma nedenine göre işin esası Özel Daire'ce incelenmediğinden, davalı idare vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daire'ye gönderilmelidir.

 

KARAR : Yukarıda açıklanan nedenlerle yerel mahkemenin direnmesi yerinde görüldüğünden, davalı vekilinin esasa ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 5. HUKUK DAİRESİ'NE GÖNDERİLMESİNE, 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na eklenen "Geçici Madde 3" atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440. maddesi uyarınca tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 10.04.2013 gününde oybirliği ile karar verildi.

 

 

KARŞI OY YAZISI

 

Yerel mahkeme ile Yargıtay Özel Dairesi arasındaki uyuşmazlık, davalı idarece fiilen el atılmamış olmasına karşın, imar uygulaması sonucu okul yeri olarak ayrılmış olmasının kamulaştırmasız el atma olarak kabul edilip edilemeyeceği noktasındadır.

 

Yerel mahkemece, mülkiyeti davacıya ait taşınmazın imar planında okul yeri olarak ayrılması nedeni ile taşınmazdan bağımsız yararlanma ve başka türlü kullanma olanağı kalmadığı ve bu nedenle kamulaştırmasız el atma koşullarının oluştuğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Yargıtay Özel Dairesince, dava konusu taşınmazın imar planında okul yeri olarak ayrıldığı, eylemli olarak el atılmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle mahkeme kararı bozulmuştur. 

 

Ancak, öncelikle üzerinde durulması gereken husus uyuşmazlığın adli yargı yerinde mi, yoksa idari yargı yerinde mi görüleceğinin belirlenmesidir. Başka bir anlatımla davalı idarece eylemli olarak herhangi bir surette el atılmadığı halde, salt imar planında okul yeri olarak ayrılmış olması halinde uyuşmazlığın adli yargı yerinde mi, yoksa idari yargı yerinde mi çözümleneceğinin belirlenmesidir.

 

Bilindiği üzere, kamulaştırmasız el atma nedenine dayalı tazminat davası, 16.05.1956 gün ve 1956/1-6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararına dayanmaktadır. Anılan içtihatda belirtilmiştir.

 

Bu içtihada dayalı olarak, kamu idareleri tarafından haksız bir şekilde taşınmazına eylemli olarak el atılan kişi tarafından adli mahkemelerde tazminat davası açılmaktadır. Bu hususta tereddüt yoktur. Uyuşmazlık mahkemesinin içtihatları da bu yoldadır. Nitekim 14.01.2013 gün ve 2012/654E.2013/135 K.sayılı içtihadında, idarenin dava konusu taşınmaza kamulaştırmasız el atmasından doğan zararın tazminine yönelik davanın, haksız fiillere ilişkin özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiğine karar verilmiştir. Yüksek Mahkemenin bu yolda ki içtihatları istikrar kazanmıştır.

 

Sorun, somut olayımızda olduğu gibi eylemli olarak taşınmaza el atılmadığı halde, imar planında olarak ayrılması nedeni ile açılacak tazminat davasının hangi yargı kolunda görülmesi gerektiğidir. Bu konuda Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 11.02.1959 gün ve 1958/17 E, 1959/15 sayılı içtihadı sorunu aydınlatır mahiyettedir. Anılan içtihatta, kamu kuruluşlarının verdikleri kararlar sonunda, plan ve projelere uygun olarak tesisler yaptırmış olmaları ya da bu tesisleri kullanmaları yahut tesislere bakmaları nedeniyle kişilerin uğramış oldukları zararın ödetilmesine ilişkin davaların idari dava niteliğinde olduğundan, bu tür davaların idari yargı yerlerinde bakılması gerektiği ve kamulaştırmasız el atma halinde idarenin kamulaştırmadan kişinin malını elinden almış olması, sebebiyle kanunsuz harekette bulunmuş olacağından, haksız eylem nedeniyle açılacak tazminat davasının da adli yargı yerinde görüleceği içtihat edilmiştir.

 

Olayımızda, davacının mülkiyetinde olan taşınmazın imar planında okul yeri olarak ayrılması nedeni ile kamulaştırmasız el atıldığından bahisle bedelinin tazmini istenmiştir. Bu durumda, 3194 sayılı İmar Kanun'unun arazi ve arsa düzenlemesine ilişkin 18. maddesinin uygulanmasından kaynaklanan ve imar planı ile buna dayalı imar uygulaması sonucunda uğranılan zararın tazminine yönelik bulunan uyuşmazlığın, 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesinde yer alan idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan zarar görenler tarafından açılan tam yargı davaları kapsamında idari yargı yerince çözümlenmesi gerekmektedir.

 

Nitekim uyuşmazlık mahkemesinin benzer olaya ilişkin 9.4.2012 ve 2012/41-72 sayılı içtihadında; imar uygulaması sonucu oluştuğu öne sürülen maddi zararın tazmini istemi ile açılan davanın idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği içtihadında bulunulmuştur. Yüksek mahkemenin bu yoldaki içtihadı benzer tüm olaylar yönünden hiç sapma göstermeden istikrar kazanmış bir içtihattır. 

 

2248 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesi'nin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 1. maddesinde; Uyuşmazlık Mahkemesi, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş, adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili ve bu kanunla kurulup görev yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir şeklinde tanımlanmıştır. Aynı Kanun'un 29. maddesinde, verilen kararların kesin olduğu açıklanmış, 30. maddesinde de, görev konusundaki ilke kararlarının uyuşmazlık mahkemesini ve bütün yargı mercilerini bağlayacağı hüküm altına alınmıştır.

 

Uyuşmazlık Mahkemesi'nin, imar uygulaması sonucu oluştuğu öne sürülen maddi zararın tazmini istemi ile açılan davanın idari yargı yerinde görüleceğine dair alınmış bir ilke kararı yoktur. Ancak, bu yoldaki içtihatları şimdiye kadar hiç sapma göstermemiş farklı bir karar verilmemiş ve istikrar kazanmıştır.

 

Az yukarıda açıklanan kanun hükmü gözetildiğinde bu tür davaların idari yargı yerinde görülmesinin 2577 sayılı Kanun'un 2/1-b maddesine daha uygun düşeceği ve uygulamada yaşanılan sıkıntıları ortadan kaldıracağı ve uygulamada birlik ve beraberlik sağlayacağı her tür izahtan vareste bulunmaktadır. Aksinin kabulü halinde, adli yargı yerinde açılan her davada davalı idareler tarafından görev uyuşmazlığı çıkartılmakta ve dosyalar uyuşmazlık mahkemesinin önüne gelmekte ve uyuşmazlık mahkemesi tarafından idari yargı yerinin görevli olduğuna karar verilerek, adli yargı mahkemeleri tarafından verilen görevlilik kararları kaldırılmaktadır. Bu uygulamanın bu şekilde sürüp gitmesinin sakıncalarının söylenmesine ihtiyaç yoktur.

 

Yüksek mahkemeler arasındaki içtihat uyuşmazlığının konulacak bir yasa hükmüyle giderilmesi en iyi çözüm gibi görülmekte ise de, yasa tarafından işin çözümlenmesine kadar uyuşmazlık mahkemesinin içtihat ve kararları doğrultusunda sorunun çözümlenmesi, az yukarıda açıklanan kanun hükümleri ile yargısal içtihatlara daha uygun düşecektir.

 

Bu nedenlerle, imar uygulama sonucu oluştuğu öne sürülen maddi zararın tazmini istemi ile açılan davanın idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiğinden adli yargının görevli olduğuna ilişkin sayın çoğunluğun değerli görüşüne katılamıyorum.

 

 

Türk Medeni Kanunu MADDE 683 :Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.

 

Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir.