Etiket arşivi: SORUMLUDUR

Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • MEMURUN MEMURA KARŞI SUÇUNDAN DEVLET SORUMLUDUR.

YARGITAY 4. Hukuk Dairesi
ESAS: 2013/2838
KARAR: 2014/230

Davacı P… vekili Avukat … tarafından, davalı A…aleyhine 24/03/2008 gününde verilen dilekçe ile haksız fiil nedeniyle manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 16/10/2012 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.

Dava, haksız eylem nedeniyle uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, hüküm; davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, … Üniversitesi … Anabilim Dalı Öğretim üyesi olan davalının, görev yaptığı binaya gelerek öğrencilerin gözleri önünde boğazını sıkarak öldürmeye teşebbüs ettiğini, aynı zamanda tehdit ettiğini belirterek manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Davalı, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece yapılan yargılama sonucunda; davalının tehdit ve basit yaralama eyleminin ceza mahkemesi kararı ile sübuta erdiği belirtilerek davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken veya görevlerini yaparken kişilere zarar vermesi ilgili kamu kurumunun hizmet kusurunu oluşturur. Bu durumda sorumlu, kamu görevlisinin emrinde çalışmakta olduğu kamu kurumu olup dava o kurum aleyhine açılmalıdır. (T.C. Anayasası 40/III, 129/V, 657 Sy.K.13, HGK 2011/4-592 E., 2012/25 K.) Bu konuda yasal düzenlemeler emredici hükümler içermektedir. Diğer yandan Sorumluluk Hukukunun temel ilkeleri açısından bakıldığında da bu şekilde düzenlemenin mevzuatta yer almış olması zarar görenin zararının karşılanması yönünde önemli bir teminattır.

Davaya konu edilen olayda; … Üniversitesi … Anabilim Dalı Öğretim üyesi olarak kamu görevi yapan davalının, davacıya karşı görev sırasında haksız fiil suçunu işlediği ileri sürülmüş, davalı memurun görevi sırasında ve görevi nedeniyle meydana gelen zarardan sorumlu tutulması istenmiştir.

Kamu görevlisi aleyhine adli yargı yargı yerinde dava açılamıyacağına göre kamu görevlisi hakkında adli yargıda açılan tazminat davasında kast ve kusur aranmaksızın husumet (taraf sıfatı yokluğu) nedeniyle davanın reddine karar vermek gerekir. Mahkemece husumetten red kararı verilmesi gerekirken işin esasının incelenmiş olması usul ve yasaya uygun olmadığından kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenlerle BOZULMASINA, bozma nedenine göre davacının diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 14/01/2014 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün onanması görüşünde olduğumdan sayın çoğunluğun bozma kararına katılmıyorum.14/01/2014

Başkan

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — 22 Ara 2014, 01:23


sahte kimlik ve sahte vekâletname ile tapu tescilinde hazine ve noter sorumludur

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi,  2013/21230 esas sayılı ve 2014/5604 karar sayılı 08.04.2014 tarihli kararı

Devletin Tapu Sicilinin Tutulmasından Doğan Sorumluluğu

Kusursuz Sorumluluk/Tehlike Sorumluluğu

Özet: Davacı vekili, sahte kimlik ve sahte vekâletname ile tapuda işlem yapılması nedeniyle davalı noter ve Hâzinenin so­rumlu olduğum belirterek, zararının tahsilini talep etmiştir.

Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Dev­let sorumludur. Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan gö­revlilere rücu eder. Tapu sicilinin tutulmasında sicil görevlisinin hukuka aykırı bir işleminin ve bununla zararla sonuç arasında nedensellik bağının varlığı gerekmekle birlikte, eylemin kusura dayanıp dayanmamasının bir önemi bulunmamaktadır. Kusursuz sorumluluğun bir biçimi olan tapu sicilinin tutulmasından kay­naklanan Devletin sorumluluğu, bir tehlike sorumluluğudur.

Davacı tarafından tapuda miktarın düşük gösterildiği iddia edilmiş ise de, bu konuda senede karşı senetle ispat zorunluluğu ilkesine göre aynı kuvvette yazılı başka delil ibraz edilmediğin­den, mahkemece; asıl dava yönünden davanın kısmen kabulü ile akit tablosunda yazılı 76.000 TL’nin davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, birleşen davanın ise reddine karar veril­melidir.

(4721 s. MK m. 1007)

Taraflar arasında görülen tazminat davasının yapılan muhakemesi sonun­da mahalli mahkemece verilen hükmün temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması davalılar vekilleri tarafından istenilmekle; taraflara yapılan tebligat üzerine duruşma için tayin olunan günde temyiz eden davalı Sırrı vekili ve davalı Hazine vekili geldiler. Aleyhine temyiz olunan davacı vekili geldi. Gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için saat 14.00’e bırakılması uygun görüldüğünden, belli gün ve saatte dosyadaki bütün kâğıtlar okunarak, tetkik hâkiminin açıklamaları dinlenip, gereği düşünüldü:

Davacı vekili dava dilekçesinde, davacının dava dışı Ahmet’e ait 4 nolu daireyi 23.01.2006 tarihinde Mehmet’e ait vekâletname ile tapudan 155.000 TL’ye satın aldığını, tapuda değeri düşük gösterdiklerini, gerçek Ahmet tara­fından açılan tapu iptal – tescil davasının kabul edildiğini, davacı adına kayıtlı tapunun iptal edildiğini, sahte kimlik ve sahte vekâletname ile işlem yapan da­valı noter ve davalı Hazine’nin sorumlu olduğunu belirterek, 20.000 TL (ıslah ile 84.000 TL)nın davalılardan tahsilini talep etmiş, birleşen dava ile bakiye 71.000 TL zararının davalı Hazine’den tahsilini talep etmiştir.

Davalı Hazine vekili cevabında, TMK. nın 1007. maddesindeki özel sorum­luluk halinin davada uygulanamayacağını, davanın Tapu Kadastro Genel Müdür­lüğü aleyhine açılması gerektiğini beyan etmiştir.

Davalı Süleyman (noter) vekili cevabında, noterde düzenlenen vekâletnamedeki fotoğraf ile tapuda işlem sırasında esas alınan vekâletnamedeki fotoğrafın farklı olduğunu, noterin sorumlu olmadığını, illiyet bağının kesildiğini beyan etmiştir.

Mahkemece, davanın kabulü ile asıl davada ıslah ile artırılan 84.000 TL’nin davalılardan müteselsilen tahsiline, birleşen davada ise talep edilen 71.000 TL’nin davalı Hazine’den tahsiline karar verilmiş, hükmü davalılar vekilleri temyiz etmiştir.

Dosya kapsamından, dava dışı Yusuf isimli kişinin, 4 nolu dairenin sahibi Ahmet’e ait kimlik bilgilerini kullanarak sahte kimlik ile davalı noterden yine dava dışı Mehmet adına 18.01.2006 tarihinde vekâlet çıkardığı, oysa vekil tayin edilen Mehmet isimli kişinin vekâlet tarihinden önce 21.10.1995 tarihinde vefat ettiği, davalı noterin vekâlet veren kişinin ibraz ettiği kimliğinde Demre Nüfus Müdürlüğünden alınmış, Tekin ve Hatice isimli çalışanlar tarafından onaylanmış olarak gösterilmesine rağmen, Demre Nüfus Müdürlüğünden gelen yazıya göre söz konusu nüfus cüzdanının kendileri tarafından verilmediği, adı geçen Tekin ve Hatice isimli çalışanlarının olmadığının belirtilmesi üzerine ve ayrıca vekil tayin edilen Mehmet isimli kişinin kimlik bilgilerini incelemeden adına vekâlet düzenlediği anlaşıldığından davalı noterin kusursuz sorumlu olduğu kabul edil­miştir.

Yine dava dışı Yusuf’un dava konusu vekâletnamedeki fotoğrafı çıkarıp başka bir fotoğraf yapıştırmak suretiyle, fotoğraftaki soğuk damganın farklı ol­duğunun ilk bakışda anlaşılacak durumda bulunması ve vekâletnamede imzanın bulunmaması nedeniyle sahte vekâletnameye dayanılarak tapuda satış işlemi yapılmasında davalı Hazine’nin de sorumlu bulunduğu anlaşılmaktadır.

Gerçek malik Ahmet tarafından davacı aleyhine açılan tapu iptal- tescil davası mahkemece kabul edilmiş, davacı adına kayıtlı tapu iptal edilerek gerçek Ahmet adına tescil edilmiştir.

Davada, sahte kimlik ve sahte vekâletname ile tapuda daire satın davacının, tapusunun iptal edilmesi nedeniyle uğradığı zarar bedeli (ödenen daire bedeli) talep edilmektedir.

Davacının davalı hazineye yönelik tazminat isteminin yasal dayan – 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 1007.(743 sayılı Türk Medeni Kanunu’nu 917.) maddesi olup, bu hükümde devletin tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardan sorumluluğu düzenlenmiştir.

Kusur sorumluluğunda bir zararı başkasına tazmin ettirmek, ancak zarar onun kusurlu bir fiilinden doğmuş ise mümkündür (Tandoğan Haluk, Türk Mes’uliyet Hukuku, 1967, s:89). Kusur sorumluluğunda, “kusur” sorumluluğun öğesidir (Eren Fikret, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C.l, B.6, İstanbul 1998, s:554).

Tazminat yükümlülüğünü kusura dayandırmak, önceleri adalete uygun ve yeterli görülmekte iken, zarar olasılıklarını çoğaltan büyük sanayinin gelişmesi, üretim ve taşıt araçlarının makineleşmesi, yeni enerji kaynaklarının bulunması halkın büyük şehirlerde yoğunlaşması ile modern hayatta zarar olasılıklarının çoğalması, böylece teknik ilerleme ve ona bağlı tehlikelerin artması ile birlikte, zarar görenlere etkili bir koruma sağlamaya elverişsiz ve dolayısıyla adaleti sağ­lama bakımından da yetersiz kalmaya başlamıştır.

Böylece sanayileşme ile birlikte doğan tehlikeler, hukuk alanında da etki­sini doğurmuş ve bir kimsenin kusurlu olmasa dahi kendisinin verdiği zarar ne­deniyle tazmin sorumluluğunu, kısacası kusursuz sorumluluğu getirmiştir (Prof. Dr. Haluk Tandoğan, Kusura Dayanmayan Sözleşme Dışı Sorumluluk Hukuku, 1981 Bası, sh.1-4).

Öğretide kusursuz sorumluluk halleri “olağan sebep sorumluluğu-tehlike sorumluluğu” olmak üzere ikili ayırıma tabi tutulduğu gibi (Eren Fikret, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C.l, B.3, 1989; Tandoğan Haluk, Kusura Dayanmayan Sözleşme Dışı Sorumluluk, Ankara, 1981, s:22); “hakkaniyet sorumluluğu-nezaret ve ihtimam gösterme yükümünden doğan sorumluluk-tehlike sorumluğu” şeklinde üçlü aynıma gidildiği de görülmektedir (Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop/Tekinay Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, B.7, İstanbul 1993, s:498).

Öte yandan, “objektif sorumluluk” üst başlığı altında kusursuz sorumluluk halleri olarak da düzenlemeler bulunmaktadır.

Tehlike sorumluluğu, “terminolojide” “ağırlaştırılmış sebep sorumluluğu”; “ağırlaştırılmış objektif sorumluluk” olarak yer alır (Koçhisarlıoğlu Cengiz, Objek­tif Sorumluluğun Genel Teorisi, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1984, s: 183). Diğer sorumluluk türlerinden farklı olarak bu türde kurtuluş beyyinesi (kanıtı) yasalarda bulunmamaktadır. Ancak, uygun İlliyet bağını kesen sebepler sorumluluktan kurtarır.

Türk Özel Hukukunda kusura dayanmayan sorumluluk hallerinden birisi de Tapu sicilinin tutulmasından Devletin sorumluluğudur.

Bu sorumluluğun niteliği ve somut olay yönünden değerlendirilmesine gelince;

Devletin “tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğuna” ilişkin ola­rak, kusursuz sorumluluk/ağırlaştırılmış sebep/ağırlaştırılmış objektif sorumlu­luk/ tehlike sorumluluğuna ilişkin kurallar uygulanır.

Taşınmazların tapu siciline kaydedilmesinde ve doğru sicillerin oluşturul­masında “Devletin sorumluluğu” o kadar önemlidir ki, 743 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 917, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 1007. maddelerinde açıkça;

“Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur. Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder” hükmüne yer verilerek, bu sorumluluk yasal düzenleme altına alınmıştır.

Diğer taraftan, devletin tapu sicilini çok düzgün tutması ve taşınmazların durumunu tespit ve tescil bakımından gerekli düzenlemelerin yapılarak açık hale getirilmesi konusuna büyük önem verilmiş, bu sicillerin Devlet memurlarınca tutulmasından ileri gelecek bütün zararlardan dolayı vatandaşlara karşı Devlet’e fer’i değil, aynen İsviçre’de olduğu gibi asli sorumluluk yüklenmiştir (Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu/Galip Esmer Gayrimenkul Tasarrufları, 1969, s:512 vd.; Prof. Dr. Jale Akipek, Eşya Hukuku, 1972, s:303).

Yasanın bu açık hükmünün kaynak olduğu “Devletin sorumluluğundan söz edebilmek için, tapu sicilinin tutulmasında sicil görevlisinin hukuka aykı­rı bir işleminin ve bununla zararla sonuç arasında nedensellik bağının varlığı gerekmekle birlikte, eylemin kusura dayanıp dayanmamasının bir önemi bulun­mamakta; böylece Devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluğun özel bir hali olarak ortaya konulmaktadır.

Burada, kusursuz sorumluluğun dayanağı, tapu siciline bağlı büyük çı­karların ve yanlış tesciller sonucunda sicile güven ilkesi yüzünden ayni hakların yerinin doldurulmaz biçimde değişmesi ve bu hakların sahiplerinin onlardan yoksun kalmaları tehlikesinin varlığı ile açıklanabilir.

Gerçekten, tapu sicilinin tutulmasını üzerine alan Devlet, tapu siciline tanınan güvenden ötürü, hak durumuna aykırı kayıtlardan doğan tehlikeyi de üstlenmektedir.

Devletin sorumluğunun dayandırıldığı tapu sicilinin doğru tutulmasına ilişkin güvenin devamını sağlama amacı, tapu siciline güven ilkesinden geniş bir anlam taşımaktadır. Söz konusu ilkenin uygulanamadığı ve yolsuz tescile güvenen iyiniyetli üçüncü kişilerin iktisaplarının korunamadığı bazı hallerde dahi, onların bu yüzden uğradıkları zarardan da Devlet sorumlu tutulur.

Görülmektedir ki; kusursuz sorumluluğun bir biçimi olan tapu sicilin tutulmasından kaynaklanan Devletin sorumluluğu, bir tehlike sorumluluğudur.

Tapu sicil müdür ya da memurunun kusuru olsun olmasın, tapu sicilinin tutulmasında kişilerin mameleki çıkarlarını koruyan hukuk kurallarına aykırı davranılmış olması yeterlidir. Kusurun varlığı ya da yokluğu Devletin sorumluluğu için önem taşımamakta, sadece Devletin memuruna rücuu halinde iç ilişkide etkisi söz konusu olmaktadır. Tapu Sicilinin tutulmasında kişi çıkarlarının korunması bakımından uyulması gereken kurallar tapu mevzuatı ile sınırlı ol­mayıp, bu mevzuat dışındaki hukuk kurallarına ve hukukun genel ilkelerine de uyulması gerekmektedir. Tapu müdür ya da memurlarının ihlal ettikleri hukuk kuralları ister genel olsun ister salt sicilin tutulmasıyla ilgili olsun her iki halde de ortaya çıkan sonuç tapu sicilinin hukuka aykırı tutulmuş olmasıdır (Dr. Lale Sirmen, Tapu Sicilinin Tutulmasından Doğan Zararlardan Devlet’in Sorumluluğu, Ankara, 1976 Sh.63 vd). Bu nedenle sicilin hukuka uygun tutulması kavramı tapu mevzuatına uygunlukla sınırlı bir kavram olmayıp, hukukun genel ilkelerine uygunluk ta gerekmektedir. Bunun dışına çıkan her hukuka aykırı davranıştan Devletin sorumluluğu asildir.

Az yukarıda ayrıntıları açıklandığı ve vurgulandığı üzere; Devletin sorum­luluğunun bir tehlike sorumluluğu olduğu hususu, Yargıtay Hukuk Genel Kuru­lucun 05.10.1955 gün ve 1955/4-58 Esas, 1955/64 Karar sayılı; 29.06.1977 gün ve 1977/4-845 Esas ve 1977/655 Karar sayılı; 24.09.2003 gün ve 2003/4- 491 Esas ve 2003/487 Karar sayılı; 19.04.2006 gün ve 2006/4-113 Esas ve 2006/205 Karar sayılı; 09.05.2007 gün ve 2007/4-212 Esas, 2007/261 Karar sayılı, ilamlarıyla yargısal uygulamada da büyük ölçüde kabul edilmiştir.

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeple­re ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davalılar vekillerinin sair temyiz itirazları yerinde değildir.

Ancak, dava konusu 23.01.2006 tarihli Tapu Akit tablosunda davacının alıcı sıfatıyla ödediği bedelin 76.000 TL olarak yazıldığı anlaşılmaktadır. Davacı tarafından tapuda miktarın düşük gösterildiği iddia edilmiş ise de, bu konuda HMK.nın 200. (HUMK.nın 288, 289.) maddeleri gereğince senede karşı senetle ispat zorunluluğu ilkesine göre aynı kuvvette yazılı başka delil ibraz edilmediğin­den, mahkemece; asıl dava yönünden davanın kısmen kabulü ile akit tablosun­da yazılı 76.000 TL’nin davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, bir­leşen davanın ise reddine karar verilmesi gerekirken, davanın davacının iddiası doğrultusunda 155.000 TL olarak kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiştir.

Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğun­dan kabulü ile hükmün HUMK.nın 428. maddesi gereğince (BOZULMASINA), Yargıtay duruşmasında vekille temsil edilen davalılar için duruşma tarihinde yü­rürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümlerine göre takdir edilen 1.100 TL vekalet ücretinin davacıdan alınıp davalılara verilmesine ve peşin alı­nan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 08.04.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Maden kazasında ihmal ve kusurdan maden şirketi sahipleride sorumludur

Yargıtay, Soma’daki maden faciasının yankıları devam ederken, bu tür kazalara emsal teşkil edecek bir karara imza attı.

Yargıtay, 2010 yılında Edirne’de meydana gelen maden kazası sonrası, maden şirketi sahibine ‘taksirle üç kişinin ölümüne sebebiyet vermek’ suçundan verilen 5 yıl hapis cezasını onadı.

Edirne’nin Keşan ilçesinde 2010 yılında bir maden şirketinde meydana gelen olayda, yapılan kaynaktan kıvılcım sıçraması sonucu yangın çıkmış, yangına bağlı olarak da göçük meydana gelmişti. Göçük altında 2 gün mahsur kalan madencilerden Volkan Hamarat (30), Yunus Akbaş (35) ve Halil Açıkgöz (45) olayda hayatını kaybetmişti.

SORUMLULAR HAKKINDA DAVA AÇILDI

Edirne Cumhuriyet Başsavcılığı, kaza sonrası olayla ilgili soruşturma başlattı. Cumhuriyet Başsavcılığı, maden şirketi sahibi Z.K., kaynakçı C.B., nezaretçi Çavuş D.K., ve kaynakçı yardımcısı D.Ç.’ye ‘taksirle ölüme neden olmak’ suçundan dava açtı. Sanıklar Edirne 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde hakim karşısına çıktı. Mahkemede savunma yapan maden şirketi sahibi sanık Z.K., suçlamayı kabul etmediğini belirterek, ‘Olay, ocakta bakım çalışmaları sırasında kıvılcımlardan hortumun erimesi ve gazın çıkmasıyla medyana geldi. Olayda herhangi bir kusurum yok’ dedi.

ŞİRKET SAHİBİNE ‘TAKSİRLE ÖLDÜRME’ SUÇUNDAN 5 YIL

Edirne 2. Ağır Ceza Mahkemesi, birinci derece kusurlu olduğunu belirttiği sanık maden şirketi sahibi Z.K.’yı ‘taksirle üç kişinin ölümüne sebebiyet vermek’ suçundan 5 yıl hapis cezasına çarptırdı. Mahkeme ikinci derecede kusurlu tuttuğu kaynakçı C.B. ve nezaretçi Çavuş D.K.’yı 3 yıl 4′er ay hapis cezasına çarptırırken, bu cezaları 24 bin 300 lira adli para cezasına çevirdi. Mahkeme üçüncü derecede kusurlu tuttuğu kaynakçı yardımcısı D.Ç.’ye ise 2.5 yıl hapis cezası verdi. Mahkeme, bu cezayı ise 18 bin 200 lira adli para cezasına çevirdi.

YARGITAY, MAHKEMENİN KARARINI ONADI

Sanıklar, yerel mahkemenin bu kararına itiraz etti. Temyiz istemini görüşen Yargıtay 12. Ceza Dairesi ise yerel mahkemenin bu kararını onadı. Yüksek Mahkeme, bu kararıyla maden sahalarında meydana gelen kazalardan maden şirketi sahiplerinin de sorumlu tutulacağına hükmetmiş oldu. Bu arada karar, yankıları devam eden 301 kişinin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan Soma’daki maden faciasına ilişkin açılacak davaya da emsal teşkil edecek. Türkiye’yi yasa boğan Soma’daki maden kazasında ‘ihmal var mı?’ sorusuna günlerdir cevap aranırken, maden şirketi sahibinin açıklamaları da tartışmaları beraberinde getirmişti.

Öte yandan, ceza davasının yerel mahkemede sonuçlanmasının ardından göçükte hayatını kaybeden Volkan Hamarat’ın ailesi tazminat davası açtı. Keşan 1. Asliye Hukuk Mahkemesi, Hamarat’ın anne ve babası ile 5 kardeşine toplam 225 bin lira manevi tazminat ödenmesine hükmetti. Mahkemenin gerekçeli kararında, ‘Kanıtların değerlendirilmesinden, davalı işverenin işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerini yeterince almamasından ortaya çıkan iş kazasında yüzde 100 oranında kusurlu olduğu, Volkan Hamarat’ın kusurlu olmadığı sabit bulunmuştur’ denildi

müşteriyi işyeri dışında darp eden iki çalışanının yanısıra, işyeri de sorumludur

Haber3 te Durmuş Koçak’ın haberine göre, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, maddi ve manevi tazminat istemiyle açılan bir davada, A.K. adlı müşteriyi işyeri dışında darp eden iki fast food restoranı çalışanının yanı sıra, işyerinin de sorumlu tutulacağına hükmetti.

Bozma ilamında, “firmanın çalışanını seçmede, talimat vermede ve denetlemede sorumluluğu bulunduğu” ifade edildi.

A.K. ve H.F.B. adlı kişiler, 2002′de bir restoranda yemek yiyip, buradan ayrıldıktan sonra restoranın önünde iki çalışan tarafından içeride yaşanan tartışma nedeniyle darp edildi.

A.K. ve H.F.B. olay üzerine iki çalışanın yanı sıra işyerine ve işyerinde ürünleri satılan fast food şirketine de maddi ve manevi tazminat davası açtı.

Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesi, darp olayının restoran dışında yaşandığı ve çalışanların işyeri yaranına bir eylemde bulunmadıklarını gerekçe göstererek restoran yönünden davanın reddine karar verdi. Mahkeme, çalışanlar yönünden ise davayı kısman kabul etti.

-İşyeri de sorumlu

Temyiz için başvurulan Yargıtay 4. Hukuk Dairesi ise kararı bozdu.

Daire, müşteriyi işyeri dışında darp eden iki restoran çalışanının yanı sıra, işyerinin de sorumlu tutulacağına hükmetti.

Bozma ilamında, “firmanın çalışanını seçmede, talimat vermede ve denetlemede sorumluluğu bulunduğu” ifade edildi. Daire, buna Borçlar Kanunu’nun 55. maddesini gerekçe gösterdi.

Bozma kararının ardından dosya bir kez daha Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesine geldi.

A.K’nın, fast food çalışanı H.A ile işyerine karşı açtığı maddi ve manevi tazminat talepleri kısmen kabul edildi. Davalıların, A.K’ya 480 lira maddi tazminat, 2 bin 500 lira da manevi tazminat ödemesine karar verilerek, A.K’nın restoran çalışanı V.T’ye açtığı tazminat talebi ise reddedildi.

Davacı H.F.B’nin ise hem restoran çalışanlarına hem de restorandan tazminat talebi de kısmen kabul edildi. Davalıların, H.F.B’ye toplam 5 bin 930 manevi tazminat, 3 bin lira da maddi tazminat ödenmesine karar verildi.

Muhabir: Durmuş Koçak
Yayınlayan: Hasan Öymez

Kaynak : http://www.haber3.com/calisanin-kavgasinda-firma-da-sorumlu-bulundu-haberi-2338717h.htm#ixzz2mFTFlXDI

YARGITAY 12.HD E: 2008/10938 K: 2008/13896 – MAAŞ HACZİNE CEVAP VERMEYEN İŞVEREN KESİNTİ YAPMASI GEREKEN MİKTARDAN SORUMLUDUR

T.C.

YARGITAY

 12.Hukuk Dairesi

 Esas: 2008/10938

 Karar: 2008/13896

 Karar Tarihi: 01.07.2008

 

(2004 S. K. m. 89, 355, 356)

Dava:

 

Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki şikayetçi vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:

 

Karar:

 

Borçlunun maaş ve ücreti haczi İİK'nun 355 ve devam eden madde hükümlerine göre yapılır. Memurlukça tebliğ edilen ihbarnamede 89. maddeden söz edilmesi sonucu etkilemez.

 

İİK'nun 355. maddesine göre icra müdürü, borçlunun çalıştığı işyerine maaş ve ücretin haczedildiğine dair bir haciz yazısı yazar. Haciz yazısını alan işveren bir hafta içinde haczin icra edildiğini ve borçlunun maaş ve ücretinin miktarını icra dairesine bildirmeye ve borç bitinceye kadar icra dairesinin haciz bildirimine göre haczolunan miktarı borçlunun maaş veya ücretinden keserek hemen icra dairesine yatırmaya mecburdur.

 

Aksi halde İİK'nun 356. maddesi gereğince kesmedikleri veya ilk vasıta ile göndermedikleri para ayrıca mahkemede hüküm alınmasına hacet kalmaksızın icra dairesince maaşlarından ve sair mallarından alınır.

 

Somut olayda borçlu Kemal'in şikayetçi üçüncü kişi Mustafa'nın yanında işçi olarak çalıştığı, Mustafa'nın de B…..A.Ş.'nin taşeron firması olduğu, dolayısı ile 89/1 haciz ihbarnamesi B…..A.Ş. adresinde şirket yetkili müdürü Fatma'ya tebliğ edilmiştir.

 

Tebligat üzerinde yazılı olan ifadesinde de tebligatın Mustafa adresinde değil B…..AŞ. adresinde yapıldığı ve usulsüz olduğu anlaşılmaktadır. Şikayetçiye İİK'nun 356. maddesine göre usulüne uygun bir tebligat yapılmadığından İİK'nun 356. maddede yazılı hüküm ve sonuçlar doğmaz.

 

Öte yandan kabule göre de, tebligatın geçerli olduğu varsayılsa dahi şikayetçinin borçlunun maaşından kesinti yapmadığı miktar kadar şahsi mallarından veya maaşından tahsili gerekirken, tüm takip borcundan sorumlu tutulması ve bu borcun tahsili için Mustafa'nın B…..A.Ş.'de tahakkuk etmiş ve edecek her türlü alacakları üzerine haciz konulması usulsüzdür.

 

Şikayetin kabulü yerine reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

 

Sonuç: Şikayetçi vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK 366 ve HUMK'nun 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, 01.07.2008 gününde oybirliği ile karar verildi.