Etiket arşivi: Yargıtay kararı:

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU ESAS NO. 2005/13-97 KARAR NO. 2005/150-TEMYIZ SONRASI ISLAH

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS NO. 2005/13-97
KARAR NO. 2005/150
KARAR TARİHİ. 16.3.2005

OLUMLU VEYA OLUMSUZ BIR KARAR VERILMEYEN MADDI TAZMINAT YÖNÜNDEN TEMYIZ SONRASI ISLAHIN MÜMKÜN OLDUĞU YÖNÜNDEKI DIRENME KARARININ USULE UYGUN OLDUĞU- TEMYIZ SONRASI ISLAH YAPILMAYACAĞINA İLİŞKİN 1948 TARIHLI İBK. KARARININ DEĞERLENDIRILMESI 

DAVA : Taraflar arasındaki "tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Adana 7.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 02.04.2003 gün ve 2002/83 E- 2003/278 K. sayılı kararın incelenmesi davacı ve davalılardan Selçuk Gürbüz vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13.Hukuk Dairesinin 17.02.2004 gün ve 2003/17324-2004/1659 sayılı ilamı ile; 
( … Davacılar, davacılardan Serpil Sunar’ın hamile kaldığını, bu davacıyı hamileliği döneminde davalılardan Doğuş Tıp Merkezi Ltd.Şti. istihdam ettiği diğer davalı Dr.Selçuk Gürbüz’ün gözetim ve kontrolünde bulundurduğunu, doğacak çocuğun sağlıklı olacağı bildirilmesine rağmen küçük Doğuşcan’ın elleri ve ayakları anomili olarak doğduğunu, bunda davalıların kusurlarının bulunduğunu ileri sürerek fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmak suretiyle şimdilik 50.000.000.000 TL. maddi ve manevi tazminatın tahsilini istemişler, 12.04.1999 tarihinde verdikleri açıklama dilekçelerinde de şimdilik küçük Doğuşcan için 15.000.000.000 TL. maddi 15.000.000.000 TL. manevi yine Doğuşcan’ın ilerde geçireceği ameliyat için ayrıca 10.000.000.000 TL. maddi diğer davacılar için de 10.000.000.000 TL. manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır. 

Mahkemece, 20.000.000.000 TL. manevi tazminatın tahsiline karar verilmiş; tarafların temyizi üzerine dairemizce bozulmuş, mahkemece bozmaya uyulmuş ve bilirkişi kurullarından rapor alındıktan sonra davacıların ıslah dilekçeleri de göz önünde bulundurularak ve hesap bilirkişisi raporu esas alınmak suretiyle küçük Doğuşcan’ın iş gücü kaybı nedeniyle toplam 53.662.765.175 TL. tazminatın tahsiline karar verilmiş; hüküm, davacılar ve davalılardan Selçuk Gürbüz tarafından temyiz edilmiştir. 
1-Dosyadaki yazılara ve mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve bozmanın şumulü dışında kalarak kesinleşen cihetlere ait temyiz itirazlarının incelenmesi artık mümkün olmamasına göre davacıların tüm, davalının sair temyiz itirazlarının reddi gerekir. 
2-Mahkemece verilen önceki karar dairemizce, davacıların çocukları Doğuşcan' ın iş gücü kaybı nedeniyle 15.000.000.000 TL., ilerde yapılacak ameliyat masrafları için de 10.000.000.000 TL. tazminat talepleri bulunmasına karşın, bu istek kalemleri yönünden olumlu olumsuz bir karar verilmemesinin doğru bulunmadığı gerekçesiyle bozulmuş, mahkemece, bozmaya uyulduktan sonra en son hesap bilirkişisinden 10.3.2003 tarihinde ek rapor alınmış, davacılar da bu raporun alınmasından sonra 12.3.2003 tarihli dilekçeleri ile harçlarını da ikmal etmek suretiyle anılan rapor doğrultusunda karar verilmesi için ıslah talebinde bulunmuşlar, Mahkemece de davacıların bu talepleri kabul edilmiştir. Oysa ki, 4.2.1948 tarih ve 1944/10 esas ve 1948/3 karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da açıkça belirtildiği gibi ıslah, soruşturma ve yargılama bitinceye kadar yapılabilip, Yargıtay’ca karar bozulduktan sonra bu yoldan yararlanmaya olanak yoktur. Mahkemenin bu hususu gözardı ederek bozmadan sonra davacıların ıslah taleplerini kabul etmek suretiyle yazılı şekilde hüküm kurmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir… ), 

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. 

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: 

KARAR : Davacılar vekili, davacılardan Serpil'in hamileliği boyunca muayene, kontrol ve tetkiklerinin davalı doktor Selçuk Gürbüz tarafından yapıldığını, her defasında, hamileliğin sağlıklı ve normal gittiğinin, her şeyin yolunda olduğunun söylendiğini, ancak, sonuçta elleri ve ayakları tam oluşmayan bir bebeğin ( davacı küçük Doğuş Can Sunar'ın ) dünyaya geldiğini, bu anomalinin davalı doktorun ihmal ve kusurundan kaynaklandığını, onu istihdam eden diğer davalının da doğan zarardan sorumlu olduğunu ileri sürerek, fazlaya dair hak saklı kalmak kaydıyla, 50 milyar TL. maddi ve manevi tazminatın davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiş; bu miktarın ne kadarının maddi, ne kadarının manevi tazminata ilişkin olduğunu ve her bir davacı için hangi miktarların istenildiğini açıklamamış; 12.04.1999 günlü cevaba cevap dilekçesinde ise, eldeki davada, küçük Doğuşcan'ın ömür boyu uğrayacağı işgücü kaybı sebebi ile 15.000.000.000 TL. maddi; yaşayacağı manevi ızdırap ve acılardan dolayı 15.000.000.000 TL. manevi; ailesinin yaşadığı manevi acı ve ızdırap nedeniyle 10.000.000.000 TL. manevi; Doğuşcan'ın geçireceği ameliyatlar ve tedavisi için de 10.000.000.000 TL. maddi tazminat istenildiğini belirtmiş ve istemini bu şekilde açıklamıştır. 

Davacılar vekili, 12.03.2003 günlü dilekçeyle,dava dilekçesinde saklı tutulmuş olan fazlaya ilişkin hak kapsamında, bilirkişi raporundaki hesaplama üzerinden davadaki maddi tazminat istemini ıslah yoluyla 53.662.765.178 TL.ye yükseltmiştir. 
Davalı Selçuk Gürbüz vekili bebeğin anomalilik taşımasında davalı doktorun herhangi bir kusur ve ihmalinin bulunmadığını, davalının gerekli mesleki tecrübeye ve yeterliliğe de sahip olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir. 
Davalı Doğuş Tıp Merkezi Ltd.Şti. vekili ise, davalı şirkete sorumluluk düşmeyeceğini, anomalinin genetik faktörlerden kaynaklandığını savunarak davanın reddini istemiştir. 

Yerel Mahkeme, 17.05.2000 günlü birinci kararında, olayda davalı doktorun tanı yanlışlığı nedeniyle 3/8 oranında kusurlu olduğu yolundaki Adli Tıp Kurumu raporunu esas alarak, davanın kısmen kabulüne, 20.000.000.000 TL. manevi tazminatın davalılardan müteselsilen tahsiline hükmetmiş; bu karar Özel Dairece, davacıların maddi tazminat istekleri hakkında inceleme ve araştırma yapılmamasının ve bu konuda olumlu veya olumsuz bir karar verilmemiş olmasının yanlışlığına işaretle bozulmuş; Mahkeme bozmaya uyduktan ve bozma doğrultusunda yeniden inceleme ve araştırma yaptıktan sonra; alınan Adli Tıp raporlarında, davalı doktorun olayda 3/8 oranında kusurlu bulunduğunun ve çocuğun %95 oranında meslekte kazanma gücünü yitirmiş sayılacağının belirtildiği, hesap konusundaki bilirkişi raporuna göre de toplam zararın 53.662.765.178 TL. olduğu, dava dilekçesindeki 15.000.000.000 TL. tazminat isteminin, bilirkişi raporundaki hesaplama esas alınarak sonradan ıslah yoluyla artırıldığı gerekçesiyle ve ıslahın geçerliliğini benimseyerek, toplam 53.662.765.178 TL. maddi tazminatın davalılardan müteselsilen tahsiline, fazlaya ilişkin istemin reddine karar vermiştir. 

Davacı vekili ile davalılardan Selçuk Gürbüz vekilince temyiz edilen karar, Özel Dairece, davacılar vekilinin tüm, davalı Selçuk Gürbüz vekilinin diğer temyiz itirazların reddedilmek suretiyle, anılan davalı yararına yukarıdaki gerekçeyle bozulmuş, davacı vekilinin karar düzeltme istemi de reddedilmiş; Yerel Mahkeme, 17.05.2000 günlü birinci kararın, davacıların maddi tazminat istekleri yönünden hiçbir inceleme ve araştırma yapılmamış, olumlu ya da olumsuz bir karar verilmemiş olması nedeniyle bozulduğunu, bu durumda, anılan birinci karardan önce bu istek hakkında soruşturma ve yargılamanın bittiğinden ve karara bağlandığından söz edilemeyeceğini, söz konusu isteklerle ilgili olarak ilk kez ( direnmeye esas, ikinci ) kararda hüküm kurulduğunu, dolayısıyla birinci bozmadan sonraki ıslahın geçerli olduğunu gerekçe göstererek önceki kararında direnmiş; direnme karanını davalılardan Selçuk Gürbüz vekili temyiz etmiştir. 
Davacılardan Serpil Sunar'ın hamileliği sırasında muayene, kontrol ve tetkikleri davalı şirket tarafından işletilen özel hastanede, diğer davalı doktor Selçuk Gürbüz tarafından yapılmış, sonuçta el ve ayakları yönünden anomalili bir bebek dünyaya gelmiştir. 
İçerikleri yukarıda açıklanan; Yerel Mahkemenin birinci kararı ile ona ilişkin bozma ilamı, bozmaya uyularak verilen ( direnmeye esas ) karar ve bozmanın içerik ve kapsamları itibariyle Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, birinci kararın bozulmasından sonra istek miktarı yönünden yapılan ıslahın geçerli olup, olmadığı; bu ıslah esas alınmak suretiyle hüküm kurulmasına usulen olanak bulunup, bulunmadığı noktasında toplanmaktadır. 

Uyuşmazlığın açıklanan bu niteliği karşısında, ıslah konusundaki yasal durum hakkında aşağıdaki açıklamaların yapılmasında yarar görülmüştür. 

Bilindiği üzere, ıslah, taraflardan birinin usule ilişkin bir işlemini, bir defaya mahsus olmak üzere kısmen veya tamamen düzeltmesine olanak tanıyan ve karşı tarafın onayını gerektirmeyen bir yoldur. 
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'ndaki Islaha İlişkin Düzenlemeler: 
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 83. ve ardından gelen maddelerinde ıslah kurumu ayrıntılı şekilde düzenlenmiş; 83.maddede, davanın her iki tarafının da, yargılama usulüyle ilgili bir işlemini kısmen veya tamamen ıslah edebileceği, ancak aynı dava içerisinde bu yola sadece bir kez başvurulabileceği; 84.maddede, ıslahın tahkikata tabi olan davalarda tahkikatın, tahkikata tabi olmayan davalarda ise yargılamanın bitimine kadar yapılabileceği belirtilmiştir. Sonraki hükümler, ıslahın şekline ve sonuçlarına ilişkin düzenlemeleri içermektedir. 
Yeri gelmişken, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 84. maddesindeki kuralın ve o çerçevede tahkikat kavramının irdelenmesinde yarar vardır: 

Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 213. ve izleyen maddeleri hükümlerine göre, tahkikat evresi, tarafların layihalarının verilmesinden veya bunlar için belirli olan sürelerin geçmesinden sonra, hakimin, yargılama ve hüküm için davanın yeterince aydınlanmadığı kanısına varması halinde, tarafları duruşmaya çağırmasıyla başlar; tarafların veya vekillerinin duruşmada dinlenmelerinden sonra, gerektiğinde çekişmeli hususlar hakkında tarafların delillerinin toplanmasıyla ve bunların incelenmesiyle sona erer. Tahkikat evresinin ardından, sözlü yargılamanın da ( Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu md. 377 ve devamı ) tamamlanmasından sonra, davanın hüküm verilecek derecede aydınlanmış olması halinde hüküm verilir ve tefhim edilir. 
Buna göre, tahkikat kavramı, layihalarla yeterince aydınlanmamış olan bir davada, tarafların duruşmaya çağrılmalarıyla başlayıp, çekişmeli yönlere ilişkin taraf delillerinin toplanmasıyla biten ve uygulamada, davaların tamamına yakın bölümünde gerçekleşen bir evreyi ifade etmektedir. Vurgulanmalıdır ki; tahkikat evresi, bozmanın içerik ve kapsamına göre, bazı hallerde bozmadan sonra da gerçekleşebilir. Ancak, 84.maddedeki "tahkikata tabi davalarda tahkikat bitinceye kadar" ifadesinden, Kanunun, tahkikat ve hüküm arasında düzenlediği sözlü yargılama evresinde ıslaha izin vermediği sonucu çıkarılabilmektedir. 

Uyuşmazlıkla doğrudan ilgisi bulunduğundan, 04.02.1948 gün ve 1948-3 esas, 1944-10 karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının metni, sadece gerekli kısaltmalar yapılarak aşağıya alınmıştır: 
"1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile usul hükümleri beyanına giren 'ıslah' müessesesi ile; açılmış olan bir davada usule müteallik olmak üzere yapılan yanlışlıkları, bir defaya mahsus olmak üzere tamamen veya kısmen düzeltmek imkanı sağlanmıştır. ..Bir dava açıldıktan sonra. .. davayı, sebebi olan vakıalar sonradan öğrenilerek düzeltmek ve deliller safhasında yeni deliller ikame etmek lüzum ve zarureti hasıl olabilir ve iyi niyet sahibi olan taraflar bu yanlışlıkları ve unutulmuş şeyleri 'ıslah' yoluyla düzeltir veya tamamlayabilirler. Bu fasıl hükmünün sağladığı bu önemli faidelerine mukabil davanın her hangi bir safhasında bu hükümlerin uygulanması davaların sonu alınamayacak suretle uzamasına da yol açabileceğinden bu değerli ve faydalı hükümlerin sadelik ve çabukluk esasını hedef tutan umumi usul prensiplerine uygun bir şekilde hızlandırılması da tatbikatın gösterdiği lüzum ve icaplarından bulunmaktadır. Konunun aydınlanması ve anlaşmazlığın çözümü bakımından olaya temas eden Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun seksendördüncü maddesi hükmü kanunumuzun mehazı olan Noşatel Usul Kanununun iş bu seksendördüncü maddemize tekabül -eden yetmişsekizinci maddesi hükmü ile birlikte mütalaa edilmek icap eder. Noşatel Usul Kanununun yetmişsekizinci maddesinde 'ıslah'ın duruşmanın sonuna kadar "JusÄu'a la cloture des debast" ve teşkilatımızı hedef tutan seksendördüncü maddede 'ıslah; tahkikata tabi olan davalarda tahkikat bitinceye ve tabi olmıyanlarda muhakeme hitamına kadar yapılabilir' denilmekle bahis konusu yetmişsekiz ve seksendördüncü maddelerin açık ibarelerinden 'ıslah'ın yalnız tahkikat ve yargılama safhalarında yani tahkikat bitinceye ve hüküm verilinceye kadar mümkün olabileceği kastedildiği ve tahkikat ve yargılama devresinden sonra tarafların bu hakkı kullanamayacakları anlaşılmaktadır. Kanunumuzun temyiz faslında ve hususiyle 430. maddede hüküm temyizen bozulduktan sonra da ıslahın cari olabileceğine dair sarih ve zımni bir hüküm mevcut olmamasına ve aksine tahkikat ve hüküm devreleri gösterilmek suretiyle bir devre ve zaman ile takyid edildiğine göre seksendördüncü maddenin mücerret ıtlakına bakılarak bu istisnai yolun hükmün Yargıtay’ca bozulmasından sonraki safhalara da şumulünün kabul edilmesi bozma karariyle kazanılan hakları ihlal edebileceği gibi tamamen 'ıslah' suretiyle davanın değiştirilmesi hallerinde de işin sonuçlanması güçleşir. Ve bu suretle bu müesseseden beklenilen gayeye ve çabukluk esaslarına aykırı düşer. 

Netice; Dava açıldıktan sonra mevzuunda, sebebinde ve delillerde ve sair hususlarda usule müteallik olmak üzere yapılmış olan yanlışlıkları bir defaya mahsus olmak üzere düzeltmek ve eksiklikleri de tamamlamak imkanını veren ve mahkeme kararına lüzum olmadan tarafların sözlü ve yazılı beyanlarıyla yapılabilen 'ıslah'ın; Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun seksendördüncü maddesinin açık hükmü dairesinde tahkikat ve yargılama bitinceye kadar yapılabilip Yargıtay'ca hüküm bozulduktan sonra bu yoldan faydalanmanın mümkün olamayacağına… 

a-İçtihadı Birleştirme Kararının Amacı ve Değerlendirilmesi: Metni yukarıya alınmış olan İçtihadı Birleştirme Kararının şu iki temel saptamayı içerdiği görülmektedir: 
-Islah, iyiniyetli tarafın, davayı açtıktan veya kendisine karşı bir dava açıldıktan sonra öğrendiği olgularla ilgili yanlışlıklarını düzeltmesine, eksiklikleri tamamlamasına, bu çerçevede yeni deliller sunabilmesine olanak sağlayan bir kurumdur. 
-Ne var ki, taraflardan birine davanın herhangi bir aşamasında ıslah olanağı tanınması, davaların sonu alınamayacak şekilde uzamasına neden olmak gibi bir sakıncayı da içermektedir. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 84. maddesinde, ıslahın yalnızca tahkikat bitinceye ve hüküm verilinceye kadar yapılabileceği öngörüldüğüne ve temyiz faslında da, bozmadan sonra dahi ıslahın olanaklı bulunduğuna dair açık veya örtülü bir hüküm yer almadığına göre, Kanunun bu olanağı bir devre ve zaman ile sınırlandırdığı kabul edilmelidir. Dolayısıyla, 84.maddenin soyut iznine bakılarak, bu istisnai yolun bozmadan sonraki aşamalara da yaygınlaştırılması, bozmaya uyulmasıyla kazanılan hakları ihlal edebileceği gibi, davanın tamamen ıslah edildiği hallerde, işin sonuçlandırılmasını da güçleştirir. O halde, ıslahla ilgili kuralların, yargılamanın sadeliği, basitliği ve çabukluğunu amaçlayan diğer usul hukuku ilkeleriyle bağdaşacak şekilde yorumlanması; bozmadan sonra ıslahın mümkün olmadığı sonucuna varılması zorunludur. 
Bu saptamalar, somut uyuşmazlığı ilgilendiren yönleriyle basite indirgendiğinde, anılan İçtihadı Birleştirme Kararında bozmadan sonra ıslahın mümkün olmadığı sonucuna varılırken, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun yukarıda irdelenen 84.maddesindeki kural yanında, bozmaya uyulmakla oluşan usuli kazanılmış hakların ihlali endişesinin de etken olduğu görülmektedir. Bu endişenin nedeni şudur: Bir davada verilen hükme yönelik bozma ilamı doğaldır ki, bozmanın kapsam ve gerekçelerine bağlı olarak değişebilmekle birlikte genellikle, tarafların hak ve borçlarının hukuksal dayanak, nitelik, miktar ve kapsamları gibi yönlerden, davanın ondan sonraki seyrini belirler; mahkemece bozmaya uyulması halinde, uyma sonrasında hangi işlemlerin ve araştırmaların yapılması gerektiğini ortaya koyar. Dolayısıyla, mahkemenin bozmaya uyması, davanın artık bozmada gösterilen yön, kapsam ve sınırlar çerçevesinde sonuçlandırılacağı anlamını taşır. O nedenle de, uyma kararı, bozma kendisinin yararına olan taraf bakımından usuli kazanılmış hak oluşturur ve mahkeme uyduğu bozma kararının gereklerini yerine getirmekle yükümlüdür. Dairece bir inceleme yapılmadığından, bu yönden inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir. 

SONUÇ : Yukarıda açıklanan gerekçeyle, Yerel Mahkemenin direnmesi yerinde görüldüğünden, davalı Selçuk Gürbüz vekilinin esasa ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 13.Hukuk Dairesine gönderilmesine 16.3.2005 gününde oyçokluğu ile karar verildi. 

MUHALEFET ŞERHİ : 
Dava, doktor kusuruna dayalı maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Dava dilekçesinde zarar kalemleri açıklanmamış ise de, davacılar vekili 12.04.1999 tarihli cevaba cevap dilekçesinde, talep edilen maddi ve manevi zararların ayrıntılı açıklamasını yapmıştır. Mahkemece, 20.000.000.000 Lira manevi tazminatın davalılardan tahsiline ilişkin verilen kararın taraflarca temyiz edilmesi üzerine, Dairemizin 25.01.2001 gün ve 2001/10462-674 sayılı ilamında, davalıların tüm temyiz itirazları red edildikten sonra, davacıların maddi tazminat istekleri hakkında olumlu veya olumsuz bir karar verilmemesi usul ve yasaya aykırı bulunarak karar bozulmuştur. Bozmaya uyan mahkemece maddi tazminat zararı ile ilgili araştırma yapılmış, davacılar zararının 53.662.765.178 Lira olarak tespit edilmesi üzerine, davacılar vekili, verdiği 12.03.2003 tarihli ıslah dilekçesi ile, 15.000.000.000 Lira olarak açıkladığı maddi tazminat miktarını ıslah dilekçesiyle artırarak 53.662.765.178 Lira olarak talep etmiştir. Bu defa mahkemece toplam 53.662.765.178 Lira maddi tazminatın davalılardan tahsiline karar verilmiş, Dairemizin 17.02.2004 tarihli bozma ilamında ise, 04.02.1948 tarih ve 1944/10 esas ve 1948/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı gereğince bozma sonrası ıslahın usulen mümkün olamayacağı gerekçesi ile yerel mahkeme kararı yeniden bozulmuştur. 
Genel Kurulun Sayın Çoğunluğunca da benimsenen yerel mahkeme kararında; maddi tazminat isteği ile ilgili olarak, daha önceden hiçbir inceleme yapılmadığı ve karar verilmediği, bu durumda bozma sonrası ıslahın mümkün olabileceği kabul edilmiştir. 
Şu hususu hemen belirtmek gerekir ki, uygulamaları bir esasta toplamak, duraksamalara yer vermemek ve M.K. nun 1.maddesi anlamında uygulamada meydana gelen boşlukları doldurmak amacı güden İçtihadı Birleştirme Kararları ilke kararlarıdır ve benzer konularda Yargıtay Genel Kurullarını, Dairelerini ve Adliye Mahkemelerini bağlar. Bu aynı zamanda Yargıtay Kanunu’nun 45.maddesinin de emredici hükmü gereğidir. Bir başka anlatım ile İçtihadı Birleştirme Kararı o konuda yeni bir yasa çıkarılması anlamına gelmektedir. Yargıtay’ın da kökleşmiş inançları bu yöndedir. ( Hukuk Genel Kurulunun 20.02.1963 gün ve 4/71-21 sayılı, 3.Hukuk Dairesinin 10.04.1970 gün ve 1124-1508 sayılı kararları ). Şayet, değişik nedenlerle İçtihadı Birleştirme Kararlarının değiştirilme ihtiyacı hissedilirse bunun usul ve şekli de Yargıtay Kanunu 45/111.maddesi hükmünde açıklanmıştır. O halde yürürlükte olan İçtihadı Birleştirme Kararlarına uyulması bir zorunluluktur. 
Bu açıklamalardan sonra, 04.02.1948 gün ve 1944/10 esas 1948/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının içerik ve somut dava konusu olaydaki uyuşmazlığı uygulanabilirliği yönünden irdelenmesine gelince; Anılan İçtihadı Birleştirme Kararının konusu aynen şöyledir. “Bir davanın tahkikat ve yargılaması sonunda verilmiş olan hüküm Yargıtay’ca bozulduktan sonra da tarafların ıslah isteminde bulunmalarına usul hükümlerince cevaz olup olmadığı hususunda Yargıtay İkinci Hukuk Dairesinin 03.11.1934 tarih ve 2473-3316 ve Dördüncü Hukuk Dairesinin 26.11.1943 tarih ve 4549-3301 sayılı kararlarını havi ilamları arasında meydana gelen aykırılığın giderilmesi..” 04.02.1948 tarihli İçtihadı Birleştirme kararından aynen alınan bu ifadelerden de açıkça anlaşılacağı gibi, İçtihadı Birleştirmenin konusunu “bozma sonrası ıslahın olup olamayacağı” hususu oluşturmaktadır. İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde; Bozma kararının usul veya esastan olması gibi bir sınırlama getirilmemiştir. Konunun gündeme alınıp tartışmaya açıldığında ise, konuya bir sınırlama getirilmesi, şayet bozma usuli bir nedenle ise, bozma sonrası da ıslaha olanak verilmesi yönünde görüşler bildirilmiştir. Hatta Ticaret Dairesi Başkanı rahmetli Faiz Yörükoğlu bu konudaki tereddütlerini, “..bozmanın mahiyetine göre iş değişir, tebligattan dolayı bozma vukubulduğu taktirde tahkikat yeniden başlıyor demektir. Şu halde bozmanın mahiyetine göre bozmadan sonra da ıslah cari olabilir.” sözleriyle dile getirmiştir. Aksi yöndeki görüşler ve tüm tartışmalardan sonra, kararın gerekçesinin bir bölümünde “kanunumuzun temyiz faslında ve hususiyle 430.uncu maddede hüküm temyizen bozulduktan sonra da ıslahın cari olabileceğine dair sarih ve zımni bir hüküm mevcut olmamasına ve aksine tahkikat ve hüküm devreleri gösterilmek suretiyle bir devre ve zaman ile takyit edildiğine göre Seksendördüncü maddenin mücerret ıtlakına bakılarak bu istisnai yolun hüküm Yargıtay’ca bozulmasından sonraki safhalara da şumulünün kabul edilmesi bozma kararı ile kazanılan hakları ihlal edebileceği gibi, tamamen ıslah suretiyle davanın değiştirilmesi hallerinde de işin sonuçlanması güçleşir ve bu suretle bu müesseseden beklenilen gayeyi ve çabukluk esaslarına aykırı düşer” denilmiş ve netice olarak da; “…ıslahın; Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunun Seksendördüncü maddesinin açık hükmü dairesinde tahkikat ve yargılama bitinceye kadar yapılabilip, Yargıtay’ca hüküm bozulduktan sonra bu yoldan faydalanmanın mümkün olmayacağına…” şeklinde karar verilmiştir. 

Yukarıda da değinildiği gibi, İçtihadı Birleştirme Kararları ilke kararları olup, anılan ilke kararında bozmanın usul ve esastan olması gibi bir ayrım gözetilmeksizin, bozma sonrası ıslah müessesesinden yararlanmanın mümkün olmadığı açık bir şekilde kararlaştırılmıştır. 

Dairemizin özellikle ilk bozmasının içeriğine gelince; Bozma ilamında açıkça, davacıların, işgücü kaybı olarak 15.000.000.000 Lira, tedavi gideri olarak 10.000.000.000 Lira olmak üzere toplam 25.000.000.000 Lira da maddi tazminat isteği olduğu halde bu konuda olumlu veya olumsuz bir karar verilmemesi bozma nedeni olarak gösterilmiştir. Davacıların isteyebileceği tüm zararların tespit ve hüküm altına alınması gibi bir bozma gerekçesi yoktur. Zaten bu şekildeki bir bozmanın HUMK.nun 74.maddesin de ifadesini bulan taleple bağlılık ilkesine aykırı olacağı açıktır. Böyle bir davada elbette mahkemece, davacıların isteyebileceği maddi zararlar öncelikle belirlenecektir. Sözü edilen İçtihadı Birleştirme Kararı karşısında saklı tutulan fazlaya ilişkin hakların ise, ancak ek dava ile talep edilmesi mümkündür. Yerel mahkemece ilk bozma sonrası vaki olan ıslah talebi kabul edilmiş olup, Dairemiz ikinci bozmasında da 04.02.1948 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararı karşısında bunun mümkün olmadığı vurgulanmıştır. Gerçekten de artık bozma sonrası ıslah müessesesinden yararlanma olanağı kalmamıştır. 04.02.1948 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararının gerek tartışmalarında gerekse gerekçe bölümünde bu husus tartışılmış ve usuli bozma esastan bozma ayrımı yapılmadan “BOZMA SONRASI ISLAHIN MÜMKÜN OLMADIĞI” ilkesi kabul edilmiştir. 

Açıklanan tüm bu nedenlerle, 04.02.1948 tarih ve 1944/10 esas, 1948/3 karar sayılı kararında belirtilen “Bozma sonrası ıslah olmaz” ilkesine uygun düşmeyen yerel mahkeme kararını benimseyen sayın çoğunluk kararına katılmıyoruz.

Yargıtay, Boşanma Yargıtay kararı: Çeyiz Eşyasının Geri Verilmesinde, Zamanaşımı 10 Yıl

YargitayYargıtay, boşanma sonrası çeyiz eşyalarının aynen geri verilmesi istemli davaların her zaman açılabileceğine, bu davalarda zaman aşımı uygulanmayacağına karar verdi.

Eşinden boşanan bir kadın, “evlenirken yanında götürdüğü çeyiz eşyalarının eski eşinin konutunda kaldığını, boşanmalarından bugüne kadar davalı tarafından eşyalarının geri verilmediğini” belirterek, çeyiz eşyalarının ve evlendikten sonra alınan eşyaların yarısının kendisine aynen iadesine, bu mümkün olmadığı takdirde dava tarihi itibarıyla eşyaların tutarının yasal faiziyle birlikte eski eşinden tahsiline karar verilmesi istemiyle dava açtı.
Pınarhisar Asliye Hukuk Mahkemesi, çift arasındaki boşanma davasının 2006′da kesinleştiğini, eşya davasının ise 2008′de açıldığını belirterek, Türk Medeni Kanunu’nun, “Evliliğin boşanma sebebiyle sona ermesinden doğan dava hakları, boşanma hükmünün kesinleşmesinin üzerinden bir yıl geçmekle zaman aşımına uğrar” hükmünü içeren 178. maddesi gereğince bir yıllık zaman aşımı süresinin dolduğunu gerekçe gösterdi ve davayı zaman aşımından reddetti.
Pınarhisar Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kararının temyiz edilmesi üzerine dosyayı görüşen Yargıtay 8. Hukuk Dairesi, yerel mahkemenin kararını bozdu.
Dairenin kararında, mahkemenin zaman aşımından davanın reddi yönündeki kararının, somut olguya uygun düşmediği belirtilerek, bir davada maddi olayları ileri sürmenin taraflara, hukuki nitelendirmeyi yapmanın ve dayanılan kanun maddesini belirlemenin ise hakime ait olduğu vurgulandı.
Davacının öncelikle eşyaların aynen iadesini, bu olmadığı takdirde eşyaların bedellerinin tazminini istediği anımsatılan kararda, eşyaların geri istenmesi davasının “istihkak davası” olarak kabul edilmesi gerektiğine işaret edildi.

“İstihkak davası her zaman açılabilir”

Kararda, davanın, Türk Medeni Kanunu’nun, “kişisel malların nelerden ibaret olduğunu” öngören 220, “her eşin yasal sınırlar içinde kişisel malları ile edinilmiş mallarını yönetme, bunlardan yararlanma ve bu mallar üzerinde tasarrufta bulunma hakkına sahip olduğunu” içeren 223/1, “her eş diğer eşte bulunan mallarını geri alır” düzenlemesine yer veren 226/1 ve “belirli bir malın eşlerden birine ait olduğunu iddia eden kimse iddiasını ispat etmekle yükümlüdür” hükmünü içeren 222/1 maddelerine dayalı olarak açıldığının kabul edilmesi gerektiği ifade edildi.
Dairenin kararında, şu tespitler yapıldı:
“Mahkemece yapılacak araştırma ve inceleme sonucu istenen eşyaların aynen mevcut olduğunun saptanması halinde uyuşmazlık bu açıdan mülkiyet hakkına dayandığından olayda zaman aşımı söz konusu olamaz. Eşlerden her biri kişisel eşyalarını her zaman mal rejiminin sona ermesinden önce ya da sonra isteyebilir. Bu istek mal rejiminin tasfiyesi halinde istenilecek katkı payı, değer artış payı veya artık değere katılma alacağı olarak nitelendirilemez ve değerlendirilemez. Bu tür eşyalarla ilgili dava boşanmanın eki niteliğinde davalar olarak da düşünülemez. O halde eşyaların aynen geri verilmesine ilişkin istihkak davaları her zaman açılabildiğinden zaman aşımına tabi değildirler.”

Eşyalar yoksa toplam bedel tazminat niteliğinde

Kararda, dava konusu eşyaların aynen mevcut olmadığının belirlenmesi halinde ise eşyaların toplam bedeline karar verilmesi gerekeceğinden, bu halde somut olayda zaman aşımının söz konusu olacağına dikkat çekildi.
Tarafların 2002′de evlenip, 2004′te açılan ve 2006′da kesinleşen kararla boşandıkları belirtilen kararda, başka bir mal rejimini seçtiklerini ileri sürmediklerine göre evlendikleri tarihten boşanma davasının açıldığı tarihe kadar eşler arasında yasal edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu ve taraflar arasındaki geçerli mal rejiminin boşanma davasının açıldığı tarihte sona erdiği kaydedildi.
Daire, eşyaların aynen mevcut olmaması halinde ise istenen eşya bedelinin tazminat niteliğinde olduğuna karar vererek, olayda Türk Medeni Kanunun 178. maddesi değil, aynı kanunun 5. maddesi yoluyla Borçlar Kanununun 125. maddesinde öngörülen 10 yıllık zaman aşımı süresinin uygulanması gerekeceğini vurguladı.
Kararda, “Boşanma kararının kesinleştiği 2006 yılından eldeki eşya davasının açıldığı 2008 yılına kadar Borçlar Kanununun 125. maddesinde belirtilen 10 yıllık zaman aşımı süresi henüz geçmediğinden, işin esasına girilerek iddia ve savunma doğrultusunda toplanacak deliller çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken olayda uygulama yeri olmayan Türk Medeni Kanununun 178. maddesinde öngörülen 1 yıllık zaman aşımı süresinin geçtiği görüşüyle davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir” denildi

Yargıtay;Boşanma Yargıtay kararı: Mal Rejimi Dava Zamanaşımı süresi 1 yıl

Boşandıktan sonra eşler birbirlerine karşı 10 yıl içinde mal rejimi alacakları, katılım payları için dava açabiliyorlardı. Yargıtay 8. Hukuk Dairesi son kararında dava zamanaşımı süresini 1 yıl olarak belirledi. Bundan en büyük zararı boşanan kadınlar görecek