Etiket arşivi: SONUCU

İş Kazası Sonucu Maluliyet, Maddi Tazminat Hesaplama

Yargıtay 21. Hukuk Dairesi
2007/20150 E.2008/1542 K.
Mahkeme : İş Mahkemesi
Konu : Maddi Manevi Tazminat İstemi

ÖZET: Davacı, iş kazası sonucu malüliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesi davasının yapılan yargılaması sonunda; ilamda yazılı nedenlerle gerçekleşen 39.229.10 YTL maddi ve manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte davalılardan T. T. Ltd. Şti.’den alınarak davacıya verilmesine ilişkin hükmün süresi içinde temyizen incelenmesi davalılardan T.T.San. Tic.Ltd.Şti. vekilince istenilmesi ve duruşma talep edilmesi üzerine, dosya incelenerek, işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 05.02.2008 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü davalılardan T.T. San.Tic.Ltd.Şti.vekili Av.R.K.ile davacı asil F. B. ve Vekili Av.M.K.geldiler. Diğer davalı kurum adına kimse gelmedi. Duruşmaya başlanarak hazır bulunan Avukatlar ile asilin sözlü açıklamaları dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek aynı gün Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği konuşulup düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.

Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere göre, davalı T.T. San. Tic. Ltd. Şti.’nin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışındaki diğer temyiz itirazlarının reddine,

Dava zararlandırıcı sigorta olayı sonucu sağ ayağının kırılması nedeniyle %15,20 oranında meslekte kazanma gücünü kaybeden sigortalının maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

Mahkemece maddi tazminat ve manevi tazminat isteminin kısmen kabulüne karar verilmiş ve bu karar süresinde davalı işverenlik tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, sigortalının, iş kazası sonucu sürekli iş göremezlik nedeniyle uğramış olduğu zararın giderilmesi istemine ilişkindir. Kusurun aidiyeti ve oranı uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık, tazminatın belirlenmesi noktasında toplanmaktadır.Tazminatın saptanmasında ise; zarar ve tazminata doğrudan etkili olan işçinin net geliri, bakiye ömrü, iş görebilirlik çağı, iş görmezlik ve karşılık kusur oranları, Sosyal Sigortalar tarafından bağlanan peşin sermaye değeri gibi tüm verilerin hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek şekilde öncelikle belirlenmesi gerektiği tartışmasızdır. Öte yandan tazminat miktarının, işçinin olay tarihindeki bakiye ömrü esas alınarak aktif ve pasif dönemde elde edeceği kazançlar toplamından oluştuğu yönü ise söz götürmez.

Başka bir anlatımla, işçinin günlük net geliri tespit edilerek bilinen dönemdeki kazancı mevcut veriler nazara alınarak iskontolama ve artırma işlemi yapılmadan hesaplanacağı, bilinmeyen dönemdeki kazancının ise; yıllık olarak %10 arttırılıp %10 iskontoya tabi tutulacağı, 60 yaşına kadar (aktif) dönemde, 60 yaşından sonrada bakiye ömrüne kadar (pasif) dönemde elde edeceği kazançların ortalama yöntemine başvurulmadan her yıl için ayrı ayrı hesaplanacağı, hesap raporunun Yargıtay denetimine elverişli olması gerektiği Yargıtay’ın oturmuş ve yerleşmiş görüşlerindendir.

KARAR: Somut olayda 25.04.2007 tarihli asıl ve 17.07.2007 tarihli ek hesap bilirkişi raporlarında davacının asgari ücretin 1,24 kat fazla ücret aldığı açıklandığı halde, asgari ücretin 4 katı civarında bir ücret aldığı kabul edilerek hesap yapıldığı görülmektedir. Davacının 12.08.1998 tarihli gelir bağlama kararındaki ortalama ücreti olay tarihindeki asgari ücretin 2,49 katı civarındadır. Her ne kadar asgari ücretin 4 katı esasa alınarak bulunan ücretler kesinleşen rücu davasındaki tavan hesabına esas 26.06.2001 tarihli rapordaki ücretlerle uyumlu gibi gözükse de anılan raporda da davacının asgari ücretin 2,49 katı ücret aldığı kabul edilerek hesaplama yapıldığı açıklandığı halde, hesaplamanın 4 kat üzerinden yapılması karşısında hesaba esas alındığı açıklanan ücretle, hesaplama sırasında uygulanan ücret arasında uyumsuzluk olduğu ortadadır.

Öte yandan 05.05.1963 doğumlu davacının aktif devre hesabının 60 yaşını bitirdiği 05.05.2022 tarihine kadar yapılması gerekirken 31.12.2025 tarihine kadar yapılması keza pasif devre hesabının ise PMF tablosuna göre bakiye ömrünün sonu olan 18.01.2031 tarihine kadar yapılması gerekirken, 31.12.2033 tarihine kadar yapılmak suretiyle maddi tazminatın fazla çıkarıldığı da açıktır. Hal böyle olunca da maddi tazminatın hesabına esas ücretin nasıl bulunduğu belli olmayan, aktif ve pasif devrelerin uzun tutulduğu giderek Yargıtay denetimine elverişsiz hesap raporunun maddi tazminatın belirlenmesine esas alınması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davalı T.T.San. Tic. Ltd. Şti.’nin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, davalılardan T.T. San.Tic.Ltd.Şti. yararına takdir edilen 550.00 YTL. Duruşma Avukatlık parasının karşı tarafa yükletilmesine, temyiz harcının istek halinde davalılardan Temel Taş’a iadesine, 05.02.2008 gününde oybirliğiyle karar verildi

Yargıtay Ceza Daireleri Kararları • KASTEN YARALAMA SONUCU ÖLÜME NEDEN OLMA, KASTEN ÖLDÜRME

YARGITAY 1. Ceza Dairesi
ESAS: 2012/1363
KARAR: 2014/650

SUÇ : Kasten yaralama sonucu ölüme neden olmak

TÜRK MİLLETİ ADINA

Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanığın eyleminin sübutu kabul, haksız tahrike ve takdire ilişen cezayı azaltıcı sebebin derecesi ve niteliği takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümde bozma nedenleri dışında bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanık ve müdafiinin usule, eksik incelemeye, meşru savunmaya yönelen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine,

Ancak;

Oluşa ve dosya kapsamına göre; nakliyecilik yapan sanık Hüseyin’in arkadaşı olan tanık Y.. Ş.. ile birlikte kamyonetine yükledikleri molozları boşalttıkları sırada kamyoneti çapraz park etmeleri nedeni ile maktül Ali’nin, arabası ile yoldan geçemediği ve sanık ile buraya moloz dökemeyecekleri konusunda tartışmaya başladığı, maktülün, sanıktan sürücü belgesi ve ruhsatı istediği, sanığın vermemesi üzerine, yakasından tutarak aşağıya indirdiği ve aralarındaki tartışma sırasında sanığın üzerine yürüyüp yumrukla vurmak için hamle yaptığı ancak vuramadığı; sanığın, belinden çıkardığı ve o sırada tanık Yücel ile tartışmakta olan maktülün karın bölgesine bıçakla şiddetli bir şekilde vurduğu, maktülün karnını tutarak aracına binip uzaklaştığı daha sonra hastanede öldüğü olayda; sanığın eyleminin kasten öldürme suçunu oluşturduğu düşünülmeden, kasten yaralama sonucu ölüme neden olmak suçundan hüküm kurulması,

b- Kabul ve uygulamaya göre; TCK.nun 87/4. maddesinin hangi cümlesi ile uygulama yapıldığının hüküm fıkrasında gösterilmemesi,

Bozmayı gerektirmiş olup, sanık ve müdafiinin sair temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden, hükmün tebliğnamedeki düşünce gibi (BOZULMASINA), sanık hakkındaki hüküm aleyhine temyiz bulunmadığından CMUK.nun 326/son maddesi gereğince sanığın ceza miktarı itibari ile kazanılmış hakkının korunmasına, 11/02/2014 gününde oybirliği ile karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — Çrş Mar 25, 2015 3:21 pm


Yargıtay Ceza Genel Kurulu Kararları • TRAFİK KAZASI SONUCU TAKSİRLE ÖLÜME SEBEBİYET VEREN YAYA, BASİT/BİLİNÇLİ TAKSİR

YARGITAY Ceza Genel Kurulu
ESAS: 2013/10
KARAR: 2014/80

Taksirle bir kişinin ölümüne neden olmak suçundan sanık M.. A..’nin 5237 sayılı TCK’nun 85/1, 62, 50, 52/4 ve 53/6. maddeleri uyarınca 18.200 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına, taksitlendirmeye ve sürücü belgesinin dört ay süre ile geri alınmasına ilişkin, Fatsa 1. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 30.10.2007 gün ve 366-262 sayılı hükmün, sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 28.12.2011 gün ve 15963-10055 sayı ile;

“…Olay tarihinde sanık yayanın aniden yola çıkarak trafik kazasına sebebiyet vererek mobilet sürücüsü A.. Ö..’nün taksirle ölümüne sebebiyet verdiğinden hakkında kamu davası açılmış ve yapılan yargılama sonunda sanığın mahkumiyetine karar verilmiştir.

Yayanın sebebiyet verdiği trafik kazasından dolayı sanık olup olamayacağı sorununun öncelikle çözümlenmesi gerekmektedir.
Taksir, istisnai bir kusurluluk şeklidir. Toplumsal yaşamda belli faaliyetlerde bulunan kimselerin başkalarına zarar vermemek için bir takım önlemler alma ve bazı davranış kurallarına uyma zorunlulukları bulunmaktadır. Bu kurallar toplum olarak yaşama zorunluluğundan doğabileceği gibi, Devletin müdahalesiyle de ortaya çıkabilmektedir. Taksirli suç bu kuralların ihlal edilmesi sonucu belirir. Fail, tedbirli ve öngörülü davranmamış olduğu için cezalandırılır. Bu bakımdan sorumluluğun nedeni, öngörebilme olanak ve ödevinin varlığına rağmen sonuca iradi bir hareketle neden olmak olup Türk Ceza Kanunun 22/2. maddesi; taksiri, ‘dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi’ olarak tanımlamaktadır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun son olarak verdiği 07.06.2011 gün 54-120 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında da vurgulandığı gibi, öğretide ve uygulamada taksirin unsurları;

1- Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması,
2- Hareketin iradi olması,
3- Neticenin iradi olmaması,
4- Hareketle netice arasında nedensellik bağının bulunması,
5-Neticenin öngörülebilir olmasına karşın fail tarafından öngörülememesi, şeklinde kabul edilmektedir. Yayanın karşıdan karşıya geçerken kendisine motorlu bir vasıtanın çarpacağı ve bu vasıtada bulunanların yaralanacağını öngörebilmesinin kabulü toplumda yaygın olan ortak düşünceye aykırıdır. Yayaların motorlu taşıt sürücülerine zarar vereceklerini, bu nedenle daha fazla basiretli davranmaları gerektiğini bildikleri ve cezalandırılmaları gerektiği kabul edilemez. İntihar etmek için kendisini hızla gelen otomobilin altına atan ve kazaya neden olan şahsın amacı, kendi yaşamına son vermek olup sürücünün yaralanabileceğini de önceden görebileceği söylenemez. Bu nedenle taksirin ‘neticenin öngörülebilmesi’ unsuru bu gibi olaylarda gerçekleşmemiştir.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 46-67. maddelerinde sürücülerin uyacakları kurallar, 68-70. maddelerde ise yayalar, hayvanla çekilen veya elle sürülen araçlarla hayvan sürücülerinin ve yarışlar hakkında kurallar düzenlenmiştir. Yayalarla ilgili düzenlemelerde uyacakları kurallar belirtilmiş, ışıklı işaret veya yetkili kişilerin bulunmadığı geçitlerde veya kavşaklarda güvenlikleri açısından araçların uzaklık ve hızını göz önüne almaları, yolu kontrol ederek kendi güvenliklerini sağladıktan sonra en kısa zamanda taşıt yolunu geçebilecekleri hükme bağlanmıştır. Belirtilen kurallara uymayanlar hakkında ise idari para cezasına hükmolunacaktır. Kanun koyucu tarafından da yayanın kendi can güvenliğini sağlaması için bir takım kurallar konulmuş, trafik kazaları ile ilgili 81. madde ve devamı maddelerinde sadece sürücülerden bahsedilmiş, yayaların motorlu taşıt sürücülerine veya başkalarına verebilecekleri zararlardan dolayı cezai sorumlukları yönüne gidilmemiştir. Ayrıca ister kasdi, isterse taksirli olsun, bir fiilin cezalandırılabilmesi için uygunluk, elverişlilik, yeterlilik koşulları gerçekleşmelidir. Bir yayanın motorlu taşıt vasıtasına çarpmasında bu koşulların gerçekleştiği öne sürülemez. Örneğin, bir yayanın otobüse çarpması halinde meydana gelen kazada otobüs içindekilerin ölmesinde veya yaralanmasında, aranılan bu yeterlilik, elverişlilik ve uygunluk koşulları yoktur. Bu nedenle trafik kazasına karışan yayanın TCK’nun 85 veya 89. maddeleri gereğince cezalandırılması ceza hukukunun vurgulanan bu temel kriterlerine aykırıdır.

Bir olayda hukuki sorumluluk ile cezai sorumluluk farklı olup taksirli cezai sorumluluk daha dar olarak düzenlenmiş ve bunun çerçevesi TCK’nun 22. maddesinde çizilmiştir. Trafik kazasında yayanın hukuki sorumluluğunun bulunması cezai yönden de sorumlu olmasını gerektirmez. Yayanın kusurlu olması, yeni Türk Ceza Kanunu uygulamasında sürücünün cezasının belirlenmesinde ve hakkında lehe hükümlerin uygulanmasında nazara alınıp adaletli bir cezalandırma sağlanmaya çalışılmaktadır.

Yayaların kusurlu olmaları tazmini sorumluluğu gerektirir. Meydana gelen kazadan dolayı cezai sorumluluğun var olduğu kabul edilemez.

Bununla beraber Ceza Genel Kurulunun 21.10.1997 gün ve 1997/2-99-202 sayılı kararında sürücüler yanında yayaların da sanık olabileceğini kabul eden tek bir kararı bulunsa da, Ceza Genel Kurulunun gerek bu karardan önce ve gerekse bu karardan sonraki kararları ile ceza dairelerinin istikrarlı uygulamaları yayaların kusurlu davranışları ile birlikte trafik kazasına sebebiyet vermeleri durumunda sadece sürücüler hakkında kamu davası açılmakta ve sanık olarak bunlar gösterilmektedirler.

Her ne kadar Adli Tıp Kurumu Başkanlığı yaya M.. A..’nin olayda asli kusurlu olduğunu belirtse bile tüm açıklanan bu nedenlerden dolayı sanığın beraati yerine mahkumiyetine karar verilmesi,

Kabule göre de, davaya katılan olmadığı halde katılanlar lehine vekalet ücretine hükmedilmesi ve yayalara ait kusuru ihlal eden sanığın sürücü belgesinin geri alınmasına karar verilmesi" isabetsizliklerinden oyçokluğuyla bozulmasına karar verilmiş, Daire Üyeleri G. Y. ve A. Y. “04.06.2006 günü saat 16.00 sıralarında, yaya geçidi olmayan mahalde seyir halinde olan araçların geçişini beklemeden sol taraf orta refuj aralığından sol şerit içerisine geçmek suretiyle sürücü A.Ö.ın kaza yapmasına ve ölmesine neden olan, Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesinin 28.06.2007 gün ve 34296/3539 sayılı raporuna göre de sanık yayanın asli kusurlu olduğu olayda;

Oluş ve kabulde, uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Uyuşmazlık, bu olaya neden olan failin herhangi bir aracı kullanmaması nedeniyle taksirle öldürme suçundan cezalandırılıp cezalandırılamayacağıdır.

Daire çoğunluğunu sanığın cezalandırılamayacağı sonucuna götüren nedenler kararda ayrıntılı olarak izah edilmekle birlikte;
a) Yayalar açısından öngörme unsurunun gerçekleşmeyeceği,

b) Yayaların cezalandırılmasının ceza hukukunun temel ilkelerine aykırı olacağı,

c) Bu güne kadarki uygulamaların da bu şekilde olduğu,

Şeklinde özetlenebilir.

765 sayılı TCK’nın 45. maddesinde, cürümlerde kastın aranacağı kuralına yer verildikten sonra, bu kuralın istisnası olarak ‘failin bir şeyi yapmasının veya yapmamasının neticesi olan bir fiilden dolayı kanunun o fiile ceza tertip ettiği ahval müstesnadır’ hükmüyle, kast olmaksızın da bir kimsenin taksirli davranışı nedeniyle cezalandırılabileceği kabul edilmiş, ancak, taksir tanımlanmamış, bazı hükümlerinde ‘tedbirsizlik’, ‘dikkatsizlik’, ‘meslek ve sanatta acemilik’, ‘nizamat ve evamir ve talimatlara riayetsizlik’ şeklinde taksir kalıplarına yer verilmiştir.

5237 sayılı TCK’nun 21. maddesinin 1. fıkrasında da, suçun oluşmasının kasta bağlı olduğu belirtildikten sonra, 22. maddenin 1. fıkrasında taksirle işlenen fiillerin kanunda açıkça belirtildiği hallerde cezalandırılacağı hükmüne yer verilmiş, 2. fıkrasında ise taksir, ‘dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi’ şeklinde tanımlanmıştır.

Görüldüğü gibi, taksir, istisnai bir kusurluluk şeklidir. Toplumsal yaşamda belli faaliyetlerde bulunan kimselerin başkalarına zarar vermemek için bir takım önlemleri alması ve bazı davranış kurallarına uyması zorunlu olup, bu kurallar toplum olarak yaşama zorunluluğundan doğabileceği gibi, Devletin müdahalesiyle de ortaya çıkabilmektedir. Taksirli suç bu kuralların ihlal edilmesi sonucu belirir, fail tedbirli ve öngörülü davranmamış olduğu için cezalandırılır. Bu bakımdan sorumluluğun nedeni, öngörebilme imkân ve ödevinin varlığına rağmen sonuca iradi bir hareketle neden olmaktan kaynaklanmaktadır.

Taksir sonuçta bir haksızlık biçimidir, taksirli suçun haksızlık unsurunu, dikkat ve özen yükümlüğünün ihlali oluşturmaktadır, ancak, sadece objektif özen yükümlülüğüne aykırı bir davranışın varlığı taksirden dolayı cezalandırılmayı gerektirmez, buna bağlı olarak bir sonucun ortaya çıkması, ortaya çıkan bu sonucun da, fail tarafından öngörülmemiş olsa bile öngörülebilir nitelikle olması gerekmektedir.

Fail, kendi yetenekleri, algılama gücü, tecrübeleri, bilgi düzeyi ve içinde bulunduğu koşullar altında, objektif olarak varolan dikkat, özen yükümlüğünü öngörebilecek ve yerine getirebilecek durumda olmasına rağmen, objektif özen yükümlülüğüne aykırı davranması nedeniyle öngörmediği bir neticenin meydana gelmesine neden olmalı, hareket ile sonuç arasında nedensellik bağı bulunmalı, failin hareketinden bağımsız bir etken sonuca tek başına neden olmamalı, başka bir anlatımla hareket ile sonuç arasındaki nedensellik bağı kesilmemelidir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 09.10.2001 gün ve 181-204; 21.10.1997 gün ve 99-202; 13.12.1993 gün ve 221-317 sayılı kararları başta olmak üzere birçok kararında ve öğretide vurgulandığı gibi failin taksirden dolayı cezalandırılabilmesi için;
Taksirin cezalandırılacağı konusunda kanunda bir hüküm,
Dikkat ve özen yükümlülüğünün yerine getirilmemesi,
Hareketin bilerek ve istenerek yapılması,
Sonucun (neticenin) öngörülebilir olması,
Failin neticeyi istememiş olması,
Hareket ile sonuç arasında nedensellik bağı bulanması,
Şartlarının bir arada bulunması gerekmektedir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Taksirli öldürme suçları gerek 765 gerekse 5237 sayılı TCK’da açıkça düzenlenip yaptırıma bağlanmıştır. Fail yaya dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranmak suretiyle, geçmemesi gereken bir yerden geçmiştir. Failin bu davranışı hem ortak tecrübe kurallarına hem de pozitif hukuk kurallarına aykırıdır. Zira fail yoldan karşıdan karşıya geçerken, Trafik Kanununun 68 ve Yönetmeliğin 138. maddelerine açıkça aykırı davranmıştır. Fail hareketini bilerek ve isteyerek gerçekleştirmiştir. Yola başkası tarafından itilmiş veya yola çıkmak için zorlanmış değildir. Akan bir trafiğe yayanın kendisini atması halinde, bu hareketin trafikte tehlike veya zararlı bir sonuca yol açacağı, makul orta zekâdaki her insan tarafından kabul edilebilecek bir durumdur. Şüphesiz ki doğan sonuç fail tarafından istenmiş değildir, zaten istenmiş olsaydı, taksirden dolayı değil kasten sorumluluğu söz konusu olacaktı. Yayanın hareketi ile doğan sonuç arasında da illiyet bağı bulunmakta, dolayısıyla failin taksirli suçtan cezalandırılması için yasanın aradığı tüm koşullar gerçekleşmiştir.
Ancak burada, taksirli davranışta bulunanın bu davranışı nedeniyle yalnızca kendisinin zarar görmesi hali ile somut olaydaki durum karıştırılmamalıdır. Yerleşik uygulamada, yayalar hakkında davanın açılmaması, fiilin sonucunda yayaların kendilerinin zarar görmesinden kaynaklanmaktadır, yoksa yasada yayaların bu suçun faili olamayacağında veya yayanın davranışlarının taksiri oluşturmayacağından değildir. Zira mevcut yasamızda, taksirli suçlarda faillik açısından hiçbir sınırlama bulunmamaktadır. Elbette kişi intihar etmek için yola atlar ve sonuç gerçekleşirse, meydana gelen sonuçtan yalnızca kendisi zarar gördüğünden bu eylemden dolayı cezalandırılamayacaktır. Peki, bu eylemden yaya değil de, başkaları zarar görürse yine de yayanın cezalandırılamayacağını söyleyebilecek miyiz? Kaldı ki, taksirli suçlardan cezalandırılabilmek için mutlaka sürücü olmaya da gerek bulunmamaktadır. Aracını yol kenarına usulsüz bırakıp da giden kişi bu eyleminden zararlı bir sonuç doğduğunda cezalandırılmamakta mıdır? Sürüyü yoldan geçiren çoban, bu eylemi nedeniyle bir zarara yol açmışsa cezalandırılmamakta mıdır?

Karayolları Trafik Kanununun 3. maddesi ile ‘Trafik’ kavramının yayaların, hayvanların ve araçların karayolları üzerindeki hal ve hareketleriyle açıklandığı, sanığın kusurunun tespitinde bu kanunun belirleyici olduğu ve ceza kanunlarının sadece araç-alet kullananları değil ‘kusuru’ cezalandırdığı da dikkate alındığında sanığın eyleminin karşılıksız kalması da yasa koyucunun amacına ve toplumsal adalete aykırı düşecektir.

Sanık meydana gelen ölüm olayında asli kusurludur, meydana gelen sonuç öngörülebilir bir sonuç olup, fiil ile sonuç arasında da illiyet bağı bulunmaktadır” görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 07.02.2012 gün ve 108714 sayı ile;

“Sanık olay günü yaya geçidi olmayan mahalde seyir halinde olan araçların geçişini beklemeden refuj aralığından sol şerit içerisine geçmek suretiyle yola çıkmış, oluşa uygun Adli Tıp Kurumu Başkanlığının raporuna göre asli kusurla araç sürücüsünün kaza yapmasına ve ölümüne neden olmuştur.

5237 sayılı TCK uyarınca kanunda ancak taksirle işlenebileceği kabul edilen suçlarda eylemin cezalandırılabileceği, TCK’nun İkinci Kısım, Birinci Bölümünde yer alan hayata karşı suçların kasten veya taksirle işlenebileceği, böylelikle suçun tipiklik unsururun varlığı ortadadır.
Eylemin kabahat olarak da yaptırıma bağlanması onun TCK kapsamında suç olmasına engel teşkil etmeyecek, tek eylemin bu şekilde varlığı halinde TCK’nun 44. maddesinin tatbiki ile sorunun çözümüne gidilmesi gerekecektir.

Sanık yaya asli kusurla trafik düzenine aykırı davranmış olup, eylemde ‘işi gereği gibi yapmama, eksik ve kusurlu davranma’ haliyle taksirin unsuru gerçekleşmiştir. Yayanın doğabilecek neticeyi öngörmesi beklenebilir nitelikte olduğundan sorumlu olacağında kuşku bulunmamaktadır. Ayrıca sanığı sorumluluktan kurtaracak üçünçü kişi veya mağdurun, hareket ve netice arasındaki illiyet bağını tamamen kesecek nitelikte kusurlu davranışı yoktur. Bu durumda sanığın neticeye etkili ortak kusuru bulunduğu, cezai yönden sorumluluğu da söz konusu olacağından, bozma ilamının bu kısmı yerinde görülmemiştir.

Bozma ilamının diğer bölümlerinde yer alan ‘Davaya katılan olmadığı halde, katılanlar lehine vekalet ücretine hükmedilmesi ve yayalara ait kusuru ihlal eden sanığın sürücü belgesinin geri alınmasına karar verilmesi’ hususlarının isabetli olduğu, ancak birinci kısımda yer alan bozma nedeninin ortadan kalkması ile diğer kısımların da düzeltilerek onanmasına karar verilebileceği” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.

CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 12. Ceza Dairesince 26.11.2012 gün ve 27090-25174 sayı ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmemesi üzerine dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

Sanığın taksirle bir kişinin ölümüne neden olmak suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda, Özel Daire Çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; bir kişinin ölümü ile sonuçlanan trafik kazasında, asli kusurlu olduğu tespit edilen sanığın yaya olması ve herhangi bir trafik aracını kullanmaması nedeniyle, taksirle ölüme neden olma suçundan cezai sorumluluğunun bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

Suç tarihinde sahile gitmek için Fatsa-Ordu istikametindeki yolu yaya olarak geçen sanığın, orta refüjde sağ tarafına baktığında iki otomobilin yolun sağ şeridinden seyrettiğini görmesine rağmen, seyir halinde olan bu araçların geçişini beklemeden refüj aralığından yola indiği, yol üzerinde sol şeritte otomobillerin geçmesini beklediği sırada otomobillerin arkasından motosikleti ile çıkan ölenin sanığa çarptığı, ikisinin de yere düştükleri, motosiklet üzerinden fırlayarak asfalta düşen motosiklet sürücüsünün olay yerinde hayatını kaybettiği,

Ölüm sebebinin; genel beden ve kafa travmasına bağlı kafatası, boyun omuru, nazal kemiği sağ zigomatik kırıkları ile müterafık beyin doku hasarı sonucu gelişen solunum ve dolaşım durması şeklinde tespit edildiği,

Olay sırasında yaya olan sanık hakkında taksirle ölüme neden olma suçundan kamu davası açıldığı,

Mahkemece yapılan keşif sonucunda trafik bilirkişisi tarafından düzenlenen raporda; motosiklet sürücüsü olan ölenin Karayolları Trafik Kanunun 84. maddesi uyarınca 66. maddedeki; "bisiklet ve motosikletleri kurallara uymadan sürmek" ve 78. maddedeki; "motosiklet kullanırken koruma başlığı kullanmamak" kurallarını ihlal ettiğinden, kazanın oluşumunda 2/8 oranında kusurlu olduğu, yaya olan sanığın ise yaya kusurlarından araçlara ilk geçiş hakkını vermediği, taşıt trafiği için bir zorluk veya engel yaratmamak şartıyla ve yoldan gelen taşıtların uzaklık ve hızını kontrol ederek kendi güvenliğini sağladıktan sonra en kısa doğrultuda ve en kısa zamanda taşıt yolunu geçmesi gerekirken, yine taşıt yoluna girmeden güvenle duramayacak kadar yaklaştığı anlaşıldığından, taşıta ilk geçiş hakkını verip geçişlerini beklemek suretiyle karşıya geçmesi gerekirken bu kuralların ihlali nedeniyle 6/8 oranında kusurlu olduğu yönünde görüş bildirildiği,

Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesinin 28.06.2007 gün ve 3539 sayılı raporunda ise; sanığın olay mahallinde yolun karşı tarafına geçmeden önce seyir halinde olan vasıtaları dikkate alması, geçiş için emniyetli ortamın oluşmasını kaplama dışında beklemesi gerekirken, bahsedilen bu hususlara riayet etmemesi, seyir halindeki vasıtaları dikkate almadan kaplamaya girdiğinde sağ tarafından gelen motosikletten korunma tedbiri almayarak motosikletin sadmesine maruz kalması nedeniyle, devrilen motosikletteki sürücünün ölümü ile neticelenen olayda asli kusurlu olduğu, ölenin idaresindeki motosikletle gündüz görüşe açık ve meskun mahal olan kesimde seyri sırasında yola gereken dikkati vermesi, aracının hızını mahal şartlarına göre ayarlaması gerekirken bahsedilen bu hususlara riayet etmemesi, sol taraf orta refüj aralığından sol şerit içerisine girmiş olan yayaya rağmen mevcut sürati ile seyredip hiçbir tedbire başvurmadan yayaya çarpması ve akabinde motosikletin hakimiyetini kaybetmesi ile meydana gelen olayda tali kusurlu olduğu görüş ve kanaatinin belirtildiği,

Anlaşılmaktadır.

Uyuşmazlığın sağlıklı bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi bakımından, öncelikle taksir ve unsurları üzerinde durulması gerekmektedir.

Kural olarak suç, ancak kastla, işlenebilecekken, kanunda açıkça gösterilen hallerde taksirle de işlenebilecektir. Failin cezalandırılabilmesi için kanunda açık bir düzenleme bulunmasının zorunlu olduğu istisnai bir kusurluluk şekli olan taksir, 5237 sayılı TCK’nun 22/2. maddesinde; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi” şeklinde tanımlanmıştır.

Ceza Genel Kurulunun 07.06.2001 gün ve 54-120 ile 06.10.2009 gün ve 189-220 sayılı kararlarında da; "Taksir istisnai bir kusurluluk şeklidir. Toplumsal yaşamda belli faaliyetlerde bulunan kimselerin başkalarına zarar vermemek için bir takım önlemler alması ve bazı davranış kurallarına uyma zorunlulukları bulunmaktadır. Bu kurallar toplum olarak yaşama zorunluluğundan doğabileceği gibi, Devletin müdahalesiyle de ortaya çıkabilmektedir. Taksirli suç bu kuralların ihlal edilmesi sonucu belirir, fail tedbirli ve öngörülü davranmamış olduğu için cezalandırılır. Bu bakımdan sorumluluğun nedeni, öngörebilme imkân ve ödevinin varlığına rağmen sonuca iradi bir hareketle neden olmaktan kaynaklanmaktadır" açıklamalarına yer verilmiştir.

Öğretide de benimsendiği üzere, Ceza Genel Kurulunun birçok kararında taksirin unsurları;
1- Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması,
2- Hareketin iradi olması,
3- Neticenin iradi olmaması,
4- Hareket ile netice arasında nedensellik bağının bulunması,
5- Neticenin öngörülebilir olmasına rağmen öngörülememiş olması,
Şeklinde kabul edilmektedir.
Uyuşmazlığa konu olayda, diğer şartların gerçekleştiği konusunda bir tereddüt bulunmaması nedeniyle,
5. bentte yer alan neticenin öngörülebilir olmasına rağmen öngörülememiş olması şartının gerçekleşip gerçekleşmediği üzerinde durulmalıdır.

Taksirle gerçekleştirilen bazı eylemlerin suç olarak tanımlanıp cezaî yaptırıma bağlanmasıyla, insanların gittikçe yoğunlaşan ve karmaşık hale gelen toplum hayatı içinde daha dikkatli davranmalarının temin edilmesi amaçlanmaktadır. Kanun ve ortak hayat tecrübesinin sonucu olarak kendisine toplum tarafından yüklenen dikkat ve özen görevini ihlal eden ve bu hareketiyle öngörülebilir zararlı neticeye sebep olan kişinin taksirle işlenen suçlara ilişkin cezaî sorumluluğu benimsenmiş, fakat taksirden sözedilemek için de kanunî tarife uygun fiilin işlenebileceğinin öngörülme imkanının mevcut olması aranmıştır.

Bilindiği üzere, failin iradesi kasten işlenen suçlarda neticeye, taksirli suçlarda ise harekete yöneliktir. Gerek kanun tarafından konulan, gerekse ortak deneyimler ürünü olan kurallara iradi olarak riayetsizlik suretiyle dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranıldığı takdirde, bir takım zararlı neticelerin doğabileceği öngörülebiliyorsa taksir söz konusu olacaktır. Yapılan hareketin neticesi ortak tecrübeye göre öngörülemiyorsa ve hukuken de böyle bir yükümlülük getirilmemişse, taksirli hareketten söz edilemeyecek, "kaza" ya da "tesadüf" olarak adlandırılan bu hal nedeniyle cezai sorumluluk gündeme gelmeyecektir.

Diğer bir anlatımla; taksirle işlenen suçlarda icrai ya da ihmali hareketin iradi olması ve meydana gelen neticenin öngörülebilir olması gerekmekte olup, iradi bir davranış bulunmadığı takdirde taksirden bahsedilemeyeceği gibi, öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi halinde de kaza ya da tesadüf söz konusu olacağından, failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeyecektir. Öngörülebilme, belirli niteliklere sahip olan failin gerçekleştireceği hareketinin zararlı neticelerini tahmin edebilmesi imkanı olarak açıklanabilecek olup, öngörülebilme imkansız ise, kaza ve tesadüf söz konusu olacaktır.

Aslında öngörülebilirlik taksiri kaza ve tesadüften ayırdığı gibi, ayrıca bilinçli – bilinçsiz taksir ayrımında da önem arzetmektedir. 5237 sayılı TCK’nun 22/3. fıkrasında ise bilinçli taksir; “kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi” şeklinde tanımlanmış ve bu halde taksirli suça ilişkin cezanın üçte birden yarıya kadar arttırılacağı hüküm altına alınmıştır.

Buna göre, basit taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırıcı ölçüt; taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörememesi, bilinçli taksir halinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır. Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngörüldüğü halde istenmemiştir. Gerçekten neticeyi öngördüğü halde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin hali, bunu öngörmemiş olan kimsenin hali ile bir tutulamayacağından ve neticeyi öngören kimse ne olursa olsun bu sonucu meydana getirecek harekette bulunmamakla yükümlü olduğundan, neticeyi öngöremeyen faile oranla yaptırımı ağırlaştırılarak cezasının artırılması öngörülmüştür. Özetle, öngörülebilir neticenin öngörülmemiş olması taksirin basit şekli, öngörülebilir neticenin öngörülmüş ancak istenmemiş olması hali ise bilinçli taksir olarak nitelenecek, neticenin istenmesi halinde ise kasıt gündeme gelecektir.

Taksirle işlenen suçlarda "neticenin öngörülebilirliği" şartı ile ilgili olarak Ceza Genel Kurulunun 12.10.2004 gün ve 163-194 sayılı kararında; "Neticenin istenmemiş olması (iradi olmaması), taksirin önemli bir özelliğini oluşturmakta ve onu kasttan ayırmaktadır. Yine, neticenin öngörülebilir olması, taksirin başlıca şartını hatta sınırını oluşturur. Netice öngörülebilir değilse, bu gibi neticeleri doğurabilecek hareketlerde bulunmaktan çekinmesi kimseden doğal olarak istenemeyeceği için, ortada kusurluluk kalmaz ve artık bir kaza veya tesadüfün bulunduğundan söz edilir"; 11.05.2004 gün ve 97-115 sayılı kararında da; "Neticenin öngörülebilmesi (tahmin edilebilmesi) ise failin hareketlerinin sonuçlarını tahmin edebilme yeteneğini ifade eder. Bu bakımdan failce neticenin öngörülebilir olup olmadığının belirlenmesi bakımından failin yaş, görgü, meslek vs. gibi niteliklerinin nazara alınmasını zorunlu kılar. Zira öngörülebilmenin imkansız olması durumunda taksirden değil, kaza ve tesadüflerden söz edilebilir.

Öngörebilme olanağının belirlenmesinde nasıl bir ölçüt uygulanacağı hususu uygulama ve öğretide de tartışılmış, failin kişisel niteliklerini gözönünde bulunduran subjektif görüş eğilim kazanmıştır. Bu görüşe göre failin görgüsü, sosyal seviyesi, yaşam tecrübesi, bedeni ve akli hali, zeka düzeyi gibi hususlar öngörme olanağının belirlenmesinde nazara alınacaktır" açıklamalarına yer verilmiştir.
Öğretide de; sonucun öngörülebilirliğinin, failin içinde bulunduğu, sosyal çevre, mensup olduğu meslek, eğitim durumu, ortak tecrübe, bilgi düzeyi ve failin kişisel özellikleri dikkate alınarak saptanması gerektiği, öngörülebilir sonucun, fiilen meydana gelen sonuç olmayıp, failin yaptığı iradi hareketin neden olabileceği benzer sonuçlar olduğu, fiilen oluşan sonucun sadece genel olarak öngörülebilir olması taksirin varlığı için yeterli olup, sonucun bütün inceliklerinin öngörülmesine gerek bulunmadığı görüşleri ileri sürülmüştür. (Timur Demirbaş, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınları, 8. Bası, İstanbul, 2012, s. 358 vd.; Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayımcılık, 3. Bası, İstanbul, 2013, s. 277; Mahmut Koca – İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınları, 6. Bası, Ankara, 2013, s.219; Hakan Hakeri, Ceza
Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 15. Bası, Ankara, 2013, s.216 vd.)
Bu genel açıklamalardan sonra, Türk Ceza Kanununun taksirle yaralama ve taksirle öldürme suçlarına ilişkin hükümleri ile Karayolları Trafik Kanununun konuyla ilgili düzenlemelerinin gözden geçirilmesi gerekmektedir.

5237 sayılı TCK’nun "Taksirle yaralama" başlıklı 89. maddesi; "(1) Taksirle başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.
(2) Taksirle yaralama fiili, mağdurun;
a) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına,
b) Vücudunda kemik kırılmasına,
c) Konuşmasında sürekli zorluğa,
d) Yüzünde sabit ize,
e) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,
f) Gebe bir kadının çocuğunun vaktinden önce doğmasına,
Neden olmuşsa, birinci fıkraya göre belirlenen ceza, yarısı oranında artırılır.
(3) Taksirle yaralama fiili, mağdurun;
a) İyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalığa veya bitkisel hayata girmesine,
) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine,
c) Konuşma ya da çocuk yapma yeteneklerinin kaybolmasına,
d) Yüzünün sürekli değişikliğine,
e) Gebe bir kadının çocuğunun düşmesine,
Neden olmuşsa, birinci fıkraya göre belirlenen ceza, bir kat artırılır.
(4) Fiilin birden fazla kişinin yaralanmasına neden olması hâlinde, altı aydan üç yıla kadar hapis ccezasına hükmolunur.
(5) Taksirle yaralama suçunun soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlıdır. Ancak, birinci fıkra kapsamına giren yaralama hariç, suçun bilinçli taksirle işlenmesi halinde şikâyet aranmaz",
"Taksirle öldürme" başlıklı 85. maddesi ise; "(1) Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır",
Şeklinde düzenlenmiştir.
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun "Tanımlar" başlıklı 3. maddesinde trafik; yayaların, hayvanların ve araçların karayolları üzerindeki hal ve hareketleri olarak tanımlanmış, "Karayollarında trafiğin akışı" başlıklı 46. maddesinde sürücülerin, 81. maddesinde trafik kazalarına karışanların uymak zorunda olduğu kurallar hüküm altına alınmış ve anılan kurallara uymayanlar için idari para cezaları öngörülmüş, 68. maddesinde ise; Yayaların uyacakları kurallar aşağıda belirtilmiştir.
a) Yayalar, aşağıda sayılan haller dışında, taşıt yolu bitişiğinde ve yakınında yaya yolu, banket veya alan varsa burada yürümek zorundadır.
1. Yönetmelikte belirtilen tedbirler alınmak şartı ile diğer yayalar için ciddi rahatsızlık verecek boyutta eşyaları iten veya taşıyan kişiler ile, taşıt yolunun en sağ şeridinden fazla kısmını işgal etmemek, gece ve gündüz görüşün az olduğu hallerde de imkan oranında tek sıra halinde yürümek şartı ile bir yetkili veya görevli yönetiminde düzenli şekilde yürüyen yaya kafileleri taşıt yolu üzerinde yürüyebilirler.
2. Yayaların yürümesine ayrılmış kısımların kullanılmasının mümkün olmaması veya bulunmaması hallerinde yayalar, bisiklet trafiğine engel olmamak şartı ile bisiklet yolunda bisiklet yolu yoksa taşıt yolu üzerinde, imkan oranında taşıt yolu kenarına yakın olmak şartı ile yürüyebilirler.
3. Her iki tarafında, yaya yolu ve banket bulunmayan veya kullanılır durumda olmayan iki yönlü trafiğin kullanıldığı karayollarında yaya kafileleri dışındaki yayalar, taşıt yolunun sol kenarını izlemek zorundadır.
b) Taşıt yolunun karşı tarafına geçmek isteyen yayaların taşıt yolunu, yaya ve okul geçidi ile kavşak giriş ve çıkışları dışında herhangi bir yerden geçmeleri yasaktır.
Yayalar, bu yerlerden geçerken;
1. Yaya ve okul geçitlerinin bulunduğu yerlerde, geçitte yayalar için ışıklı işaret varsa bu işaretlere uymak,
2. Geçitte yayalar için ışıklı işaret yoksa ve geçit sadece taşıt trafiği ışıklı işareti veya yetkili kişi tarafından yönetiliyorsa geçecekleri doğrultu açıldıktan sonra taşıt yoluna girmek,
3. Işıklı işaret veya yetkili kişilerin bulunmadığı geçitlerde veya kavşaklarda güvenlikleri açısından yaklaşan araçların uzaklık ve hızını göz önüne almak,
Zorundadırlar.
Ancak, yüz metre kadar mesafede yaya geçidi veya kavşak bulunmayan yerlerde yayalar, taşıt trafiği için bir engel teşkil etmemek şartı ile ve yolu kontrol ederek kendi güvenliklerini sağladıktan sonra en kısa doğrultuda ve en kısa zamanda taşıt yolunu geçebilirler.
c) Yaya yollarında, geçitlerde veya zorunlu hallerde taşıt yolu üzerinde bulunan yayaların, trafiği engelleyecek veya tehlikeye düşürecek şekilde davranışlarda bulunmaları veya buraları saygısızca kullanmaları yasaktır.
Bu madde hükümlerine uymayan yayalar 1.800.000 lira para cezası ile cezalandırılırlar" şeklindeki hükme yer verilerek yayaların uyacakları kurallar belirlenmiştir.
Karayolları Trafik Yönetmeliğinin "Karayollarında trafiğin akışı ve karayolunun kullanılması" başlıklı 94. maddesinde; "Karayollarında trafik sağdan akar.
Aksine bir hüküm veya işaret bulunmadıkça karayollarında;
…C) Yayalar;
Bu Yönetmeliğin 95 inci maddesinde sayılan hal ve şartlar dışında;
a) Taşıt yolu bitişiğindeki ve yakınındaki yaya yolu, banket ve alanlarda yürümek, buralarda ve mecburi hallerde taşıt yolunda yürüme halinde bu Yönetmeliğin 138 ncı maddesindeki şartlara uymak,
b) Taşıt yolunun karşı tarafına; yaya ve okul geçitleri ile kavşak giriş ve çıkışlarından, bunların bulunmadığı yerlerde ise, şartlarına uyulmak suretiyle taşıt yolunun uygun kısımlarından geçmek,
c) Yaya ve okul geçitlerinden geçerken, geçidin sağ bölümünden yürümek,
Zorundadırlar",
"Trafik İşaretlerine Uyma" başlıklı 95. maddesinde; "Araç ve hayvan sürücüleri ile yayalar yolu kullanırken;
a) Trafiği düzenleme ve denetlemeye yetkili üniformalı veya özel işaret taşıyan görevlilerin uyarı ve işaretlerine,
b) Işıklı ve sesli trafik işaretlerine,
c) Trafik işaret levhaları, tertipleri ve yer işaretlemelerine,
d) Trafik güvenliği ve düzeni ile ilgili olarak Karayolları Trafik Kanununda ve Karayolları Trafik Yönetmeliğinde gösterilen diğer kural, yasak, zorunluluk ve yükümlülüklere,
Uymak zorundadırlar.
Bunlara uymadaki öncelik yukarıda yapılan sıralamaya göredir",
"Yayalar" başlıklı 138. maddesinde; "Yayaların uyacakları kurallar aşağıda belirtilmiştir.
a) Yayalar taşıt yolu bitişiğinde veya yakınında yaya yolu, banket veya alan varsa buralardan yürümek, her iki tarafında banket bulunan ve kullanılabilir durumda olan yollarda kendi gidiş yönüne göre sol bankette yürümek zorundadırlar.
Ancak;
1) Diğer yayalar için ciddi rahatsızlık ve tehlike verecek boyut veya biçimde eşya iten veya taşıyan kişiler, taşıt yolunun en sağ şeridinde mümkün olan en az kısmı işgal etmek, araçların ilerlemelerine engel olmamak, çarpmayı önleyici ve uyarıcı tedbirleri almak şartıyla taşıt yolu üzerinde yürüyebilirler.
2) Bir yetkili veya görevli yönetiminde düzenli şekilde yürüyen yaya kafileleri taşıt yolunun en sağ şeridinden fazla kısmını işgal etmemek, gece ve gündüz görüşün az olduğu hallerde imkan oranında tek sıra halinde yürümek, araçların hareketlerini engellememek ve güçleştirmemek, çarpmayı önleyici ve uyarıcı tedbirleri almak şartıyla taşıt yolu üzerinde yürüyebilirler.
3) Yayaların yürümesine ayrılmış kısımların kullanılmasının mümkün olmaması veya mevcut bulunmaması halinde, bisiklet yolu varsa bisiklet trafiğine engel olmamak şartıyla bisiklet yolunda, bisiklet yolu yoksa imkan oranında taşıt yolu kenarına yakın olmak şartıyla taşıt yolu üzerinde yürüyebilirler.
4) Her iki tarafında yaya yolu ve banket bulunmayan veya kullanılır durumda olmayan iki yönlü yollarda yaya kafileleri taşıt yolunun sağ kenarında diğer yayalar gidişlerine göre taşıt yolunun sol kenarında yürümek zorundadırlar.
b) Karşıdan karşıya geçişler;
Taşıt yolunun karşı tarafına geçmek isteyen yayalar, taşıt yolunu yaya ve okul geçidiyle kavşak giriş ve çıkışlarından geçmek zorundadırlar.
1) Yaya ve okul geçitlerinin bulunduğu yerlerde yayalar için ışıklı işaret varsa bu işaretlere uymak,
2) Geçitte yayalar için ışıklı işaret yoksa ve geçit sadece taşıt trafiği ışıklı işareti veya yetkili kişi tarafından yönetiliyorsa, geçecekleri doğrultu açıldıktan sonra taşıt yoluna girmek,
3) Işıklı işaret veya yetkili kişilerin bulunmadığı geçitlerde veya kavşaklarda güvenlikleri açısından yaklaşan araçların uzaklık ve hızını göz önüne alarak uygun zamanda geçmek,
Zorundadırlar.
Ancak, 100 metre kadar mesafede yaya geçidi, okul geçidi veya kavşak bulunmayan yerlerde yayalar, taşıt trafiği için bir zorluk veya engel yaratmamak şartıyla ve yoldan gelen taşıtların uzaklık ve hızını kontrol ederek kendi güvenliklerini sağladıktan sonra en kısa doğrultuda ve en kısa zamanda taşıt yolunu geçebilirler.
Yollarda güvenli geçiş, önce sola sonra sağa bakılarak sakınca yoksa taşıt yoluna girmek, geçiş sırasında sola ve sağa bakılarak yürüyüşe devam etmek, taşıt yoluna girmeden güvenle duramayacak kadar yaklaşmış taşıtlar varsa ilk geçiş hakkını onlara verip geçişlerini beklemek suretiyle yapılır.
Yayalar için özel olarak yapılmış alt veya üst geçit, yaya köprüsü veya yaya tüneli gibi tesisler varsa yayalar buralardan yararlanmak zorundadırlar.
c) Yaya yolu bulunmayan yollarda yürümek zorunda kalan yayalar, araç sürücülerine karşı görünürlüklerini sağlamak, can güvenliklerini daha olumlu yönde artırmaları için alaca karanlık ve gece karanlığında üzerlerinde reflektif aksesuar bulundurmak, uyarıcı açık renk elbise giymek veya ışık taşımak gibi tedbirleri almak zorundadırlar.
d) Yaya yollarında, geçitlerde veya mecburi hallerde taşıt yolu üzerinde bulunan yayaların, trafiği engelleyecek, tehlikeye düşürecek davranışlarda bulunmaları, dikkatsiz hareket etmeleri, oynamaları veya bu yerleri saygısızca kullanmaları yasaktır" ,
Şeklinde düzenlemelere yer verilmiştir.

Görüldüğü gibi, ne Karayolları Trafik Kanunu ne de Karayolları Trafik Yönetmeliğinin münhasıran taşıtlara özgülenen kurallardan ibaret olduğu söylenemeyecektir. Zira kanunda bizzat "yayaların, hayvanların ve araçların karayolları üzerindeki hal ve hareketleri" olarak tanımlanan trafiğin tüm unsurlarının sorumlulukları ile ilgili düzenlemeler ayrıntılı bir şekilde öngörülmüştür. Belirtilen kanun ve yönetmeliğin amacı, karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlamak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğundan, bu hükümler sadece yayaların güvenliği için değil, tüm trafik güvenliğini ve düzenini sağlamak için kabul edilmiştir. Yayaların karşıdan karşıya nereden ve nasıl geçecekleri, karayollarında nasıl hareket edecekleri, ilk geçiş hakkının kime ait olduğu gibi hususlar kanuni düzenleme ile açıklanmak suretiyle yayalar da dahil olmak üzere herkesin uymakla yükümlü olduğu hükümler oluşturulmuştur. Bu kapsamda, Trafikte kazaya karışmış olan kişinin ceza hukuku bakımından sorumluluğundan söz edilebilmesi için karayolu trafiği için belirlenmiş olan bu kurallardan en az birini ihlal etmiş olması gerekmektedir.
Diğer taraftan, 5237 sayılı TCK’nun “Taksirle öldürme” başlıklı 85 ve “Taksirle yaralama” başlıklı 89. maddelerindeki hükümler, münhasıran nakil vasıtaları ile işlenen ya da araç sürücüleri tarafından gerçekleştirilen eylemler için kabul edilmediğinden fail herkes olabilecektir. Nitekim 85. maddede; "Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi…", 89. maddede ise; "Taksirle başkasının … neden olan kişi" denmek suretiyle, bu suçun herkes tarafından işlenebileceği kabul edilmiş ve failin herkes olabileceği ortaya konulmuştur. Bu hükümlerde belirli niteliklere sahip faile özgülenmiş suç tipi düzenlenmediğinden, bahse konu suçların münhasıran nakil vasıtaları ile işlenebileceği ya da sadece araç sürücülerinin gerçekleştirdiği eylemlerin taksirle yaralama ya da öldürme suçlarını oluşturacağı ileri sürülemeyecek, kategorik şekilde yayaların bu suçların sanığı olamayacaklarına ilişkin ön kabul de isabetli olmayacaktır.
Kendileri için öngörülen trafik kurallarına uymamak suretiyle kusurlu hareket eden yayalar çoğunlukla bizatihi suçtan zarar görmüş oldukları için, örneğin kusurlu olan yayanın hareketi sonucunda kendi ölümü gerçekleştiği ya da ağır şekilde yaralandığı için yayaların sanık olarak yargılandığı uygulamaların sayıca az olduğu görülmektedir. Ancak bu durum, kusurlu hareket eden ve davranışı sonucunda başkalarının zararına neden olan yayanın taksirle öldürme ya da taksirle yaralama suçlarından sanık olamayacağı anlamına gelmemektedir. Sürücü ya da yayanın, kurallara aykırı hareket ettiğinde bir trafik kazasının meydana gelebileceğini tahmin etme imkanının bulunduğu hallerde öngörülebilirlik şartının gerçekleştiği ve buna bağlı olarak kişinin taksirli hareketinden dolayı sorumlu olması gerektiği kabul edilmelidir.

Nitekim 5237 sayılı TCK’nun 22. maddesinin gerekçesinde de açıkça; “…bir trafik kazasında sürücü ile yaya veya her iki sürücü de taksirle hareket etmiş olabilir. Bu gibi durumlarda neticenin oluşumu açısından her kişinin taksirli fiili dolayısıyla kusurluluğu bir diğerinden bağımsız olarak belirlenmelidir…” denilmek suretiyle meydana gelen trafik kazalarında yayaların da taksirle hareket edebilecekleri belirtilmiştir.

Kaldı ki, taksirli suçlarda öngörülebilir sonucun tüm detaylarının öngörülmesi ya da öngörülebilir olması da şart değildir, yayanın trafik kurallarını ihlal etmek suretiyle aniden yola çıkması halinde bir aracın ona çarpabileceği ya da çarpmamak için direksiyonu kırması nedeniyle trafik düzeninin bozulabileceği, böylelikle de başkalarının hayatı ve vücut bütünlüğüne yönelik olarak yaralanma ya da ölüm olayının gerçekleşebileceği herkes için öngörülebilir bir durumdur. Gerçekleşen neticenin bütün ayrıntı ve inceliklerinin tahmin edilebilir olmasına gerek bulunmayıp, sonucun genel olarak öngörülebilir olması taksirin varlığı için yeterlidir. Bunun yanında yayaların zarara uğrama ihtimalinin daha yüksek olması, araç yoluna kontrolsüz giren yayanın başkalarına zarar vermek suretiyle tehlikeye neden olacağının öngörülebilir olması gerçeğini değiştirmeyecektir.

Benzer uyuşmazlık, 765 sayılı Türk Ceza Kanununun yürürlükte olduğu dönemde Ceza Genel Kurulu kararlarına konu olmuş, 13.12.1993 gün 221-317 sayılı kararda taksirle ölüme ya da yaralanmaya neden olma suçlarında taksirin önceden öngörülebilir olma şartı gerçekleşmediğinden yayaların ceza sorumluluklarının bulunmadığı kabul edilmişken, 21.10.1997 gün ve 99-202 sayılı kararda ise yayaların ceza sorumluluğunun bulunduğu kabul edilerek önceki karardan dönülmüştür.

Öte yandan, yayaların trafik kurallarına uymamaları nedeniyle idari para cezası ile cezalandırılmalarının hüküm altına alınmış olması, TCK’nun 85 veya 89. maddeleri ile cezalandırılmalarına engel teşkil etmemektedir. Trafik kurallarına uymama nedeniyle idari para cezası ile cezalandırılabilir olma durumu araç sürücüleri için de söz konusu olduğundan bu hususun cezai sorumluluk ile karıştırılmaması gerekir.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Suç tarihinde sanığın seyir halinde olan araçların geçişini beklemeden sol taraf orta refüj aralığından yola inip sol şerite geçmek suretiyle motosiklet sürücüsü A. Ö.’ın kendisine çarpmasına ve meydana gelen kaza sonucu ölümüne neden olduğu olayda, yolun karşı tarafına geçmeden önce seyir halinde olan araçları dikkate alma ve geçiş için emniyetli ortamın oluşmasını taşıt yolunun dışında bekleme yükümlülüğü olduğu halde, bu yükümlülüğe uymayarak ve böylece kendisi için öngörülmüş trafik kurallarını ihlal etmek suretiyle yola çıkan sanık, bu davranışı ile bir kazaya sebep olacağını, bir aracın kendisine çarpabileceği gibi, çarpmamak için direksiyonu kırmak suretiyle seyir düzenini bozup başka bir yaya veya araca da çarpabileceğini, böylece kendisi dışındaki kişilerin yaralanma veya ölüm sonucunun meydana gelme ihtimalini düşünüp bu konuda gerekli dikkat ve özeni göstermesi gerekirken sözkonusu yükümlülüğe uymamış, böylelikle trafiğin tüm unsurlarının sorumlulukları ile ilgili düzenlemeler öngören ve hem yayaların hem sürücülerin can güvenliklerini koruma amacı güden 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun ilgili hükümlerini ihlal etmek suretiyle ortak hayat tecrübesine göre öngörülebilir ölüm neticesini öngörmeden hareket etmiştir.

Sanığın yola inme hareketinin iradi olması ve fakat meydana gelen ölüm neticesinin iradi olmaması, hareket ile netice arasında nedensellik bağının bulunması, olayın oluş şekline göre öngörülebilir olmasına rağmen sanık tarafından ölüm neticesinin öngörülememiş olması ve Türk Ceza Kanununda öldürme suçunun taksirle de işlenebileceğinin hüküm altına alınmış bulunmasına göre, somut olayda, 5237 sayılı TCK’nun 22. maddesi uyarınca taksirin şartları ve 85. maddesi uyarınca taksirle ölüme neden olma suçunun unsurları gerçekleşmiş olduğundan yaya olan asli kusurlu sanığın hukuki sorumluluğunun yanında cezai sorumluluğunun da mevcut olduğu kabul edilmelidir.

Bu nedenle, yerel mahkemece sanığın taksirle ölüme neden olma suçundan cezalandırılmasına karar verilmesi usul ve kanuna uygun olup, bir kişinin ölümü ile sonuçlanan trafik kazasında, asli kusurlu olduğu tespit edilen sanığın yaya olması ve herhangi bir trafik aracını kullanmaması nedeniyle, taksirle ölüme neden olma suçundan ceza sorumluluğu bulunmadığından bahisle hükmün bozulmasına ilişkin Özel Daire kararı isabetsizdir.

Öte yandan, Özel Daire bozma kararında da belirtildiği üzere yerel mahkeme tarafından davaya katılan olmadığı halde katılanlar lehine vekalet ücretine hükmedilmesi ve yayalara ait kusuru ihlal eden sanığın sürücü belgesinin geri alınmasına karar verilmesi ise usul ve kanuna aykırıdır. Ancak, bu aykırılıklar yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı kanunun 8. maddesi gereğince halen yürürlükte bulunan 322. maddesi uyarınca yerel mahkeme hükmünün düzeltilmek suretiyle onanması mümkündür.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, yerel mahkeme hükmünün "Davaya katılan olmadığı halde katılanlar lehine vekalet ücretine hükmedilmesi ve yayalara ait kusuru ihlal eden sanığın sürücü belgesinin geri alınmasına karar verilmesi" isabetsizliklerinden bozulmasına, ancak bu hususlar yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, yerel mahkeme hükmünün düzeltilerek onanmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi M. A."Yayanın sanık olarak yargılanamayacağını ifade ederken, kastettiğimiz karayolu ulaşımında trafik kazasına karışan araç ile yolda yürümekte olan insanın çarpışan veya çarpışma ile karşı karşıya kalan kişi olması halidir. Daire kararındaki azınlık görüşünde belirtildiği gibi ‘aracını yol kenarına bırakıp giden kişi bu eyleminden zararlı bir sonuç doğduğunda’ kusurlu olması halinde tabi ki sanık olarak yargılanabilecektir. Çünkü dikkat ve özen yükümlülüğüne uymamanın meydana getirdiği netice dolayısıyla kişi kusurludur.
12. Ceza Dairesinin yayanın sanık olamayacak olduğuna dair bozma kararında belirtilen gerekçelere ilaveten aşağıdaki nedenlerle sayın çoğunluğun yayanın sanık olabilecek olduğuna dair görüşüne katılmıyoruz.
1- Türk Ceza Kanununda trafikle ilgili iki suç bulunmaktadır. Bunlardan biri 179. maddedeki ‘Trafik güvenliğini (Kasten) tehlikeye sokma’ suçu ile 180. Maddedeki ‘Trafik güvenliğini taksirle tehlikeye sokma’ suçudur.
Bu suçlardan kasten işlenen 179. maddenin fıkralarında insanın (yayanın) bizzat vücut bütünlüğü ile kasten trafik güvenliğini tehlikeye sokmasında (Örneğin, kırmızı ışıkta geçmesi, yola atlama, yola yatma) sanık olması kabul edilmemiştir.
Maddenin birinci fıkrasında sürücü olmayanların, yani insanların (yayanı) hep ortaya koydukları maddi bir engel, koyma, kaldırma ve bozmadan bahsedilmiştir. İkinci ve üçüncü fıkralarında ise sürücülerin kasten sebebiyet verdikleri tehlikeler suç olarak gösterilmiştir.
Aynı şekilde 180. Maddedeki ‘trafik güvenliğini taksirle tehlikeye sokma’ suçunda insanların (yayaların) sanık olabilecekleri kabul edilmiş, ancak madde de tehlikeye sokmanın deniz, hava veya demiryolu ulaşımında olması hali düzenlenmiştir. Karayolu ulaşımıyla ilgili bir düzenleme yapılmamıştır. Denizde yüzen deniz ulaşımını, raylar üzerinde gezen demiryolu ulaşımını, havaalanında gezen havayolu ulaşımını taksirle tehlikeye soktuğunda taksirle işlenen bu suçlar oluşmakta, buna mukabil aynı hareketler karayolunda yapıldığında suç olarak değil kabahat olarak kabul edilmektedir.
Kısaca karayolu ulaşımıyla ilgili hem kasten hem de taksirle işlenen suçlarda yayanın (insanın) sanık olması, fail olması kabul edilmemiştir. Bu bilinçli bir tercih ve düzenlemedir.
2- 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunun yedinci kısmının başlığı ‘Trafik Kazalarıdır’
Bu bölüm dört maddeden oluşmakta ve kazayla ilgili olarak sürücüler için düzenlemeler getirilmiştir. Bu bölümün son maddesi olan 84. madde ise ‘Trafik kazalarında sürücü kusurlarının tespiti ve asli kusur sayılan haller’ başlığı altında sürücüler için 12 asli kusurlu hal gösterilmiş, yayalarla ilgili, yayaların kusurlarının tespiti ve asli kusurlu sayılan hiçbir hal gösterilmemiştir. Maddedeki sıralama dahi trafik kazalarında kişilerin sanık olamayacaklarının en önemli göstergesidir.
3- Yine 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu sürücücüler için birçok düzenleme getirmiştir.
Bunlar sağlık şartı ki, gözün görmesi, kulağın işitmesi yeterli görülmemiş ayrıca bunlar için hekim raporu, sürücü olmak için kullanılacak araca uygun sürücü belgesi ve trafiğe elverişli araçla yola çıkılması aranmıştır.
Bunun yanında yaya olmak için bunlardan hiç birisi aranmamış, demek ki öyle kolay sürücü olunamıyor. İşte bu bile yaya ile sürücü arasındaki farkı ortaya koyuyor.
4- Kararımızda ve Ceza Genel Kurulu’nun yayanın sanık olamayacak olduğuna dair 13.12.1993 tarih ve 1993/221 Esas ve 1993/317 sayılı kararında açıkça belirtildiği gibi, taksirin unsurlarından biri de neticenin öngörülebilir olmasıdır. Bunu hem yaya hem de sürücü olarak ayrı ayrı değerlendirdiğimizde trafikle karşı karşıya kalan yayanın önceliği, önce kendi canının zarar görmemesidir.
Olayımızda olduğu gibi karşıya geçmeye çalışan yaya sanığımızın öngördüğü netice çok dikkatli geçmem lazım kazaya sebebiyet vermemem gerekir, aksi takdirde yaralanır veya ölebilirim. Öngördüğü netice budur.
Başka bir anlatımla araç bana çarpar, ben de yaralanırım ama, bunun yanında sürücü de, yanındakiler de yaralanır veya ölür şeklinde düşünmez. Dolayısıyla öngörülen kendisi hakkındaki neticedir.
Aynı şekilde sürücü olarak olaya baktığımızda da yayayla karşı karşıya geldiğimizde ne düşünürüz. ‘Ben bu yayaya çarpmayayım. O anda öngörülen yayanın yaralanmamasıdır. Hatta belirtilen husus sürücüler bakımından o kadar önemsenir ki yolda bir yaban hayvanına, köpeğe çarpmamak için çeşitli manevralar yapılır ve neticesinde araç sürücüleri ve içindekiler yaralanır veya ölürler. İşte sürücülerin bile öngördüğü ve olmamasını istediği yayaya çarpmamak iken yayalar bakımından aksini düşünmek mümkün değildir.
5- Yüksek Ceza Genel Kurulu’ndan geçen 21.1.2014 tarih, 2013/405 Esas ve 2014/22 sayılı kararda, kendisine yeşil ışık yandığı ve yeşil ışıkta geçtiği halde ölümlü trafik kazasında sanık sürücünün kusurlu olduğu kabul edilmiştir.
Mahalli mahkeme beraat kararında ısrar edince dosya Yüksek Genel Kurula gelmiş, sürücüler ışıklara yaklaştıklarında hızlarını azaltmak zorunda olmaları nedeniyle kendilerine yeşil ışık yansa bile her zaman kusursuz olamayacakları kabul edilmemiştir.
Yayalardan yürüyüş hızlarını azaltmaları gerekir diye pozitif bir hukuk kuralı veya ortak bir hayat tecrübesi yoktur. Öyle olmuş olsaydı yeşil ışıkta hızlıca geçmeyen yaya içinde kusur kabul edip, onu da sanık yapmamız gerekirdi.
Yaşam alanları insanlar için vardır, teknolojik gelişmeler, çağın bir çok sorunları, insanların ruh yapılarını bozmuştur. Onun için yayalar dalgın, düşünceli ve unutkan olmaları nedeniyle her zaman trafik ihlallerini yapma ihtimalleri daha fazladır. Bundan dolayı korunmaları gerekir. İşin bu yönü de düşünülerek yayaların trafik kazalarında sanık olarak yargılanmamaları gerekir.
7- Yayaların katıldıkları trafik kazalarında kusuru olan yayanın sanık olması, işin içinden çıkılmaz bir uygulama olarak karşımıza çıkacaktır. Her gün örneklerini gördüğümüz, okul çıkışında çocukların, köy yolu kenarında yürüyen yayaların kazaya sebebiyet vermeleri halinde binlercesinin sanık olması sonucunu doğurur ki bunun pratikte uygulaması düşünüldüğünde karmaşık bir sorunlar yumağı oluşturacağı anlaşılacaktır.
8- Trafik kazasına sebep olan sürücü ve yaya eşit kusurlu olduğu bir olayda meydana gelen ölümün aracın çarpması sonucu mu ya da yayanın çarpması sonucu mu meydana geldiği düşünüldüğünde aracın çarptığının kabulü gerekeceği ve neticeyi oluşturanın yaya olmadığı açıktır. Görüldüğü gibi elverişlilik olma bakamından da yayanın hareketi, sonucu meydana getirmeye elverişli değildir.
9- Yayanın sanık olarak kabul edilemeyeceğini söylerken, yayanın hiç sorumlu olmadığını düşünmüyoruz. Kusuru oranında maddi ve manevi tazminattan sorumludur.
Tarihsel gelişime baktığımızda karşımıza cezalandırıcı adalet, ıslah edici adalet, ve onarıcı anlayışı çıkmaktadır. Bunlardan en sonuncusu olan onarıcı adaletten ayrı olarak günümüzde bir adım ötesi ‘dönüştürücü adalet’ fikri tartışılmaya başlanmıştır. Bu görüşe göre; bir oluştan başka bir oluşa geçiş, bu geçiş yıkıp yeniden yapma değil, mevcut olana olumlu katkıda bulunarak faili suç dışı bir hayata kanalize etme demektir. Buna kısaca yanlışlık yapanı doğru yola sevketme, kötüyü iyiye dönüştürme süreci de denir. (Ceza Adaleti, Mehmet Arıcan, Ankara, 2009, s.71)
İşte bu amaçla yayanın meydana getirdiği maddi ve manevi zararı tazmin etmesi amacının gerçekleşmesine yardımcı olmanın da onun sanık olarak değil, tazminat davasının davalısı olarak yargılanmasıdır" düşüncesiyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan on üç Genel Kurul Üyesi de, benzer düşüncelerle itirazın reddine karar verilmesi gerektiği yönünde karşı oy kullanmışlardır.

SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 28.12.2011 gün ve 15963-10055 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Fatsa 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 30.10.2007 gün ve 366-262 sayılı hükmünün, "Davaya katılan olmadığı halde katılanlar lehine vekalet ücretine hükmedilmesi" ve "yayalara ait kusuru ihlal eden sanığın sürücü belgesinin geri alınmasına karar verilmesi" isabetsizliklerinden BOZULMASINA,
Ancak, yeniden yargılama gerektirmeyen bu konuda, 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 322. maddesindeki yetkiye istinaden karar verilmesi mümkün bulunduğundan, hüküm fıkrasından; "Sanığın sürücü belgesinin aynı yasanın 53/6. maddesi uyarınca cezanın tümü ile infazından başlamak üzere taktiren 4 ay süre ile geri alınmasına,
Müdahilleri kendilerini vekil ile temsil ettirdiklerinden avukatlık asgari ücret tarifesine göre 400 YTL vekalet ücretinin sanıktan tahsili ile müdahillere verilmesine" bölümünün çıkarılması suretiyle, diğer yönleri usul ve kanuna uygun bulunan hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 04.02.2014 günlü birinci müzakerede yeterli çoğunluk sağlanamadığından, 18.02.2014 günü yapılan ikinci müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — Pzt Mar 23, 2015 8:38 am


Yargıtay Ceza Genel Kurulu Kararları • KIRMIZI IŞIK İHLALİ SONUCU KAZA YAPAN KİŞİ, TRAFİK GÜVENLİĞİNİ TEHLİKEYE SOKMA

YARGITAY Ceza Genel Kurulu
ESAS: 2012/1566
KARAR: 2014/32

Trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçundan sanığın beraatına ilişkin, Edremit 2. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 04.03.2009 gün ve 355-157 sayılı hükmün Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 17.01.2012 gün ve 6142-248 sayı ile;

"Sanığın sevk ve idaresindeki araçla seyir halinde iken, kavşakta ışıklı trafik cihazı kendisine kırmızı yandığı halde ışık ihlali yaparak seyrine devam ettiği, bu esnada kurallara uygun olarak geçiş yapmakta olan müştekinin aracına çarpması ile meydana gelen maddi hasarlı ve yaralamalı trafik kazasında, eyleminin kişilerin hayatı, sağlığı veya malvarlığı açısından tehlikeye neden olduğu, bu itibarla trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunun oluştuğu nazara alınmadan, mahkûmiyeti yerine, suçun unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle beraatına karar verilmesi" isabetsizliğinden oyçokluğuyla bozulmasına karar verilmiş,

Daire Üyesi M. A.; "Trafik güvenliğini tehlikeye sokmak suçu kasten işlenen bir suçtur. Olayımızda sanığın kasten kırmızı ışıkta geçtiğine dair hiçbir delil yoktur. Eylemi dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılıkla yaralamalı trafik kazasına sebebiyet vermektir. Bu suç da taksirle işlenmiştir. Ayrıca yaralanan kişiler şikâyetçi olmamıştır. Mahkemenin kasten trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçundan beraat kararı vermesi doğru olduğundan bozma düşüncesine iştirak etmiyorum" görüşüyle karşı oy kullanmıştır.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 20.03.2012 gün ve 255456 sayı ile;

"TCK’nun 179/2. maddesinde düzenlenen ‘trafik güvenliğini tehlikeye sokma’ suçu kasten işlenebilen bir suç olup, sanığın farkına varmadan kırmızı ışıkta geçtiğini savunması, aksine bir kanıt sunulmaması karşısında, kasten hareket ettiğini kabule olanak olmadığından, beraat kararında isabetsizlik bulunmamaktadır" görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurarak, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmesi isteminde bulunmuştur.

CMK’nun 308/1. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece 22.11.2012 gün ve 27104-24979 sayı ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçe ile karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözülmesi gereken uyuşmazlık; sanığın fiilinin trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunu oluşturup oluşturmadığının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

Trafik kazası tespit tutanağında; sevk ve idaresindeki aracı ile seyir halinde bulunan sanığın, kavşakta kırmızı ışık yandığı sırada geçmek isterken, mağdurun yönetiminde bulunan otomobil ile çarpışması neticesi yaralamalı ve maddi hasarlı trafik kazası meydana geldiği, sanığın sürücü asli kusurlarından "kırmızı ışıklı trafik işaretinde geçme" kuralını ihlal ettiği, mağdurun ise herhangi bir kural ihlali yapmadığının belirtildiği,

Adli raporlara göre, kazada mağdurla birlikte, sanık ve aynı araçta bulunan eşi ile oğlunun da basit tıbbi müdahale ile giderilebilir nitelikte yaralandıkları,

Mağdurun kollukta; olay tarihinde sevk ve idaresindeki aracıyla kavşağa geldiğinde yeşil ışığın yanmakta olduğunu, hızını azaltarak kavşaktan kontrollü bir şekilde geçtiği sırada sol tarafından gelen aracın, kırmızı ışık yanmasına rağmen durmayarak geçmek istediğini, aracı görünce durmaya çalıştığını, ancak mesafe kısa olduğu için duramadığını ve gelen araca sağ taraftan çarptığını, kovuşturma aşamasında ise; kavşakta kendisine yeşil ışığın yanmakta olduğunu, buna rağmen hızını azaltarak kontrollü biçimde kavşağa girdiğini, kavşakta sanığa ait aracın aniden dönüş yaptığını, frene basmasına rağmen mesafenin kısa olması nedeniyle duramadığını ve sanığa ait araca çarptığını, sanığın büyük bir ihtimalle kırmızıda geçtiğini, zararının karşıladığını, bu nedenle şikâyetçi olmadığını beyan ettiği,
Tanık G.A.’ın; olay tarihinde eşinin sevk ve idaresinde bulunan araçla kavşağa gelip, yeşil yanan ışığı geçtikten sonra sola döndüklerini, döndükten sonra da bir ışık olduğunu fark ettiğini, ancak hangi rengin yandığını görmediğini, yola devam ettikleri esnada mağdura ait aracın duramayarak sağ ön ve orta kısmından kendi araçlarına çarptığını, kazada yaralandıklarını, ancak kimseden şikâyetçi olmadığını belirttiği,

Sanığın kollukta; olay günü sevk ve idaresindeki araçla kavşağa geldiğinde ilk ışığın yeşil yanmakta olduğunu, yeşil ışıkta geçtiğini, kavşakta sola dönüşe geçtiğinde kırmızı mı, yoksa yeşil mi yandığını hatırlayamadığını, dikkat de etmediğini, dönüşe geçtiği sırada gelen aracın kendi aracına çarptığını, kendisi ile birlikte eşinin ve oğlunun yaralandığını, şikâyetçi olmadığını, kovuşturma aşamasında ise; kavşağa geldiğinde ışığın yeşil yanmakta olduğunu, sola dönüşe geçerken ışık levhasını fark etmediğini ve birden geçiverdiğini, kasten ve bilerek kırmızı ışıkta geçmediğini savunduğu,

Anlaşılmaktadır.

Türk Ceza Kanununun "Trafik güvenliğini tehlikeye sokma" başlıklı 179. maddesinin ikinci fıkrası; "Kara, deniz, hava veya demiryolu ulaşım araçlarını kişilerin hayat, sağlık veya malvarlığı açısından tehlikeli olabilecek şekilde sevk ve idare eden kişi, iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır" şeklinde düzenlenmiş olup, anılan fıkranın gerekçesi; "Kara, deniz, hava veya demiryolu ulaşım araçlarının, kişilerin hayat, sağlık veya malvarlığı açısından tehlikeli olabilecek şekilde sevk ve idare edilmesi, ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır. Bu suçun oluşabilmesi için, aracın tehlikeli bir şekilde sevk ve idare edilmesi gerekir. Aracın sevk ve idaresinin salt trafik düzenine aykırılığı bu suçun oluşumuna neden olmayacaktır. Bu suçun oluşabilmesi için, aracın trafik düzenine aykırı olarak ve ayrıca kişilerin hayatı, sağlığı veya malvarlığı açısından tehlikeli olabilecek şekilde kullanılması gerekir. Bu bakımdan söz konusu suç, somut tehlike suçu niteliği taşımaktadır" biçiminde açıklanmıştır.

Trafik güvenliğini kasten tehlikeye sokma suçunun oluşabilmesi için; kara, deniz, hava veya demiryolu ulaşım araçlarının, kişilerin hayat, sağlık veya malvarlıkları bakımından tehlike meydana getirebilecek biçimde iradi bir şekilde sevk ve idare edilmesi gerekmektedir. Trafik güvenliğini taksirle tehlikeye sokma suçu ise, aynı kanunun 180. maddesinde; "Deniz, hava veya demiryolu ulaşımında, kişilerin hayatı, sağlığı veya malvarlığı bakımından bir tehlikeye taksirle neden olan kimseye üç aydan üç yıla kadar hapis cezası verilir" şeklinde hüküm altına alınmış olup, madde metninden de anlaşılacağı üzere, karayolu ulaşım araçları bu suçun kapsamı dışında tutulmuştur.
Başta Karayolları Trafik Kanunu olmak üzere bir çok kanunda; kara, hava, deniz ve demiryolu araçlarının trafikte kullanılmalarına ilişkin bir takım kurallar öngörülmüştür. Bu kurallar trafik güvenliğini sağlamanın yanında, kişilerin hayat, sağlık ya da mal varlıklarını korumaya yönelik olup, uyulmaması halinde trafik güvenliği tehlikeye düşürülebilmektedir. Ancak her kural ihlalinin mutlaka kişiler bakımından tehlikeye neden olacağını söylemek de mümkün değildir. Bu durumda tehlikeye neden olma halinin somut olayın özelliklerine göre değerlendirilmesi gerekmektedir. Trafik güvenliğini tehlikeye sokma, somut tehlike suçudur. Bu suçun oluşabilmesi için suç tanımında yer alan eylemin gerçekleştirilmesi yeterli olmayıp, tehlikelilik halinin gerçekleşmesi ya da gerçekleşmesinin mümkün bulunması zorunludur. Bu nedenle her somut olay bakımından tehlikeye neden olma ögesinin varlığı aranmalıdır.

Trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunun kanunda kasıtlı bir suç olarak düzenlenmesi ve ancak kasten işlenebilmesi karşısında, söz konusu suçun oluşabilmesi için, failin tehlikeli sevk ve idaresinin kasti ve iradi davranıştan ileri gelmesi gerekmektedir. Failin genel kasıtla hareket etmesi yeterli olup saik (özel kast) aranmamıştır. Ancak sanığın kastının, fiilinin başkalarının hayat, sağlık ya da malvarlığı bakımından tehlikeye neden olabileceğini kapsaması gerekir. Aracın tehlikeli olabilecek şekilde sevk ve idare edilmesi, çoğu zaman bir trafik kuralına da aykırılık oluşturmaktadır. Failin bir trafik kuralını bilinçli olarak ihlal etmesi durumunda kasıt unsuru gerçekleşecektir. Kural ihlalinin kasta ya da en azından olası kasta değil taksire dayanması, başka bir anlatımla dikkatsiz ve tedbirsiz davranışlarının herhangi bir tehlikeye yol açması halinde kasıt unsurunun gerçekleşmemesi nedeniyle bu suç oluşmayacak, kuralın kasta değil taksire dayalı olarak ihlali neticesinde ölüm veya herhangi bir yaralanma meydana gelmiş ise fiil yalnızca taksirle öldürme ya da yaralama suçunu teşkil edecektir.

Nitekim 2797 sayılı Yargıtay Kanununun Ceza Dairelerinin görevlerini düzenleyen 6110 sayılı Kanunla değişik 14. maddesi uyarınca hazırlanan 12.05.2011 tarih ve 2011/1 sayılı işbölümü kararı yürürlüğe girene kadar bu suçu temyizen incelemekle görevli bulunan Yargıtay 2. Ceza Dairesinin istikrar kazanmış kararları da bu yönde olup, 23.12.2009 gün ve 53795-48456 sayılı kararında; "sevk ve idaresindeki araçla tali yoldan ana yola çıkarken ikaz levhası ve kavşakta geçiş önceliğine uymayıp, dikkatsiz ve tedbirsiz şekilde ana yola girerek kazaya neden olması şeklindeki eylemin taksirle gerçekleşmesi karşısında, kasten işlenebilen trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunun unsurlarının oluşmadığı," 25.11.2009 gün ve 37049-44411 sayılı kararında da; "idarelerindeki araçlarla olay mahalli kavşakta karşılaşan sanıklardan birinin sola dönüş kuralına uymaması, diğerinin de kavşağa yaklaşırken hızını azaltmaması nedeniyle çarpışmaları sonucunda, araçlardan birinde yolcu olarak bulunan mağdurların basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanmalarına neden olan sanıkların eyleminde trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunun unsurlarının bulunmadığı, bu suçun ancak kasten işlenebilen suçlardan olduğu ve oluşabilmesi için aracın kasıt ya da olası kasıtla kişilerin hayat, sağlık veya malvarlığı açısından tehlike yaratacak bir şekilde sevk ve idare edilmesi gerektiği" vurgulanmıştır.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sevk ve idaresindeki araçla ışık kontrollü dörtlü dönel kavşağa gelen ve yeşil ışık ile birlikte kavşağa giren, ancak sola dönüşte bulunan ve kendi istikametine kırmızı yanmakta olan ışıklı işaret cihazını fark etmeyerek, mağdurun aracının yoluna girip, maddi hasarlı ve yaralamalı trafik kazasına neden olan, tüm aşamalarda kavşak içerisindeki trafik ışığını fark etmediğini savunan ve bu savunmasının aksini ispatlayacak, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı bir delil elde edilemeyen sanığın eylemi, somut olayda basit tıbbi müdahale ile giderilecek nitelikte yaralanan mağdurların şikâyetçi olmamaları nedeniyle taksirle yaralama suçunu oluşturmadığı gibi kasten hareket etmemiş olması nedeniyle trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunu da oluşturmayacağından, yerel mahkemenin beraat hükmünde herhangi bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Dairenin bozma kararının kaldırılmasına, usul ve kanuna uygun bulunan yerel mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmelidir.

SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 17.01.2012 gün ve 6142-248 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Usul ve kanuna uygun bulunan Edremit 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 04.03.2009 gün ve 355-157 sayılı beraat hükmünün ONANMASINA,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 04.02.2014 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — Pzr Mar 22, 2015 8:54 pm


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • AVUKAT STAJYERİNE GERKÇELİ KARARIN TEBLİĞ EDİLMESİNİN SONUCU

YARGITAY 12. Hukuk Dairesi
ESAS: 2008/18169
KARAR: 2008/21817

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının bozulmasını mutazammın 08.04.2008 tarih, 4315/7194 sayılı daire ilamının müddeti içinde tashihen tetkiki taraf vekilleri tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü :

1-Borçlu vekilinin karar düzeltme istemi yerinde görülmediğinden REDDİNE,

2-Alacaklı vekilinin karar düzeltme isteminin incelenmesinde;

Şikayetçi vekili olarak Avukat M…’ın bu davaya açtığı bu vekilin yetki belgesi verdiği stajyer Avukat K…’ın dosya içerisine yetki belgesini ibraz ettiği görülmüştür.

Mahkemece dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda verilen karar dosyaya yetki belgesini ibraz eden stajyer Avukat K…’a 17.7.2007 tarihinde tebliğ edilmiş ve tebliğ şerhi de gerekçeli kararın üzerine imzalanmak üzere şerh düşülmüştür. Avukatlık Kanunu’nun 26. ve 46.maddeleri uyarınca stajyerler avukatın yazılı muvafakatı ile ve onun gözetim ve sorumluluğu altında avukatın takip ettiği dava ve işlerle ilgili olarak işlemleri yürütülebileceği öngörüldüğünden stajyere yapılan tebligat, yetki veren avukat adına yapılmış sayılır.

Bu durumda karara ilişkin tebliğ tarihi 17.7.2007 olup, İİK.nun 363.maddesi uyarınca temyiz süresi olan yasal 10 günlük süre geçirilerek 28.12.2007 tarihinde kararın temyiz edilmiş olduğu dikkate alındığında istemin sürede olmadığı gözönüne alınarak temyiz talebinin süre yönünden reddine karar vermek gerekirken temyizin sürede yapıldığından bahisle Dairemizce işin esasına girilerek kararın bozulduğu anlaşılmakla alacaklı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü gerekmiştir.

SONUÇ :Alacaklı vekilinin karar düzeltme isteminin yukarıda belirtilen nedenlerle kabulü ile Dairemizin 8.4.2008 tarih, 2008/4315-7194 sayılı bozma kararının kaldırılmasına, borçlu vekilinin İstanbul 11.İcra Mahkemesinin 6.7.2007 tarih, 2007/464-738 sayılı kararına ilişkin temyiz isteminin süresinde olmadığından (REDDİNE), 05/12/2008 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — 09 Şub 2015, 18:00


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • GEREKÇELİ KARARIN STAJYER AVUKATA TEBLİĞ EDİLMESİNİN SONUCU

YARGITAY 12. Hukuk Dairesi
ESAS: 2008/18169
KARAR: 2008/21817

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının bozulmasını mutazammın 08.04.2008 tarih, 4315/7194 sayılı daire ilamının müddeti içinde tashihen tetkiki taraf vekilleri tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü :

1-Borçlu vekilinin karar düzeltme istemi yerinde görülmediğinden REDDİNE,

2-Alacaklı vekilinin karar düzeltme isteminin incelenmesinde;

Şikayetçi vekili olarak Avukat M…’ın bu davaya açtığı bu vekilin yetki belgesi verdiği stajyer Avukat K…’ın dosya içerisine yetki belgesini ibraz ettiği görülmüştür.

Mahkemece dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda verilen karar dosyaya yetki belgesini ibraz eden stajyer Avukat K…’a 17.7.2007 tarihinde tebliğ edilmiş ve tebliğ şerhi de gerekçeli kararın üzerine imzalanmak üzere şerh düşülmüştür. Avukatlık Kanunu’nun 26. ve 46.maddeleri uyarınca stajyerler avukatın yazılı muvafakatı ile ve onun gözetim ve sorumluluğu altında avukatın takip ettiği dava ve işlerle ilgili olarak işlemleri yürütülebileceği öngörüldüğünden stajyere yapılan tebligat, yetki veren avukat adına yapılmış sayılır.

Bu durumda karara ilişkin tebliğ tarihi 17.7.2007 olup, İİK.nun 363.maddesi uyarınca temyiz süresi olan yasal 10 günlük süre geçirilerek 28.12.2007 tarihinde kararın temyiz edilmiş olduğu dikkate alındığında istemin sürede olmadığı gözönüne alınarak temyiz talebinin süre yönünden reddine karar vermek gerekirken temyizin sürede yapıldığından bahisle Dairemizce işin esasına girilerek kararın bozulduğu anlaşılmakla alacaklı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü gerekmiştir.

SONUÇ :Alacaklı vekilinin karar düzeltme isteminin yukarıda belirtilen nedenlerle kabulü ile Dairemizin 8.4.2008 tarih, 2008/4315-7194 sayılı bozma kararının kaldırılmasına, borçlu vekilinin İstanbul 11.İcra Mahkemesinin 6.7.2007 tarih, 2007/464-738 sayılı kararına ilişkin temyiz isteminin süresinde olmadığından (REDDİNE), 05/12/2008 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — 09 Şub 2015, 18:00


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • İCRA TAKİBİNDE KARŞI TARAFIN YANLIŞ GÖSTERİLMESİNİN SONUCU

YARGITAY 12. Hukuk Dairesi
ESAS: 2013/14048
KARAR: 2013/17356

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Borçlu aleyhinde başlatılan kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takibe karşı süresi içerisinde icra mahkemesine verdiği itiraz dilekçesinde karşı taraf olarak takipte taraf olmayan ancak takip konusu bonoda lehtar konumunda olan A… ‘yi göstermiş olup, bonoda ciranta konumunda olan alacaklı C… ‘yı göstermediği görülmekte ise de, itiraza konu icra dosyası doğru olarak gösterilmiştir.

Takip dosyasında lehtar A… ‘ye yönelik bir talep bulunmadığından mahkemece bu kişi yönünden pasif husumet yokluğundan itirazın reddi doğru ise de; icra hukukundaki itiraz bir dava olmadığı, takip dosyasının numarası da bildirildiği için mahkemece itirazın alacaklıya yöneltilerek işin esasının incelenip sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı şeklide hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 07/05/2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — 19 Ara 2014, 01:26


hırsızlık suçunu defetmek için malını kaçıran araca ateş etme sonucu ölüme yolaçmak yasal savunmadır

Yargıtay 1.Ceza Dairesi 2013/2791 esas ve 2013/5664 karar sayılı kararı

 

 

Hırsızlık suçundan vazgeçmesi için önce başka yollarla çaba harcamasına rağmen defedememesi ve mallarını korunmak amacıyla olay yerinden mallarıyla kaçan hırsıza ait araca ateş etmesinde yasal savunma koşullarının gerçekleştiği kabul edilmelidir

10.10.2013 Tarihli karar aşağıdadır.

Sanığın,  maktul  ve  arkadaşlarının  hırsızlık  suçunu  işlemek  amacıyla  marketin kepengini  açmasından  itibaren,  bu  suçun  gerçekleşmemesi  ve  vazgeçmeleri  için  çaba göstermesine rağmen saldırıyı defedememesi karşısında ve kendisine ait malları korumak amacıyla,  olay  yerinden  mallar  ile  kaçan  maktulün  bulunduğu  araca  ateş  etmesinde yasal  savunma  koşullarının  gerçekleştiği  ve  aşırıya  kaçmadığı,  maktulün  yaralanarak ölmesinin  yasal  savunma  kapsamında  kalıp  sanığın  bu  suçtan sorumlu  tutulamayacağı gözetilmelidir.

(5237 s. TCK m. 25/1, 27/2) (5271 s. Ceza Muhakemesi K m. 223/2)Toplanan  deliller  karar  yerinde  incelenip,  sanık  ………’nın    suçunun  sübutu  kabul, incelenen  dosyaya  göre  verilen  hükümde  bozma  nedeni  dışında  isabetsizlik  görülmemiş olduğundan, Cumhuriyet Savcısının sanığın eyleminin tahrik altında kasıtlı adam öldürme suçunu oluşturduğuna yönelen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine;

Ancak;

Oluşan  ve  dosya  içeriğine  göre;  Olay  gecesi,  maktul  ………..ve  arkadaşları,  düz  kontak yapmak  suretiyle  çaldıkları  araçla  tanık  Y.’e  ait  tekel  bayisinin  kilidini  demir  kesme makasıyla  keserek,  bayii  içinden  tekel  malzemelerini  ve  yazar kasanın  bozuk  para çekmecesini  aldıkları,  arabanın  bagajına  koyduktan  sonra  aynı  araçla  saat  05.00 sularında  sanığın  marketinin  önüne  geldikleri,  demir  kesme  makasıyla  kilidi  keserek marketin  kepengini  açmaya  çalıştıkları,  bu  sırada  sanık İ.  H.’in  kendisine ait  ve  evinin  alt  katında  bulunan  marketin  kepenklerinin  açıldığını  duyması  üzerine, uyanarak  evinin  balkonuna  çıktığı,  marketin  önünde  bir  aracın  kapıları  açık  halde  park etmiş,  maktul  ve  arkadaşlarının  kepenklerinin  yarısına kadar  açık  olan  marketten eşyaları  taşıyarak araca yüklediklerini gördüğü, “ne yapıyorsunuz o malları bırakın” diye bağırmak suretiyle kaçmalarını sağlamak istediği, ancak maktul ve arkadaşlarının sanığa küfür  ederek  eylemlerine  devam  ettikleri,  maktul ……..nın  daha  sonra  aracın  içinde  ele geçen  sallama  tabir  edilen  elindeki  bıçağı  balkondan  bağırmak  suretiyle  eylemlerinden vazgeçirmeye  çalışan  sanığa  gösterip,  küfür  ederek  “gir  içeri”  diye  karşılık  vermesi üzerine  sanığın  evin  içine  girip, evde  bulunan  ruhsatlı  silahını  alarak  balkona  tekrar çıktığı,  şahıslara  bağırarak  önce  havaya  üç  el  ateş  ettiği,  maktulün  arkadaşlarının  silah sesiyle olay yerinden kaçtıkları, maktul …………ise kaçmayarak marketten taşıdıkları tekel malzemelerinin yüklü  olduğu  araca  binerek  hareket  ettirdiği,  sanığın  araçla  mallarının da  götürüldüğünü  görmesi  üzerine  aracın  arkasından  araca  doğru  ateş  ettiği,  araçta giriş  delikleri  oluşturan  mermilerin  aracın  içinde  şoför  koltuğunda  oturan  maktulün  sırt bölgesine isabet etmesi sonucu maktulün yaralanarak öldüğü olayda;

Sanık  ……’nın    maktul  ………………..ve  arkadaşlarının  hırsızlık  suçunu  işlemek  amacıyla marketin  kepenginin  açılmasından  itibaren,  bu  suçun  gerçekleşmemesi  ve  vazgeçmeleri için  çabalamasına  rağmen  saldırıyı  defedememesi  karşısında  ve kendisine  ait  malları korunmak  amacıyla,  olay  yerinden  mallarıyla  kaçan  maktulün  bulunduğu  araca  ateş etmesinde  yasal  savunma  koşullarının  gerçekleştiği  ve  yasal  savunmada  aşırıya kaçmadığı, maktul …………..’nın  yaralanarak ölmesinin yasal savunma kapsamında kaldığı ve  sanığın  bu  suçtan  sorumlu  tutulamayacağı  anlaşılmakla,  TCK.nın  25/1  ve  CMK.nun 223/2-d maddeleri  uyarınca  sanık  ……………….  hakkında  ceza  verilmesine  yer  olmadığına ve  beraatine  kararı  verilmesi gerekirken,  yazılı  şekilde  sanığın  maktul  ………..’e  karşı eylemini  yasal  savunma  sınırının  aşılması  suretiyle  işlediğinden  bahisle  TCK.nın  27/2 maddesi uyarınca ceza tertibine yer olmadığına karar vermesi,

Bozmayı gerektirmiş, Cumhuriyet Savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün tebliğnamedeki düşünceden farklı nedenle (BOZULMASINA), 10.10.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.