Esas: 2015/13901
Karar: 2016/768
Bolu’da ankesörlü telefondan rastgele bir numarayı arayan R.Ö, telefonu açan kadını, “Canım nasılsın, seni çok özledim, eve geliyorum” diyerek taciz etti.
Olayın 2, 3 hafta sürmesi üzerine kadın, durumu eşine anlattı. Kadının eşi, telefon edilen kulübeyi bularak sanığı yakaladı ve darp ettikten sonra durumu polise bildirdi.
Sanık hakkında Bolu Sulh Ceza Mahkemesinde dava açıldı.
Mahkeme, sanığı, katılanın huzurunu ve sükununu bozacak şekilde ısrarla telefonla arayarak rahatsız ettiği gerekçesiyle Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) kişilerin huzur ve sükununu bozma suçunu düzenleyen 123. maddesi uyarınca, 6 ay hapis cezasına çarptırdı.
Kararda, daha önce de aynı suçtan mahkumiyetleri bulunan sanığın, alt sınırdan uzaklaşılarak cezalandırıldığı belirtildi.
Kararın temyiz edilmesi üzerine dosyayı görüşen Yargıtay 14. Ceza Dairesi, yerel mahkemenin kararını bozdu.
Bozma kararında, “Müştekinin iddiasına uygun olarak sarfettiği kabul edilen, ‘Canım nasılsın, seni çok özledim, eve geliyorum’ şeklindeki sözlerinin cinsel taciz suçunu oluşturduğu” vurgulandı.
Kararda, eylemin aynı suç işleme kararıyla birden fazla gerçekleştirildiği gözetilerek sanığın zincirleme biçimde cinsel taciz suçundan mahkumiyeti yerine kişilerin huzur ve sükunu suçundan hüküm kurulması bozma nedeni sayıldı.
Bozma kararı üzerine dosya yeniden yerel mahkemeye gönderildi. Yerel mahkeme, ilk kararında direndi.
Direnme kararında, sanığın telefon etme eyleminin sabit olduğu ancak “Canım nasılsın, seni çok özledim, eve geliyorum” şeklinde sözler kullandığının kanıtlanamadığı kaydedildi.
Direnme kararı üzerine dosya Yargıtay Ceza Genel Kurulunun gündemine geldi.
Kurul, yerel mahkemenin huzur ve sükunu bozma suçundan mahkumiyet hükmü kurduğu direnme kararını bozdu.
T.C
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
ESAS NO:2011/10-5
KARAR NO:2011/25
KARAR TARİHİ:29.03.2011
>İFADE VE SORGU TARZI, MÜDAFİ GÖREVLENDİRİLME USULU, MÜDAFİ SEÇİMİ, UYUŞTURUCU TİCARETİ
TCY’nın 403/5-7, 31, 33, 36 ve 40. maddeleri
Sanık G…… A….’nın, incelemeye konu olmayan sanıklarla birlikte, teşekkül halinde uyuşturucu ticareti suçundan, 765 sayılı TCY’nın 403/5-7, 31, 33, 36 ve 40. maddeleri uyarınca 6 yıl 8 ay hapis ve 10.000 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 23.02.2007 gün ve 27-31 sayılı hüküm, sanığa baro tarafından görevlendirilen müdafi tarafından temyiz edilmekle, dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince 10.02.2009 gün ve 15705-1720 sayı ile düzeltilerek onanmıştır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 03.01.2011 gün ve 302189 sayı ile;
"Sanık G…… A…., 25 Kasım 2004 tarihinde verdiği vekâletname ile görevlendirdiği Av. H….. Y…..’ın istifa ettiğine veya azledildiğine dair dosyada bir belge bulunmaması karşısında, duruşmadan haberdar edilerek yargılamaya onun huzuru ile devam edilmesi gerekirken, barodan zorunlu müdafi istenilerek, baro tarafından atanan ve sanığa bildirilmeyen zorunlu müdafii huzuru ile davanın görülerek sonuçlandırılması savunma hakkının kısıtlanması anlamına gelmektedir.
…Sanığın tuttuğu ve dosyada görevinin sona erdiğinde ilişkin bir belge ya da bilgi bulunmayan Av. H….. Y…..’a duruşma günü tebliğ edilerek, onun huzuru ile yargılamanın sonuçlandırılması gerekirken, yok hükmünde sayılan zorunlu müdafi atama işlemi yapılarak zorunlu müdafi huzuru ile yargılamanın sonuçlandırılması suretiyle sanığın savunma hakkı kısıtlandığından hükmün bozulması gerektiği" görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurmuştur.
Yargıtay Birinci Başkanlığı’na gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kapsamına göre inceleme, sanık G…… A…. hakkında kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.
Sanığın teşekkül halinde uyuşturucu madde ticareti suçundan cezalandırılmasına karar verilen somut olayda, Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; dosyada sanığın vekâletname ile tayin ettiği birden fazla müdafi olmasına ve bu müdafiilerin istifa ettiklerine veya azledildiklerine ilişkin bilgi ve belge bulunmamasına karşın, bu müdafiilere duruşma günü bildirilmeksizin ve sanığa da haber verilmeksizin baroca görevlendirilen müdafi huzurunda verilen ve bu müdafiice temyiz edilen hükmün, sanığın vekaletnameli müdafiine de tebliğ edilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Dosyanın incelenmesinde;
Sanık G…… A….’nın, itiraza konu edilmeyen sanıklarla birlikte teşekkül halinde uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan başlatılan soruşturma kapsamında 15.10.2004 günü tutuklandığı, gerek kolluk, gerek Cumhuriyet savcılığı, gerekse tutuklanması istemiyle sevk edildiği sulh ceza mahkemesinde, yasal haklarının hatırlatılmış olmasına karşın müdafi talebinde bulunmadığı,
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 18.10.2004 tarihli iddianamesiyle sanık hakkında 765 sayılı TCY’nın 403/5-7, 31, 33, 36 ve 40. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açıldığı,
Sanığın 21.10.2004 günlü vekâletname ile müdafi olarak tayin ettiği Av. K A’ın, aynı tarihte dosyada bulunan soruşturma evrakının fotokopisini aldığı ve tahliye talebinde bulunduğu, ancak isteminin reddedildiği,
Yerel mahkemece 10.11.2004 tarihli duruşmaya hazırlık tutanağında, sanığın vekâletname ile görevlendirdiği müdafiine duruşma gün ve saatini bildirir davetiye gönderilmesine veya sanığa baro tarafından müdafi atanmasına ilişkin herhangi bir karar verilmediği,
Sanığın 11.11.2004 tarihinde bu kez, diğer sanıklardan M…… F…….ile birlikte Av. S E’i vekâletname ile müdafi olarak görevlendirdiği, ancak anılan müdafiin 18.11.2004 tarihinde sanık M…… F…….müdafi olarak dosyadaki evrakın fotokopisini alma isteminde bulunduğu, sanığın son olarak 25.11.2004 tarihinde Av. H….. Y…..’ı vekâletname ile müdafi olarak belirlediği,
23.02.2005 tarihinde yapılan ve sanığın da hazır bulunduğu oturumda Av. S…..E….’in, sanık G…… A…. müdafiliğinden istifa ettiği ve sanığın da bu istifayı kabul ettiği,
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince 29.06.2005 gün ve 1138-292 sayı ile görevsizlik kararı verilerek dosyanın gönderildiğiBakırköy 8. Ağır Ceza Mahkemesince de, 21.07.2005 gün ve 236-136 sayı ile karşı görevsizlik kararı verildiği, oluşan görev uyuşmazlığının Yargıtay 5. Ceza Dairesince 17.10.2005 gün ve 16807-21576 sayılı karar ile İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararı kaldırılmak suretiyle çözümlendiği,
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince 14.02.2006 tarihinde düzenlenen duruşmaya hazırlık tutanağında; "sanığın dosya kapsamına göre müdafi bulunmadığı"ndan söz edilerek 5271 sayılı CYY’nın 150/3. maddesi uyarınca bir müdafi görevlendirilmesi için İstanbul Barosu Başkanlığına yazı yazılmasına karar verildiği ve yazı yazıldığı, buna karşın sanığın vekâletname ile görevlendirdiği müdafiilerineduruşma gün ve saatinin bildirilmediği gibi, sanık adına çıkarılan duruşma davetiyesinde, "tebliğ tarihinden itibaren yedi güniçerisinde müdafi bulunup bulunmadığını bildirmesi, aksi takdirde barodan bir müdafi görevlendirmesinin isteneceği"açıklamasına da yer verilmediği ve bu çağrı kâğıdının, sanığın adresinden ayrılması nedeniyle tebliğ edilemediği, bunun üzerine 7201 sayılı Tebligat Yasasının 35. maddesi uyarınca tebligat yapıldığı,
Baro tarafından 04.05.2006 tarihinde Av. M. F…. U….’ın sanık müdafi olarak görevlendirildiği ve bu aşamadan sonra oturumlara adı geçen müdafiin katıldığı,
23.02.2007 tarihli oturumda, Av. M. F…. U….’ın mazereti nedeniyle yetkilendirdiği Av. B…. B……’nın yüzüne karşı hükmün tefhim edildiği,
Av. M. F…. U….’ın bu hükmü 01.03.2007 tarihli süre tutum dilekçesi ile temyiz ettiği,
Özel Dairece de mahkeme hükmünün düzeltilerek onanmasına karar verildiği,
Dosyada sanığın vekâletname ile görevlendirdiği müdafiileri Av. K…. A…… ve Av. H….. Y…..’ın sanık tarafından azledildiklerine veya müdafiilikten çekildiklerine ilişkin bir bilginin bulunmadığı,
Anlaşılmaktadır.
Oldukça geniş bir kavram olan savunma hakkı, şüpheliyi ve sanığı ilgilendirdiği kadar, bir gün şüpheli veya sanık konumuna düşebilecek olan toplumda yaşayan herhangi bir ferdi, dolayısıyla da toplumun bütününü ve yine adaleti sağlama yükümlülüğübulunan Devleti ilgilendirmektedir. Ceza yargılamasında savunma, yargılamanın sonucunda verilen ve iddia ile savunmanın değerlendirilmesinden ibaret olan sonucu, başka bir tanımlama ile hükmün isabetli olmasına destek verir. Bu da, amacı mutlak gerçeğe ulaşmak olan ceza adaletinin gerçekleştirilmesine hizmet eder. Bu yönüyle, geniş bir bakış açısı ile değerlendirilmesi gereken savunma hakkı; susma, soru sorma, kendi aleyhine işlemlere katılmama, tercümandan yararlanma, kanıtların toplanmasını isteme, duruşmada hazır bulunma… gibi hakların yanında, bir müdafiinin hukuki yardımından yararlanma hakkını da içine alır.
Savunma, Anayasamızın 36. maddesiyle anayasal güvence altına alınan meşru bir yol, müdafi de savunmanın meşru bir aracıdır. Dolayısıyla söz konusu hüküm, müdafi aracılığı ile savunulmayı da anayasal güvence altına almaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin "adil yargılanma hakkını" düzenleyen 6. maddesinin 3. fıkrasının b ve c bentlerinde de; "her sanığın en azından,
…b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmak;
c) Kendi kendini savunmak veya kendi seçeceği bir avukatın yardımından yararlanmak ve eğer avukat tutmak için mali olanaklardan yoksunsa ve adaletin selameti gerektiriyorsa mahkemece görevlendirilecek bir avukatın para ödemeksizin yardımından yararlanabilme…" hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Buradan çıkarılması gereken sonuç; savunma hakkının, temel insan hakları arasında yer alan hak arama özgürlüğünün bir gereği olduğu ve avukat tutma hakkının da, savunma hakkından ayrı düşünülemeyeceğigerçeğidir.
Hükmün verildiği tarihte yürürlükte bulunan 5271 sayılı CYY’nın "İfade ve Sorgunun Tarzı" başlıklı 147. maddesinin 1. fıkrasının c bendinde;
"1) Şüphelinin veya sanığın ifadesinin alınmasında veya sorguya çekilmesinde aşağıdaki hususlara uyulur:
…c) Müdafi seçme hakkının bulunduğu ve onun hukukî yardımından yararlanabileceği, müdafiin ifade veya sorgusunda hazır bulunabileceği kendisine bildirilir, müdafi seçecek durumda olmadığı ve bir müdafi yardımından faydalanmak istediği takdirde, kendisine baro tarafından bir müdafi görevlendirilir",
"Şüphelinin veya Sanığın Müdafi Seçimi" başlıklı 149. maddesinde;
"1) Şüpheli veya sanık, soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafiin yardımından yararlanabilir; kanunî temsilcisi varsa, o da şüpheliye veya sanığa müdafi seçebilir.
2) Soruşturma evresinde, ifade almada en çok üç avukat hazır bulunabilir.
3) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında avukatın, şüpheli veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukukî yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz",
"Müdafiin Görevlendirilmesi" başlıklı 150. maddesinde;
"1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir.
2) Müdafi bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.
3) Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.
4) Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü alınarak çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir",
"Müdafiin Görevlendirilmesinde Usul" başlıklı 156. maddesinin 3. fıkrasında ise;
"3) Şüpheli veya sanığın kendisinin sonradan müdafi seçmesi halinde, baro tarafından görevlendirilen avukatın görevi sona erer" şeklinde hükümler bulunmaktadır.
Bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde; şüpheli veya sanığın müdafi seçme hakkı bulunduğu, müdafi bulunmayan şüpheli veya sanığa istemi halinde veya bazı koşullarda istemi aranmaksızın müdafi görevlendirileceği, kendisine zorunlu müdafi görevlendirilen şüpheli veya sanığın sonradan bir müdafi seçmesi halinde, baro tarafından görevlendirilen avukatın görevinin sona ereceği görülmektedir. Şüpheli veya sanıkların savunmaları için seçtikleri müdafilerinin bulunması durumunda kendilerine baro tarafından zorunlu müdafi görevlendirilemeyeceği, başka bir anlatımla şüpheliye veya sanığa baro tarafından zorunlu müdafi görevlendirilebilmesi için şüpheli veya sanığın kendi seçtiği müdafiinin bulunmaması gerekmektedir. Bunun sonucu olarak da, kendilerinin seçtiği müdafileri bulunan şüpheli veya sanıklara, bu müdafiin görevinin devam ettiği ve savunma görevlerini yerine getirdiği sürece zorunlu müdafi görevlendirilmesinin yasal bir dayanağı bulunmamaktadır.
Mevzuatımızda zorunlu müdafiilik sistemini öngören düzenlemenin amacı, kendisini savunmak için yeterli maddi olanağı bulunmayanların, bu hakkı kullanamamalarından kaynaklanabilecek olası hak kayıplarının önlenmesi, dolayısıyla da savunma hakkının etkin kullanılabilmesinin sağlanması suretiyle adil yargılamanın gerçekleştirilmesidir.
Diğer taraftan, sanıkların kendilerinin vekâletname vermek suretiyle seçtikleri müdafileri bulunmadığı durumlarda, sanıklara müdafi olarak baro tarafından bir avukat atanacağının bildirilmesi gereklidir. Kendisine müdafi atandığını bilmeyen ya da kendisine müdafi atanmakla birlikte, bu avukatın değiştirilmesini isteme hakkına sahip bulunmayan bir sanığın, atandığını dahi bilmediği müdafiin tüm tasarruflarından sorumlu tutulması gerektiğini veya bu müdafiin yaptığı tüm işlemleri peşinen kabul etmiş sayılacağını söylemek nasıl olanaklı değilse, böyle bir durumda savunma hakkının tam anlamıyla kullanılabileceğini düşünmek de olası değildir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Sanığın vekâletname ile görevlendirdiği ve azledildiklerine veya müdafilikten istifa ettiklerine ilişkin dosyada bir bilgi ve belge bulunmayan müdafiileri bulunmakta iken, yerel mahkemenin istemi üzerine sanığa baro tarafından müdafi görevlendirilmesinin yasal dayanağı bulunmamaktadır. Bunun sonucu olarak, 7201 sayılı Tebligat Yasası’nın 11. maddesindeki; "vekil vasıtasıyla takip edilenişlerde tebligat vekile yapılır, vekil birden çok ise bunlardan birine tebligat yapılması yeterlidir" hükmü uyarınca sanığın yokluğunda verilen hükmün, sanığın vekâletname vermek suretiyle seçtiği müdafiine yapılması gerekmektedir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire düzelterek onama kararının, sanık G…… A….’ya ilişkin olarak kaldırılmasına, yerel mahkemenin gerekçeli kararının sanığın vekâletname ile görevlendirdiği müdafiine tebliğ edilmesi için Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.
Öte yandan, yerel mahkeme hükmünün, Özel Daire tarafından onanmasına karar verildikten sonra kesinleşmesi üzerine sanığın hükmün infazı için yakalandığı ve halen cezaevinde olduğu anlaşıldığından bozma nedenine göre hükmün infazının durdurulmasına da karar verilmesi gerekmektedir.
SONUÇ:Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 10. Ceza Dairesi’nin 10.02.2009 gün ve 15705-1720 sayılı düzelterek onama kararının sanık G…… A….’ya ilişkin olarak KALDIRILMASINA,
3- Sanığın, kesinleşme işlemi yapılan hükmün infazı için yakalandığı ve halen cezaevinde olduğu anlaşıldığından yerel mahkeme hükmünün İNFAZININ DURDURULMASINA, sanığın başka bir suçtan hükümlü veya tutuklu bulunmadığı takdirde derhal salıverilmesinin temini için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazılmasına,
4- Dosyanın, yerel mahkemenin gerekçeli kararının sanığın vekâletname ile görevlendirdiği müdafie tebliğ edilmesi için Yargıtay 10.Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na TEVDİİNE, 29.03.2011 günü yapılan müzakerede oybirliği ile karar verildi.
Yargıtay Kararları dergisinden bu kararı mail grubu ortamında paylaşan Av.Ömer Kavili’ye teşekkür ediyor ve bizde paylaşıyoruz.
Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Sal Şub 17, 2015 12:51 am
Avukat: Sanık patolojik bir vaka
“Kafana sıkan çeviğin ellerinden öperim”
Berkin Elvan’ın cenazesinin kaldırıldığı gün Facebook hesabından, “Kafana sıkan çeviğin ellerinden öperim” paylaşımında bulunan polis memuru Ufuk Ç., hakkında, “Suçu ve suçluyu övme” suçundan 2 yıla kadar hapis cezası istemiyle açılan davaya başlandı. Mağdur sıfatıyla davaya katılan Berkin Elvan babası Sami Elvan, “Bu yazıları yazan sanık polis memurudur. Bu şekilde yazılar yazdıysa en ağır şekilde cezalandırılmasını istiyorum” dedi. Ailenin avukatı Şerif Özgür Urfa ise , “Sanık, 14 yaşında bir çocuğun öldürülmesinden keyif alan patolojik bir vakadır” dedi. İstanbul 51. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın ilk duruşmasına sanık polis memuru Ufuk Ç., katılmazken, Berkin Elvan’ın babası Sami Elvan ve annesi Gülsüm Elvan ile 21 avukatı katıldı.Berkin Elvan’ın cenazesinin kaldırıldığı gün sanık polis memuru Ufuk Ç.’nin, Facebook hesabında yaptığı paylaşımı fark ederek şikayetçi olup davanın açılmasını sağlayan Elif Zelal Şeker, Selin Aksoy ve Özge İnce de “Müşteki” sıfatıyla duruşmada hazır bulundular.
‘GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMAK SUÇUNDAN DA DAVA AÇILSIN’
Müştekilerden Selin Aksoy, Berkin Elvan’ın manevi ablası olduğunu belirterek, “Ölümünden sonra Facebook hesabı üzerinden dosyada ve bizim şikayet dilekçemizde belirttiğimiz gibi yazılar yazdığını gördük. Bunun üzerine şikayet dilekçesi verdik. Ve biz polis memuru hakkında görevi kötüye kullanmaktan ve diğer suçlardan da şikayetçi olduk. Ancak bu suçlardan dava açılmamıştır. Bu suçlardan da dava açılması gerekmektedir. Şikayetimiz devam etmekte ve katılma talebinde bulunuyorum” dedi. Müşteki Özge İnce, mesleği gereği ve kamu barışına karşı işlenen suçtan dolayı sanık polis memurundan şikayetçi olduğunu belirterek, “Şikayet dilekçemizde belirttiğimiz diğer suçlardan da yargılanmalıdır” dedi.
SAMİ ELVAN: BU YAZILARI YAZDIYSA EN AĞIR ŞEKİLDE CEZALANDIRILSIN
Berkin Elvan’ın babası Sami Elvan, müştekilerin şikayeti üzerine sanığın Facebook paylaşımından haberdar olduğunu belirterek, şunları söyledi: “Biliyorsunuz, sıkıntılarımız vardı takip edemedik. Bu olay nedeniyle yoğun günler geçirdik. Sanığın Facebook hesabı üzerinden bu şekilde yazılar yazdığını bize yardımcı olan ve benden önce ifade veren arkadaşlar tespit etmişler. Ben onların söylemesi üzerine öğrendim. Bu yazıları yazan sanık polis memurudur. Bu şekilde yazılar yazdıysa en ağır şekilde cezalandırılmasını istiyorum. Ayrıca diğer suçlardan da soruşturulmasını istiyorum. Davaya katılmak istiyorum.”Berkin Elvan’ın annesi Gülsüm Elvan, “Eşimin beyanlarına aynen katılıyorum. Ben de davaya katılmak istiyorum” dedi.
‘SANIK 14 YAŞINDA BİR ÇOCUĞUN ÖLDÜRÜLMESİNDEN KEYİF ALAN PATOLOJİK BİR VAKADIR’
Söz alan Avukat Şerif Özgür Urfa, polis memuru hakkında yapılan disiplin soruşturmasının akıbetinin sorulmasını isteyerek, “Sanık, 14 yaşında bir çocuğun öldürülmesinden keyif alan patolojik bir vakadır” dedi. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanlığı’na yazı yazarak sanık polis memuru hakkında yürütülen disiplin soruşturmasının onaylı bir örneğini isteyen mahkeme, sanık polis memurunun ölüm tarihinde izinli olup olmadığının sorulmasına karar verdi. Polis memurunun atandığı Karaman Asliye Ceza Mahkemesi’ne yazı yazarak talimatla ifadesinin alınmasına karar veren mahkeme, duruşmayı erteledi. İDDİANAMEDEN Gezi eylemleri sırasında Okmeydanı’nda başına isabet eden gaz fişeği kapsülü ile girdiği komadan çıkamayan Berkin Elvan, 269 gün sonra vefat etmişti. Sanık polis memuru Ufuk Ç., cenaze törenin yapıldığı 11 Mart 2014 tarihinde Facebook hesabından, “Lan siz kimsiniz. Neymiş, ekmek almaya gidiyormuş. Kafana sıkan çeviğin ellerinden öperim. Bundan sonra ayrımcılık var. S…. Beni ne hale soktunuz lan o… çocukları” şeklinde paylaşımda bulunmuştu. Bu paylaşımı fark eden avukatlar Elif Zelal Şeker, Selin Aksoy, Onur Güneş ve Özgen İnce, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na şikayet dilekçesi ile başvurdu. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı takipsizlik kararı verdi. Avukatlar takipsizlik kararına itiraz etti. Bakırköy 4. Ağır Ceza Mahkemesi, itiraz üzerine takipsizlik kararını kaldırınca polis memuru hakkında “Suçu ve suçluyu övme” suçundan 2 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı.
(DHA) Kaynak: http://www.mynet.com/haber/guncel/share … edium=copy
Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — 23 Ara 2014, 18:53
Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 2012/2-1264 esas sayılı ve 2013/42 karar sayılı kararı Sanık F…’nın hakaret suçundan 5237 sayılı TCK’nun 125/1-4 ve 52. maddeleri uyarınca 2.100 Lira, kasten yaralama suçundan TCK’nun 86/2, 35 ve 52. maddeleri uyarınca 1.800 Lira, kişilerin huzur ve sükununu bozma suçundan TCK’nun 123/1 ve 52. maddeleri uyarınca 1.800 Lira adli para cezasıyla cezalandırılmasına, tehdit suçundan ise beraatına ilişkin, Aydın 2. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 30.06.2008 gün ve 317-540 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 2. Ceza Dairesince 22.02.2010 gün ve 3886-4978 ile;
“Sanık hakkında kasten yaralama ve kişilerin huzur ve sükununu bozma suçundan kurulan 30.06.2008 tarihli hükmün sanık tarafından temyizi üzerine 02.07.2008 tarihli ek karar ile temyiz isteğinin reddine karar verildiği belirlenerek, sanığın hakaret suçundan kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik temyiz itirazları üzerine yapılan incelemede,
Katılanın bir tazminat istemi bulunmadığı gibi, dosyaya yansıyan bir zararın da belirlenemediği gözetilmeden, sanığın katılanın zararını ödemeyi kabul etmediği biçimindeki dosya içeriğine uygun olmayan gerekçe ile sanık hakkında 5271 sayılı CMK.nun 231/5. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına karar verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise 31.05.2010 gün ve 432-607 sayı ile;
“… Kişiler üzerinde manevi etki bırakan hakaret, huzur ve sükun bozma gibi eylemler maddi herhangi bir zarar doğurmaz dolayısıyla bu suçlar sonrasında mağdurun herhangi bir şekilde maddi olarak zarar giderimi beklenemez. Manevi etki bırakan eylemlerde doğal olarak manevi zarar oluşmaktadır. Dolayısıyla bunun giderimi de en azından özür dileme ya da pişmanlığını dile getirme gibi hareketlerle kendini belli eder. Olayımızda ise sanığa yapılan bu yöndeki uyarıyı sanık kabul etmediği gibi eylemi dahi kabul etmemiştir. Duruşmaların başından sonuna kadar eylemi kabul etmediği gibi müştekiden özür dahi dilememiştir. Hatta son duruşmaya kadar müştekiyi aramadığını ve görmediğini belirtmiştir. Bu durumda sanığın bu eylem nedeniyle müştekide oluşan manevi zararı gidermediği için CMK’nun 231/5. maddesinde gösterilen şartları yerine getirmiş sayılmaz…
CMK’nun 231/5. maddesinde doğrudan maddi zarar şeklinde bir ibare olmadığına göre uzlaşmaya tabi eylemlerde manevi zarar oluştuğunda özür dilemeyi zarar gidermek için gerekli olan hallerden biri olarak kabul etmek gerekir. Sanık katılandan özür dilemediği için hakkında CMK’nun 231/5. maddesi uygulanmamıştır” gerekçesiyle direnerek, önceki hüküm gibi karar vermiştir.
Bu hükmün de sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay C. Başsavcılığının 16.07.2012 gün ve 313737 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Tehdit suçundan kurulan hükmün temyiz edilmeksizin kesinleşmesi, kasten yaralama ile kişilerin huzur ve sükununu bozma suçlarından verilen hükümlerin ise kesin nitelikli adli para cezası olması nedeniyle, bu hükümlere yönelik temyiz istemlerinin reddine karar verilmesi karşısında inceleme, hakaret suçundan kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.
Suçun gerçekleşme şekli ve sübutu açısından uyuşmazlık bulunmayan ve sanığın hakaret suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda, Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; yerel mahkemece hakaret suçundan oluşan manevi zararı sanığın özür dilemek suretiyle gidermediği gerekçesiyle sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verilmesinin isabetli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
İncelenen dosya içeriğinden;
1979 doğumlu, evli, 2 çocuklu ve sabıkasız olan sanığın, 1970 doğumlu, bekâr ve polis merkezinde sivil memur olarak çalışan katılanı olaydan önceki günlerde sürekli takip ederek rahatsız ettiği, olay günü de “gel seni gideceğim yere götüreyim” diyerek huzurunu bozduğu, katılanın şikayet edeceğini ifade etmesi üzerine “sen bana hiçbir halt yapamazsın, seni s….” diyerek hakaret ettiği,
Katılanın aşamalarda uzlaşmayı kabul etmediği, sanığın soruşturma aşamasında uzlaşmak istediğini ifade etmesine rağmen yargılama aşamasında bu iradesinden dönerek uzlaşmak istemediğini belirttiği,
Yargılama sırasında sanığa zararı gidermek isteyip istemediği sorulduğunda ise; katılanın zararı bulunmadığından zararı gidermek istemediğini ifade ettiği,
Anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık konusunda sağlıklı bir hukuki çözüme ulaşılabilmesi için hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının ilkeleri ve uygulanma koşulları üzerinde durulması gerekmektedir.
Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması Uygulaması, hukukumuzda ilk kez çocuklar hakkında 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununun 23. maddesi ile kabul edilmiş, 19.12.2006 günü yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanunun 23. maddesiyle 5271 sayılı Kanunun 231. maddesine eklenen 5 ila 14. fıkralar ile büyükler için de uygulamaya koyulmuş, aynı Kanunun 40. maddesiyle de 5395 sayılı Kanunun 23. maddesi değiştirilmek suretiyle, denetim süresindeki farklılık hariç olmak kaydıyla, çocuk suçlular ile yetişkin suçlular hükmün açıklanmasının geri bırakılması açısından aynı şartlara tabi kılınmıştır.
Başlangıçta yetişkin sanıklar yönünden şikâyete bağlı suçlarla sınırlı olarak, hükmolunan bir yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası için kabul edilen bu uygulama, 5728 sayılı Kanunla 5271 sayılı Kanunun 231. maddesinin 5 ve 14. fıkralarında yapılan değişiklikle, Anayasa’nın 174. maddesinde güvence altına alınan inkılâp kanunlarında yer alan suçlar istisna olmak üzere, hükmolunan iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezalarına ilişkin tüm suçları kapsayacak şekilde düzenlenmiştir.
5560, 5728, 5739 ve 6008 sayılı Kanunlar ile 5271 sayılı CMK’nun 231. maddesinde yapılan değişiklikler göz önüne alındığında, hükmün açıklanmasının geri bırakılabilmesi için;
a) Suça ilişkin olarak;
1- Yapılan yargılama sonucunda, sanık hakkında mahkûmiyet hükmü tesis edilmesi ve hükmolunan cezanın, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezasından ibaret olması,
2- Suçun, Anayasanın 174. maddesinde güvence altına alınan inkılâp kanunlarında yer alan suçlardan olmaması,
b) Sanığa ilişkin olarak;
1- Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,
2- Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tamamen giderilmesi,
3- Mahkemece; sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate ulaşılması,
4- Sanığın hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediğine dair beyanının olmaması,
Şartlarının gerçekleşmesi gerekmektedir.
Tüm bu şartların varlığı halinde, mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilecek ve sanık beş yıl süreyle denetimli serbestlik tedbirine tabi tutulacaktır.
Görüldüğü gibi hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının objektif şartlarından birisi de, suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tamamen giderilmesidir. Burada uğranılan zarardan kast edilen maddi zarar olup, manevi zarar bu kapsamda değerlendirilmemelidir. Herhangi bir maddi zararın doğmadığı veya zarar doğurmaya elverişli olmayan suçlar yönünden ise bu şart aranmayacaktır. Ceza Genel Kurulunun 03.02.2009 gün ve 250-13 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararı da bu doğrultudadır.
Öte yandan uzlaşmaya tabi olan hakaret suçundan, sanığın yargılama aşamasında uzlaşmak istemediğini ifade etmesi karşısında sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması hükümlerinin uygulanmayacağı ileri sürülebilir ise de, ayrıntıları Ceza Genel Kurulunun 27.03.2012 gün ve 413-121 sayılı kararında açıklandığı üzere; uzlaşma ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması ayrı kurumlar olup, birbirinden farklı uygulama koşulları olduğundan, öncelikle sanık lehine düzenleme olduğunda kuşku bulunmayan uzlaştırma işlemi yapılmalı, uzlaştırmanın sonuçsuz kalması halinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının uygulanma imkanı olup olmadığı ayrıca değerlendirilmelidir. Diğer bir anlatımla, sanığın uzlaşmayı kabul etmemesi ve bu nedenle uzlaştırmanın sağlanamaması durumunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının uygulanmasının mümkün olmadığı sonucuna varılmamalı, yargılama sonucunda şartlarının varlığı halinde CMK’nun 231/5. maddesinin uygulanabileceği kabul edilmelidir.
Bu bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Sanığın işlemiş olduğu hakaret suçunu oluşturan eylem nedeniyle oluşmuş bir maddi zarardan bahsedilemeyeceğinden, 5271 sayılı CMK’nun 231. maddenin 6. fıkrasının (c) bendindeki şart aranmaksızın bu suçla ilgili yargılama sonucunda sabıkasız olan sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının uygulanma şartlarının bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu nedenle, yerel mahkemece sanığın özür dilememek suretiyle katılanın manevi zararını gidermediği gerekçe gösterilerek sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verilmesi yasal dayanaktan yoksun ve isabetsizdir.
Bu itibarla, isabetsiz olan yerel mahkeme direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul üyesi G.Yalvaç; “Sanık hakkında, şikayetçiyi bir süre takip edip, karşılaştığında eliyle saçını düzeltip, gülümseyerek rahatsız ettiği, yolunu bekleyip karşılaşmaya çalıştığı, karşılaştığında ‘gel seni benim gideceğim yere götüreyim’ demek suretiyle huzurunu kaçırdığı, şikayetçinin seni şikayet edeceğim demesi üzerine ‘sen bana hiçbir halt yapamazsın, sen benim kim olduğumu biliyormusun, seni s…., senin başına bela olurum’ şeklinde küfür ve tehditlerle yanından uzaklaşmaya çalıştığı, arkasından gelen müştekiye tekrar dönüp, edep dışı aynı sözü tekrarladıktan sonra elini kaldırıp vurmaya çalıştığı iddiasıyla açılan kamu davasında, yerel mahkemece, sanığın hakaret, yaralamaya teşebbüs, huzur ve sükunu bozma suçundan adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve sanık zarar ödemeyi kabul etmediğinden, hakkında CMK’nın 231. maddesinin uygulanmamasına karar verilmiş, sanık tarafından temyiz edilen hükümler, Özel Dairece, diğer iki hükmün kesin olduğu saptanarak, hakaret suçu yönünden yapılan değerlendirmede, katılanın tazminat istemi bulunmadığı, bir zararda belirlenemediği gözetilmeden, dosya kapsamına uymayan gerekçe ile CMK’nın 231. maddesinin uygulanmamasına karar verilmesi isabetsizliğinden hüküm bozulmuş, yerel mahkemece, nedamet duymayan, özür dilemeyen bir sanığın bu hükmün uygulanmasına müstehak olmadığı, onur ve saygınlığına yönelik suçlarda da bir zararın bulunduğu ancak bunun maddi olarak gideriminin beklenemeyeceği, bunun özür veya pişmanlık yoluyla giderilmesi gerektiği gerekçesiyle önceki hükümde direnilmiştir.
Özel Daire bozması Yargıtay’ın yerleşik uygulamalarına ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 03.02.2009 gün ve 11-250/13 sayılı kararına uygundur. Ancak karardaki ilke bu müesseselerden beklenen amaca hizmet etmekte midir, ya da karardaki ifade mutlak mıdır, şeklen doğru olsa bile bu anlayış adalet duygusuna ne kadar hitap etmektedir? Tüm bu hususların yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bu nedenle öncelikle anılan karardaki ilkeyi, hükmün açıklanmasının geri bırakılması ve diğer benzer müesseselerin ihdas amacı doğrultusunda yorumlamak suretiyle somut uyuşmazlıkla ilgili görüşlerimi ifade edeceğim.
Anılan kararın ilgili paragrafı aynen şu şekildedir; ‘Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının objektif koşullarından birisi de suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tamamen giderilmesidir. Burada, uğranılan zararlardan kast edilen maddi zararlar olup, manevi zararlar bu kapsamda değerlendirilmemelidir.
Maddi zararın bizzat sanık tarafından yerine getirilmesi gerekmeyip, sanık adına onun bilgisi ve rızası tahtında üçüncü kişiler tarafından da tazmin, aynen iade veya eski hale getirme suretiyle giderilmesi de olanaklıdır. Ancak, herhangi bir zararın doğmadığı veya zarar doğurmaya elverişli bulunmayan suçlar yönünden bu koşul aranmayacaktır. Örneğin, 6136 sayılı Yasanın 13. maddesine aykırılık halinde, herhangi bir zarar bulunmadığından zararın giderimi koşulu aranmaz.
Zararın belirlenmesinde hâkim, ceza yargılamasında şahsi hak davasına yer verilmediği gerçeğini de gözönünde bulundurmak koşuluyla, kanaat verici basit bir araştırma yapmalı, hukuk hakimi gibi gerçek zararı tam anlamıyla saptamaya çalışmamalıdır. Zira, 5271 sayılı Yasanın 231. maddesindeki düzenleme, kişinin ileride hukuk mahkemesinde şahsi hak davası açmasına ve giderilmediğini düşündüğü gerçek zararının saptanarak kalan kısmına da hükmedilmesini isteme yönünden bir engel oluşturmamaktadır’
Yargıtay Ceza Genel Kurulunca, şahsi hak davasının kalkmış olması, maddi zarar doğurmayan suçlarda maddi bir belirlemenin zorluğu ve en önemlisi de, kişilerin manevi değerlerine parasal bir değer biçmenin mümkün olmayacağı düşüncesiyle, hakimin araştıracağı ve göz önünde tutacağı zararın maddi zarar olduğuna karar vermiştir. Bu kararda hâkimin araştırmakla yükümlü olduğu zarar belirtilmektir. Yoksa, kararla manevi zararların tazmininin engellemesi amaçlanmış değildir. Ancak uygulamada bu husus manevi zararların tazminine gerek bulunmadığı şeklinde algılanmış, bu algı, uzlaşma, hükmün açıklanmasının geri bırakılması, C.savcısının kamu davası açmada takdir yetkisi, zararın ödenmesi şartıyla erteleme ve tazmin suretiyle giderme tedbirine hükmetme gibi müesseseleri de konuluş amacından uzaklaştırıp, içini boşaltarak, işlevsiz kurumlar haline getirmiştir.
Ayrıntısına girmeden ifade etmek isterim ki, yukarıda tüm müesseselerin ortak amacı öncelikle mağdurun mağduriyetinin giderilmesi suretiyle toplumsal barışın sağlanması, bu şekilde şüpheli veya sanığın topluma kazandırılmasıdır. Tüm bu müesseseler esasen bir kısmı geçmişte de bulunan ancak yeni CMK’da mağdur haklarını da güvence altına alan onarıcı adalet kurumlarıdır. Bu nedenle anılan hükümler uygulanırken bu denge ve düşünceye uygun bir bakış açısı geliştirilmelidir. Bugüne kadarki uygulama maalesef anılan müesseseleri işlevsiz içi boş birer kurum haline getirmiş, bırakın uyuşmazlıkları çözmeyi, kendileri uyuşmazlıkların konusu olmuşlardır.
Şöyle ki, Cumhuriyet savcısının delil değerlendirmesi yetkisi bulunmadığı şeklindeki önceki uygulamalardan kaynaklanan hatalı düşüncenin etkisi, şikâyet edilme ve Adalet müfettişlerince eleştirilme endişesiyle 5271 sayılı CMK’nın 171. maddesindeki ‘kamu davasını açmada takdir yetkisi’ kurumu işletilememiş, soruşturma aşamasında sonlanması gereken uyuşmazlıklar kovuşturma aşamasına taşınmıştır. Hemen olaydan sonra, çoğu zaman da yasak savma kabilinden, ‘uzlaşmak isteyip istemedikleri’ sorulmak suretiyle, uzlaşma kurumu işlevsiz bırakılmıştır. Bir an düşünelim, tehdit veya hakarete maruz kalmışız veya bir trafik kazasında kolumuz, bacağımız kırılmış, bu atmosferde bizlere sanıkla uzlaşmak isteyip istemediğimiz sorulsa bu soruya vereceğimiz cevabın olumlu olma ihtimali var mıdır? Diğer müesseseler için de manzara pek farklı değildir. CMK’nın 231. maddesinin değerlendirilmesi için yapılan bozma üzerine, mahkemece taraflar çağrılır, bozmaya karşı diyecekleri sorulur, daha sonra zarar giderilmediği şeklindeki bir gerekçe ile ‘sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına’ karar verilir, acaba bu şekilde bozma gereği yerine getirilmiş midir? Yine dosyaların esasına girilmeden üzerine şablon 231 bozmalarının eklenerek gönderilmesi yargılamayı uzatmaktan ve yargının iş yükünü arttırmaktan başka bir işe yaramamıştır. 1 Haziran 2005 tarihinden itibaren Yargıtay bir dosyayı en az üç kez incelemekte ancak bal yapmayan arı misali boşa emek ve mesai sarfetmekte, toplumda hiç de haketmediği halde çalışmadığı şeklinde bir algıyla karşılaşmaktadır.
Uzlaşmaya tabi bir suçta, uzlaşmayan bir sanık hakkında verilen bir kararı hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun değerlendirilmesi yönünden bozmak, ne müessesenin amacına ne de adalete hizmet etmektedir. Bu kurumlar, hakları ve yükümlülükleri birlikte öngören kurumlardır. Meselelere yalnızca hak, hatta kazanılmış hak gibi yaklaşıp, yükümlülükleri bertaraf eden bir anlayış, ne adalete ne de toplumsal barışa hizmet eder. Bu nedenle benzer müesseseler aynı yaklaşımla uygulanmalı taktir yetkisi kapsamında kalan uygulamalar açık hukuka aykırılık taşımadığı sürece bozma konusu yapılmamalı, herhangi bir sonuç doğurmayacak bozmalardan kaçınılmalıdır.
Uyuşmazlık konusuna gelince, sanık üç suçtan yargılanmış ve her üç suçtan da biri nitelik değiştirmek suretiyle mahkûm edilmiştir. İki suçtan verilen hükmün kesin olması nedeniyle hakaret suçundan yapılan inceleme sonucunda hüküm, hükmün açıklanmasının geri bırakılması müessesesinin yasal olmayan gerekçe ile reddedilmesi nedeniyle bozulmuştur, bu bozma, yerel mahkemece gösterilen gerekçenin yasal olmaması nedeniyle, Yargıtay’ın yerleşik uygulamalarına ve biçimsel gerçeğe uygundur, ancak inceleme konusu incelendiğinde, işlediği suçlardan nedamet duymayan, suçların olumsuz sonuçlarını ortadan kaldırmaya yönelik bir çabası bulunmayan bu nedenle hakkında uzlaşma hükümleri de uygulanmayan bir sanıkla karşı karşıyayız. [b]Şüphesiz ki, inceleme konusu suçun hakaret olması nedeniyle maddi bir zararın bulunduğu söylenemeyeceği gibi kişilerin onur ve saygınlığına parasal bir değer biçmek de mümkün değildir. Ancak, mağdur, bu suçtan zarar görmemiş midir? Hiç kimse mağdurun bu suçtan zarar görmediğini söyleyemez. O halde bu zararın giderilmesi, mağdurun mağduriyetinin giderilmesi gerekmez mi, nitekim yerel mahkemece de, direnme kararında tüm bu hususları değerlendirmek suretiyle, sanığın bu haktan yararlanamayacağını belirtmiştir.[/b]
Yerel mahkemece bu bozma üzerine, hiçbir koşulu yerine getirmeyen sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi, mağduru ikinci kez mağdur etmekten başka bir amaca hizmet etmeyecek, mahkemenin, sübjektif koşulları değerlendirerek sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar vermesi halinde ise bozma kararı etkisiz hale gelecektir” görüşüyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Genel Kurul üyesi de; benzer düşüncelerle karşıoy kullanmışlardır.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
1- Aydın 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 31.05.2010 gün ve 432-607 sayılı direnme hükmünün yasal olmayan gerekçeyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2- Dosyanın mahalline gönderilmesi için Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİİNE, 05.02.2013 günü yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.
T.C. YARGITAY 5.CEZA DİRESİ
Tarih:2007 Esas No:2007/8373 E Karar No:2008/6399 K
İlgili Kavramlar:ZORUNLU MÜDAFİİLİK-TEMYİZ SÜRESİ
>
> Zimmet suçundan sanık Nezihat Orhan ( İnce ) nin yapılan yargılanması
> sonunda;atılı suçtan mahkumiyetine dair Adana 2. Ağır Ceza
> Mahkemesinden verilen … gün ve … sayılı karara karşı sanığın
> temyiz talebinin yasal süreden sonra yapıldıından bahisle reddine
> dair ..gün ve .. sayılı ek kararının süresi içinde Yargıtayca
> incelenmesi sanık tarafından istenilmiş olduğundan dava evrakı C.
> Başsavcılığınca tebliğname ile daireye gönderilmekle yapılan
> incelemede :
>
> 14.12.2005 tarihinde N.O. (İ) nin yokluğunda verilen mahkumiyetine
> dair hükmün zorunlu müdafii tarafından temyiz edilmediği,ancak hüküm
> verilmekle zorunlu müdafiin görevinin sona erdiği ve gıyabında verilen
> hükmün sanığa tebliğ edilmediği nazara alındığında,sanığın ıttıla
> üzerine yaptığı temyiz başvurusunun süresinde sayılması gerektiği
> gözetilmeden,yasal sürede yapılmadığı gerekçesiyle verilen,temyiz
> başvurusunun reddine dair ek karar usul ve yasaya aykırı bulunduğundan
> red kararının kaldırılmasına;sanığın vaki temyizinin .. tarihli hükme
> yönelik ve süresinde olduğunun kabulüne karar verilmekle gereği
> düşünüldü :
>
> … Bozmayı gerektirmiş ve sanığın temyiz itirazları bu nedenle
> yerinde görülmüş olduğundan hükmün 5320 sayılı Kanunun 8/1 maddesi de
> gözetilerek CMUK nun 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA,16.6.2008
> tarihinde oybirliği iye karar verildi.
T.C.
T.C.