Etiket arşivi: SAKLI

Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları – İKALE SÖZLEŞMESİNDE, HAKLARIN SAKLI TUTULMASI KAYDI, SÖZLEŞMEYİ ETKİLEMEZ

T.C
YARGITAY
22.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO.2011/1351
KARAR NO.2011/3574
KARAR TARİHİ.28.10.2011

İKALE SÖZLEŞMESİNİN ŞARTLARI – İHTİRAZİ KAYIT – SÖZLEŞMENİN GEÇERLİLİĞİNİ ETKİLEMEZ.

ÖZET: İkale sözleşmesinin şartları gerçekleşmiş ise, sözleşme altına yasal hakların saklı tutulduğu şeklinde yazılan ihtirazi kayıt ikale sözleşmesinin geçerliliğini etkilemez.*

Davacı, elektrik elektronik mühendisi olup davalı işverene verdiği 22.12.2009 tarihli dilekçesinde özel nedenlerinden dolayı sözleşmesinin anlaşma yolu ile sona erdirilmesini talep etmiş, talebi işverence kabul ederek iş sözleşmesi tarafların anlaşmasına dayalı olarak ihbar ve kıdem tazminatına ilaveten ek ödemede yapılmak sureti ile sona erdirilmiş ve 23.12.2009 tarihli ibraname ile de işvereni ibra etmiştir. Davacının işe iade isteği mahkemece davacının talep dilekçesi ve ibraname altına düştüğü yasal haklarının saklı tutulduğuna yönelik ihtirazi kayıt beyanı sözleşmenin sonlandırılmasına yönelik anlaşmadan kaynaklanan akçalı hakların korunmasına yönelik olup anlaşmayı hükümden düşürecek nitelikte değildir. İhtirazi kayıt beyanı dışında ikale sözleşmesinin geçerli olmadığı hakkında başlıca delil sunulmadığına göre davanın reddine karar verilmesi gerekir iken ilamda yazılı gerekçelerle kabulü yerinde bulunmamış ve hükmün bozulması gerekmiştir.

4857 sayılı İş Yasası’nın 20/3. maddesi uyarınca Dairemizce aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.

HÜKÜM: Yukarıda anılan nedenlerle;
1- Yerel mahkemenin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararın BOZULARAK ORTADAN KALDIRILMASINA,
2- Davanın REDDİNE,
3- Harç peşin alındığından yeniden alınmasına yer olmadığına,
4- Davacının yapmış olduğu yargılama giderinin üzerinde bırakılmasına, davalının yaptığı 30.00 TL. yargılama giderinin davacıdan tahsili ile davalıya ödenmesine,
5- Karar tarihinde yürürlükte bulunan tarifeye göre 1.100.00 TL. ücreti vekaletin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
6- Peşin alınan temyiz harcının isteği halinde davalıya iadesine,
Kesin olarak 28.10.2011 gününde oybirliği ile karar verildi.


Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları • İŞÇİNİN FAZLAYA İLİŞKİN HAKLARINI SAKLI TUTMADAN DAVA AÇMASI

YARGITAY Hukuk Genel Kurulu
ESAS: 2013/9-2190
KARAR: 2014/4

Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; …14.İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 05.10.2011 gün ve 2011/642 E.2011/871 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 9.Hukuk Dairesi’nin 05.12.2012 gün ve 2012/32447 E. 2012/40930 K.sayılı ilamı ile;

(….A) Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili, müvekkilinin 1 Mart 1999-03 Kasım 2004 arasında çalıştığını, düzensiz ödenen alacaklarının ödenmesi talebinde bulunduğu için işine son verildiğini iddia ederek kıdem, ihbar tazminatı, izin ve bayram genel tatil alacakları toplamı olarak 350 TL’nin faiziyle tahsiline karar verilmesini istemiştir.

B) Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili, müvekkilinin alt taşeron olarak elektrik montaj işiyle uğraştığını, ancak iş aldığında işçi çalıştırdığını, davacının çalışmasının sürekli olmadığını ve ayrıldığı zamanlar başka işverenler yanında da çalıştığını, davalının yanında en son 23 Mart 2004 tarihinde çalışmaya başladığını, iş akdine devamsızlık nedeniyle haklı olarak son verildiğini, davacının 15 Haziran-25 Kasım 2004 arasında Nüve Mühendislik şirketi ile iş akdi imzaladığını, sözleşme sonunda işvereni ibra ettiğini, aynı zamanda iki işyerinde birden çalışamayacağını, bu nedenle taleplerinin haksız olduğunu savunarak davanın reddine karar verilmesini taleptir.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:Mahkemece, “Yargıtay bozma ilamı dosya kapsamına, hakkaniyete, hak ve nispet kaidelerine aykırıdır. Halin icabından davanın kısmi dava olarak açıldığı açık olarak bellidir. Davacı davaya konu ettiği alacak kalemlerinin her biri için 100’er ve 50.-TL’lık taleplerde bulunduğu ve dava dilekçesine "fazlaya ilişkin hakların saklı tutulduğu"’na ilişkin ibarenin bulunmadığı tartışma dışıdır. Hukuki sorun fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmasına ilişkin ibare ya da uygulamada tamamen bir klişe şeklinde dava dilekçesine şerh edilen ibarenin yokluğu halinde ve fakat diğer dosya delilleri ve dava dilekçesindeki maddi vakıaların izahından dört yılı aşkın bir çalışma süresindeki kıdem ve ihbar tazminatları ile diğer ücret alacaklarının talep edildiğinin sarih olarak belirlendiği hallerde halin icabından davacının bir kısmı dava açtığının kabulünde zorunluluk vardır. Zira bu yorum kabul edilmediği takdirde dört yılı aşkın bir çalışma süresindeki kıdem ve ihbar tazminatı ve ücret alacaklarının toplamının 350 TL’lik bir talebe ilişkin olduğu ve maddi hakka ilişkin bakiye taleplerden iptidaen feragat edildiği, bu cümleden olarak ıslah suretiyle netice-i talebin arttırılamayacağı ve ek dava yoluyla da maddi hakkın talep edilemeyeceği sonucuna ulaşılmış olacaktır. 6100 sayılı HMK’nun 109.maddesinin 109/1 ve 109/3 maddesi kısmi dava açılabilen hallerde açıkça bakiye taleplerden feragat edilmemesi hali dışında kısmi dava açılması talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmez hükmün 01.10.2011 tarihinden geçerli olmak üzere vaz edilmiştir. Tamamlanmamış usul işlemlerinde derhal uygulanacak bu hüküm ve yukarıda açıklanan nedenlerle bozma ilamına direnilmiştir. Dosyanın esası ile ilgili bir bozma söz konusu olmamakla 24.12.2008 tarihli karar gerekçemiz tekrar edilmiştir” gerekçesiyle önceki kararda direnilmiş ve davanın kabulüne ilişkin yazılı şekilde hüküm kurulmuştur.

D) Temyiz:Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.

E)Gerekçe: Dairemiz bozma kararı üzerine dosya yerel mahkemeye gönderilmiş, yerel mahkemece yukarıda açıklanan gerekçe ile direnme kararı verilmiş, anılan kararın davalı tarafından temyizi üzerine dosya Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’na gitmiş;

Hukuk Genel Kurulu tarafından 15.06.2012 tarih ve 2012/390 Karar sayılı ilam ile, yerel mahkemece bozma kararından sonra ilk karar verilirken yürürlükte olmayan, dolayısıyla gerekçesinde yer almayan 6100 Sayılı HMK’nun 109. maddesine dayanıldığı ve açılan davanın kısmi dava olduğu gerekçesiyle direnildiği, bu durumda yerel mahkemece direnme kararı olarak nitelendirilen temyize konu kararın gerçekte bir direnme kararı değil, yeni bir hüküm niteliğinde olduğunun kabul edilmesi gerektiği, kurulan bu yeni hükmün temyizen incelenmesi görevinin Hukuk Genel Kurulu’na ait olmayıp Özel daireye ait olduğu gerekçesiyle dosya temyiz itirazlarının incelenmesi için dairemize gönderilmiştir.

Dairemizin daha önceki bozma ilamında da belirtildiği üzere, davacı, davanın devamı sırasında verdiği 17.04.2006 tarihli dilekçe ile talebini miktar yönünden ıslah etmiş ve davalı taraf dava dilekçesinde fazlaya dair hakların saklı tutulmadığı gerekçesiyle ıslah talebine karşı çıkmıştır.

Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 87/son maddesi Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildikten sonra ıslah yoluyla müddeabihin arttırılması da mümkündür. Ancak, olayımızda davacı dava dilekçesinde talep konusu alacaklardan fazlaya ait haklarını saklı tutmadığı gibi, davayı da kısmi dava olarak açmamıştır. Davacı dava konusu yapmadığı ve saklı tutmadığı kısımlardan zımnen vazgeçmiş ve isteklerini miktarla sınırlandırmış sayılır. (YHGK.nun 2004/4-200E. 2004/227 K.) Bu durumda davacı, isteyebileceği ücretleri dava dilekçesiyle sınırlandırdığından ve fazlaya ait taleplerini saklı tutmadığından fazlaya ilişkin isteklerinin reddine karar verilmesi gerekirken, yerel mahkemece, direnme kararında 6100 Sayılı HMK’nun 109. maddesi gerekçe gösterilerek tamamlanmamış işleme yeni yasanın uygulanacağını belirtilmiş ise de, davanın 24.12.2008 tarihinde karara bağlandığı ve temyize konu işlemlerin HMK’nun yürürlüğe girişinden önce tamamlandığı, bu nedenle 6100 Sayılı HMK’nun 109. maddesinin somut olayda uygulanma kabiliyeti bulunmadığı anlaşılmakla yerel mahkeme hükmünün bozulması gerekmiştir…)

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, kıdem ve ihbar tazminatı, yıllık izin, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının tazmini istemine ilişkindir.

Davacı vekili; müvekkilinin davalıya ait iş yerinde 01.03.1999-03.11.2004 tarihleri arasında çalıştığını, işveren tarafından iş akdinin haksız feshedildiğini ileri sürerek kıdem ve ihbar tazminatları ile bir kısım işçilik alacaklarının karşılığı toplam 350 TL’nin hüküm altına alınmasını talep etmiştir.

Davalı vekili; davacının müvekkili şirkete bağlı çalışmalarının kesintili gerçekleştiğini, davalının yanından ayrıldığı zamanlarda başka iş yerlerinde çalıştığını, taraflar arasındaki iş akdinin davacının devamsızlığı nedeni ile haklı sebebe dayalı olarak sonlandırıldığını ileri sürerek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece; iş akdinin davalı işveren tarafından haksız feshedildiği, dava konusu işçilik ücretlerinin ödendiği hususunun geçerli delillerle ispatlanamadığı kanaatine varılarak davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, davalı vekilinin temyizi üzerine, Özel Daire’ce yukarıda açıklanan nedenlerle karar bozulmuş, Yerel Mahkemece, önceki gerekçeler genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiş, direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacı tarafından dava dilekçesinde fazlaya ilişkin haklarını saklı tuttuğuna ilişkin bir ibare kullanılmamış ise ıslah yoluyla talebini artırıp artıramayacağı noktasında toplanmaktadır.

Bilindiği üzere, davanın açıldığı tarih itibariyle yürürlükte bulunan Mülga 1086 sayılı HUMK’nun 83 ve ardından gelen maddelerde düzenlenmiş olan ıslah; taraflardan birinin usule ilişkin bir işlemini kısmen veya tamamen düzeltmesine olanak tanıyan bir yöntem olup, iddia ile savunmanın genişletilmesi yasağının da bir istisnasıdır.

1086 sayılı HUMK. nun 87.maddesinin “Müddei ıslah suretiyle müddeabbihi tezyit edemez.” şeklindeki son cümlesi, Anayasa Mahkemesi’nin 07.11.2001 günlü Resmi Gazete’de yayımlanan 20.07.1999 tarihli kararıyla iptal edilmiş ve böylece, davada istem sonucunun kısmî ıslah yoluyla artırılması usulen olanaklı hale gelmiştir.

Hemen belirtilmelidir ki, mevcut (Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından sonraki) yasal durum itibariyle, kısmi davada fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmuş olan davacının, dilerse, ek dava açmak yerine, saklı tuttuğu alacak bölümü için o (kısmi) dava içerisinde ıslah yoluyla talepte bulunabilmesi mümkündür.
Kısmi davada saklı tutulan alacak bölümü için, gerek kısmi dava karara bağlanmadan önce, gerekse daha sonra, ayrı bir dava açılması da usulen olanaklıdır. Uygulamada bu ayrı davaya ek dava denilmektedir. Yine, kısmi davadan sonra açılan ek davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmuş olması ve davacının hukuki yararının bulunması koşullarının birlikte varlığı halinde, hukuki yararın bulunması şartıyla birden fazla ek dava açılması da kural olarak mümkündür.

Bu haliyle kısmî ıslah, ek dava yoluyla elde edilebilecek haklara, mevcut dava içerisinde, daha basit, daha az masrafla ve daha kısa süre içerisinde kavuşma olanağı tanıyan ve bu yönüyle adeta ek dava açma yoluna alternatif oluşturan bir yapıdadır. Dolayısıyla, kısmi davanın davacısı, ek dava açmak veya kısmî ıslah yoluna gitmek konusunda seçimlik hakka sahiptir.

Kısmî ıslah yoluyla müddeabbihin artırılabilmesi olanağı, bir anlamda, artırıma konu kısmın ek dava yoluyla istenilmesinin alternatifi niteliğinde bulunduğundan; kısmi davadaki ıslah ile, bu yola gidilmeyip ek dava açılması halleri, davacıya aynı hak ve olanakları tanıyan seçimlik yollar olduğundan, usul hukuku açısından sonuçlarının da aynı olması gerekir ve beklenir.

Bir davanın kısmi dava mı, yoksa tam dava mı olduğu, özellikle dava dilekçesinin istem sonucu bölümünde, “fazlaya ilişkin hakların saklı tutulup tutulmadığı” ile ilgilidir. Davacı bu yada benzeri ifadeleri kullanmışsa, “kısmi dava” açtığı sonucuna varılır. Davacının bu yolda bir beyanda bulunmaksızın açtığı dava ise bir “tam dava”dır. Fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmaması halinde, geriye kalan haktan zımnen feragat edilmiş sayılır.

Islah yoluyla dava konusunun artırılması hususunun, Anayasa Mahkemesinin 20.07.1999 tarih ve 1/33 sayılı kararından sonra ortaya çıkan durumun tartışılmasına gelince; bilindiği gibi kısmi dava müessesinin hukuk yargılama sistemimizde kabul edilen ve özellikleri bulunan bir dava çeşidi olduğu belirgindir. Kısmi davanın kabulüne dair karar ek davada kesin delil teşkil eder. Anayasa mahkemesinin anılan kararında kısmi dava ile ilgili herhangi bir açıklama yer almamaktadır. Anayasa mahkemesi kararından sonra “fazlaya ilişkin hakkını saklı tutmamış” bulunan yani ek dava açma olanağı bulunmayan kimseler bakımından uygulama olanağı varmıdır. Buna olumlu yanıt verme olanağı bulunmamaktadır. Çünkü kısmi dava açmamış(fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmamış) bulunan davacı fazlaya ilişkin haklarından zımnen feragat etmiş demektir ve ıslahla bu feragat veya başka bir görüşe göre kesin hüküm sonucunu ortadan kaldırabilmek mümkün değildir. Anayasa Mahkemesi HUMK’nun 87/son cümleyi iptal ederken yerleşik kuralları yani kısmi dava, hakların saklı tutulması kurallarını irdelememiş, kanun hükmünü sadece “itiraz konusu kural, davacıyı ikinci kez dava açmaya zorlaması nedeniyle hak arama özgürlüğünü sınırlandırdığı için” iptal etmiştir. HUMK’nun 87/son cümlesi iptal edilmiş olmakla, dava konusunun ıslah yoluyla artırılabilmesi ancak davacının kısmi dava açmış bulunmasına ve haklarını saklı tutmuş olmasına bağlıdır. Yeni oluşan durumda da eğer kısmi dava açılmamışsa, ıslah yolu ile dava konusunu artırabilmeye olanak yoktur. (Bkz.Prof.Dr.Ejder Yılmaz, Islah Yoluyla Dava Konusunun Arttırılması, Anayasa Mahkemesinin 20.07.1999 tarihli ve 1/33 sayılı kararının değerlendirilmesi Banka ve Ticaret Hukuk Araştırma Enstitüsü, Özel Hukuk ve Anayasa Mahkemesi Kararları Sempozyumu 11 Mayıs 2001 s.105 vd, YHGK’nun 08.10.2003 gün 2003/9-510-55 ve 2004/4-200-227 sayılı kararları)

Somut olayda; davacının dava dilekçesinde talep konusu alacaklardan fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmadığı gibi, davayı da kısmi dava olarak açmadığı, davacının dava konusu yapmadığı ve saklı tutmadığı kısımlardan zımnen vazgeçmiş sayılacağından, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu Hukuk Genel Kurulu’nun çoğunluğunca benimsenmiştir.

Yapılan görüşmeler sırasında, bir kısım üyelerce, iş mahkemelerinde açılan davaların belirsiz olduğu, işin doğası gereği davaların bu şekilde açıldığı, aleyhe yorum yapılmamasının hak kaybına neden olacağı, Yerel Mahkeme’nin direnme kararının yerinde olduğu, onanması gerektiği ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğunca yukarıda belirtilen nedenlerle benimsenmemiştir.

O halde, Hukuk Genel Kurulu’nun çoğunluğunca usul ve yasaya uygun olmadığı benimsenen direnme kararının bozulması gerekmiştir.

S O N U Ç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Dairenin bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 8/3.maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 15.01.2014 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — 27 Ara 2014, 14:04


YARGITAY İçtihadı Birleştirme B. G.K E: 1994/4K: 1994/4 -BELİRLİ MAL VASİYETİNİN TENKİSİ- SAKLI PAY- TENKİS VE MUVAZAA DAVASI

T.C.

YARGITAY

İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu

Esas: 1994/4Karar: 1994/4

Karar Tarihi: 11.11.1994

 

 

Dava:

 

Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu 30/6/1994 gün ve 478 sayılı kararında özetle, tasarruf nisabının hesabında ve buna bağlı olarak tenkise tabi malların değeri karşılığı bir tarafı ödenecek nakdin tespitinde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 26/5/1965 tarih, 781/223 sayılı; 15/1/1964 tarih, 69/41 sayılı; 5/12/1962 tarih, 130/68 sayılı kararlarında terekenin miras bırakanın ölüm tarihindeki durumunun esas tutulması gerektiğinin benimsendiğini, İkinci Hukuk dairesinin de bu görüş doğrultusundaki uygulamasını 193 tarihine kadar sürdürüldüğünü, fakat İkinci Hukuk dairesi, 1993 yılı içinde verdiği 4/2/1993 tarih 12436/816 sayılı; 20/5/1993 tarih ve 4859/5287 sayılı kararlarında bu uygulamayı terk ederek eda isteğini kapsayan muayyen mal vasiyeti tenkisi davalarında Medeni Kanunun 506. maddesi uyarınca yapılan tercih sonunda bir tarafın aldığı mal payının tercih günündeki değerinin nakit olarak ödenmesinin zorunlu olduğunu kabul ettiğini; tenkise tabi malların karşılığı olarak ödenecek nakdin tespitinde, bu iki tarihten hangisini kabulü gerektiğinin belirlenmesi bakımından İçtihat aykırılığı bulunduğunu tespit etmekle (Yargıtay K. 45) 11 Kasım 1994 günü toplanan Yargıtay Büyük Genel Kurulu İçtihatlar arasında uyuşmazlık olduğuna ve içtihat uyuşmazlığının giderilmesi gerektiğine oybirliği ile karar verildikten sonra işin esasının incelenmesine geçildi. Raportör Üye M. T.'nun açıklamaları dinlendi, gereği tartışılıp düşünüldü.

 

İÇTİHADI BİRLEŞTİRME TALEBİNİN KONUSU OLAN YARGITAY KARARLARI

 

1 – Hukuk Genel Kurul Kararları:

 

a) 5/12/1962 tarih ve 130/68 Sayılı Karar.

 

Sözü geçen kararda aynen "Tasarruf nisabının hesabında terekenin miras bırakanın ölüm tarihindeki durumunun esas tutulması ve ölüme bağlı olmayan ve fakat tenkise tabi bulunan teberruların terekeye eklenmesi, Medeni Kanunun 454s ve 455. maddeleri hükümlerindendir. Miras bırakan tarafından önceden temlik edilen şey arsadır Arsanın değinin ölüm tarihindeki değer olması, sözü edilen 454. madde hükmüne uygundur." demek suretiyle mahkemece verilen direnme kararı bozulmuştur.

 

b) 15/1/1964 tarih ve 69/41 Sayılı Karar:

 

".Mahkeme 1/4/1958 tarihinde ölen miras bırakanın terekesinin ölüm tarihindeki durumunu tespit etmemiştir. Medeni Kanunun 454/1. maddesiyle tasarruf nisabının terekenin ölüm günündeki haline göre hesaplanacağı öngörülmüştür. Davacının, terekedeki mallardan bir kaçı üzerinde tenkis isteminde bulunmuş olması, bütün tenkis davalarında uygulanması gerekli bulunan söz konusu hükmün uygulanmaması için sebep sayılamaz" denilmiştir.

 

c) 26/5/1965 tarih ve 781/223 Sayılı Kararda ise aynen : ". Saklı payın hesaplanması, malların miras bırakanın ölüm tarihindeki değerinin tespiti ile mümkündür. Değer tespiti dışında, dava dilekçesinde gösterilen değer tahmini olmaktan ileriye geçemez. zira davacı mahkemeden bir değer tespiti istemiş olmadıkça ölüm tarihindeki gerçek değeri önceden bilemez.. Davacının dava dilekçesinde gösterildiği değeri mahkemenin gözönünde tutmayarak, keşif yaparak tespit ettiği değer üzerinden saklı payı hesabedip hüküm altına alınmasında yasaya ve usule aykırı bir yön bulunmadığı" nedeniyle direnme kararı onanmıştır.

 

2- İkinci Hukuk Dairesinin Kararları:

 

a) 1993 Yılından Önceki Kararlardan Bazı Örnekler.

 

aa) 21/1/1966 tarih ve 4846/350 Sayılı Kararda aynen : ". Tasarruf nisabı, dava konusu olsun, olmasın menkul ve gayrimenkul bütün mallarla alacak ve borçluların tamamı yeni Medeni Kanunun 454. maddesi dairesinde terekenin vefat günündeki halinde göre hesap edilmesi icabeder" denilmiştir.

 

bb) 15/6/1954 tarih ve 3174/3034 Sayılı Kararda aynen : ".Tasarruf nisabı terekenin vefat anındaki haline göre hesap edileceğine göre Medeni kanunun 454 ve 506. maddeleri hükümleri gözönünde tutularak tasarrufa dahil ve tasarruf harici menkul ve gayrimenkul bilcümle emvalin vefat tarihindeki kıymetleri, alacak, borçları, iaşe ve cenaze masrafları tahkik ve tespit olunmak, borç ve masraflar tenzil olunduktan sonra tasarruf nisabı ve mahfuz hisse tayin ve hesap edilmek, mahfuz hisseye tecavüz vukuu bulunduğu anlaşıldığı takdirde davalının tercih hakkı sorulmak ve hasıl olacak sonuç dairesinde gereken karar verilmek lazım gelirken" denilmek suretiyle hüküm mahkemesince verilen karar bozulmuştur.

 

b) İkinci Hukuk dairesinin 1993 Yılı İçinde Verdiği Kararlar :

 

aa) 4/2/1993 tarih ve 12436/816 Sayılı Kararda; ".Medeni Kanunun 504, 508. maddelerinde yer alan kural bir pallaştırma kuralıdır. (2.H.D. 23/12/1958 günlü ve 5594-6012 sayılı kararı). Bu kuralların kanuni veya mahsup mirasçılar arasında yapılan bir pallaştırmanın kurallarından ayrık bir sistem içinde düzenlendiğini düşünmek kanunda benzer düzenlemeler arasındaki sarsılmaz ahenge uygun düşmez. Tüm bu açıklamalar taraflardan birinin dava sonunda para olarak aldığı değer ile mal olarak aldığı değer arasında bir fark yaratılmaması gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu sebeplerle enflasyonist baskıların ağır olmadığı zamanlarda önemli bir problem yaratmayan ölüm günündeki fiyatlarla hesaplanan paranın hakkın karşılığı olarak ödenmesi yönündeki uygulamanın terki, davalının tercih sonunda aldığı mal payının tercih günündeki değerinin ödenmesi zorunluluğu doğmuştur. Medeni Kanunun 506. maddesi uyarınca, davalının tümünden ayrı ayrı seçme hakkını sormak seçme hakkının kullanıldığı en son tarihe göre tenkise tabi taşınmaz malların değerlerini süratle belirlemek, bunun 311260/3489115 oranında değerin mahfuz hisseye tecavüz teşkil eden değer olduğu gözetilerek kullanılan seçme hakkı doğrultusunda karar vermek" gerektiğinden bahisle mahkeme kararı oyçokluğu ile bozulmuştur. 

 

bb) 20/5/1993 tarih ve 4859/5287 Sayılı Kararda, "Medeni Kanunun 454. maddesine yer alan tasarruf nisabı terekenin vefat günündeki haline göre hesap olunur kuralı, mahfuz hisseye bir tecavüz olup olmadığının belirlenmesinde, ölüm günündeki fiziki durumu ile değerlerin dikkate alınacağını gösterdiğinden, bu konuda bir duraksama söz konusu değildir. Yalnızca tasarrufu tenkis amacı güden, eda isteğini kapsamayan, davalarda bu hesaplama biçimi bir sorun yaratmamaktadır. Fakat eda isteğini de taşıyan ve kıymetine noksan gelmeksizin taksimi, kabil olmayan muayyen bir mal vasiyet edilipte tenkise tabi olursa, bu kuralın ödenecek eğer hesabında da uygulanması bir takım sorunlar ortaya çıkarmakta, büyük haksızlıkların doğmasına yol açmaktadır Davacıya, davalının kazanmasının geriye dönecek miktar ile davalının kazanmasının teşkil ettiği oranın (Sabit Tenkis Oranı) paylaştırmada (taksimde) dikkate alınacağı, muayyen malın bu orana göre, kıymetine noksan gelmeksizin taksimin kabil olup olmadığını araştırılacağı muhakkaktır. Böyle bir hesaplama sonunda taksimi kabil olmayan mal alanın değişik zenginleşmesi kanun önünde eşitlik (Anayasa 10) kuralı ile bağdaşmaz" denilmektedir.

 

MİRAS HUKUKUNA İLİŞKİN BAZI TEMEL KAVRAMLAR

 

1 – Medeni Kanun Sistemi:

 

Medeni kanunumuz prensip itibariyle vaziyetname düzenleme serbestisini ve tasarruf nisabını kabul etmek suretiyle miras bırakanın iradesini esas alan ferdiyetçi görüşten, hısımlık derecesini ön planda tutarak, kan hısımlarına ve hayatta kalan eşe mahfuz hisse tanıyarak ailevi görüşten, hazinenin mirasçılığını kabul etmekle de kollekvisit görüşten etkilenmemiş ve sonuçta her üç görüşten belli oranda yararlanarak, kendisine has özellikleri bulunan karma görüşü kabul etmiştir.

 

2 – Tereke Kavramı :

 

Miras hukukunun temel kavramlarından biri olan tereke, ölen bir kimsenin mal, hak, alacak ve borçlarının tümünü ifade etmektedir. Medeni Kanunun bir çok maddesinde "miras" kelimesi tereke anlamında kullanılmıştır. (M.K. 533, 537, 545).

 

3 – Mirasçı :

 

Mirasçı, miras bırakanın ölümü ile terekesinin bir bütün olarak intikal ettiği şahıs ve şahıslardır. Gerçek kişiler mirasçı olabileceği gibi tüzel kişiler de mirasçı olabilirler. medeni Kanun, kanuni ve irade mirasçılık olmak üzere iki türlü mirasçı kabul etmiştir. Kanuni mirasçı, kanun gereği mirasçı olan ve kanunda sayılan kimselerdir. İradi veya mahsup mirasçı ise miras bırakanın iradesi sonucu vasiyetname veya miras sözleşmesi ile belirlenir. İradi mirasçılığın kaynağı da temelde yine kanundur. Kanun miras bırakanın bu şekilde açıklanan iradesine ölüme bağlı tasarruf demektedir.

 

4 – Ölüme Bağlı Tasarruflar :

 

Miras bırakanın, ölümünden sonra yapılmasını arzu ettiği hususlar hakkındaki irade açıklaması olan ölüme bağlı tasarruflar bir hukuki muameledir ve ancak onun ölümünden sonra hüküm irade eder. Ölüm olayı vuku bulunmayan ölüme bağlı tasarrufun hukuki sonuç doğurması mümkün değildir. Bu iradenin açıklanma biçimine şekli anlamda ölüme bağlı tasarruf, muhtevasına da maddi anlamda ölüme bağlı tasarruf denilmektedir.

 

Şekli anlamda ölüme bağlı tasarruf, ya miras bırakanın tek taraflı irade açıklaması olan VASİYETNAME veya karşılıklı irade açıklaması öngören MİRAS SÖZLEMESİ şeklinde olmaktadır. Vasiyetname veya miras sözleşmesi ile yapılması arzu edilen şey, maddi manada ölüme bağlı tasarrufu ifade eder. Mirasçı nasbı, muayyen mal vasiyeti, terekeye tenfiz memuru tayin etme gibi ölüme bağlı tasarruflar maddi anlamda ölüme bağlı tasarruflardır.

 

5 – Mirasın Açılması ve İktisabı :

 

Medeni kanunun 517/1. maddesine göre "miras ölümü ile açılır". Miras bırakanın ölümü ile terekesi kendiliğinden mirasçılarına geçer ve mirasçılar o andan itibaren tereke üzerinde mirasçılık hakkını kazanmış olurlar. Kazanılan bu hak aynı nitelikte bir haktır. Mirasın açılması ile kimin veya kimlerin mirasçı oldukları belli olmakla, terekenin tespit ve kıymetlendirilmesi gündeme gelmektedir.y Kanunun 454/1. maddesinde "Tasarruf nisabı, terekenin vefat günündeki haline göre hesap olunur", 517/2. maddesinde ise "Murisin ölüme bağlı olmayan teberru ve taksimleri mirasa alakaları noktasından mirasın açıldığı gündeki haline göre takdir edilir" demek suretiyle sağlar arası ve ölüme bağlı tasarrufların tespit ve değerlendirilmesinde esas alınacak ilkeler belirlenmiştir.

 

Medeni Kanunun 539. Maddesinde de "Miras açılınca mirasçılar onun tamamına sahip olurlar" kuralı öngörülmekte, kanuni ve mahsup mirasçıların on andan itibaren terekenin maliki oldukları, tereke üzerinde aynı bir hak iktisap ettikleri, bu suretle terekenin sahipsiz olduğu bir anın kalmadığı açıklanmış bulunmaktadır. Bu kural sadece mirasçılar hakkında geçerli olup vasiyet alacaklıları bunun dışında kalırlar. Mirasın açılması ile vasiyet alacaklıları aynı bir hakka sahip olamazlar, onlar vasiyet olunan şey üzerinde kişisel bir talep hakkını elde ederler. bu talep hakkının kanuni mirasçılardan istenebilir hale gelmesi ve kullanılabilmesi için mirasçıların mirası red etmemeleri gerekir.

 

Kısaca, miras açılması ile mirasın tümü kanuni ve varsa mahsup mirasçılarına geçer. Mirasçılar miras bırakanın külli halefi sıfatıyla tereke malları üzerinde aynı bir hak iktisap ederler ve borçlardan sorumlu olurlar. buna karşılık lehilen muayyen mal vasiyet edilen vasiyet alacaklısının hakkı, aynı nitelikte bir hak olmayıp, kişisel bir talep hakkında ibarettir ve miras bırakanın borçlarından sorumluluk söz konusu değildir.

 

6 – Mahfuz Hisse, Mahfus Hisseli Mirasçı, Tasarruf Nisabı Kavramları:

 

a) Mahfuz Hisse ve Mahfuz Hisseyli Mirasçı:

 

Kanunu mirasçılık, niteliği itibariyle miras bırakana yakın bir ilişkinin varlığını gerektirmektedir. bu yakın ilişki, kan hısımlığına, evlilik bağına veya evlatlık sözleşmesine dayanabilir. yada bir devletin vatandaşı olmakla o devlete mirasçılık tanınmış olabilir. Kanun koyucu, kanuni mirasçı denilen kimselerin bazılarına, miras bırakanın iradesi ile bertaraf edilemeyen bir miras hakkı tanımıştır. Tanınan bu hakka mahfuz hisse, bu hakkın tanındığı kimselere de mahfuz hisseli mirasçı denilmektedir.

 

Mahfuz hisseli mirasçının hakkı, miras bırakanın iradesinden bağımsız olarak güçlendirilmiş bir hak olup, miras bırakanın bu hak üzerinde tasarrufta bulunması mümkün değildir. Sağlararası veya ölüme bağlı bir tasarrufla mahfuz hisseli mirasçının mahfuz hissesi ihlal edildiği takdirde yapılan o tasarruf, tenkis davası yolu ile mahfuz hisseli mirasçının kanunun tayin ettiği asgari miras hassesi sağlanıncaya kadar indirime tabi tutulur. Bu yolda açılan dava TENKİS DAVASI, inşai kararla oluşan hale TENKİS denmektedir.

 

b) Tasarruf Nisabı:

 

Tereke ile mahfuz hisseler toplamı arasındaki fark tasarruf nisabını ifade eder (M.K. 452). Tasarruf nisabı üzerinde, miras bırakan dilediği şekilde tasarrufta bulunan hakkına sahiptir. Tasarruf nisabının bulunabilmesi için tereke ile mahfuz hisseler toplamının değerlerinin ayrı ayrı bilinmesine ihtiyaç vardır. Bu nedenle evvela terekenin tespiti, bilahare tespit edilen terekenin değerlendirilmesi icap eder.

 

Tereke özel bir mamelek olduğuna göre bunun bir aktifi ve birde pasifi bulunmaktadır. Aktif kısmı, miras bırakanın ölüm gününde fiilen bıraktığı mameleki değerlerdir. Pasif kısmı ise medeni Kanunun 454/2. maddesinde sayılan miras bırakanın borçları, cenaze masrafları, terekeyi mühürleme ve defter tutma masrafları, miras bırakanın borçları, cenaze marsafları, terekeyi mühürleme ve defter tutma masrafları, miras bırakanla bir arada yaşayanların bir aylık iaşe masrafından ibarettir.

 

Miras bırakanın yaptığı tasarruflarda, tasarruf nisabı sınırları içinde kalıp kalmadığının belirlenebilmesi için, Kanun, 454/1. maddesinde "tasarruf nisabı, terekenin vefat günündeki haline göre hesap olunur" kuralını getirmiştir. Buna göre menkul ve gayrimenkul malların mirasın açıldığı tarihteki satış kıymetleri, tahvil ve hisse senetlerinin borsa fiyatları, ölüme karşı sigortalıların iştira kıymetleri (M.K. 456), sağlararası teberruların keza ölüm tarihindeki kıymetleri esas alınarak değerlendirme yapılmaktadır.

 

7 – Tenkis Davacı Kavram ve Tenkise Tabi Tasarruflar:

 

a) Tenkis Davası:

 

Tenkisin sözlük anlamı indirme, azaltma ve eksiltmedir. Tenkis davası ile miras bırakanın mahfuz hisseyi ihlal eden sağlararası veya ölüme bağlı teberrularının kanuni halde indirilmesini sağlayan ve kanunda gösterilen (M.K. 502, 504) kimseler tarafından açılan yenilik doğuran bir davadır.

 

Medeni kanunun 502. maddesinde "Mahfuz hisselerinin baliğ olduğu miktarı alamayan mirasçılar, tasarruf nisabını tecavüzden teberrunun tenkisini dava edebilirler" denilerek bu davanın konusunu belirlemiştir. Tenkis davası ile miras bırakan tarafından yapılan tasarrufların iptali değil, değiştirilmesi amaçlanmıştır. Bu niteliği itibariyle tenkis davası bir eda davası olarak kabul edilemez. Davalının elinde bulunan malların (M.K. 507) iadesinin sağlanabilmesi için ayrıca eda isteğinin ayrı ayrı dava konusu yapılabileceği gibi her iki istek birlikte bir davada da ileri sürülebilir. Uygulamada çok zaman tenkis isteği ile birlikte eda isteğinde de bulunduğu görülmektedir. Miras bırakanın mahfuz hisseyi ihlal eden fiilinin tespiti kısmı, İNŞAİ, malvarlığında meydana gelen eksikliğin giderilmesine ilişkin kısım ise EDAYI kapsamaktadır.

 

b) Tenkis Davasının Konusu ve Tenkiste Tertip:

 

Yukarıda açıklandığı üzere, davanın konusu mahfuz hisseyi ihlal eden miras bırakanın ölüme bağlı ve sağlararası tasarruflarıdır. Medeni Kanunun 512. maddesine göre "Tenkis mahfuz hisse tamam oluncaya kadar evvelemirde ölüme bağlı tasarruflardan ve kafi gelmediği takdirde en on tarihli olandan başlayarak en evvel vaki olana doğru çıkmak şartıyla ölüme bağlı olmayan teberrular üzerinde icra edilir".

 

Tenkis davası, miras bırakanın mahfuz hisseyi ihlal eden tüm ölüme bağlı tasarruflarına karş açılabileceği gibi bazı şartlar altında sağlararası tasarruflara karşı da açılabilir. Hangi sağlararası tasarrufların tenkise tabi olduğu kanun tarafından sınırlı olarak sayılmıştır. (M.K. 507, 509, 510).

 

Medeni Kanunun 512. maddesindeki hükme göre ölüme bağlı tasarruf yoksa veya ölüme bağlı tasarruf tamamen tenkis olmasına rağmen mahfu hisse, yine tamamlanmıyorsa o takdirde sağlararası tenkise tabi tasarruflarca geçilir.

 

8 – Sabit Tenkis Oranı :

 

Tenkise tabi tasarrufa konu olan mallar ile terekeye dahil diğer mal ve alacakların Medeni Kanunun 454/1. maddesi uyarınca ölüm günündeki fiyatlara göre belirlenen değerleri toplanıp, aynı maddenin 2. fıkrasında belirlenen pasif düşüldükten sonra, bulunan rakam, terekenin ölüm gününe göre net tutarını oluşturmaktadır. İşte bu net tutar üzerinden, davacı mirasçının mahfuz payı hesaplanır. Net tereke tutarı, davacının miras payı (M.K. 439, 440, 444) ve mahfuz payı (M.K. 453) ile çarpılarak mahfuz pay bir değer olarak ortaya çıkarılır. Tasarruf dışı terekeden davacının miras payına isabet eden, söz konusu mahfuz payı karşılanamıyorsa, ikisi arasındaki fark tasarruf veya tasarrufların tenkis edilecek miktarıdır. Medeni Kanunun 512. maddesinde açıklanan tertip ve Medeni Kanunun 503, 505. maddelerinde yer alan kurallar da dikkate alınarak birden çok lehtardan her birinde alınması gereken miktarlar bulunur. Bu rakamın, o davalıya yapılan kazandırmaya oranı SABİT TENKİS ORANINI oluşturmaktadır.

 

MAHFUZ HİSSEYİ İHLAL EDEN MUAYYEN MAL VASİYETİNİN TENKİSİ

 

1 – Muayyen Mal Vasiyeti Kavramı:

 

Medeni kanunun 464. maddesi "muayyen malda tasarruf" başlığını taşımakta ve "Bir kimse ölüme bağlı bir tasarrufla, diğer bir kimseye, mirasçı nasbını tazammun edemeyen muayyen teberrularda bulunabilir" diyerek muayyen mal vasiyetini olumsuz bir şekilde tarif etmiştir. Vasiyet olunan mal, terekede mevcut ferden tayin edilmiş bir mal ise muayyen mal vasiyeti söz konusudur. Vasiyet edilenin belli bir ev veya otomobil olması gibi. Kanun değerinde azalma olmaksızın taksimi kabil olmayan muayyen bir mal vasiyetinin tenkisini öle bir şekilde düzenlemiş ve İçtihadı Birleştirme yoluna gidilmesi soncunu doğuran bu düzenleme biçimi medeni kanunun 506. maddesinde hükme bağlamıştır.

 

2 – Değerinde bir Azalma Olmaksızın Taksimi Kabil olmayan Muayyen Mal Vasiyetinin Tenkisindeki Esaslar ve Şartlar:

 

Medeni Kanunun 506. maddesinde "Kıymetine noksan gelmeksizin taksimi kabil olmayan muayyen bir mal vasiyet edilip te işbu vasiyet tenkise tabi olursa; lehine vasiyet yapılan kimse, dilerse tasarruf nisabını miktarını nakten alır, dilerse tenkisi lazım gelen miktarın kıymetini verip o malı talep eder" hükmü yer almaktadır. Bu maddenin uygulanabilmesi için vasiyet olunan muayyen malın değerinde azalma olmaksızın sabit tenkis oranında taksiminin mümkün olmaması gerekir.

 

Maddede öngörülen bu kuralın sadece mal vasiyetlerinde değil, sağlararası tenkise tabi tasarruflarda da uygulanacağı hususunda Yargıtay ve doktrin görüş birliği halindedir. Bu sebeple açılan tenkis davasında kanun davalıya, ya tasarruf nisabı miktarını nakden almasını veya tenkisi lazım gelen miktarın kıymetini verip, o malı talep etmesi hususunda bir seçimlik hak tanımıştır. Bu seçim hakkı, yenilik doğuran bir hak olup, karşı tarafa ulaştıktan sonra dönülmesi mümkün değildir.

 

Mahfuz hissenin veya değişik bir ifade ile tasarruf nisabının hesaplanması da, değişmez tenkis oranının bulunmasında, terekeye değil mal ve hakların ölüm günündeki değerlerinin dikkate alınması gerektiği yönünde bir İçtihat uyuşmazlığı yoktur. İçtihat uyuşmazlığı Medeni Kanunun 506. maddesinin uygulanması safhasında doğmaktadır.

 

Muayyen malın sabit (değişmez) tenkis oranında, kıymetine noksan gelmeksizin paylaştırılması mümkün ise o malın davacı ile davalı arasında paylaştırılması mümkün ise o malın davacı ile davalı arasında paylaştırılması mümkün olmazsa, kullanılacak tercih hakkına göre bir tarafın diğerine ödeyeceği nakdin tespitinde İçtihat uyuşmazlığı doğmuştur.

 

3 – Medeni kanunun 454. Maddesinin Niteliği : 

 

4/2/1993 tarihinden önce Yargıtay uygulaması tasarruf nisabı, sabit tenkis oranı ve bölünemeyen muayyen malda bir tarafın hakkı için ödenecek nakdin hesabında Medeni Kanunun 454/1. maddesinde yer alan kuraldan yararlanılmıştır.

 

Medeni Kanunun 454. maddesi "TASARRUF NİSABI, terekenin ölüm günündeki halinde göre HESAP OLUNUR" hükmünü taşımaktadır. Hükümden açıkça anlaşıldığı üzere burada genel olarak tasarruf nisabının hesabı düzenlenmiştir. Bu hükmü medeni kanunun 506. maddesinde yer alan, nakdin belirlenmesine teşkil etmek, kanunun amacına uygun düşmez. Yukarıda açıklandığı üzere, tenkis davası mirasçılardan mahfuz hisseli olanlara tanınan bir haktır. Medeni kanunun 453. maddesinde gösterilen bu kimselerin mahfuz payları, bir bayağı kesir rakamı olarak ifade edilmiştir. Hemen ifade etmek gerekir ki ölüme bağlı bir tasarrufla miras nasbi halinde ihtilafa yol açan 506. maddenin uygulanması gündeme gelmez. Mirasçı nasbi sonunda saklı payın ihlali halinde, mahsup mirasçıya tercih edilen pay, tasarruf nisabı oranına indirilmek suretiyle tasarruf tenkis edilmiş olur. Mansup mirasçı indirilen payla taksime katılır.

 

Mahfuz payları bir bayağı kesir oranı olarak ifade eden Medeni Kanunun 453. maddesinin hemen arkasında yer alan 454/1. madde hükmünü birlikte değerlendirmek zorunludur. muhtelif cins ve nitelikte mal ve haklardan oluşan tereke aynı neciden bir değere dönüştürülmedikçe mahfuz payı bir bütün ve oran olarak ifade etmek mümkün olamaz. 454. maddenin amacını bu ölçüde bırakmak zorunludur. Şu halde Medeni Kanunun 454. maddesinde yer alan hükmü yalnız ve yalnızca tasarruf nisabının hesaplanması ile ilgilendirmek doğru olacaktır.

 

4 – Medeni Kanunun 506. Maddesinin Niteliği:

 

"Kıymetine noksan gelmeksizin TAKSİMİ kabil olmayan bir mal, vasiyet edilip te iş bu vasiyet tenkise tabi olursa, haline vasiyet yapılan kimse, dilerse tasarruf nisabı miktarını NAKTEN alır, dilerse tenkise lazım gelen miktarın KIYTEMİNİ verip o malı talep eder" hükmünde açıkça görüldüğü üzere kural kendine has taksim kuralı niteliğindedir. Tenkis sonunda kurulacak eda hükmünde malın bölünebilirliği halende taksime karar verilecektir. O halde bu hükmü yorumlarken Medeni kanunun 17. babında yer alan taksim kuralları ile hem ahenk yorumlamak, özellikle 595. maddede yer alan "gayrimenkul mallar mirasçıya taksim zamanındaki kıymetiyle verilir" hükmü ile taksimi kabil olmayan malın satılarak ve bedeli taksim edilerek şuyuun giderilmesini emreden 591. madde hükmünü gözetmek zorunludur.

 

Taraflardan birinin tercihine göre mal varlıklarında meydana gelen değişikliğin azalması ve çoğalması mahfuz hisse kuralının amacı ile bağdaşmamaktadır. Mahfuz hisse kuralı ile kanunun tayin ettiği mirasçıların muayyen oranda mal varlığına kavuşması amaçlandığına göre, bunun korunması zorunludur. Şu halde enflasyonist baskıların oluştuğu dönemlerde Medeni Kanunun 506. maddesinde gösterilen NAKTİ, medeni Kanunun 454. maddesinde yer alan tasarruf nisabının belirlenmesi ile ilgili kurallarla belirlemenin, hakkaniyet ile bağdaşmadığı açıkça ortaya çıkmıştır. Şu halde taraflardan birinin amaç dışı zenginleşmesine yol açacak çözüm yollarından kaçınmak zorunludur. Çağdaş hukuk, tam karşılığı verilmeden elde edilen kazançları korumamaktadır. (B.K.21, 63, 63). Kanunda 506 madde uyarınca ödenecek NAKLİN, 454/1. madde de yer alan kural uyarınca belirlenmesini emreden açık bir hüküm olmadığına göre, Medeni kanunun 506. maddesinde yer alan nakdin tespitinde kanunların diğer kurallarından yararlanmak gerekmektedir.

 

MÜZAKERELERDE ORTAYA KONAN BAŞLICA KARŞI GÖRÜŞLER

 

1 – Medeni Kanunun 517. Maddesi Hükmü:

 

Yargıtay Büyük Genel Kurulunda yürütülen tartışma sırasında Medeni Kanunun 517. maddesinde yer alan "Murisin ölüme bağlı olmayan teberru ve taksimleri, mirasa alakaları noktasından mirasın açıldığı gündeki haline göre takdir edilir" kuralının da 506. madde uyarınca ödenecek nakdin hesabında mirasın açıldığı gündeki fiyatların dikkate alınmasını zorunlu kıldığı ileri sürülmüştür.

 

Kanunda bu hüküm mirasın açılması başlıklı 15. babda yer almakta olup, hiç bir noktasında mahfuz hissenin tamamı veya bir kısmı karşılığı ödenecek nakitle ilgili olması, kanunla yer alan "HALİNE GÖRE" sözcüklerinin, söz konusu edilen sağlar arası teberru ve taksimlere konu malların ölüm günündeki fiziki durumunun dikkate alınmasını emrettiği gerekçesi ile söz konusu düşünceye iştirak edilmemiştir.

 

2 – Medeni kanunun 465. Maddesi Hükmü:

 

"Vasiyet olunan mal, hasar ve zevaidesiyle ve gayrın hakkıyla meşgul ve ondan hali olarak, mirasın açıldığı gün ne halde ise o suretle teslim olunur" kuralı uyarınca da muayyen mal için ödenecek nakdin ölüm günündeki fiyatlar üzerinden hesaplanmasının zorunlu olduğu ileri sürülmüş ise de,

 

Medeni Kanunun 506. maddesi uyarınca tenkise tabi olan tasarrufta, tenkis hükmünün yukarıda açıklanan niteliği gereği tenkis olunan muayyen malın, tenkis olunan bölümünün saf'i ve hasarının da davacıya ait olacağı, söz konusu hükmün 506. maddede öngörülen hal ve işlemle ilgili olmadığı kabul edilmiştir.

 

3 – Her Dava açıldığı Zamandaki Duruma Göre Çözümleneceği Kuralı:

 

Yargıtay, 28/11/1956 tarih 15/15 sayılı İçtihadı birleştirme Kararı dolayısıyla açıkladığı gerekçelerde, dava açıldıktan sonra oluşan olayların hükme dayanak yapılmayacağı yönünden önemli bir kural ortaya koymuştur. ancak kanunda görülen halin belirlenmesini bu cümleden mütalaa etmek doğru olmaz. Dava konusu mal değişmediğine göre onun bölünebilir olup olmadığı, dava sırasında toplanan bilgiler çerçevesinde yapılan bir hesap ve araştırma ile ortaya çıkmaktadır. Bölünebilir olma halinde Medeni Kanunun 506. maddesi hükmü uyarınca mal bölünmekte, davanın taraflarına bağımsız (paydaşsız) mal teslim edilmektedir. Bu olgu nasıl davadan sonra oluşan bir olay kabul edilmezse, bağımsız verilemeyen malın karşılığı nakdin belirlenmesi de, sonradan olan bir olgu kabul edilemeyeceği görüşü ile azınlığın endişelendiren katılınmamıştır.

 

4 – Bazı Üyeler Çoğunlukça kabul edilen görüşün en az bir kez daha bilirkişi görüşü almayı gerektirdiğini, bununda davaları uzatacağını, bu halin anayasanın 141/4. maddesi ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 77. maddesine aykırı olacağını ileriye sürmüş iseler de, hakimi hakka ulaşmak için girişimlerinin kanunun yasakladığı beyhude emek ve masraf cümlesinden olmadığı, gecikmenin önemli bir sakınca doğurmayacağı görüşü büyük genel kurulda hakim olmuştur.

 

Çözüm: Medeni kanunun 454. maddesinde yer alan hükmün yalnızca tasarruf nisabının belirlenmesine mahsusu olduğu, medeni kanunun 506. maddesi uyarınca değerinde azalma olmasızın sabit tenkis oranına göre, bölünmesi mümkün olmayan bir mala ilişkin tasarrufun tenkisi gerekmesi halinde, bölünmezliğin belirlenmesinden sonra, aynı hüküm uyarınca kullanılan seçimlik hak ile taraflardan birinin diğerindeki nakit alacağının belirlenebilir ve muaccel hale geldiği; böylece "vücudu nihayet bulmuş olan" (B.K.61) sağlar arası tasarruflarda davalının, ölüme bağlı tasarruflarda davacının haksız iktisabının oluştuğu, Medeni Kanunun 506. maddesi uyarınca aynen teslim edilmeyen malın iadesi gerektiğinin (B.K.61) anlaşıldığı n olan tercih hakkının kullanıldığı andaki tam değerinin ödenmesinin haklar dengesine (B.K.43, M.K.4) uygun düşeceği kabul edilmiştir.

 

Sonuç: Kıymetine noksan gelmeksizin sabit tenkis oranında taksimi, kabil olmayan muayyen mala ilişkin muris tasarrufunun tenkisi halinde, Medeni kanunun 506. maddesi uyarınca ödenecek nakdin (kıymet), aynı hükme göre kullanılan tercih hakkı günündeki fiyatlar dikkate alınarak belirleneceğine, 11/11/1994 gününde yapılan ilk toplantıda 1994/4 Esas, 1994/4 Karar sayı ile üçte ikiyi geçen çoğunlukla karar verildi.

 

1- İçtihadı Birleştirme M.K. m.506'da yer alan "Kıymetine noksan gelmeksizin taksimi kabil olmayan muayyen bir mal vasiyet edilip te, iş bu vasiyet tenkise tabi olursa, lehine vasiyet yapılan kimse, dilerse tasarruf nisabı miktarını nakden alır, dilerse tenkisi lazım gelen miktarın kıymetini verip o malı talep eder" kuralına ilişkindir.

 

Bu maddenin tatbik kabiliyeti olan olaylarda "tasarruf nisabının miktarı" yada "tenkisi lazım gelen miktarın kıymeti"nin, murisin ölüm tarihine göre mi, yoksa musaleh'in tercih tarihine göremi belirleneceğine dairdir.

 

Ne var ki, madde kapsamı dışına çıkılarak, murisin sağlığında yaptığı sağlar arası tasarrufları dahi kapsayacak sonuçlara ulaşılmıştır ki, o konularda, yani sağlar arasında tenkise tabi tasarruflar konusunda, kararlar arasında uyuşmazlık yoktur. Kararlar arası çelişki, bu denli doğmadan, İçtihadı Birleştirmeye konu olamaz ve kapsam genişletilemez.

 

2- Medeni Kanun'un 454, 455, 456, 506, 508, 517 ve 607'nci maddeleri arasında yakın, vazgeçilmez, mantıki bir bağlantı ve uyum mevcut olup, İçtihadı Birleştirme kararıyla varılan sonuç, bu bağlantı ve ahengi bozmuştur.

 

3- Bu ahengin bozulması, kurallarla kurulun eşitliği ortadan kaldıracak, davaları uzatarak dava ekonomisine ters düşecek, davadan sonraki değer artışlarının ve azalmalarının hükmü etkilemeyeceği ve her davanın açıldığı tarihteki değerler esas alınarak hükme bağlanacağı mealindeki 28.11.1956 tarih ve 15/15 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının da hükümden düşürecektir.

 

4- Medeni kanun, gerek mahfuz hisse, gerek tasarruf nisabı, gerek tenkis edilecek miktarın belirlenmesinde, murisin ölümü tarihindeki kıymetlerin esas alınacağını anılan maddeler de belirlemiştir. Ülkenin ekonomisinin iyi yönetilmemesinden kaynaklanan enflasyon gerekçesiyle, açık kanun hükümleri gözardı edilerek, yorum yoluyla kural konulması, Yargıtay'ın görevi değildir. Bilindiği gibi enflasyonun zorladığı kurallar, sadece miras hükümleri olmayıp, her türlü hukuki ilişki bu baskıya maruzdur. Burada çare enflasyonu kaldırmak, ya da Hukuk düzenini enflasyona karşı teçhiz etmektir. Bunlardan ilki hükümetlerin, ikincisi parlamentonun görevi olup, Yargıtay'ın böyle bir görev üstlenmesi, Anayasaya aykırı ve icapsızdır.

 

5- Anılan sorunların ölüm tarihindeki kıymete göre çözülmesi, Medeni Yasanın kabulünden bu güne değin Yargıtay'ca kabul edilmiş ve uygulanmıştır.

 

Doktrinde de mirasın açılmasından sonra, terekedeki değişikliklerin, kıymet artışı ve düşüşünün nazara alınmayacağı, E., İ., A., Ç. T., İ., G. tarafından kabul olunmuştur.

 

Daha önceleri, aksi kanaatte olmakla beraber, 1986 tarihinde yayınlandığı bir makale'si ve sonra ek kitabında Fransız Medeni Kanunundaki değişiklikte ve İsviçre ve Escher, Steck, piotet gibi yazarların görüşlerinden esinlenerek tercih tarihindeki değerin esas alınması görüşünü savunan sayın Prof. Dr. Naip Kocayusufpaşaoğlu'nun düşüncesinin benimsenmesi, bilinçli bir davranışı da yansıtmamaktadır. Zira bu konu arizamik incelenmemiştir. Fransız Medeni yasasının neden değiştirildiği ve adı geçen İsviçreli yazarların görüşlerinin dayanakları ve bu yasa değişikliği ve görüşlerin Türk Medeni Yasasını etkilemesi gerekip gerekmediği, etkileyecekse neden ve nasıl etkileyeceği ve Fransa'da, konu medeni Yasa değişikliği ile çözülürken, Türkiye'de İçtihadı Birleştirme Kararıyla çözümünün yeğlenmesinin vechi, araştırılmamış, incelenmemiş ve izah da edilmemiştir. Bu konuda hazırlanan raporda ve müzakerelerde de bu sorunlar ve konular aydınlığa çıkarılmamıştır. Kaldı ki ol ülkelerde enflasyonist baskılar ya hiç yoktur, ya da pek azdır.

 

6- Medeni Kanunun murisin iradesine saygı göstermiştir. Muayyen bir malı belli bir kişiye vasiyet eden muris, o malın onun eline geçmesini istediği için, kanun ona tercih hakkı vermiştir. Malın değeri tenkis edilecek kısmının kıyteminden fazla oluyor, o halde eşit olmayan şeyler arasında tercih olmaz görüşüyle, bir çeşit tercihin kaldırılması, murisin iradesine de ters düşer.

 

7- Muris bir malı veya birkaç malı birkaç kişiye vasiyet edebilir. Bunların tercihleri muhtelif tarihler olabilir. O halde tercih tarihindeki kıymetler, değişik ve çeşitli ve farklı olabilir. Oysa murisin ölümü tarihi tektir. Böyle bir hesap karışıklığına da yol açmaz. Tercih kıymetinin esas alınması halinde ise, icabında aynı malın musalehlerinin değişik miktarlarda tenkis bedeli ödemelerine ve dolayısıyla adalette eşitsizlik ve çelişkiye yol açılmış olur.

 

Açıklanan nedenlerle, sayın çoğunluğun kararına karşıyız.

 

 

KARŞI OY

 

Yüksek Yargıtay'ın İçtihadı birleştirme Büyük Genel Kurulunun, Medeni Kanunun 506. maddesince kıymetine noksan gelmeksizin aynen paylaşılması, mümkün olmayan muayyen bir mal vasiyet edilip te işbu vasiyet tenkise tabi olursa mirasın açıldığı gündeki terekenin haline göre saklı paraya tecavüz oranının tespit edileceği, lehine vasiyet yapılan kimsenin seçim hakkını kullandığı tarihteki vasiyet edilen malın değeri tayin edilerek bu değer üzerinden saklı paya tecavüz arınana göre tenkise karar verileceğine dair İçtihatları Birleştirme kararını Medeni Kanuna ve medeni hukuk yargılama usulü kanununa aykırı bulunduğundan sayın çoğunluğun görüşüne aşağıda anlatacağım nedenlerle katılmıyorum.

 

Medeni Kanunun 454. maddesi, tasarruf nisabının terekenin vefat günündeki haline göre hesap edileceğini öngörmüştür. Madde hükmüne göre hem tasarruf nisabının hesabı, hem de tenkis miktarı terekenin vefat günündeki halinde göre hesaplanması anlamındadır. Tasarruf nisabının ve tenkis hesabının değişik zamanlardaki değerlerine göre yapılacağına dair bir hüküm yoktur. Aksine Medeni Kanunun 517. maddesinde murisin ölüme bağlı olmayan teberru ve taksimleri mirasa alakaları noktasından mirasın açıldığı gündeki haline göre takdir edilir hükmünü amirdir. kanunun 456. maddesine göre de ölüme karşı sigortaların ivazsız ahara temlikinde sigortalar vefat günündeki iştira kıymetleri ile terekeye dahil edilir. Medeni Kanunun 508 ve 510. maddeleri de tenkisin mirasın açıldığı gündeki hali ile o günkü değeri ile olacağını göstermektedir. 

 

Müzakereler sırasında Medeni Kanunun 506 ve 508. maddelerinde yer alan hükmün bir paylaştırma kuralı olduğu ileri sürülmüştür. Buna katılmak mümkün değildir. Tenkis davaları da alacak davası, istihkak davası ve tazminat davası gibi bir dava çeşididir. Diğer davalardan farkı ve kendine özgün özellikleri vardır. Özellikle vurgulamak lazım ki bir ayın davası değildir. Tenkis davası ve taksim, miras kitabında ayrı ayrı bablarda düzenlenmiştir. Taksim davası mirasçılar arasındadır. Tenkis davasında davalılar mirasçı olmayan üçüncü kişi olabilirler. Tenkis davasında davalılar şahsi hak sahibidir. Taksim davasında ivaz ilevasi sureti ile aynen taksim imkan dahilindedir. Böyle bir kural tenkis davalarında yoktur.

 

Bir dava açıldığında maddi hukukta ve usul hukukunda bazı sonuçlar doğar. HUMK.un 185. maddesi hükmüne ve 28.11.1956 tarih 15/15 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına göre, açıldığı tarihteki duruma göre karar bağlanır. Davacı ancak, dava tarihinde var olan hakkını isteyebilir. bu hak dava devam ederken artmadığı gibi eksilemezde. Bir dvada tek bir değer olur. Bu değere göre mahkemenin görevi ve kararın kesinlik sınırı belirlenir, harç alınır, vekalet ücreti takdir edilir. Davacı, davalının izni dışında dava dilekçesindeki hakkı arttıramaz. Islah yolu ile dava değiştirilse bile dava dilekçesindeki hak genişletilemez.

 

Davalının sorumluluk sınırı dava tarihinde iddia olunan hak kadardır. Dava dilekçesindeki hakkın ölçüsü davanın açıldığı tarihte Türk lirası olarak belirlenen miktardır. Halbuki sayın çoğunluğun görüşü ile davacının hakkı davanın açıldığı tarihe göre tayin edilmemekte, dava içinde mahkemenin belirlediği bir tarihteki tenkise konu malın değerine göre belirlenmektedir. Ne tenkis davacısı hakkının ne kadar olduğunu, nede davalı sorumluluğunun miktarını bilebilmektedir. Dava devam ederken tenkise konu malın değeri arttığı gibi azalabilirde, Şu halde tenkis davalarının kazanılması ve kaybedilmesi şansa bağlı olmaktadır.

 

Tenkis davasında davalının seçimlilik hakkının kullandırılması zamanı daha çok önem taşımaktadır. İkinci hukuk dairesinin içtihatlarında seçimlilik hakkın kullanılmasına zaman bakımından bir sınırlama yoktur. Vasiyet yapılan kimse seçim hakkı kullanmasına zaman yönünden müdahale var. Mahkeme tahkikatı bitirecek sonra davalıda tenkise konu mal için seçimlik hakkı hatırlatılacak, Bu biçimde davanın yürütülmesinin hiç bir haklı ve kanuni dayanağı yoktur. Eğer teberru edilen malın taksiminin kabil olmadığının anlaşılmasından sonra seçimlik hak doğar denirse bu düşüncede çok zaman varit değildir. Hiçbir araştırmaya gerek olmaksızın taksimi kabil olmayan mallar pek yoktur. Örneğin bir apartman dairesi, bir otomobil, ziynet eşyası, bir tablonun taksiminin kabil olmadığı aşikardır.

 

Tenkis davasında, davalının seçimlik hakkının davanın tahkikatının sonuna bırakılması ile tenkis davası masrafa boğulacak ve tenkis davası içinden çıkılmaz bir labirent olacaktır.

 

Tenkis davaları yenilik doğuran dava çeşididir.Mahkeme hükmü, mirasın açıldığı tarihe kadar sonuç doğurur. Nakden tenkise hükmedildiğinde ve faizde uygulaması istendiğinden mirasın açıldığı tarihten geçerli olarak faize karar verilecektir. (H.G.K. 27.11.1991). Bu halde bir çelişki koğmakta başka bir haksız kazanç meydana getirilmektedir.

 

Tenkis davalarının, açıldığı günde dava konusunun bilinmemesi de HUMK. 94. maddesince davanın kabul ile sonuçlanma olanağını da ortadan kaldırmaktadır. Zira davaya sebebiyet vermekten kimse ilk oturumda davayı kabul ederse mahkeme masrafları ile mahkum olmaz davalının bu hakkı elinden alınmakta usul kanunun işaret edilen maddesi işlemez olmaktadır.

 

Sonuç olarak: 1- Miras bırakan tarafından saklı pay sahibinin saklı payını zedeleyen tasarrufun haddi layikine indirilmesi de yani tenkisinde medeni kanunda açık hükümler vardır. bir yoruma gerek yoktur.

 

Yeni İçtihadı Birleştirme kararı medeni hukukta; usul hukukunda ve harçlar kanununda olmayan yeni bir unsur yeni bir kural getirmiştir. Medeni Kanunun yetmiş yıllık uygulamasında ne yargıda nede öğretide medeni kanunun yanlış uygulandığı ileri sürülmemiştir. Uygulamadan dönülmesini gerektiren yasa değişikliği yoktur. Enflasyonun bozduğu dengenin düzeltilmesi için kanun koyucunun görevine müdahale olmuştur, düşüncesindeyim.

 

KARŞI OY

 

Medeni kanunun 506. Maddesi, "kıymetine noksan gelmeksizin taksimi kabil olmayan muayyen bir mal vasiyet edilip de işbu vasiyet tenkise tabi olursa, lehine vasiyet yapılan kimse, dilerse tasarruf nisabı miktarını nakden alır, dilerse tenkisi lazım gelen miktarın kıymetini verip o malı talep eder kuralını getirmiştir. Teberruunun konusunu oluşturan malın taksimi mümkünse sorun yoktur. Kıymetine noksan gelmeden taksim yapılmıyorsa, lehine tasarruf yapılan şahsın (davalının) maddede açıklandığı gibi iki tercihten birin yapacaktır. Davalı ya malı verecek tasarruf nisabını alacaktır, yada malı aynen muhafaza edecek. mahfuz hisseye yapılan tecavüz miktarını nakden ödeyecektir. Sorun ikinci tercihinin yapılması halinde ortaya çıkmaktadır. Dava uzamış paranın değeri düşmüşse davalı elbet ki tercihini paranın ödenmesi biçiminde kullanacaktır. denilmektedir Mahzurun giderilmesi içinde içtihadı birleştirme kararıyla tecavüz edilen miktarın, mahfuz hisseye bölünmesi şeklinde bir tenkis oranı getirilmektedir. İlk bakışta çarpıcı gelen bu yeni kural birçok sorunları da beraberinde getirmektedir.

 

1- Tenkis davası uzun bir zamanaşımı süresinde tabi tutulmamıştır. Davanın tecavüzün öğrenildiği günde itibaren bir yıl, herhalde beş yıl içerisinde açılması gerekmektedir. (MK. 513) Davaların uzaması yasadan değil mahkemelerin çalışma şartlarından kaynaklanmaktadır. Muhtemelen tercih tarihinden sonrada hemen yargılama bitirilmeyecek ve içtihadı birleştirme kararından beklenen faydada sağlanamayacaktır.

 

2- Enflasyonun olumsuz etkisi tenkis davası için özel formül alacak ve borç ilişkileri de geçerlidir. Tenkis davası için özel formül geliştirilmesi hukuk sistemimizin bütünlüğünü de bozacaktır.

 

3- Tenkis davaları, içtihadı birleştirme kararı ile karmaşık hale gelecek, davalar daha da uzayacaktır. Öncelikle ölüm günündeki değerler tespit edilecek, bu değerlere göre tenkis hesapları yapılacak, mahfu hisse, tasarruf nisabı tecavüz edilen miktar ve değişmez tenkis oranı bulunacak, bulunan değer üzerinden tercih hakkı davalıya açıklattırılacaktır. bunun akabinde temlike konu malın değeri tercih tarihine göre yeniden tespit edilecek ve sonrada değişmez tenkis oranına göre ödenmesi gereken miktar bulunacaktır. bu en azından dosya bilirkişi incelemesini gerektirecektir. İçtihadı birleştirme kararı dava açanı usandıracak, kişiyi belki de hak aramaktan vazgeçirecektir.

 

4- Muris'in ölüme bağlı tasarrufu ile taşınmazının belli bir payını vasiyet etmesi imkan dahilindedir. (1/3, 1/3, 1/3 gibi) Mahfuz hissesi ihlal edilen mirasçı bunlar hakkında ayrı ayrı dava açabileceği gibi, bir davada hepsini hasım göstererek tenkis isteğinde de bulunabilir Davalılardan her birinin tercih tarihlerinin farklı olması halinde, davalıların aynı payına karşılık ödeyecekleri miktar farklı olacak ve bu karar adalete olan güveni sarsacaktır.

 

5- Medeni Kanunun 510. Maddesi 'temadisi tahmin edilebilen müddetlerine nazaran sermayeye tahvilleri halinde tasarruf nisabını tecavüz edecek miktara bali bir intifa hakkı veya irat ile terekesini mukayyet kılan murisin, mirasçıları; bu intifa hakkı ve iradı haddi layıkına tenkis ettirmekte yahut tasarruf miktarını vererek mirasını kayıttan kurtarmakta muhayyerdir' demektedir. Görüldüğü gibi burada tercih hakkı davacınındır. Medeni Kanunun 603. Maddesinde ifadesini bulan mirasta iadede de durum bu merkezdedir. İçtihadı birleştirme kararları konularıyla sınırlı gerekçesiyle aydınlatıcı ve neticesiyle bağlayıcıdır. İçtihadı birleştirme münhasıran Medeni Kanunun 506. Maddesiyle ilgilidir. Benimsenen değişmez tenkis oranı, yeni sorunları da beraberinde getirecektir.

 

6- Tasarruf nisabının hesaplanmasında esas alınan tereke, miras bırakanın ölüm tarihinde bulunduğu hal ve araz ettiği kıymet üzerinde hesap edilir. (MK.nun 454. m) Ölümden sonraki değer değişiklikleri tasarruf nisabı ve buna bağlı mahfuz hissenin hesaplanmasında dikkate alınmaz. (MK.nun 507, 603. m) Sonradan oluşan değer değişikliklerinin göz önünde tutulması, her davanın açıldığı günkü şartlara tabidir kuralı ile de bağdaşmaz. (28.11.1956 gün ve 15/15 sayılı İç. B.K.)

 

Açıklanan mahzurlar dikkate alınarak çoğunluğun düşüncesine iştirak edilmemiştir.