Etiket arşivi: TARAF

İcra ve İflas Hukuku • İCRA TAKİPLERİNDE TARAF EHLİYETİ NEDİR,KİMLERİN TARAF EHLİYETİ VARDIR

İcra takiplerinde taraf ehliyeti nedir, kimlerin taraf ehliyeti vardır?

Türk Medeni Kanun’un 8. maddesine göre her insanın hak ehliyeti vardır.Buna göre bütün insanlar, hukuk düzeninin sınırları içinde, haklara ve borçlara ehil olmada eşittirler. Aynı kanunun hak ehliyeti başlıklı 48. maddesinde ise ,tüzel kişiler, cins, yaş, hısımlık gibi yaradılış gereği insana özgü niteliklere bağlı olanlar dışındaki bütün haklara ve borçlara ehildirler.
İcra Müdürlüğü, taraf ehliyeti bulunup bulunmadığını resen kontrol etmekle yükümlüdürler.

Türk Medeni Kanunu’nun 9. ve devamı maddelerinde, Fiil ehliyetine sahip olan kimsenin, kendi fiilleriyle hak edinebileceği ve borç altına girebileceği, ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan her ergin kişinin fiil ehliyetinin bulunduğu, erginliğin, onsekiz yaşın doldurulmasıyla başladığı hüküm altına alınmıştır.

Ayırt etme gücüne sahip küçük ve kısıtlılarsa, sınırlı takip ehliyetine sahiptirler. Bu kimseler icra takiplerinde ancak kanuni temsilcileri tarafından temsil edilirler.

Tüzel kişilerde ise takip ehliyeti, yetkili organları aracılığıyla kullanır.
Adi şirketler, tereke ve kat malikleri kurulu gibi bazı kişi ve mal topluluklarının tüzel kişiliği yoktur. Bunlara ilişkin özel düzenlemeler söz konusu olup, her biri ayrı soru başlığı altında açıklanmıştır. Av. Ahmet Erkan

T. M. K-MADDE 8
BİRİNCİ KİTAP : KİŞİLER HUKUKU
BİRİNCİ KISIM : GERÇEK KİŞİLER
BİRİNCİ BÖLÜM : KİŞİLİK
A – GENEL OLARAK
I. HAK EHLİYETİ
Her insanın hak ehliyeti vardır.

Buna göre bütün insanlar, hukuk düzeninin sınırları içinde, haklara ve borçlara ehil olmada eşittirler.

T. M. K-MADDE 9
II. FİİL EHLİYETİ
1. KAPSAMI
Fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir.

T. M.K– MADDE 48
B. Hak ehliyeti
Tüzel kişiler, cins, yaş, hısımlık gibi yaradılış gereği insana özgü niteliklere bağlı olanlar dışındaki bütün haklara ve borçlara ehildirler.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Pzr Mar 08, 2015 8:55 pm


Ceza Hukuku • Yargılamanın durdurulması, iddianamede taraf sıfatlarının hatalı gösterilmesi

Müvekkil adına Cumhuriyet Savcılığı nezdinde kooperatif eski yönetim kurulu ve denetim kurulu hakkında suç duyurusunda bulundum.
Dosyamız soruşturma aşamasında müvekkil kooperatifin yönetim kurulu ve denetim kurulu üyeleri hakkına eş zamanlı olarak yapılan suç duyurusu
dosyası ile birleşerek bir başka Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderildi.
Bizim suç duyurumuz hakkında takipsizlik kararı verildi.
Müvekkil kooperatif yönetim ve denetim kurulu üyeleri hakkında Asliye Ceza Mahkemesin de Görevi Kötüye kullanmaktan dava açıldı.
Bizim suç duyurumuzla ilgili verilen takipsizlik kararına itiraz ret edildi. Yazılı emirle bozma talep edildi. Yazılı Emirle Bozma talebimiz kabul edildi.
Takipsizlik kararı kaldırıldı.
Müvekkil kooperatif yönetim ve denetim kurulu üyeleri hakkında Asliye Ceza Mahkemesinde Görevi kötüye kullanma yönünden BERAAT kararı yargıtay tarafından bozuldu.
Ağır Ceza da zimmet den kovuşturma yapılması yönünden dosya döndü.
Ancak tüm bunlar olurken Asliye Ceza Mahkemesi nezdinde müvekkil kooperatif yönetim ve denetim kurulu üyeleri ile ilgili düzenlenen iddianamede avukat olarak BİZ KENDİ MÜVEKKİL KOOPERATİFİN YÖNETİM VE DENETİM KURULU ÜYELERİNİ şikayet eden olarak gösterildik. İtiraz ettik ama mahkeme dikkate almadı.
Aynı durum şu anda Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde beraat kararının bozulması sonucu karşımıza çıktı.
Mahkeme ye bu şekliyle yargılama yapılamayacağı yönünde itirazım oldu.
Dosya da müvekkil kooperatifin yönetim ve denetim kurulu üyeleri hakkında hiç bir şikayetimiz yok. İddianamede bu şekliyle bizim savunma hakkımız kısıtlanmakta. Müvekkil kooperatifin sanıklarla ilgili aldığı herhangi bir karar olmadığı gibi soruşturma dosyası aşamasında ibraları mevcut. Bu durumun giderilmesi için yargılamanın durdurularak İddianame de ki hatanın giderilmesini talep ettik. Mahkeme karar vermedi. Celse erteledi.
Bu konuda emsal uygulama arıyorum.
Saygılar
Av. Dursun Yasıskaya

Bilgiler: Tarih-Gönderici: Dursun Yassıkaya — Cum Mar 06, 2015 10:07 am


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • FESHİN GEÇERSİZLİĞİ VE İŞE İADE DAVASINDA TARAF TEŞKİLİ…

YARGITAY 22. Hukuk Dairesi
ESAS: 2014/431
KARAR: 2014/944

Davacı, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.

Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Davacı İsteminin Özeti:

Davacı işçi, iş sözleşmesinin geçerli sebep olmadan işverence feshedildiğini ileri sürerek feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini, işe başlatılmama halinde ödenmesi gereken tazminat ile boşta geçen süre ücret ve diğer haklarının belirlenmesini istemiştir.

Davalı Cevabının Özeti:

Davalı işveren, iş sözleşmesinin geçerli olarak feshedildiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkeme Kararının Özeti:

Mahkemece, feshin geçerli sebebe dayanmadığı gerekçesi ile feshin geçersizliğine ve davacı işçinin işe iadesine, işe başlatma tazminatının dört aylık ücret tutarı olarak ve çalıştırılmadığı süre için en çok dört aylık ücret ve diğer haklarının belirlenmesine karar verilmiştir.

Temyiz:

Kararı davalı temyiz etmiştir.

Gerekçe:

1-Taraflar arasında fesih tarihi itibariyle işverence otuz veya daha fazla işçi çalıştırılıp çalıştırılmadığı ve dolayısıyla davacının iş güvencesi kapsamında kalıp kalmadığı uyuşmazlık konusu olup, normatif dayanak 4857 sayılı İş Kanunu’nun 18. maddesidir.

4857 sayılı Kanun’un 18. maddesinin birinci fıkrasına göre iş güvencesi hükümlerinden yararlanmak için otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerinde çalışmak gerekir. Aynı maddenin dördüncü fıkrasına göre işverenin aynı işkolunda birden fazla işyerinin bulunması halinde, işyerinde çalışan sayısı bu işyerlerinde çalışan toplam işçi sayısına göre belirlenir. İşçi sayısına ilişkin bu hüküm nispi emredici olduğundan, daha az işçi sayısını öngören sözleşme hükümleri geçerli kabul edilmektedir.

Otuz işçi sayısının belirlenmesinde fesih bildiriminin işçiye ulaştığı tarih itibariyle belirli-belirsiz süreli, tam-kısmi süreli, daimi-mevsimlik sözleşmelerle çalışan tüm işçiler dikkate alınır.

Mahkemece, davalı şirketin Türkiye genelindeki tüm işyerlerinde fesih tarihinde kaç işçi çalıştığı açık ve tereddüte yer vermeyecek şekilde belirlenmeli ve bu sayının otuzun altında olduğunun tespiti halinde dava, dava şartı yokluğundan reddedilmelidir.

2-Fesih tarihinde işyerinde otuzdan fazla çalışan olduğunun tespiti halinde ise alt işveren işçisi tarafından, feshin geçersizliğine karar verilmesi istemiyle yalnızca alt işveren hakkında veya geçersizlik yahut muvazaa iddiasıyla sadece asıl işveren aleyhine açılan davalarda, asıl işveren-alt işveren ilişkisinin geçersiz veya muvazaaya dayandığının belirlenmesine bağlı olarak, davalı olarak gösterilen kişinin işçinin gerçek işvereni olmadığının belirlenmesi halinde taraf sıfatı sorunu ortaya çıkmaktadır. Davanın taraf sıfatı yokluğu sebebi ile reddedilmesi halinde, gerçek işverene karşı açılacak davada işçi, çoğunlukla, işe iade davaları için öngörülen bir aylık dava açma süresini kaçırma tehlikesi ile karşılaşmaktadır. Böyle bir sonuç işçiyi mağdur edeceği gibi, bir aylık süre geçmemişse yeni bir dava açılmasını gerektirmesi sebebi ile usul ekonomisine de uygun düşmez. Gerek daha önce işe iade davalarına bakan Yargıtay 9. Hukuk Dairesince ve gerek Dairemiz tarafından davacının temsilcide yanıldığı veya taraf sıfatında maddi hataya düştüğü kabul edilmek suretiyle taraf değişikliği konusunda mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun katı kuralları aşılarak sorun çözülmeye çalışılmıştır.

Ne var ki, işe iade davası asıl işveren ve alt işverene karşı birlikte açıldığında asıl işveren hakkında taraf sıfatı yokluğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmezken, sadece asıl işveren hakkında dava açılmışsa taraf sıfatının bulunmadığı ve taraf sıfatında yanılgı olduğunun kabulüne karar verilmesi sözü edilen çözümün çelişkisi olarak dikkat çekmiştir.

Öte yandan, 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 124. maddesinde kabul edilebilir yanılgıya dayanan iradi taraf değişikliği taleplerinin mahkemece kabul edilmesi yönünde düzenleme yapılmıştır. Ancak sözü edilen düzenlemede taraf değişikliğinin talep şartına bağlanması karşısında, hâkim tarafından bu hususta taraflara hatırlatmada bulunulması mümkün değildir. Bu sebeple talep olmadığı halde, taraf sıfatında maddi hataya düşüldüğünden söz edilmek suretiyle mahkeme kararının bozulmasına yönelik uygulamaya devam edilmesinin, kanunun belirtilen açık düzenlemesi karşısında, mümkün olmadığı görülmektedir.
Hal böyle olunca, Dairemizde yukarıda belirtilen içtihadın yeniden gözden geçirilerek değerlendirilmesi ihtiyacı doğmuştur.

Mahkemece verilecek hükmün etkisi bakımından mecburi dava arkadaşlığı, maddi bakımdan mecburi dava arkadaşlığı ve şekli (usûlî) bakımdan mecburi dava arkadaşlığı olarak ikiye ayrılmaktadır. Maddi bakımdan mecburi dava arkadaşlığı, maddi hukuka göre bir hakkın birden fazla kimse tarafından birlikte kullanılması veya birden fazla kimseye karşı birlikte ileri sürülmesi ve tamamı hakkında tek hüküm verilmesi zorunlu hallerde sözkonusu olur (6100 sayılı HMK.m.59). Şekli (usûlî) bakımdan mecburi dava arkadaşlığı ise kanunun özel hükümleri ve davanın niteliğinden kaynaklanan, birden fazla kişiye karşı dava açılmasının ve yürütülmesinin zorunlu olduğu hallerde oluşan dava arkadaşlığına denir (PEKCANITEZ Hakan/ATALAY Oğuz/ÖZEKES Muhammet, Medeni Usul Hukuku, 12. Bası, Ankara 2011, s.223). Şekli dava arkadaşlığı, gerçeğin tam olarak ortaya çıkarılması ve taraflar arasındaki ilişkinin doğru karara bağlanmasını sağlamak için kabul edilmiştir. Bu durumda, dava konusu hukuki ilişki hakkında bütün dava arkadaşlarına yönelik tek ve aynı doğrultuda bir karar verme zorunluluğu yoktur. Ayrıca dava arkadaşlarının yaptıkları usulî işlemler birbirinden bağımsızdır.

4857 sayılı İş Kanunu’nun 2. maddesinin altıncı ve yedinci fıkralarına göre asıl işveren-alt işveren ilişkisinin geçerli olup olmadığı veya muvazaaya dayanıp dayanmadığına yönelik re’sen yapılması gereken yargısal denetim, ilişkinin taraflarının, yani asıl işveren ve alt işverenin davada yer almalarını ve kendi hukuklarını koruyacak açıklama ve ispat haklarını zorunlu kılmaktadır. Aksince bir düşünce Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkına ve 6100 sayılı Kanun’un 27. maddesinde öngörülen hukuki dinlenilme hakkına aykırılık teşkil eder. Buna göre, işe iade davalarına özgü olarak, asıl işveren-alt işveren ilişkisinin sözkonusu olduğu davalarda, davalı taraf yönünden bir çeşit şekli (usûlî) bakımdan mecburi dava arkadaşlığının mevcut olduğu kabul edilmelidir.

Görüldüğü üzere, bu çözüm tarzı hem işçi hem de işveren yönünde hukuka uygun maddî ve usûlî bakımdan her iki tarafın haklarını korumasını sağlayan bir çözümdür.
Böyle olunca, işe iade davasının yalnızca asıl işveren veya alt işveren aleyhine açılması durumunda, mahkemece dava hemen reddedilmemeli, davalı olarak gösterilmeyen asıl işveren veya alt işverene davanın teşmili için davacı tarafa süre verilmeli, verilen süre içinde, diğer dava arkadaşına teşmil edilirse davaya devam edilmeli, aksi halde dava usulden reddedilmelidir.

Taraf teşkili sağlandıktan sonra işin esasına yönelik olarak yapılacak inceleme sonucunda, asıl işveren-alt işveren ilişkisinin kanuna aykırı olarak kurulması veya muvazaaya dayanması halinde feshin geçersizliğine yönelik verilen karar gerçek işveren hakkında kurulmalı, geçersiz veya muvazaaya dayalı ilişkinin diğer tarafı hakkında sıfat yokluğu sebebiyle davanın reddine karar verilmelidir. Ancak, 6100 sayılı Kanun’un 327. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca taraf sıfatı olmadığı halde, davacıyı, davalı sıfatı kendisine aitmiş gibi yanıltarak kendisine karşı dava açılmasına sebebiyet verdiği için, davanın sıfat yokluğu sebebi ile hakkındaki davanın reddine karar verilen taraf lehine vekâlet ücreti takdir edilmemelidir.

Somut olayda, davalı P… Özel Güvenlik ve Eğitim Hizmetleri Ltd. Şti. ile dava dışı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı arasında huzur evinde yaşlı bakım hizmeti alımı tip sözleşmesi yapıldığı, davacının aynı işyerinde aynı işi yapmaya devam ettiği, önceki alt işverenin işçilerinin son alt işveren nezdinde çalışmaya devam ettikleri dikkate alındığında, davalı şirket ile dava dışı bakanlık arasında düzenlenen hizmet alımı sözleşmesinin 4857 sayılı Kanun’un 2/6-7. maddesi yönünden incelenmesi gerektiği açıktır. Sözkonusu sözleşmenin İş Kanunu hükümleri uyarınca geçerliliği veya muvazaaya dayanıp dayanmadığına yönelik yapılacak yargısal denetim sözleşmenin diğer tarafını yani dava dışı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının hak alanını da etkileyeceğinden, davanın adı geçen bakanlığa da teşmili için davacıya usulüne uygun süre verilmeli dava teşmil edilirse, yargılamaya devam edilerek asıl işverenin de delilleri toplanmalı ve feshin geçersiz olduğu ve alt işverenlik ilişkisinin muvazaaya dayandığı anlaşılırsa, asıl işveren işyerine iadeye, muvazaa bulunmayıp bir asıl işveren-alt işveren ilişkisinin varlığı sonucuna varılırsa alt işveren işyerinde işe iadeye ve kanuni haklardan alt işverenle birlikte asıl işverenin de sorumluluğuna karar verilmelidir. Taraf teşkili sağlanmadan ve eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması hatalı olmuştur.

Sonuç : Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebeplerden BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 27.01.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — 13 Ara 2014, 11:49


Yargıtay,İstihkak Davasında Taraf Teşkili

6 Aralık 2011 SALI -Resmî Gazete-Sayı : 28134

Yargıtay 17. Hukuk Dairesinden:
Esas No                   : 2011/6682
Karar No                : 2011/8508
YARGITAY İLAMI
Mahkemesi            : Antalya 3. İcra Hukuk Mahkemesi
Tarihi                     : 11.5.2010
Numarası               : 2010/154-618
Davacı (3. kişi)       : Azize Yıldız
Davalı (Alacaklı)   : 1- İsmail Duygulu
(Borçlu)   : 2- Mehmet Musa Yıldız
Taraflar arasındaki istihkak davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı kabulüne dair verilen hükmün, bu defa Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 10.6.2011 gün ve 2011/188597 sayılı yazısı ile Antalya 3. İcra Hukuk Mahkemesince kesin olarak verilen11.5.2010 tarihli hükmün HUMK. nun 427/6. maddesi uyarınca “kanun yararına bozulması” için temyiz isteminde bulunulmuştur.
KARAR
Davacı (3.kişi), davalı (alacaklı) tarafından boşandığı eski eşi olan borçlu M. Musa Yıldız aleyhine Antalya 3.İcra Müdürlüğünün 2004/5079 sayılı dosyasından yapılan takipte, borçlu ile ilgisi olmayan kendisine ait evdeki menkullerin 06.2.2010 tarihinde haczedildiğini ileri sürerek, davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiş, bilahare kendisini vekil ile temsil ettirmiştir.
Davalı vekili, gerçek takip alacaklısının dava dilekçesinde davalı olarak gösterilmediğini, takip alacaklısının Ali Güzel olmasına karşın, davalı olarak gösterilen İsmail Duygulu’nun alacaklının vekili olduğunu, husumetin alacaklı asil yerine vekiline yöneltildiğini, bu nedenle davanın husumet yokluğundan ve esas yönünden reddi gerektiğini savunmuştur.
Davalı (borçlu) davanın doğru olduğunu, davacı 3. kişi ile 2005 yılında ayrıldıklarını ve mahcuzlarla bir ilgisinin bulunmadığını savunmuştur.
Mahkemece, yapılan yargılama sonunda davanın kabulü ile mahcuzlar üzerindeki haczin kaldırılmasına miktar itibariyle İİK.nun 363.maddesi uyarınca kesin olmak üzere karar verilmiştir.
Bu defa, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 10.6.2011 gün ve 2011/188597 sayılı yazısı ile Antalya 3. İcra Hukuk Mahkemesince kesin olarak verilen 11.5.2010 tarihli hükmün HUMK.nun 427/6.maddesi uyarınca “kanun yararına bozulması” için temyiz isteminde bulunulmuştur.
Dava, 3. kişinin İİK’nun 96 ve devamı maddelerine dayalı olarak açtığı istihkak davasına ilişkindir.
İİK.nun 96 ve devamı maddeleri uyarınca 3.kişi tarafından açılan istihkak davasında, asıl çekişme 3.kişi ile alacaklı arasında olduğundan, davalılar kural olarak istihkak iddiasına itiraz eden takip borçlusu ve takip alacaklısıdır. Bu davalarda takip alacaklısı zorunlu olarak davalıdır. Dava dilekçesinde takip alacaklısı yerine başka bir kişinin alacaklı gibi gösterilerek dava açılmış olması halinde, davanın sıfat yokluğu (pasif husumet) nedeniyle reddi gerekir.
Somut olayda, dava dilekçesinde gerçek takip alacaklısı Ali Güzel yerine, alacaklının vekili olan Av.İsmail Duygulu’nun davalı olarak gösterilmiş olduğu görülmektedir. Bu husus, davacı vekilinin 24.3.2010 havale tarihli dilekçesinde de belirtilmiştir. Maddi hataya dayalı bu yanlışlığın HUMK.nun 80. maddesi uyarınca düzeltilmesi olanaklı olup, bu hatanın düzeltilmesi hasım değiştirme olarak nitelendirilemez.
O halde; mahkemece yapılması gereken, zorunlu dava arkadaşı olan gerçek takip alacaklısının yöntemine uygun şekilde davaya katılmasını sağlamak üzere, davacı 3.kişiye uygun bir süre verilip, taraf teşkili sağlandıktan sonra, yargılamaya devam edilmesi, yargılama sonunda gerçek takip alacaklısı olmayan kişi hakkında açılan istihkak davasının sıfat yokluğu nedeniyle reddi ile davanın esası yönünden de toplanan deliller itibariyle varılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, belirtilen usuli zorunluluk göz ardı edilerek gerçek alacaklının yokluğunda yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının HUMK.nun 427/6. maddesine dayalı kanun yararına bozma talebinin kabulü ile hükmün hukuki sonuçlarına etkili olmamak kaydı ile Kanun Yararına BOZULMASINA, gereğinin yapılması için kararın bir örneği ile dosyanın Yargıtay Başsavcılığına gönderilmesine, 03.10.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TARAF SIFATI

T.C.
YARGITAY
Birinci Hukuk Dairesi
E: 2006/2155
K: 2006/3807
T: 6.4.2006
TARAF SIFATI
ÖZET : BİR KİMSEYE DAHİLİ DAVA YOLUYLA TARAF SIFATI VERİLMESİNE VE HAKKINDA HÜKÜM KURULMASINA OLANAK YOKTUR.
Taraflar arasında görülen davada;
Davacılar, miras bırakanın mirasçıdan mal kaçırmak amacıyla 211 ada 4 ve 5 parsel sayılı taşınmazları davalılara satış suretiyle temlik ettiğini,satışın gerçek olmadığını, taşınmazlardaki evi miras bırakanın yaptığını ,davalılar lehine olan tapu kaydındaki şerhin doğru olmadığını ileri sürüp muvazaa nedeniyle tapu kaydının iptali ile miras payları oranında adlarına tesciline,tapu kaydındaki muhtesata ilişkin şerhin iptaline karar verilmesini istemişlerdir.
Davalılar,dava konusu taşınmazları miras bırakanlarının bedelini ödeyerek satın aldıklarını,binayı muris Şevket ile kardeşi Necati’nin yaptığını belirtip davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, çekişme konusu taşınmazların davalılara temlikinin muvazaalı olduğu, tapu kayıtlarının beyanlar hanesinde evin Osman’a ait olduğunun yazılı bulunduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davalılar tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla tetkik hakiminin raporu okundu. Düşüncesi alındı. Dosya incelendi. Gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava; muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; miras bırakanın kadastro tespitinden önce 16.9.1969 tarihinde Nisan 1929 tarih,194 nolu ve Mayıs 1937 tarih 171 nolu tapu ile maliki bulunduğu iki parça taşınmazın 1/3′ er payını dahili davalı Necati ile davalıların miras bırakanı Şevket’e satış yoluyla temlik ettiği, anılan taşınmazların çekişme konusu 211 ada 4 ve 5 parsel sayılı taşınmazlara revizyon gördüğü anlaşılmaktadır.Anılan temliklerin, bir kısım mirasçılar tarafından açılan ve Rize Birinci Asliye Hukuk Mahkemesinin 3.4.2003 tarih 2002/438 Esas 2003/126 karar sayılı ilamı ile muvazaalı olduğunun belirlendiği ve buna dair hükmün kesinleştiği gözetilmek suretiyle açılan davanın tapu iptali isteği yönünden kabul edilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur.Davalıların bu yöne değinen temyiz itirazları yerinde değildir.Reddine.
Ancak, hakkında dava kabul edilen Necati’ye eldeki davada husumet yönetilmemiş, hakkında bir dava açılmamıştır. Kendisi dava aşamasında davaya dahil edilmiştir. Bir kimseye dahili dava yoluyla taraf sıfatı verilmesine ve hakkında hüküm kurulmasına olanak yoktur.
O halde, çekişme konusu 211 ada 4 ve 5 parsel sayılı taşınmazlarda, paydaş Necati’ye karşı usulünce açılmış bir davanın bulunmadığı gözetilmek suretiyle bunun hakkındaki davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile anılan taşınmazlardaki dahili davalının payı yönünden de davanın kabul edilmiş olması doğru değildir.Necati’nin temyiz itirazları yerindedir.Kabulü ile hükmün açıklanan nedenle HUMK.nun 428.maddesi gereğince (BOZULMASINA), peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 6.4.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

ORMAN KADASTROSUNA İTİRAZ / KISMİ İLAN / TARAF TEŞKİLİ

T.C.
YARGITAY
Yirminci Hukuk Dairesi
E:2006/3982
K:2006/8059
T:08.06.2006

ORMAN KADASTROSUNA İTİRAZ
KISMİ İLAN
TARAF TEŞKİLİ
Özet: 3402 sayılı Yasa ‘nın 4/3. maddesi gereğince kurulan komisyonlara, 6831 sayılı Yasa’mn 2/B maddesini uygulama görevi verilmemiştir. Orman niteliğinin kaybı araştırmasına girmeden orman niteliğiyle tespit tutanağı düzenleyip kısmi ilana çıkarlar. Hak sahipleri, nitelik yitirme konusunda değil, eskiden beri orman niteliğinde olmadığı konusunda Kadastro Mahkemesinde dava açabilir.
3402 sayılı Yasa’mn 16/d maddesine göre, ormanlar hak­kında Kadastro Kanunu’nda hüküm olmayan hallerde Orman Kanunu’nun hükümleri uygulanır. Dolayısıyla Kadastro Kanu­nu’nun 4. maddesi gereğince yapılan işlem, 6831 sayılı Orman Yasası ve 3402 sayılı Kadastro Yasası birlikte uygulanarak yapılan karma bir kadastro işlemidir. Dolayısıyla Çevre ve Orman Bakanlığı ile Orman Genel Müdürlüğü ‘nün bu davaları açmasını veya açılan davalara katılmasını önleyen bir Yasa hükmü bulunmamaktadır.
Açılacak bu davada husumet Hazine veya taşınmazın içinde bulunduğu köy tüzel kişiliği ya da davaya konu taşınmaza zilyet olanlara yöneltilebileceği, dava husumet yönünden red edil­meyip, malik hanesi boş bırakılarak tutanak düzenlenmesi gerek­tiği, tespit tutanağı düzenlenmeden keşif yapılması halinde, keşif sırasında belirlenen hak sahiplerinin davaya katılması, tespit tutanağının gönderilmesi halinde dava dosyası ile birleştirilip, tespit tutanağındaki hak sahiplerini de davaya katıp, taraf teşkili sağlandıktan sonra karar verilmelidir.
3402 s. KADASTRO KANUNU [Madde 4]
3402 s. KADASTRO KANUNU [Madde 6]
3402 s. KADASTRO KANUNU [Madde 26]
3402 s. KADASTRO KANUNU [Madde 27]
3402 s. KADASTRO KANUNU [Madde 28]
3402 s. KADASTRO KANUNU [Madde 29]
3402 s. KADASTRO KANUNU [Madde 30]
6831 s. ORMAN KANUNU (1) (2) [Madde 2]
6831 s. ORMAN KANUNU (1) (2) [Madde 7]
6831 s. ORMAN KANUNU (1) (2) [Madde 9]
6831 s. ORMAN KANUNU (1) (2) [Madde 10]
6831 s. ORMAN KANUNU (1) (2) [Madde 12]
Taraflar arasındaki orman kadastrosuna itiraz davasının yapılan duruş­ması sonunda kurulan hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davacı Orman Yöne­timi tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya incelendi, gereği düşünüldü:
Davacı Orman Yönetimi; 03.08.2005 tarihli dava dilekçesinde, Yeni­pazar İlçesi Kükürt Köyü 105 ada 156 sayılı parselin orman sayılan yerlerden olduğu halde, 3402 sayılı Yasa’nın 5304 sayılı Yasa ile değişik 4. maddesi gereğince yörede yapılan orman kadastrosu sırasında orman sınırları dışında bırakıldığını, orman sınırı içine alınarak bu niteliği ile Hazine adına tesciline karar verilmesini isteyerek parselin zilyedine husumet yönelterek dava açmıştır. Kadastro Müdürlüğü’nün 18.08.2005 gün ve 3007 sayılı yazı ceva­bında; Kükürt Köyünde 3402 sayılı Yasa’nın 5304 sayılı Yasa ile değişik 4. maddesi uyarınca önce orman kadastrosu yapılarak 05.07.2005 ve 03.08.2005 tarihleri arasında kısmi ilana çıkartıldığını, arazi kadastrosunun çalışmalarına 04.04.2005 tarihinde başlanılıp halen devam edildiğini, ormana komşu par­sellerin bu arada davaya konu parselin kadastro tespit tutanağı düzenlen­mediğinden tutanak aslı ve krokilerinin gönderilemediğini bildirmesi üzerine; mahkemece, Kadastro Mahkemesinde davanın görülebilmesi için kadastro tespit tutanağının düzenlenmesinin gerekli olduğu, çekişmeli taşınmaz hakkında dava koşulu gerçekleşmediği gerekçesiyle davanın reddine karar veril­miş, hüküm, davacı Orman Yönetimi tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, orman kadastrosuna itiraz niteliğindedir.
Çekişmeli taşınmazın bulunduğu yörede 3402 sayılı Yasa’nın 5304 sayılı Yasa ile değişik 4. maddesi gereğince yapılan ve 05.07.2005-03.08.2005 tarihleri arasında ilan edilip kesinleşmeyen orman kadastrosu bulunmaktadır. Çekişmeli taşınmaz bu işlem sırasında orman sınırları dışında bırakılmış, henüz kadastro tespit tutanağı düzenlenmemiştir.
Mahkemece; dava, arazi kadastrosuna itiraz olarak nitelendirilerek çekişmeli yer hakkında tespit tutanağı düzenlenmediğinden bahisle davanın reddine karar verilmişse de, bilindiği gibi halen yürürlükte olan yasalarımıza göre, orman kadastrosu 6831 sayılı Orman Yasası hükümlerine göre yapıldığı gibi, 3402 sayılı Kadastro Yasası hükümlerine göre de yapılmaktadır.
1) 6831 sayılı Orman Yasası hükümlerine göre yapılan orman kadast­rosu;
6831 sayılı Yasa’nın 4999 sayılı Yasa ile değişik 7. maddesi hükümlerine göre, “Devlet ormanlarının, hükmi şahsiyeti haiz amme müesseselerine ait ormanların, özel ormanların ve evvelce sınırlaması yapılmış olup da herhangi bir nedenle orman sınırları dışında kalmış ormanların orman kadastrosu ve bu ormanların içinde ve bitişiğinde bulunan her çeşit taşınmaz malların orman­larla müşterek sınırlarının tayin ve tespiti orman kadastro komisyonlarınca yapılır”. Aynı Yasa’nın 11. maddesi uyarınca “Orman kadastro komisyonlarınca tutanakların askı suretiyle ilanı, ilgililere şahsen tebliğ hükmündedir. Tutanak ve kararlara karşı askı tarihinden itibaren altı ay içinde Kadastro Mahke­melerine … müracaatla sınırlamaya ve bu Yasa’nın 2. maddesine göre orman sınırı dışına çıkarma işlemlerine Çevre ve Orman Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü ve hak sahibi gerçek ve tüzel kişiler itiraz edebilir… Hak sahibi gerçek ve tüzel kişiler tarafından açılacak sınırlamaya itiraz davalarında (orman sınırı içine alınan yerler hakkında) hasım, Orman Genel Müdürlüğü, 2. maddeye göre orman sınırı dışına çıkarma işlemlerine karşı açılacak davalarda ise hasım, Çevre ve Orman Bakanlığı ile Orman Genel Müdürlüğü’dür. Orman Genel Müdürlüğünce (kadastro komisyonunca orman sınırı dışında bırakılan yerler hakkında) açılacak davalarda hasım, hak sahibi gerçek ve tüzel kişiler ile Çevre ve Orman Bakanlığı’dır”. Yargıtay uygulamalarına göre, orman kadastro komisyonlarının orman sınırı dışında bıraktığı yerlerin orman sınırı içine alınması konusunda Orman Bakanlığı ya da Orman Genel Müdürlüğü tara­fından açılan orman kadastrosuna itiraz davalarının devamı sırasında, davaya konu taşınmazlarda kendilerine husumet yöneltilenler dışında başka hak sahiplerinin bulunduğunun anlaşılması halinde, o hak sahipleri de davaya dahil edilerek husumet yaygınlaştırıldıktan sonra, dava esas yönünden karara bağlanmaktadır.
2) 3402 sayılı Kadastro Yasası hükümlerine göre yapılan orman kadast­rosu; 3402 sayılı Yasa’nın 4/3. maddesi 5304 sayılı Yasa ile değiştirilmeden önce bu madde hükümlerine göre yapılan orman kadastrosunda, kadastro çalışma alanı sınırlarında orman bulunduğu takdirde; durum çalışmaya baş­lamadan iki ay önce Orman Genel Müdürlüğü’ne bildirilmekte ve Orman Genel Müdürlüğü tarafından bu yerde bulunan ormanların sınırlaması ve orman sınırı dışına çıkarma işlemleri 6831 sayılı Orman Yasası hükümlerine göre orman kadastro komisyonlarınca tespit ve haritasına işaretlenerek tutanaklarıyla birlikte kadastro ekiplerine teslim edilmekte ve bu yerlerin ölçü ve harita işlemleri orman kadastro komisyonunun düzenlediği harita ve tutanaklar esas alınarak kadastro ekiplerince ikmal edilmekte, eğer iki ay içinde orman kadastro komisyonları orman sınırını belirlemezse, kadastro alanı sınırları arazi kadastro ekipleri tarafından belirlenerek çalışmalar yürütülmekte ve arazi kadastro ekiplerince bu şekilde tespit ve ilan edilen yerlerde orman kadastro işlemleri de ikmal edilmiş sayılmakta ve Yasa’nın 9. maddesine göre yapılan itirazlar aynı Yasa’nın 10. maddesi hükmüne göre komisyonlar tarafından incelendikten sonra ister orman kadastro komisyonları tarafından, isterse arazi kadastro ekipleri tarafından belirlenen orman parsellerine ait tespit tutanakları ile aynı çalışma alanında bulunan diğer taşınmazların kadastro tutanaklarına göre yapılan tespitlere dayanılarak düzenlenen askı cetvelleri ile pafta örnekleri 30 gün süre ile ilan edilmekte ve askı ilan süresi içinde itiraz edilmeyen tespit tutanakları kesinleştirilerek aynı Yasa’nın 12. maddesi gere­ğince tapuya tescil edilmekte, askı ilan süresi içinde Kadastro Mahkemelerinde dava açılan parsellerle ilgili uyuşmazlıklar 3402 sayılı Yasa’nın 25, 26, 27, 28, 29 ve 30. madde hükümlerine göre karara bağlanmakta, daha önce orman kadastrosu kesinleşmiş yerlerde bu sınırlara aynen uyularak bu ormanlar hakkında aynı Yasa’nın 22/4. maddesi hükmü uyarınca işlem yapılmakta idi.

Ancak, 22.02.2005 gün ve 5304 sayılı Yasa ile 3402 sayılı Yasa’nın 4/3. maddesi değiştirilmiş ve “çalışma alanında orman bulunması ve 6831 sayılı Orman Kanunu’na göre orman kadastrosuna başlanılmamış olması halinde, orman kadastrosu ve bu ormanların içinde ve bitişiğinde her çeşit taşınmaz malların ormanlarla müşterek sınırlarının tayini ve tespiti kadastro ekibi tarafından yapılır. Ancak, bu çalışmalarda kadastro ekibine, Orman Genel Müdürlüğü Taşra Teşkilatınca görevlendirilecek en az bir orman yüksek mü­hendisi veya orman mühendisinin Tarım Müdürlüklerince görevlendirilerek bir yüksek ziraat mühendisi veya ziraat mühendisinin bildirimden itibaren yedi gün içerisinde iştirak ettirilmesi zorunludur. Bu çalışmalara muhtar ve bilir­kişilerin katılmaması halinde çalışmalar re’sen devam ettirilir” şeklini almıştır.
3402 sayılı Yasa’nın değişik 4/3. maddesi gereğince kurulan komis­yonlara 6831 sayılı Yasa’nın 2/B maddesini uygulama görevi verilmemiştir. Bu komisyonlar, o çalışma alanında nitelik kaybetme araştırmasına girmeden öncesi ve halen orman olan taşınmazların orman niteliğiyle tespit tutanaklarını düzenlemekle görevlidir. Bu komisyonlarca orman niteliğiyle tespit tutanağı düzenlenerek otuz günlük kısmi ilana çıkartılan taşınmazlar hakkında hak sahipleri, bu yerlerin orman niteliğini yitirdiği konusunda değil, sadece eskiden beri orman niteliğinde olmadığı konusunda Kadastro Mahkemesinde, Orman Genel Müdürlüğü’ne husumet yönelterek dava açacaklardır.
Ancak; orman niteliğinde tespit tutanakları düzenlenerek 30 günlük kısmi ilana çıkartılması halinde hak sahibi olan Orman Genel Müdürlüğü ya da Hazine, orman alanları dışında bırakılan taşınmazlar hakkında orman savı ile dava açabilecek midir? Hemen belirtmek gerekir ki; Yasalarımızda bunu engelleyen hiçbir hüküm bulunmamaktadır. Aksine 6831 sayılı Yasa’nın 11/1. maddesi gereğince Çevre ve Orman Bakanlığı ile Orman Genel Müdürlüğü, kadastro sırasında orman sınırı dışında bırakılan orman alanlarının bulun­duğunun tespiti halinde, bu yerlerin orman sınırı içine alınması konusunda dava açmak zorundadır. 3402 sayılı Yasa’nın 26/4. maddesi gereğince “Kadastro Mahkemesinin yetkisi (görevi), her taşınmaz hakkında kadastro tutanağı düzenlendiği günde başlar”. Orman parsellerinin kısmi ilana çıkar­tıldığı tarihte henüz tespit tutanakları düzenlenmeyen maliki, yüzölçümü ve geometrik durumu belli olmayan taşınmazlar hakkında Çevre ve Orman Bakanlığı ile Orman Genel Müdürlüğü 6831 sayılı Yasa’nın 11/1. maddesinin verdiği dava açma yetkisini nasıl ve kime karşı kullanacaktır? 6831 sayılı Yasa’nın 11/1. maddesi hükmüne göre “Tutanak, harita ve kararlara karşı askı tarihinden itibaren altı ay içinde Kadastro Mahkemelerine müracaatla sınır­lamaya ve 2. maddeye göre orman sınırları dışına çıkarma işlemlerine Çevre ve Orman Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü ve hak sahibi gerçek ve tüzel kişiler itiraz edebilir”. Görüldüğü gibi Yasa, Çevre ve Orman Bakanlığı ile Orman Genel Müdürlüğü’ne aleyhlerine olan tutanak, harita ve kararlara karşı itiraz davası açmakla yükümlü olduğu gibi 3224 sayılı Orman Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Yasa’nın 2/g maddesi Orman Genel Müdür­lüğü’ne “orman kadastrosu ve mülkiyetle ilgili işlemlerini özel mevzuatına göre yürütmek” görevini vermiştjr. 3402 sayılı Yasa’nın 4. maddesi gereğince yapılan işlem, 6831 sayılı Orman Yasası ve 3402 sayılı Kadastro Yasası aynı anda birlikte ve iç içe uygulanarak yapılan karma bir kadastro işlemidir. 3402 sayılı Yasa ile 6831 sayılı Yasa’nın hiçbir maddesi yürürlükten kaldırılmamış, aksine 3402 sayılı Kadastro Yasası’nın 16/D maddesinde, ormanlar hakkında, bu yasada hüküm bulunmayan hallerde özel yasasının (6831 sayılı Yasa) uygulanacağı öngörüldüğünden, 3402 sayılı Yasa’nın 4. maddesi gereğince yapılan orman kadastrosunda, bu yasanın belirlediği usul hükümleriyle birlikte, özel yasa olan 6831 sayılı Yasa’nın belirlediği hükümlerin de uygulanması gerekir. 6831 sayılı Yasa hükümlerine göre yapılan orman kadastrosunda, orman sınırları içinde bırakılan taşınmazlar hakkında orman olduğu konusunda “olumlu orman kadastro harita ve tutanağı” düzenlendiği kabul edilerek hak sahibi gerçek ve tüzel kişilere, orman sınırları dışında bırakılan, yani orman olmadığı konusunda “olumsuz orman harita ve kadastro tuta­nağı” düzenlenmiş sayılan taşınmazlar hakkında, Çevre ve Orman Bakanlığı ile Orman Genel Müdürlüğü’ne, askı ilan süresi içinde Kadastro Mahkemesinde dava açma olanağı 6831 sayılı Yasa’nın 11/1. maddesinde tanındığı gibi 3402 sayılı Yasa’nın 4. maddesine göre yapılan orman kadastrosunda orman olduğu konusunda “olumlu harita ve tespit tutanağı” düzenlenen parsellerde (kısmi ilana çıkartılan parseller) hak sahibi gerçek ve tüzel kişilere tanınan dava hakkının, orman sınırı dışında bırakılarak o tarihte henüz arazi kadastro tespit tutanağı düzenlenmemiş olmakla birlikte “olumsuz orman kadastro harita ve tutanağı” düzenlenmiş olduğu kabul edilerek 3402 sayılı Yasa’nın 26/4. maddesindeki kadastro tespit tutanağının düzenlenme koşulu aranmadan bu taşınmazlar hakkında da Çevre ve Orman Bakanlığı ile Orman Genel Müdür-lüğü’ne de dava açma hakkının tanınmış olduğunun kabulü gerekir. Şunu da belirtmek gerekir ki, kısmi ilana çıkartılan orman parsellerinden sonra kültür arazisi olarak tespit tutanakları düzenlenen taşınmazlar hakkında 3402 sayılı Yasa’nın 9. maddesi gereğince Çevre ve Orman Bakanlığı ile Orman Genel Müdürlüğü, orman savı ile itiraz edebileceği gibi, itiraz edilmeyen ya da itirazları komisyonca ret edilerek kültür arazisi niteliği ile tespit tutanakları düzenlenip 3402 sayılı Yasa’nın 11. maddesi gereğince askı ilanına çıkartılan parseller hakkında HGK’nın 13.07.1996 gün 1996/20-459-556 ve 13.05.1996 gün ve 1996/20-566-1998/338 sayılı kararlarındaki ilke gereğince Orman Genel Müdürlüğü ile Çevre ve Orman Bakanlığı’nın orman savı ile Kadastro Mahkemelerinde dava açabileceklerini ya da HGK’nın 16.05.2001 gün ve 2001/20-401-416 sayılı kararında kabul edildiği gibi başkaları tarafından süresinde açılan davaya, aynı Yasa’nın 26/D maddesi gereğince katılabile­ceklerini önleyen hiçbir Yasa hükmü bulunmamaktadır.
3) Tespit tutanağı düzenlendikten sonra açılacak davalarda husumetin, tespit malikine ya da kadastro komisyonunca malik sonradan değiştirilmişse onlara yöneltilerek açılması gerektiği usul hukukunun temel ilkesidir. Asıl sorun, orman niteliğindeki parsellerin kısmi ilana çıkartıldığı tarihte henüz kadastro tespit tutanağı düzenlenmediği için maliki, zilyedi, yüzölçümü ve geometrik durumu belli olmayan ancak orman sayılmayarak hakkında “olum­suz kadastro harita ve tutanağı düzenlenmiş” sayılan taşınmazlar hakkında, Orman Genel Müdürlüğü ya da Çevre ve Orman Bakanlığı’nın Kadastro Mahkemesinde orman savı ile açacağı davada husumetin kime ya da kimlere yöneltileceğidir.
Dava açıldığı sırada bu davanın sonucu kim ya da kimleri etkileyeceği baştan belli ise, açılacak davada pasif husumet ehliyeti onlara ait olacağı Usul Hukuku’nun temel kuralıdır. Dava açıldığı sırada orman sınırları dışında bırakılan taşınmaz hakkında tespit tutanağı düzenlenmediğinden, taşınmazın gerçek hak sahibi belli değildir. Çevre ve Orman Bakanlığı ile Orman Genel Müdürlüğü taşınmazda hak sahibinin kimler olduğu konusunda otuz günlük askı ilan süresi içinde idari bir araştırma yapıp, bu araştırma sonucuna göre belirlenecek gerçek ya da tüzel kişilere husumet yöneltilerek askı ilan süresi bitmeden dava açılmalıdır denebilirse de, bu kısa süre içinde, dava edilecek taşınmazda hak sahibi olanlar her zaman tespit edilemeyeceği gibi, yapılacak araştırma sonucu tespit edilecek hak sahipleri her zaman gerçeği de yansıtmayabilir. O halde, kısmi ilana çıkartılan orman parsellerinin dışında kalan taşınmazlar yönünden Çevre ve Orman Bakanlığı ya da Orman Genel Müdürlüğü tarafından orman savı ile otuz günlük askı ilan süresi içinde Kadastro Mahkemelerinde açılacak orman kadastrosuna itiraz davalarında, yapılan kadastro işleminin özelliği ve açılacak davanın niteliği gereği, husumetin Hazine veya taşınmazın içinde bulunduğu Köy Tüzelkişiliği ya da taşınmazda hak sahibi olduğu varsayılan gerçek veya tüzel kişilere karşı açılabileceğini kabul etmek gerekir. Yargılamanın devamı sırasında yapılan keşifte, davaya konu taşınmazda hak sahibi olanların belirlenmesi ya da malik hanesi açık bırakılarak düzenlenecek tespit tutanaklarının mahkemeye gönderilmesi halinde dava dosyası ile birleştirilip 3402 sayılı Yasa’nın 27, 28 ve 29. maddeleri hükümlerine göre işlem yapıldıktan sonra tespit tutanaklarında isimleri geçen, ya da keşif sırasında belirlenecek olan hak sahibi gerçek ve tüzel kişiler davaya katılıp kendilerine duruşma günü tebliğ edilerek husumet yaygınlaştırılıp davada taraf oluşturulduktan sonra taraf delilleri ve 3402 sayılı Yasa’nın 30. maddesi gereğince mahkemece lüzum görülen diğer deliller de toplanarak dava konusu taşınmazın gerçek hak sahibi adına tescil edilmesi, dava dilekçesinde gösterilen gerçek ya da tüzel kişinin hak sahibi olmaması halinde davanın husumet yönünden red edilmemesi gerekir.
4) 3402 sayılı Yasa’nın 22.02.2005 gün ve 5304 sayılı Yasa ile değiş­tirilmesinden sonra çıkartılan ve 26.09.2005 günlü Resmi Gazete’de yayın­lanan Taşınmaz Malların Sınırlandırma, Tespit ve Kontrol İşleri Hakkındaki Yönetmeliğin 17/b-2. maddesinin 9. fıkrasında “Askı ilan süresi içinde ormanın sınırlandırma ve tespitine dava açılması durumunda, ormanın davaya konu edilen sınırları kesinleşmeyeceğinden, bu sınırlara bitişik gerçek veya tüzel kişilere ait taşınmazların tespiti sırasında dava devam ediyorsa, ormanla müşterek sınırları davalı bırakılır ve tutanakları düzenlendikten sonra açıklayıcı bir yazı ile Kadastro Mahkemesine intikal ettirilir”.

3402 sayılı Yasa’nın 5. maddesinde; “Kadastro Müdürü çalışma alanında işe başlamadan önce mahalli hukuk mahkemesinde, bu alandaki taşınmaz mallar hakkında görülmekte olan kadastro ile ilgili davalarla hükme bağlanmış olup da henüz kesinleşmeyen davaların listesini alır ve bunu çalışma alanı ile ilgili tüm tapu, vergi, harita ve diğer belge ve örnekleri ile birlikte kadastro teknisyenlerine verir. Listenin müdür tarafından alınmasından sonra o çalışma alanında bulunan taşınmaz hakkında mahalli hukuk mahkemelerine açılan davalar, derhal Kadastro Müdürüne bildirilir”.
Davalı Taşınmaz Mal Tutanaklarının Kadastro Mahkemesine Devri Hak­kındaki Yönetmeliğin 7/a maddesinde; “Kadastro tutanağı henüz düzenlen­meden dava açılmışsa;çalışma alanında bulunan taşınmaz mallarla ilgili olarak yeni açılan davaların mahkemelerce Kadastro Müdürlüğü’ne bildirilmesi üze­rine, Kadastro Müdürünce bu listeler derhal kadastro teknisyenlerine verilir. Dava listelerinde belirtilen taşınmaz malların kadastro tutanağı henüz düzen­lenmemiş ise, davanın mahiyetine göre, teknisyenlerce bu yönetmeliğin 5. maddesi uyarınca sınırlandırma ve tespit yapıldıktan sonra 6. maddesine göre işlem yapılır”.
Aynı Yönetmeliğin 5/a maddesinde; “Dava mülkiyete yönelik ise, taşın­maz mal teknisyenlerince ölçülüp tarafların iddiaları, varsa belgeleri muhtar ve bilirkişi beyanlarına göre değerlendirildikten sonra, sonuçları ve varacakları kanaatleri tutanağın edinme sebebi sütununda etraflıca açıklanmak ve dosya numarası belirtilmek suretiyle maliki tayin edilmeden kadastro tutanağı dü­zenlenir”.
6. maddesinde; “Teknisyenlerce Kadastro Müdürlüğü’ne teslim edilen davalı taşınmazlara ait kadastro tutanakları ile eklerinin Kadastro Müdürünce derhal fotokopisi veya örnekleri çıkartılarak, asılları 3402 sayılı Kadastro Yasası’nın 5. maddesinin son fıkrası uyarınca en geç 7 gün içinde Kadastro Mahkemesine gönderilir”.
Bu hükümlerin ve yukarıda açıklanan konuların birlikte değerlendiril­mesinde şu sonuca ulaşılmaktadır:
Yörede 3402 sayılı Yasa’nın 5304 sayılı Yasa ile değişik 4/3. maddesi uyarınca yapılan orman kadastrosunda 6831 ve 3402 sayılı Yasa hükümleri iç içe ve birlikte uygulandığından, orman sınırları dışında bırakılan taşınmazlar hakkında 3402 sayılı Yasa’nın 26/4. maddesi gereğince henüz olumlu tespit tutanağı ve haritası düzenlenmemiş olmakla birlikte orman olmadığı konu­sunda “olumsuz tutanak ve harita düzenlendiği” kabul edilip, 6831 sayılı Yasa’nın 11/1. maddesi gereğince Kadastro Mahkemesinin görevi (yetkisi) başlayacağı, Çevre ve Orman Bakanlığı’nın ya da Orman Genel Müdürlüğü’nün otuz günlük kısmi ilan süresi içinde Kadastro Mahkemesinde dava açabileceği, açılacak bu davada yapılan kadastro işlemin özelliği ve açılacak davanın niteliği nedeniyle bu davada husumet Hazine veya taşınmazın içinde bulun­duğu köy tüzelkişiliği ya da davaya konu taşınmaza zilyet olanlara yönel­tilebileceği, kendilerine husumet yöneltilerek dava açılan özel ya da tüzel kişilerin gerçek hak sahibi olmadığı gerekçesiyle dava husumet yönünden red edilmeyip, Kadastro Mahkemesinin, dava dilekçesinde nitelikleri bildirilen taşınmazın tespit tutanağının, malik hanesinin açık bırakılmak suretiyle düzen­lenip, Yasa ve Yönetmelik hükümlerine göre mahkemeye göndermesini Kadastro Müdürlüğü’nden istemesi gerektiği, tespit tutanağı düzenlenmeden keşif yapılması halinde, keşif sırasında belirlenecek hak sahiplerinin davaya katılması, bu arada tespit tutanağının gönderilmesi halinde dava dosyası ile birleştirip 3402 sayılı Yasa’nın 27, 28 ve 29. maddeleri gereğince yargılamaya devamla, tespit tutanağında yazılı hak sahiplerini de davaya katıp, husumet yaygınlaştırılarak taraf oluşturulduktan sonra 3402 sayılı Yasa’nın 30/2. maddesi gereğince tarafların gösterecekleri deliller ile mahkemece resen lüzum görülen diğer deliller de toplanıp dava konusu taşınmazın gerçek hak sahibi adına tesciline karar verilmesi gerekir.
Bu ilkeler gözönünde bulundurularak davanın esasının incelenmesi gerekirken, henüz tespit tutanağı düzenlenmediği, bu nedenle dava koşulu bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle; Orman Yönetimi’nin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün (BOZULMASINA), peşin alınan temyiz harcının istek halinde yatırana iadesine 08.06.2006 günü oybirliği ile karar verildi.

İŞTİRAK HALİNDE MÜLKİYET / TARAF TEŞKİLİ

T.C.
YARGITAY
Onaltıncı Hukuk Dairesi
E:2006/2753
K: 2006/3999
T: 26.05.2006
İŞTİRAK HALİNDE MÜLKİYET
TARAF TEŞKİLİ
Özet: Müşterek mülkiyette paydaşlardan her biri kendi hissesi üzerinde tasarruf hakkına haizdir. İştirak halinde mülkiyetli taşınmazlarda da hissedarın hissedar aleyhine açtığı davalarda Medeni Kanun’ un 640. (581.) maddesi gereğince iştirakin sağlanmasına gerek yoktur.
4721 s. TÜRK MEDENÎ KANUNU [Madde 640]
Taraflar arasında genel kadastro ile oluşan tapunun, tapu kaydına dayanarak açılan iptali davası sonucunda verilen hükmün Yargıtay’ca ince­lenmesi istenilmekle; temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı, inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okundu, gereği görüşüldü:
Kadastro sırasında 2811 ilâ 2821 parsel sayılı taşınmazlar tapu kaydı, harici taksim ve hibe nedeniyle ayrı ayrı davalılar adına tespit edilmişlerdir. Davacılar, taşınmazlarda tapu kaydı ile hissedar oldukları halde davalılar adına tespit edilmesinin hatalı olduğundan tapu kayıtlarının iptali ile hisseleri ora­nında adlarına tapuya tescili gerektiğine dayanarak dava açmışlardır. Mah­kemece yapılan yargılama sonunda davacılar Ömer ile Halil’in davalarının reddine, diğer davacıların davasının Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 409. maddesi uyarınca açılmamış sayılmasına karar verilmiş; hüküm, davacılar Ömer ile Halil vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Mahkemece, davacıların dayanılan tapu kaydına göre taşınmazda 58/240 hisseye sahip olup, taşınmazın iştirak halinde mülkiyet hükümlerine tabi bulunduğu, iştirak halinde mülkiyette paydaşların tek başına dava açma imkânlarının bulunmadığı, davaya devam edilebilmesi için Medeni Kanun’ un 640. (581.) maddesi gereğince tüm paydaşların davaya muvafakatlerinin alınması veya katılmalarının sağlanması, yahut da terekeye mümessil tayin edilerek, mümessil huzuru ile davaya devam edilmesi gerekirken bu gereğin yerine getirilmemesi nedeniyle davanın reddine karar verilmiş ise de; değerlendirme dosya kapsamına uygun düşmemektedir.
Dosyada bulunan ve davacıların dayanağını oluşturan 26.12.1957 tarih 105 nolu tapu kaydı ve tedavülleri ile, Burdur Birinci Asliye Hukuk Mah­kemesinin 09.03.1981 tarih 1980/208 esas, 1981/79 sayılı ilâmı ve bu ilâma göre oluşan kayıtlar incelendiğinde görüleceği üzere taşınmaz iştirak halinde değil müşterek mülkiyet hükümlerine tabidir. Müşterek mülkiyette paydaş­lardan her biri kendi hissesi üzerinde tasarruf hakkına haizdir.
Bir an için taşınmazın iştirak halinde mülkiyet hükümlerine tabi olduğu düşünülse bile davacılarla davalılar tapuya göre hissedar durumundadırlar. Bir başka ifade ile davalılar üçüncü şahıs durumunda olmayıp taşınmazın orta­ğıdırlar. İştirak halinde mülkiyet hükümlerine tabi taşınmazlarda da hissedarın hissedar aleyhine açtığı davalarda Medeni Kanun’ un 640. (581.) maddesi gereğince iştirakin sağlanmasına gerek yoktur. Mahkemece yargılamaya devam edilip sonucuna göre karar verilmesi gerekir. Hal böyle olunca; Mahkemece mahallinde icra edilecek keşifte tarafların dayandığı kayıtların kapsamları belirlenmeli, bundan sonra tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmelidir. Temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde bulunduğundan kabulü ile hükmün (BOZULMASINA), 26.05.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.