Etiket arşivi: SINIRLARI

Siyasetçiye yönelik eleştirilerin sınırları, özel şahsa yönelik eleştiri sınırına göre daha geniştir

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 2014/1689 esas ve 2014/17271 karar sayılı kararı

“Bir siyasetçiye yönelik eleştirilerin kabul edilebilir sınırları, özel bir şahsa yönelik eleştiri sınırına göre daha geniştir. Bir siyasetçi, özel şahıstan farklı olarak, her sözünü ve eylemini bilerek ve kaçınılmaz bir biçimde, gazetecilerin ve halkın yakın denetimine açar.”

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 21/11/2013
NUMARASI : 2013/149-2013/512

Davacı R.. E.. vekili Avukat A.. Ö.. vdl tarafından, davalı A.. D.. aleyhine 22/03/2013 gününde verilen dilekçe ile manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 21/11/2013 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
Dava, kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece istemin kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, kendisinin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, davalının ise MHP milletvekili olduğunu, davalı tarafından 08/03/2013 tarihinde yapılan basın toplantısında, davacıyı “memleketi yakıp, yıkıp, satmakla, eşkiya ile birlik olmakla, halkı koyun yerine koymakla, terör örgütünün temsilcisi ile işbirliği içinde olarak, suç işlemekle, bölücü terör örgütünün sözde l..A. Ö..’ın kucağına oturmakla, onunla işbirliği yapmakla, vatana ihanet etmekle, vatanın bütünlüğünü, milletin birliğini, üniter yapısını haraç mezat satmakla, uşak, aşağılık, işbirlikçi, taşeron olmakla, yabancı devletlerin Türkiye’deki sözcüsü, temsilcisi, emir eri olmakla, adam olmamakla” itham ettiğini, bu sözlerin kişilik haklarını ihlal edici mahiyette gerçek dışı beyanlar olduğunu belirterek manevi tazminat isteminde bulunmuştur.

Davalı, sözlerinin eleştiri niteliğinde olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece; davalının konuşmasının eleştirinin objektif sınırları aşılarak aşağılama ve küçük düşürme niteliğine dönüştüğü, dolayısıyla eleştiri hakkının kötüye kullanıldığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Uyuşmazlık, siyasi kişilik olan davalı milletvekilinin 08/03/2013 tarihli basın toplantısındaki açıklamalarının ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Tarafı olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesinde ifade özgürlüğü;
“1. Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ulusal sınırlarla kısıtlanmaksızın, bir görüşe sahip olma, haber ve düşünceleri elde etme ve bunları ulaştırma özgürlüğünü de içerir. Bu madde Devletin radyo yayıncılığını, televizyon ve sinema işletmeciliğini izne bağlamasına engel değildir.

2. Bu özgürlükleri kullanırken ödev ve sorumluluk içinde hareket edilmesi gerektiğinden, ulusal güvenlik, ülke bütünlüğü veya kamu güvenliği, suçun veya düzensizliğin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması, başkalarının şeref ve haklarının korunması, gizli bilgilerin açığa vurulmasının önlenmesi, yargı organının otorite ve tarafsızlığının korunması amacıyla, demokratik bir toplumda gerekli bulunan ve hukukun öngördüğü formalitelere, şartlara, yasaklara ve yaptırımlara tabi tutulabilir.” şeklinde tanımlanmıştır..

Liegens v. AVUSTURYA, Feldek v. SLOVAKYA, Oberschlick v. AVUSTURYA davalarında siyasi kişiliklere yönelik kullanılan ifadeleri değerlendiren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi;
“Liegens v. AVUSTURYA”( Başvuru No: 9815/82 ) davasında;
Eski başbakan … ile seçimlerden birinci çıkan siyasi parti başkanı arasında bir takım olayların yaşandığı, basına yansıyan bir kısım açıklamaların bulunduğu ayrıca 2. Dünya Savaşı sırasında Rusya’daki Alman hattının ötesine geçerek sivilleri katlettiği iddia olunan ilk SS Tugayında görev yapmakla suçlanan liberal parti başkanı … ile koalisyon kurulması tartışmalarının yaşandığı bir sırada, Gazeteci olan Liegens, Profil adlı Viyana Dergisinde yayımlanan iki ayrı yazısında; o tarihte federal hükümetin Başbakanına yönelik olarak ‘En Adi Fırsatçılık(adi oportunism)’, ‘ahlakdışılık’ ve ‘şerefsizlik’ biçiminde ifadeler kullanmıştır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi;“…Sözleşme’nin 10(1). fıkrasında güvence altına alınan ifade özgürlüğünün, demokratik toplumun ana temellerinden birini ve yine bu toplumun gelişmesi ve her bireyin kendini geliştirmesi için esaslı şartlarından birini oluşturduğunu hatırlatarak ifade özgürlüğünün, Sözleşme’nin 10(2). fıkrasının sınırları içinde, sadece lehte olan veya muhalif sayılmayan veya ilgilenmeye değmez görülen “haber” veya “fikirler” için değil, ama aynı zamanda muhalif olan, çarpıcı gelen veya rahatsız eden haberler veya fikirler için de uygulandığını. Bunun, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olduğu, bunlar olmaksızın “demokratik toplum” olamayacağını (bk. Handyside kararı, parag. 49). belirtmiştir.
Bir siyasetçiye yönelik eleştirilerin kabul edilebilir sınırları, özel bir şahsa yönelik eleştiri sınırına göre daha geniştir. Bir siyasetçi, özel şahıstan farklı olarak, her sözünü ve eylemini bilerek ve kaçınılmaz bir biçimde, gazetecilerin ve halkın yakın denetimine açar; bu nedenle daha geniş bir hoşgörü göstermek zorundadır. Hiç kuşku yok ki, Sözleşme’nin 10(2). fıkrası, başkalarının, yani bütün bireylerin itibarının korunmasına imkan verir; bu koruma, siyasetçileri şahsi sıfatları dışında hareket ettikleri zaman da içine alır. Ancak bu gibi durumlarda söz konusu korumanın gerekleri, siyasi meseleleri açık biçimde tartışmanın yararıyla bağlantılı olarak tartılmalıdır.” gerekçesiyle kullanılan sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında kaldığına karar vermiştir.

Dava konusu basın açıklamasının bütünü, yapıldığı zaman dilimi, konuşmayı yapan ve hakkında konuşulan kişinin etkili siyasi kişilikler olması ile yukarıda açıklanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. Maddesi ve bunun uygulamasına yönelik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları gözetildiğinde açıklamaların hükümetin çözüm sürecine ilişkin eylemlerini eleştiri sınırları içinde kaldığı, eleştiri sınırının aşılmadığı anlaşılmaktadır.

Şu halde, açıklanan nedenlerle davanın tümden reddine karar verilmesi gerekirken yazılı biçimde kısmen kabul kararı verilmiş olması doğru değildir. Bu nedenle kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenlerle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 16/12/2014 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

İfade özgürlüğü demokratik toplumun zorunlu ve kurucu unsurudur. Sadece hoşa giden veya tasdik içeren ifadeler değil rahatsız edici, incitici hatta şok edici beyanlar da ifade özgürlüğünden yararlanmalıdır. İfadede hedef alınan siyasetçi ise, hele Başbakan gibi üst düzey devlet yöneticisiyse, eleştirilere daha açık ve hoşgörülü olmalıdır. Beyanda bulunan siyasetçi ise memleket sorunları hakkında konuşma ve eleştirme hakkı herkesten önce gelir. Açıklanan ilkeler bakımından çoğunlukla fikir ayrılığım yoktur.
Ancak davaya konu vakıada, konuşan siyasetçi, hakkında konuşulan ve eleştirilen de Başbakan olmasına rağmen, “…Dokunulmazlığını kaldıracağım diyen Başbakan kuyruğunu kıstı…” ve “…Neden gidip A. Ö..’ın kucağına oturdun Başbakan…” ifadeleri, ifade özgürlüğü sınırını aşan beyanlardır. Bu yüzden davacı yararına uygun miktarda manevi tazminat takdiri gerektiği kanaatinde olduğumdan çoğunluğun görüşüne katılmıyorum. 16/12/2014

Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • İŞE İADE, İŞE BAŞLATMAMA TAZMİNATININ ALT VE ÜST SINIRLARI

YARGITAY 22. Hukuk Dairesi
ESAS: 2014/5701
KARAR: 2014/5272

Davacı, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.

Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Davacı vekili, iş sözleşmesinin geçerli neden olmadan işverence feshedildiğini ileri sürerek feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini, işe başlatılmama halinde ödenmesi gereken tazminat ile boşta geçen süre ücret ve diğer haklarının belirlenmesini istemiştir.

Davalı vekili, iş sözleşmesinin geçerli nedenle feshedildiğini belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece feshin geçerli nedene dayanmadığı gerekçesi ile feshin geçersizliğine ve davacı işçinin işe iadesine, davacının kıdemi ve fesih sebebine göre işe başlatmama tazminatının altı aylık ücret tutarı olarak ve çalıştırılmadığı süre için en çok dört aylık ücret ve diğer haklarının belirlenmesine karar verilmiştir.

Hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Davalı işverence feshin geçerli nedene dayandığı kanıtlanmadığından mahkemece feshin geçersizliğine ve davacının işe iadesine karar verilmiş olması dosya içeriğine uygun olduğundan, davacının ve davalının bu yöndeki temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

4857 sayılı İş Kanunu’nun 21. maddesinin birinci fıkrasında işe başlatmama tazminatının alt ve üst sınırları gösterilmiş olup; söz konusu tazminatın belirtilen sınırlar arasında işçinin kıdemi, fesih sebebi gibi olgular dikkate alınarak belirlenmesi gerekir. Üst sınırın aşılmasının tek istisnası 2821 sayılı Sendikalar Kanunu’nun 31. maddesindeki sendikal nedenle yapılan fesihlerdir. Anılan maddeye göre feshin sendikal nedene dayanması halinde işe başlatmama tazminatının işçinin en az bir yıllık ücreti tutarında belirlenmesi gerekir. Dairemizin uygulaması bu yöndedir. Dairemiz yıllık ücretli izinle ilgili 53. maddedeki kıdem sürelerini dikkate alarak altı ay ile beş yıl arasında kıdemi olan işçi için dört, beş yıl ile on beş yıl arasında kıdemi olan işçi için beş, on beş yıldan fazla kıdemi olan işçi için altı aylık ücreti tutarında işe başlatmama tazminatın belirlenmesini öngörmekte, fesih sebebine göre bu miktarlarda azami sınır sekiz aya kadar da çıkmaktadır.

İşletme gerekleri ile fesihte emeklilik nedeninin gösterilmesi ve davacının emekliliğe hak kazanması halinde işe başlatmama tazminatı alt sınırdan belirlenmektedir.

Dosya içeriğine göre söz konusu tazminatın davacının altı aylık ücreti tutarı olarak belirlenmesine karar verilmesi hatalıdır. Fesih nedenine ve davacının çalışma süresine göre davacının beş aylık ücreti tutarı olarak belirlenmesi dosya içeriğine uygun düşecektir.

Belirtilen nedenlerle, 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinin 3. fıkrası uyarınca, hükmün bozulmak suretiyle ortadan kaldırılması ve aşağıdaki gibi karar verilmesi gerekmiştir.

1-Mahkemenin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararının BOZULARAK ORTADAN KALDIRILMASINA,

2-İşverence yapılan FESHİN GEÇERSİZLİĞİNE,

3-Davacının kanuni sürede işe başvurmasına rağmen, işverenin süresi içinde işe başlatmaması halinde ödenmesi gereken tazminat miktarının işçinin beş aylık ücreti olarak belirlenmesine,

4-Davacının işe iade için işverene süresi içinde başvurması halinde hak kazanılacak olan ve kararın kesinleşmesine kadar doğmuş bulunan en çok dört aylık ücret ve diğer haklarının davacıya ödenmesi gerektiğinin belirlenmesine,

5-Karar tarihi itibariyle alınması gerekli olan 25,20 TL karar ve ilam harcından, peşin alınan 24,30 TL harcın mahsubu ile bakiye 0,90 TL karar ve ilam harcının davalıdan tahsili ile hazineye irad kaydına,

6-Davacı vekille temsil edildiğinden, karar tarihinde yürürlükte olan tarifeye göre 1.500,00 TL vekâlet ücretinin davalıdan alınıp davacıya verilmesine,

7-Davacı tarafından yapılan 1.048,85 TL yargılama giderinin davalıdan alınıp davacıya verilmesine, davalının yaptığı yargılama giderinin üzerinde bırakılmasına,

8-Peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine kesin olarak oybirliğiyle 10.03.2014 tarihinde karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — 02 Oca 2015, 21:10


HAPİS CEZASI SINIRLARI / ALT SINIR / ÜST SINIR / DURUŞMASIZ EVRAK ÜZERİNDE YAPILAN İNCELEME

T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
E. 2006/5-178
K. 2006/163
T. 20.6.2006
HAPİS CEZASI SINIRLARI
ALT SINIR
ÜST SINIR
DURUŞMASIZ EVRAK ÜZERİNDE YAPILAN İNCELEME
5237 s. TÜRK CEZA KANUNU (1) [Madde 49]
5237 s. TÜRK CEZA KANUNU (1) [Madde 61]
5252 s. TÜRK CEZA KANUNUNUN YÜRÜRLÜK VE UYGULAMA ŞEKLİ HA… [Madde 9]
15 yaşını bitirmeyen öz kızının, zorla birden fazla ırzına geçerek kızlığını bozmak suçundan hükümlünün, 765 sayılı TCY’nın 414/2, 80, 418/2 ve 417. maddeleri uyarınca 24 yıl 12 ay ağır hapis cezası ile cezalandırılmasına, hakkında aynı Yasanın 31, 33 ve 40. maddelerinin uygulanmasına ilişkin Ordu Ağır Ceza Mahkemesince verilen 21.05.2003 gün ve 271-133 sayılı hüküm, Yargıtay 5. Ceza Dairesince 30.09.2004 gün ve 5321-6278 sayı ile hükümlünün cezasının TCY’nın 13 ve 29/6. maddeleri uyarınca 24 yıl ağır hapse indirilmesi suretiyle düzeltilerek onanmıştır.
Hükümlünün 5237 sayılı Yasa hükümleri uyarınca durumunu yeniden değerlendiren Ordu Ağır Ceza Mahkemesince 03.06.2005 gün ve 187-161 sayı ile; evrak üzerinde yapılan inceleme sonunda;
Hükümlünün,
a- 5237 sayılı Yasa’nın 103/1-2. maddeleri uyarınca 9 yıl,
b- Aynı Yasanın 43/1. maddesi uyarınca cezasının 1/4 oranında arttırılarak 11 yıl 3 ay,
c- 103/3. maddesi uyarınca cezasının 1/2 oranında arttırılarak 16 yıl 10 ay 15 gün,
d- 103/4. maddesi uyarınca cezasının 1/2 oranında arttırılarak 25 yıl 3 ay 22 gün hapis cezası ile cezalandırılması,
Gerektiği,
Bu durumda 5237 sayılı Yasa hükümlerinin hükümlü aleyhine olduğu kabul edilerek, önceki hükümle hükmolunan 24 yıl ağır hapis cezasının 5252 sayılı Yasanın 6. maddesi uyarınca hapis cezasına dönüştürülmek suretiyle, hükümdeki sair hususların aynen korunmasına karar verilmiştir.
Re’sen temyize tabi olan hüküm, hükümlü tarafından da temyiz edilmekle, dosyayı inceleyen Yargıtay 5. Ceza Dairesince 20.03.2006 gün ve 2055-2081 sayı ile;
“… 5252 sayılı Yasanın 9/1. maddesi; 1 Haziran 2005 tarihinden önce kesinleşmiş hükümlerle ilgili olarak TCK.nun lehe olan hükümlerinin derhal uygulanabileceği hallerde duruşma yapılmaksızın da karar verilebileceğini öngörmüşse de; sonradan yürürlüğe giren kanunla suçun unsurlarında, sair cezalandırılabilme şartlarında, suçun karşılığında öngörülen ceza yaptırımlarında ve bir cezaya mahkum olmaya bağlı kanuni neticelerindeki değişikliklerin ve bunların uygulama olanaklarının değerlendirilebilmesi, olaya tatbik imkanı bulunan yasanın belirlenebilmesi, değişen temel ceza ve artırım indirim oranları belirlenirken taktir hakkının isabetli kullanılabilmesi, her iki yasayla ilgili değerlendirme sonuçlarının denetime olanak verecek şekilde kararda gösterilmesi ve gerektiğinde kesinleşen önceki hükümde değişiklik yapılabilmesi için duruşma açılıp tüm bunların neden ve gerekçeleri de gösterilerek hüküm kurulması gerektiği gözetilmeden dosya üzerinde yazılı şekilde karar verilmesi,
5377 sayılı Yasa ile 5237 sayılı Kanuna 61/7. maddenin eklenmesinden önce, aynı yasanın lehe düzenleme içeren 49/1. maddesine göre bir suç için tayin edilecek cezanın yirmi yıldan fazla olamayacağının nazara alınmaması,
Kanuna aykırı, hükümlünün temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan ve re’sen de temyize tabi hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK.nun 321. maddesi uyarınca bozulmasına…” karar verilmiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığı ise 06.06.2006 gün ve 20563 sayı ile;
5237 sayılı Yasayla temel ceza üzerinden yapılan uygulamalar sonucu, sonuç cezanın 20 yılın üstünde tayin edilmesinin mümkün kılındığı,
5377 sayılı Yasanın 7. maddesi ile 5237 sayılı Yasanın 61. maddesine eklenen 7. fıkra ile sınırsız olan sonuç cezanın sanıklar lehine 30 yıl ile sınırlandığı,
5252 sayılı Yasanın 9/1. maddesi uyarınca 1 Haziran 2005 tarihinden önce kesinleşmiş hükümlerle ilgili olarak TCY’nın lehe olan hükümlerinin derhal uygulanabileceği hallerde duruşma yapılmaksızın da karar verilebileceği gerekçeleriyle itiraz yasa yoluna başvurularak, Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 20.03.2006 gün ve 2055-2081 sayılı bozma kararının kaldırılarak, Ordu Ağır Ceza Mahkemesinin 11.7.2005 tarih ve 187-161 sayılı kararının onanmasına karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
Özel Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlıklar;
1- 5377 sayılı Yasa ile 5237 sayılı Yasanın 61. maddesine eklenen fıkranın 5237 sayılı Yasanın 49. maddesinde düzenlenmiş bulunan hapis cezasının üst sınırını 30 yıl olarak sınırlandırdığı mı, yoksa 20 yıl olan üst sınırı 30 yıla yükselttiği mi?
2- Duruşmasız, evrak üzerinde yapılan inceleme sonunda verilen kararın yöntem bakımından isabetli olup olmadığı,
Noktalarında toplanmaktadır.
1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Yasada cezaların içtimaına yer verilmemiş, süreli hapis cezalarını düzenleyen 49. maddenin 1. fıkrasında ise; “Süreli hapis cezası, kanunda aksi belirtilmeyen hallerde bir aydan az, yirmi yıldan fazla olamaz”şeklinde, 765 sayılı Yasanın 13 ve 15. maddelerindeki düzenlemelere benzer şekilde düzenlenmiştir.
Cezanın belirlenmesini düzenleyen 5237 sayılı Yasanın 61. maddesinin ilk halinde, 765 sayılı Yasanın 29. maddesine benzer şekilde, cezanın tayin ve tespitinde dikkate alınacak ölçütlere yer verilmesine rağmen, 765 sayılı Yasanın 29. maddenin 6. fıkrasında yer alan, “Cezalar artırılır veya eksiltilirken kanunun sureti mahsusada tayin ettiği ahval müstesna olmak üzere her nevi ceza için muayyen olan hudud tecavüz edilemez” hükmüne 5237 sayılı Yasanın 61. maddesinde yer verilmemiş, 29.06.2005 gün ve 5377 sayılı Yasanın 7. maddesi ile 61. maddeye eklenen 7. fıkrayla, “Süreli hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı bu madde hükümlerine göre belirlenen sonuç ceza, otuz yıldan fazla olamaz.”şeklindeki hükümle, her suç için hükmolunacak sonuç ceza otuz yıl olarak sınırlandırılmış, bu husus Yasanın değişiklik gerekçesinde; “Kanunun 49 uncu maddesine göre, aksine hüküm bulunmayan hallerde, süreli hapis cezasının alt sınırı bir ay, üst sınırı ise yirmi yıldır. Bu alt ve üst sınır, ilgili suç tanımındaki temel ceza açısından belirlenmiştir. Bu itibarla, 49 uncu madde hükmü, sonuç ceza bakımından bir sınır oluşturmamaktadır. Başka bir deyişle, somut olayla ilgili olarak belirlenen sonuç ceza yirmi yıldan fazla olabilecektir. Ancak, bu durumda belirlenen sonuç cezaya yine de bir sınırlama gereği bulunmaktadır. Böyle bir sınırlama, müebbet hapis cezasında koşullu salıverilme için infaz kurumunda geçirilmesi gereken asgari süre bakımından önem taşımaktadır. Bu ihtiyaç nedeniyle, 61 inci maddeye eklenen yedinci fıkra ile, hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı belirlenen sonuç cezanın otuz yıldan fazla olamayacağı kabul edilmiştir.” şeklinde belirtilmiştir.
5237 sayılı TCY’nın Adalet Komisyonu Raporundaki, “Madde başlığı ve gerekçesi madde metninin ayrılmaz bir parçasını oluşturmaktadır” biçimindeki açıklama uyarınca, metinle çelişmeyen gerekçenin maddenin yorumlanmasında dikkate alınması gerekmektedir.
Yasa Koyucunun 5377 sayılı Yasa’nın 7. maddesi ile 49. maddede herhangi bir değişiklik yapmaksızın anılan düzenlemeyi cezanın belirlenmesini düzenleyen 61. maddeye eklemesi ve değişiklik gerekçesi birlikte değerlendirildiğinde, 49. maddede yer alan düzenlemenin sonuç cezayı değil, temel cezayı gösterdiği, bu yeni düzenleme ile hürriyeti bağlayıcı cezaya bir üst sınır getirmenin amaçlandığı, yasa değişikliğinin aleyhe değil lehe olduğu anlaşılmaktadır.
5237 sayılı Yasanın diğer hükümlerinin incelenmesinden de bu husus açıkça ortaya çıkmaktadır, şöyle ki; 5237 sayılı Yasanın, Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticaretini düzenleyen 188. maddesinde, 1. fıkrada, imal, ithal veya ihraç fiilerinin cezası on yıldan az olmamak üzere hapis cezası olarak belirlenmiş, 4. fıkrada, uyuşturucunun eroin, kokain, morfin veya baz morfin olması halinde verilecek cezanın yarı oranında, 5. fıkrasında ise bu suçların bir suç örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde verilecek cezanın yarı oranında arttırılacağı hükmüne yer verilmiştir. Maddenin 1. fıkrasındaki suçun yaptırımının üst sınırının 5237 sayılı Yasanın 49. maddesi uyarınca 20 yıl hapis olduğunda bir kuşku bulunmamaktadır, bu hükmün temel cezayı değil sonuç cezayı da kapsadığının kabulü halinde, mahkemece 1. fıkra uyarınca üst sınırdan ceza tayin edildiği taktirde, diğer fıkraların hiçbir şekilde uygulama olanağı olamayacak, alt sınırdan ceza tayin edildiği taktirde dahi, 4 ve 5. fıkralardaki artırımlar uygulandığında hapis cezası yirmi yılı aşacağından, diğer fıkraların uygulanması olanaksız hale gelecektir, bu kabul yasa koyucunun açık iradesine aykırı olduğu gibi, yasanın sistemine de uygun bir çözüm değildir.
5237 sayılı Yasanın 49. maddedeki düzenlemenin, sonuç cezayı değil, yasada alt ve üst sınırın gösterilmemesi halinde, temel cezayı tayinde dikkate alınacak ölçütleri gösterdiği saptanmakla, Yargıtay C.Başsavcılığının bu yöne ilişkin itirazı yerinde olup, kabulüne karar verilmelidir.
İkinci uyuşmazlık konusuna gelince;
Ayrıntıları Ceza Genel Kurulu’nun, 27.12.2005 gün ve 162/173; 30.1.2006 gün ve 10/8 sayılı kararlarında da vurgulandığı üzere;kesin yargı haline gelmiş bir hükümde sonradan yürürlüğe giren ve lehte hükümler içeren yasaya dayalı bulunan değişiklik yargılamasında, her iki yasanın ilgili tüm hükümleri, önceki hükümde sabit kabul edilen olaya uygulanmak suretiyle belirlenmeli, bu belirleme herhangi bir inceleme, araştırma, kanıt tartışması ve takdir hakkının kullanılmasının gerekmediği;
Eylemin suç olmaktan çıkarılması,
Ceza sorumluluğunun kaldırılması,
Önceki hükümle belirlenen cezanın bir değerlendirme ve takdir gerektirmemesi gibi hallerde,
Evrak üzerinde;
Sonraki yasa ile;
Suçun unsurlarının veya özel hallerinin değiştirilmiş olması,
Cezanın tayininde 5237 sayılı TCK.nun 61 inci maddesi gözetilerek cezanın tayin ve taktirinin gerekmesi,
Önceki hükümde cezanın asgari haddin üzerinde tayini nedeniyle bu olguların 5237 sayılı Yasanın 61. maddesi uyarınca tartışılmasının gerekmesi,
Artırım ve indirim oranlarının belirlenmesinin takdiri gerektirmesi,
Seçimlik cezalardan birinin tercihinin söz konusu olması,
Seçenek yaptırımların yada cezanın kişiselleştirilmesini gerektiren hallerin değerlendirilmesinin gerekmesi,
Durumlarında ise duruşma açılarak değerlendirme yapılmalıdır.
Somut olayda, mahkemece evrak üzerinde inceleme yapılmış ve Yargıtay C.Başsavcılığınca da uygulamanın 5252 sayılı Yasanın 9/1. maddesine uygun olduğundan bahisle hükmün onanması istenmekte ise de, hükümlüye isnat edilen suçların unsurlarında yapılan değişiklikler, TCY’nın 61. maddesi uyarınca cezanın tayin ve taktirinin gerekmesi nedeniyle incelemenin duruşmalı olarak yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Yerel Mahkemece de hükümlü hakkında temel ceza taktiren asgari haddin üzerinde tayin edilmek suretiyle, artırım ve indirimler bu miktar üzerinden yapılmıştır, temel cezanın asgari hadden tayini ve sair uygulamaların, aynı şekilde yapılması halinde,
Hükümlü;
a- 5237 sayılı Yasa’nın 103/1-2. maddeleri uyarınca 8 yıl,
b- Aynı Yasanın 43/1. maddesi uyarınca cezasının 1/4 oranında arttırılarak 10 yıl,
c- 103/3. maddesi uyarınca cezasının 1/2 oranında arttırılarak 15 yıl,
d- 103/4. maddesi uyarınca cezasının 1/2 oranında arttırılarak 22 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılacak, bu uygulamada da 5237 sayılı Yasa hükümleri hükümlü lehine olacaktır, bu husus dahi incelemenin mutlaka duruşmalı olarak yapılmasını gerektirdiğini gösterdiğinden, Yargıtay C.Başsavcılığının bu yöne ilişen itirazı yerinde olmayıp reddine karar verilmelidir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle,
1- Yargıtay C.Başsavcılığının ( 1 ) nolu itiraz nedeninin KABULÜNE, Özel Daire ilamındaki “5377 sayılı Yasa ile 5237 sayılı Kanuna 61/7. maddenin eklenmesinden önce, aynı yasanın lehe düzenleme içeren 49/1. maddesine göre bir suç için tayin edilecek cezanın yirmi yıldan fazla olamayacağının nazara alınmaması” yönündeki bozma nedeninin karardan çıkarılmasına,
2- Yargıtay C.Başsavcılığının duruşmasız inceleme yapılabileceği yönündeki itiraz nedeninin REDDİNE,
3- Dosyanın mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 20.06.2006 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.

MER’A / BELEDİYE SINIRLARI İÇİNDE KALAN TAŞINMAZ

T.C.

YARGITAY

Onyedinci Hukuk Dairesi
E: 2006/1673
K: 2006/2874
T: 04.04.2006
MER’A
BELEDİYE SINIRLARI İÇİNDE KALAN TAŞINMAZ
Özet: Somut olayda davaya konu taşınmazların belediye sınırları içinde kaldığı konusunda uyuşmazlık yoktur. 4342 sayılı Kanun ‘un geçici 3. maddesinde değişiklik yapan 5334 sayılı Kanun’un 1. maddesinin ikinci fıkrasında; belediye ve mücavir alan sınırları içerisinde kalan ve 01.01.2003 tarihinden önce kesinleşen imar planları içerisindeki yerleşim yerleri olarak işgal edilerek mer’a olarak kullanımı teknik açıdan mümkün olmayan yerlerin, ot bedeli alınmaksızın tahsis amacı değiştiri­lerek Hazine adına tescillerinin yapılacağı, ancak bu nitelikteki taşınmazlardan ilgili belediye ve kamu kurum ve kuruluşları adına tescil edilmiş olanların tescilleri bedel talep edilmeksizin aynen devam edeceği hükme bağlanmıştır. Bilgisine başvurulan yerel bilirkişiler, taşınmazların öncesinin mer’a olduğunu haber vermişlerdir. Bu durumda mahkemece, belediye adına oluştu­rulan tapu kaydı gereği gibi yerine uygulanıp, kapsamı belirle­nerek sonucuna göre karar verilmesi gerekir.
4342 s. MERA KANUNU [Geçici Madde 3]
Taraflar arasındaki tespite itiraz davası üzerine yapılan yargılama sonunda: Davanın kabulüne ilişkin verilen hüküm davalı E… Belediye Baş­kanlığı tarafından süresi içinde temyiz edilmekle, dosya incelendi, gereği düşünüldü:
Kadastro sırasında 318 ada 19, 48, 49, 50, 51, 52, 53, 54 parsel sayılı sırasıyla 1833.53 – 45.92 – 91.58 – 234.66 – 25.32 – 45.20 – 877.79 – 528.13 metrekare yüzölçümündeki taşınmazlar tapu kaydı nedeniyle E… Belediyesi adına tespit edilmiştir. Askı ilan süresi içinde davacı Hazine taşınmazların mer’a olduğuna, tespite esas alınan tapu kaydı idari yoldan oluştuğundan geçerli bulunmadığına dayanarak dava açmıştır. Mahkemece, davanın kabu­lüne ve dava konusu parsellerin mer’a vasfı ile Hazine adına özel siciline kayıt ve tesciline karar verilmiş, hüküm davalı E… Belediye Başkanlığı tarafından temyiz edilmiştir.
Mahkemece hüküm yerinde yazılı nedenlerle davanın kabulüne karar verilmiş ise de yapılan araştırma, inceleme ve uygulama hüküm kurmaya yeterli bulunmamaktadır. Kadastro sırasında taşınmaz belediye encümen kararına dayalı olarak E… Belediyesi adına otlakiye vasfı ile oluşturulan 26.08.1964 tarih 14 sıra nolu tapu kaydına dayalı olarak belediye adına tespit edilmiş, davacı Hazine taşınmazların mer’a olup idari yoldan belediye adına oluşturulan tapu kaydına değer verilemeyeceğini ileri sürerek dava açmıştır. Taşınmazların belediye sınırları içerisinde kaldığında uyuşmazlık yoktur. 20.04.2005 tarihinde kabul edilen ve 4342 sayılı Mer’a Kanunu’nun geçici 3. maddesinde değişiklik yapan 5334 sayılı Yasa’nın 1. maddesinin ikinci fık­rasında belediye ve mücavir alan sınırları içerisinde kalan ve 01.01.2003 tarihinden önce kesinleşen imar planları içerisinde yerleşim yerleri olarak işgai edilerek mer’a olarak kullanımı teknik açıdan mümkün olmayan yerlerin ot bedeli alınmaksızın tahsis amacı değiştirilerek Hazine adına tescillerinin yapı­lacağı, ancak bu nitelikte taşınmazlardan ilgili belediye ve kamu kurum ve kuruluşları adına tescil edilmiş olanların tescilleri bedel talep edilmeksizin aynen devam edeceği hükme bağlanmıştır. Bilgisine başvurulan yerel bilirki­şiler, taşınmazların öncesinin mer’a olduğunu haber vermişlerdir. Bu durumda belediye adına oluşturulan tapu kaydının gereği gibi yerine uygulanıp kap­samının belirlenmesi gerekir. Tapu kaydının evrakı müsbitesi arasında hari­tasının bulunduğu anlaşılmaktadır. Haritada mikyas ve kenar uzunlukları açıkça gösterilmiştir. Hal böyle olunca haritanın uygulama kabiliyetinden yoksun olduğu yönündeki fen bilirkişisi görüşüne katılma olanağı yoktur. Bu durumda dayanak tapu kaydı ve haritası taşınmazları ve öncesini iyi bilen elverdiğince yaşlı ve yansız kişilerle fen bilirkişisinden oluşturulacak bilirkişi kurulu aracılığıyla gereği gibi yerlerine uygulanıp, taşınmazların kayıt ve haritası kapsamında kalıp kalmadıkları kesin olarak saptandıktan ve yukarıda yazılı yasa hükmü gereğince taşınmazların mer’a olarak kullanılmalarının teknik açıdan mümkün olan yerlerden olup olmadığı da araştırıldıktan sonra deliller birlikte değerlendirilip hasıl olacak sonuca göre bir karar vermek gerekirken bu yönlerin gözardı edilerek yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru olmadığı gibi, kabule göre de mer’aların tescile tabi yerlerden olmadığı düşünülmeden Hazine adına tescili yoluna gidilmiş olması da doğru değildir.
Davalı belediyenin temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (BOZULMASINA) ve peşin alınan harcın istek halinde temyiz edene geri verilmesine 04.04.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.