Etiket arşivi: TARAFINDAN

UZMAN GÖRÜŞÜNÜN MAHKEME TARAFINDAN DİKKATE ALINMASI GEREKTİĞİ

 

“HMK                                                                                                                                                                                                                                                                              
Uzman Görüşü
MADDE 293- (1) Taraflar, dava konusu olayla ilgili olarak, uzmanından bilimsel mütalaa alabilirler. Sadece bu nedenle ayrıca süre istenemez.
(2) Hâkim, talep üzerine veya resen, kendisinden rapor alınan uzman kişinin davet edilerek dinlenilmesine karar verebilir. Uzman kişinin çağrıldığı duruşmada hâkim ve taraflar gerekli soruları sorabilir.
(3) Uzman kişi çağrıldığı duruşmaya geçerli bir özrü olmadan gelmezse, hazırlamış olduğu rapor mahkemece değerlendirmeye tabi tutulmaz.

T.C
YARGITAY
15. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO.2015/5127
KARAR NO.2016/4635
KARAR TARİHİ.10.11.2016
Mahkemesi :Ticaret Mahkemesi

>HMK YARGILAMASINDA ” UZMAN GÖRÜŞÜ-ÖZEL BİLİR KİŞİ RAPORU” MAHKEME ÖZELLİKLE ÖZEL VE TEKNİK BİLGİYİ GEREKTİREN KONULARDA, TARAFIN SUNDUĞU” UZMAN GÖRÜŞÜ”NÜN DAVA KONUSUYLA İLGİLİ OLMASI HALİNDE MUTLAKA DİKKATE ALMAK VE DEĞERLENDİRMEK ZORUNDADIR.

Yukarıda tarih ve numarası yazılı hükmün temyizen tetkiki davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dosyadaki kağıtlar okundu gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR

Dava, eser sözleşmesinden kaynaklanan ayıplı imalât nedeniyle doğan alacağın tahsili talebinden ibarettir.

Davacı şirket iş sahibi, davalı şirket yüklenicidir. Davacı şirket vekili, davacı şirkete ait binanın inşâsı ile ilgili davalı yüklenici şirket ile 04.02.2009 ve 21.05.2009 tarihli iki ayrı sözleşme imzalandığını ve sözleşmeler çerçevesinde imalâtların yapıldığını imalâtların eksik olması nedeniyle tarafların 05.03.2010 tarihli tasfiye protokolü düzenlediklerini ve yapı kullanım belgesi alınmasından sonra bodrum katta su yalıtım hatası olmasından dolayı rutubetlenmeler olduğunu ve bu durumun arttığını, bunun üzerine davalı yükleniciye başvurduklarını ve bu başvurunun sonuçsuz kalması üzerine ..’nin 2013/121 Değişik iş sayılı dosyası ile tespit yaptırdıklarını bilirkişi raporunun davalıya tebliğ edildiğini ve bu rapora itiraz edildiğini, davacı müvekkilinin gerekli imalâtları dava dışı ..’ne yaptırmak zorunda kaldıklarını ve iki fatura bedeli olan 50.150,00 TL’nin ve 580,00 TL tespit giderinin tahsilini istemiş,

davalı vekili; binadaki çatlakların binanın statik durumuna etki eden tasdikli proje haricindeki ağırlıklardan kaynaklandığını ve binanın üstüne konulan ağırlıkların ve titreşim yapan cihazların çatlamaya sebebiyet verdiğini ve kullanım hatası bulunduğunu ve sorumluluğun davacıda olduğunu savunarak davanın reddini talep etmiş, mahkemece yapılan yargılama sonucunda davanın kabulüne karar verilmiş, verilen karar davalı yüklenici şirket tarafından süresinde temyiz edilmiştir.

Mahkemece yapılan yargılama sürecinde mahallinde keşif yapılmak suretiyle; inşaat mühendisi bilirkişiden 23.03.2015 tarihli bilirkişi raporu alınmış, raporun taraflara tebliği üzerine davalı vekili bilirkişi raporuna esaslı itirazlarda bulunmuş, bu itirazlar ek rapor alınmak suretiyle değerlendirilmeden bilirkişi raporuna göre hüküm oluşturulmuştur. Alınan bilirkişi raporuna davalı vekili esaslı itirazlarda bulunmuş ve bu itirazlarına 6100 sayılı HMK’nın 293. maddesi gereğince alınan uzman görüşünü dayanak olarak eklemiştir. Bilindiği üzere 6100 sayılı HMK’nın 293. maddesinde düzenlenen uzman görüşü, tarafların uyuşmazlığın aydınlanabilmesi, anlaşılabilmesi ve iddia ve savunmaların ispatı içen kendisinin belirlediği özel ve teknik bilirkişiden bir konuda bilgi alması olarak düzenlenmiş olup, uygulamada özel bilirkişi adı da verilmektedir. Taraflar kendi menfaatlerini koruyabilmek ve alınan bilirkişi raporundan tatmin olmamaları halinde olayın tam olarak aydınlanmasını sağlamak ve doğru ve adil kararın verilmesi için uzman görüşü alıp mahkemeye ibraz edebilecektir. Mahkeme özellikle özel ve teknik bilgiyi gerektiren konularda, tarafın sunduğu uzman görüşünün dava konusuyla ilgili olması halinde mutlaka dikkate almak ve değerlendirmek zorundadır. Bu anlamda alınan bilirkişi raporuna, taraflardan biri, uzman görüşüne dayanmak suretiyle itiraz etmiş ve ve bu itirazlar mahkeme tarafından hiç değerlendirmeye alınmamış ve itirazlar gerekçeli bir şekilde karşılanmamış ise uzman görüşüne dayanan tarafın 6100 sayılı HMK’nın 27., Anayasa’nın 36. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsuru olan hukuki dinlenme hakkını ihlal etmiş olabilecektir.Dosyaya ibraz edilen uzman görüşünde bilirkişi raporu ile tespit edilen görüşlerinin aksine tespit ve görüşler ileri sürülmüş olup, bilirkişi raporu ile uzman görüşü ciddi şekilde çelişkiler içermektedir. Alınan bilirkişi raporu ile uzman görüşü arasındaki çelişkinin giderilmesi amacıyla dosyanın yeni bir bilirkişi heyetine tevdii edilmesi yerine yetersiz ve esaslı itiraza uğrayan rapora dayanılarak uzman görüşü karada gerekçeli olarak değerlendirilip tartışılmadan karar verilmiş olması doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir.

O halde mahkemece yapılması gereken iş; 6100 sayılı HMK’nın 266 ve devamı madde hükümlerine uygun olarak seçilecek aralarında statik ve izolasyon konusunda uzman inşaat mühendisi bilirkişinin de bulunduğu bilirkişiler kurulu aracılığıyla gerektiğinde yerinde keşif yapılmak suretiyle bilirkişi heyetinden mahkemenin ve .. denetimine elverişli rapor alınarak davalı yüklenicinin yaptığı imalatlarda ayıp bulunup bulunmadığı belirlenmeli, ayıp var ise bunun kullanım hatasından olup olmadığı araştırılmalı,taraf iddia ve savunmaları üzerinde durularak alınacak rapora itiraz edilmesi halinde bu itirazları karşılayacak ek rapor alınmak suretiyle oluşacak kanaate göre hüküm kurmaktan ibaret olmalıdır.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün temyiz eden davalı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine, karara karşı tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme isteminde bulunulabileceğine 10.11.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.”

 

(ictihatlar.net, 23.01.17)

Paylaş

TEDBİR NAFAKASI TAKDİRİNDE AYRI YAŞAMAKTA HAKLILIK OLGUSUNDAN ZİYADE MÜŞTEREK ÇOCUĞUN KİMİN YANINDA KALDIĞI VE KİMİN TARAFINDAN BAKILDIĞI NAZARA ALINACAĞI

“T.C. YARGITAY

3.Hukuk Dairesi
Esas: 2016/6256
Karar: 2016/10142
Karar Tarihi: 27.06.2016
NAFAKA DAVASI – TEDBİR NAFAKASI TAKDİRİNDE AYRI YAŞAMAKTA HAKLILIK OLGUSUNDAN ZİYADE KİMİN YANINDA KALDIĞI VE KİMİN TARAFINDAN BAKILDIĞI NAZARA ALINACAĞI – DAVALININ GELİRİYLE ORANTILI ŞEKİLDE TEDBİR NAFAKASINA HÜKMEDİLMESİ GEREĞİ – HÜKMÜN BOZULMASI

ÖZET: Müşterek çocuk yönünden talep edilen tedbir nafakası takdirinde ayrı yaşamakta haklılık olgusundan ziyade kimin yanında kaldığı ve kimin tarafından bakıldığı nazara alınır. Çocuk yönünden ayrı yaşamda haklılık olgusu aranmaz. Somut olayda; taraflar ayrı yaşamakta olup, ortak çocuk davacı kadının yanında kalmaktadır. O halde, mahkemece; anne yanında kalan ortak çocuğun geçimi için gerekli, davalının geliri ile orantılı olacak şekilde, tarafların ekonomik sosyal durumları ve TMK.nun 4.maddesindeki hakkaniyete uygun bir tedbir nafakasına hükmedilmesi gerekirken, aksi şekilde müşterek çocuk yönünden de davanın reddine karar verilmiş olması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

(4721 S. K. m. 4, 182, 328, 329)

Dava ve Karar: Taraflar arasındaki tedbir nafakası davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Davacı vekili dava dilekçesinde; tarafların davalının ailesiyle birlikte yaşadıklarını, davalının ailesinin müvekkilini kabullenemediğini, kayınvalidesinin rencide etmek için hakarete yönelik eylemlerde bulunduğunu, baskılara dayanamayan davacının evi terk ettiğini, fakat davalının iyi niyetli konuşmalarına istinaden geri döndüğünü, son olarak davalının darp ettiğini ve defolup gitmesini beyan ettiğini belirterek; müvekkili için 500,00 TL, müşterek çocuk için 300,00 TL tedbir nafakasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili cevap dilekçesinde; tarafların davalının ailesiyle altlı üstlü oturduklarını, konutlarının ayrı olduğunu, davacının daha öncede hamileyken evi terk ettiğini, daha sonra müvekkilinin işyerine gelerek eve dönmek istediğini beyan ettiğini ve not başlıklı yazı hazırlayarak olumsuz davranışlarını kabul ettiğini, son olarak davacının evi sebepsiz yere terk ettiğini, babasını eve çağırarak evden ayrıldığını savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece; davacının ayrı yaşama hakkını delillerle ispat edemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm süresi içerisinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davacı vekilinin sair temyiz itirazları yerinde değildir.

Ancak, TMK 182/2.maddesine göre, ana ve baba çocuğun bakım ve eğitim giderlerine güçleri oranında katılmak zorundadırlar. TMK.328/1.maddesine göre, ana ve babanın bakım borcu çocuğun ergin olmasına kadar devam eder. Aynı yasanın 329/1.maddesine göre de, küçüğe fiilen bakan ana veya baba diğerine karşı çocuk adına nafaka davası açabilir.

Müşterek çocuk yönünden talep edilen tedbir nafakası takdirinde ayrı yaşamakta haklılık olgusundan ziyade kimin yanında kaldığı ve kimin tarafından bakıldığı nazara alınır. Çocuk yönünden ayrı yaşamda haklılık olgusu aranmaz.

Somut olayda; taraflar ayrı yaşamakta olup, ortak çocuk davacı kadının yanında kalmaktadır.

O halde, mahkemece; anne yanında kalan ortak çocuğun geçimi için gerekli, davalının geliri ile orantılı olacak şekilde, tarafların ekonomik sosyal durumları ve TMK.nun 4.maddesindeki hakkaniyete uygun bir tedbir nafakasına hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde müşterek çocuk yönünden de davanın reddine karar verilmiş olması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

Sonuç; yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 27.06.2016 tarihinde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)”

(Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı – 14.11.2016)

FacebookTwitterGoogle+LinkedInWhatsAppEmailBlogger PostPaylaş

Eşin rızası alınmaksızın aile konutunun koca tarafından ipotek olarak gösterilmesi yasaya aykırı

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi yerel mahkemenin kararını önce bozdu. Ancak Hukuk Genel Kurulu, yerel mahkemenin direnme kararını yerinde bularak Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin kararını kaldırdı.
koca, evlerini ipotek göstererek bir bankadan kredi çekti
Habertürk’ten Fevzi Çakır’ın haberine göre olay 2011’de İstanbul’da yaşandı. Nurten P.’nin kocası Mehmet P., evlerini ipotek göstererek bir bankadan kredi çekti. Ancak borçlarını ödeyemeyince, kredinin çekildiği banka tarafından icra takibi başladı. Nurten P. eşinin borcundan haberi olmadığını, evlerine konulan ipoteğin kaldırılmasını ve evin icra yoluyla satışının durdurulmasını talep ederek dava açtı.

YARGITAY KARARI ONADI

Küçükçekmece 2. Aile Mahkemesi, eşin rızası alınmaksızın aile konutunun koca tarafından ipotek olarak gösterilmesinin yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verdi. Kararda, “Eşin, kocasının borcundan haberi yok; aile konutu üzerine konulan ipotek kaldırılsın” denildi. Hüküm davalı banka tarafından temyiz edildi. Temyiz istemini görüşen Yargıtay 2. Hukuk Dairesi yerel mahkemenin kararını önce bozdu. Ancak Hukuk Genel Kurulu, yerel mahkemenin direnme kararını yerinde bularak Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin kararını kaldırdı. Bu karar sonrası N.P.’nin talebi kabul edilerek aile konutu üzerindeki ipotek kaldırılacak.

TEMYİZ HAKKI / DOSYANIN BAŞSAVCILIK TARAFINDAN İADE EDİLMESİ

T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
E:2006/3-176
K: 2006/172
T: 27.06.2006
TEMYİZ HAKKI
DOSYANIN BAŞSAVCILIK TARAFINDAN İADE EDİLMESİ
Özet: 5320 sayılı Yasa ‘nın 8. maddesi uyarınca Yargıtay C.Başsavcılığı tarafından iade edilen dosya ile ilgili olarak mahalli mahkemece duruşma yapılarak yeniden hüküm kurul­muştur. Kendine özgü ve geçiş dönemine ait olan bu normun, başlamış olan temyiz sürecini sona erdirmesi nedeniyle mevcut yasalarla çatıştığı ve genel ilkelere aykırı olduğu ileri sürülebilirse de, açık olan bu yasal düzenleme karşısında başka bir uygulamaya yönelinmesi doğru değildir. Somut olayda, iade kararı üzerine mahkemece duruşma açılarak yeni bir hüküm kurulmuştur. Önceki hüküm sona ermiş, sanık ve katılan veki­linin yüzlerine karşı verilen hüküm yasa yollarına başvurma hakkına sahip kişilerce temyiz edilmemiş, re ‘sen de temyize tabi olmadığından dosyanın incelenmeksizin mahalline gönderilmesi doğrudur.
5320 s. CEZA MUHAKEMESİ KANUNUNUN YÜRÜRLÜK VE UYGULAMA ŞEK… [Madde 8]
Sanığın 6831 sayılı Yasa’nın 91/2, TCY’nin 59, 647 sayılı Yasa’nın 4. maddeleri uyarınca 742.596.000 TL ağır para cezası ile cezalandırılmasına, 4.400.000 TL tazminatın suç tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte sanıktan tahsil edilerek katılan idareye verilmesine, 7.522.000 TL ağaçlandırma gide­rinin sanıktan alınarak katılan idareye verilmesine, 10.100.000 TL nispi harcın sanıktan tahsiline, suçta kullanılan merkebin 6831 sayılı Yasa’nın 108/son maddesi uyarınca müsaderesine, yediemindeki emvalin TCY’nin 36. maddesi uyarınca müsaderesine, 150.000 TL maktu ve tarifenin 12 ve 6. maddeleri gereğince takdiren 75.000.000 nisbi vekalet ücretinin sanıktan alınarak katılan
idareye verilmesine, 33.500.000 TL yargılama giderinin sanıktan tahsiline ilişkin (Amasya Sulh Ceza Mahkemesi)’nce verilen 24.08.2004 gün ve 385-548 sayılı hüküm, sanık tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay C.Baş-savcılığınca 16.06.2005 gün ve 200189 sayı ile; 5320 sayılı Yasa’nın 8/2. maddesi uyarınca mahkemesince yeni bir değerlendirme yapılmak üzere dos­ya mahkemesine gönderilmiştir.
Yerel Mahkemece duruşma açılıp, tarafların yüzüne karşı 02.08.2005 gün ye 474-613 sayı ile; sanığın bu kez 6831 sayılı Yasa’nın 91/2., 765 sayılı TCY’nin 59. ve 647 sayılı Yasa’nın 4. maddeleri uyarınca sonuç olarak 278 YTL adli para cezası ile cezalandırılmasına, 4,40 YTL tazminatın suç tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte sanıktan alınarak katılan idareye verilmesine, 7 YTL ağaçlandırma giderinin sanıktan alınarak katılan idareye verilmesine, 11 YTL nispi harcın sanıktan tahsiline, yedieminde bulunan emval ve merkebin 6831 sayılı Yasa’nın 108/son maddesi gereğince müsaderesine, 175 YTL maktu, 87 YTL nisbi vekalet ücretinin sanıktan tahsili ile katılan idareye verilmesine, 38 YTL yargılama giderinin sanıktan tahsiline, tefhimden itibaren 7 gün içerisinde mahkemeye dilekçe verilmesi veya zabıt katibine beyanda bulunarak tutanağa geçirilmek suretiyle temyizi kabil olmak üzere karar veril­miştir.
Taraflarca temyiz edilmeyip, ilk temyize bağlı olarak gönderilen, Yar­gıtay C.Başsavcılığı’nca da, ilk temyiz dilekçesine istinaden düzenlenen tebliğname uyarınca Yargıtay Üçüncü Ceza Dairesine gönderilen dosya, Özel Dairece, 03.04.2006 gün ve 11954-2691 sayı ile;
“5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kan un’un 8. maddesi uyarınca mahalli mahkemece duruşma yapılarak yeniden hüküm tesis edilmiş olduğu halde, bu hükme karşı temyiz istemi olmadığından dosyanın incelenmeksizin mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığı’na tevdiine,”
Daire Başkanı Y.K. Doğan ile Daire Üyesi Ş. Başoğlu’nun
“Sanık, mahkûmiyetini içeren mahkeme kararına karşı, adil yargıla­manın temel kurallarından olan ve kaynağını Anayasa’nın 36. ve 154. maddeleri ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin “bir devlet eğer kendi iç hukukunda böylesine bir
temyiz hakkı tanırsa, bu yargılamaların, 6. maddede bulunan garantilerin kapsamında olduğuna” ilişkin içtihadından alan temyiz hak ve yetkisini kullanmıştır. Bu arada, meydana gelen 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’ndaki temel değişiklikler nedeniyle, sanığın lehine ya da aleyhine uygulanacak hükmün eski ya da yeni kanundan hangisinin olacağı hususunda mahke­melerin bir karar vermesi gerekecektir. Bu durumda vaki temyiz gereği Yargıtay’ın ilgili Dairesinin bir karar vermesi ve sonucuna göre işlem yapılması gerektiği halde, 5320 sayılı Yasa’nın 8. maddesi ile bu evrensel yetki Yargıtay’dan alınarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tanınmış, bu mercie Ceza Dairelerinin değerlendirme yetkisi devredilmiştir. Bundan sonra Yerel Mahkemece duruşma yapılarak karar verileceği hükme bağlanmıştır. Sanık tarafından önceden yapılan temyiz inceleme isteğinin, bu kararı da kapsaması gerekecektir. Aksi durum, sanığın kendisinden kaynaklanmayan nedenlerle ve yasa koyucunun gerçekleştirdiği yasal düzenlemelerinin, başlamış olan yar­gılamanın kurallarını değiştirmesi nedeniyle temyiz hakkını fiilen ortadan kal­dıracak ya da kısıtlayacaktır.
Bu sonucun yukarıda belirtilen üst hukuk normlarına aykırılık oluş­turacağı düşüncesiyle sayın çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.” yönündeki karşı görüşüyle oy çokluğuyla karar verilmiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığı’nca 05.06.2006 gün ve 172515 sayı ile;
“5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 8/2. maddesi uyarınca, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, lehe kanun hükümlerinin uygulanması yönünde mahkemesince değerlendirme yapılması gerektiğinden bahisle mahalline iade işlemi, süresi içerisinde açılan temyiz davasını sona erdiren bir karar niteliğinde değildir, yerel mahkemece evvelki hükümde hiçbir değişiklik yapılmayıp, aynı hüküm kurulduğundan, sanığın temyiz iradesi devam etmekte ve evvelce açılan temyiz davası geçerliliğini korumaktadır.
Verilmiş bir kararın yasa gereği iadesi üzerine o hükmün yeniden kurulması, önceki (ilk) hükme yönelik temyiz iradesini ve doğmuş olan hakkı ortadan kaldırmaz” görüşü ile itiraz yasa yoluna başvurarak, Özel Dairenin mahalline iade kararının kaldırılıp, dosyanın esas hakkında inceleme yapılmak üzere Dairesine gönderilmesine karar verilmesi isteminde bulunulmuştur.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığı’na gönderilmekle, Ceza Genel Kuru-lu’nca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.
Özel Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık, 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Yasası’nın Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Yasa’nın 8/2. maddesi hükmüne dayanılarak, lehe yasa hükümlerinin değerlendirilmesi yönünden, Yargıtay C.Başsavcılığı’nca mahkemesine iade edilip, mahkeme­since de duruşma açılarak karar verilen dosyalarda, önceki temyizin ge­çerliliğini koruyup korumadığı, başka bir anlatımla bu temyize bağlı olarak, temyiz incelemesinin yapılıp yapılamayacağı noktasında toplanmaktadır.
1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5320 sayılı Yasa’nın 8/1. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Yasası’nın 305. maddesi uyarınca, maddede kesin olarak belirtilen hükümler ile re’sen temyize tabi bulunan hükümlere ilişkin istisnalar hariç, olağan yasa yollarından olan temyiz incelemesinin yapılabilmesi için bir temyiz davası açılmış olmalıdır. Temyiz davasının açılabilmesi için de, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Yasası’nın 310. maddesine göre iki koşulun varlığı gerek­lidir.
Bunlardan ilki süre koşuludur. Usul Yasası 310. maddesinde, genel kural olarak tarafların temyiz isteğinde bulunabilecekleri süreyi hükmün tefhi­minden, tefhim edilmemişse, tebliğinden başlamak üzere bir hafta olarak belirlemiştir. Temyiz süresi 1412 sayılı CMUY’nin 310. maddesinin 3. fıkra­sındaki ayrıksı durum hariç olmak üzere, hükmün açıklanması sırasında hazır bulunanlar yönünden bu tarihte, yokluklarında hüküm verilenler yönünden ise gerekçeli kararın tebliği tarihinde başlar.
Temyiz davasının açılabilmesi için gerekli ikinci koşul ise, istek koşu­ludur. Yargılama hukukunun temel prensiplerinden olan “Davasız yargılama olmaz.” ilkesine uygun olarak temyiz davası kendiliğinden açılmaz, bu konuda bir isteğin bulunması gereklidir. CMUY’nin halen yürürlükte bulunan 305. maddesinin 1. fıkrası ile bu kuraldan uzaklaşılmış ve bazı ağır mahkû­miyetlerde istek şartından sanık lehine vazgeçilerek, temyiz incelemesinin kendiliğinden (re’sen) yapılması kabul edilmiş ise de, onbeş yıl ve daha fazla hürriyeti bağlayıcı cezalara ilişkin hükümler dışında kalan kararlarda, süre ve
istek koşullarına uygun temyiz davası açılmamışsa, hükmün Yargıtay’ca ince­lenmesi olanaksızdır.
Bu şekilde temyiz incelemesinin genel koşullarını belirledikten sonra, 5320 sayılı Yasa’nın 8. maddesinin 2. fıkrasındaki düzenlemenin niteliği ve sonuçlarının da değerlendirilmesi gerekmektedir.
Kural olarak aksine bir yasal düzenleme bulunmadıkça ve verilen hüküm yasa yolu denetiminde bozulmadıkça, hükmü veren mahkemece dosyanın yeniden ele alınması, yargılama yapılması, yasal olanak olmadığı halde kendi kararını kaldırması, sonradan benzer ya da değişik bir karar vermesi Usul Yasası’na aykırı, hukuki dayanaktan yoksun ve hukuken geçersizdir.
1412 sayılı CMUY’nin 326. maddesinde, hükmü bozulan mahkemece, yeniden yapılacak yargılama ve verilecek hükümlere yer verilmiş, 5252 sayılı TCY’nin Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Yasa’nın 9. maddesinde ise, kesinleşen hükümler hakkında lehe yasanın uygulanmasında dikkate alınacak hususlar belirtilmiş, 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Yasası’nın Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Yasa’nın 8/2. maddesinde ise; “Bu Kanunun yürürlük tarihinden önce ilk derece mahkemelerince karar verilmiş olup, temyiz edilmekle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gön­derilmiş bulunan dava dosyalarından, lehe kanun hükümlerinin uygulanması yönünde mahkemesince değerlendirme yapılması ge­rektiği açıkça anlaşılanlar, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca doğrudan ilgili mahkemesine iade edilebilir. Bu halde, mahke­mesince duruşma yapılarak karar verilir, “hükmüne yer verilmiştir.
Anılan hükümle, ilk derece mahkemelerince verilip temyiz edilen hü­kümlerde, lehe hükümlerin uygulanması yönünde mahkemesince değer­lendirme yapılmasının gerektiği açıkça anlaşılması halinde, dosyanın doğrudan ilgili mahkemesine iade edilebilme yetkisi Yargıtay C.Başsavcılığı’na tanınmış, bu hüküm uyarınca gönderilen dosyalarda, iade kararının mahkemesince benimsenmesi halinde yeniden duruşma açılarak hüküm verme ödevi doğa­caktır.
Kuşkusuz, başlamış olan temyiz sürecini bu aşamada sonlandıran ve yeni bir süreç başlatan bu işlem, Ceza Muhakemesi Yasası’ndaki sisteme aykırı ve yeni bir hüküm verilmesi zorunluluğu nedeniyle de, bozma etkisi doğurması
bakımından, Usul Yasamızdaki sistemle uyumsuz ise de, Yerel Mahkemelere önceki hükmü ıslah veya değiştirme yetkisi de veren bu istisnai düzenleme, pozitif bir hukuk normu olarak yasalardaki yerini almıştır. Kuralın yerindeliği ve sisteme uyumluluğu tartışılabilirse de, anılan norm geçerliliğini korudukça yargı mercileri ona uygun karar vermek yetki ve sorumluluğu taşımaktadır.
Yargıtay C.Başsavcılığı’nın iade kararı Yerel Mahkemece benimsenerek duruşma açılması halinde, artık önceki hüküm varlığını yitirmiş olacak ve yeniden hüküm verme zorunluluğu doğacaktır. Verilen yeni hükmün önceki ile aynı veya değişik olması da, bunun yeni hüküm olduğu gerçeğini değiş­tirmeyecektir. Zira duruşma açılmakla, mahkemece öncekinden bağımsız ve yeni bir hüküm verme olanağı doğmuş olacaktır.
Bu nitelikteki bir hükmün temyizen incelenebilmesi, CMUY’nin 305. maddesindeki re’sen temyize ilişkin koşullar saklı kalmak kaydıyla, yasa yoluna başvuru hak ve yetkisine sahip kişiler tarafından, usulüne uygun olarak temyiz edilmesine bağlıdır.
Kendine özgü ve geçiş dönemine ilişkin bir düzenleme olan bu normun, bir takım adaletsizliklere neden olacağı veya başlamış olan temyiz sürecini sona erdirmesi nedeniyle mevcut yasalarla çatıştığı ve genel ilkelere aykırı olduğu ileri sürülebilirse de, açık olan bu yasal düzenleme karşısında, başka türlü bir uygulamaya yönelmek ya da anılan hükmü yok telakki ederek açılmamış bir temyiz davasını açılmış saymak olanağı bulunmamaktadır. Diğer yönden iade sonrasında kurulan hüküm, başlamış olan temyiz sürecini sona erdirmekte ise de, ilgililerin yasa yoluna başvuru haklarını ortadan kaldır­mamakta, sonradan tesis olunan hüküm yönünden ilgililer bu haklara yeniden sahip olmakta ve yeni bir yasa yolu süreci başlatabilmektedirler.
İnceleme konusu somut olayda, iade kararı üzerine mahkemece duruşma açılarak yeniden hüküm kurulmuştur. Bu hükmün öncekinin varlığını sona erdirdiği ve sadece kendisiyle ilgili yasa yolu başvurusu sürecini baş­lattığı, kesinleşmesi durumunda da yetinilecek tek hüküm niteliği taşıyacağı açıktır.
Bu değerlendirmeler sonucu kabul zorunluluğu vardır ki;
Amasya Sulh Ceza Mahkemesi’nce, Yargıtay C.Başsavcılığı’nın iadesi üzerine sanık ve katılan vekilinin yüzlerine karşı duruşma açılarak verilen 02.08.2005 gün ve 474-613 sayılı hüküm, yasa yollarına başvurma hak ve yetkisi bulunan kişilerce temyiz edilmediğinden ve içerdiği ceza cins ve süresi itibariyle re’sen de temyize tabi olmadığından, dosyanın Özel Dairece incelenmeksizin mahalline iade edilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Bu nedenle, önceki hükümle ilgili temyizi sonraki hükmü incelemek için geçerli kabul etme düşüncesi serdeden Yargıtay C.Başsavcılığı’nın itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Üyesi A.Suat Ertosun; “Ceza Muhakemesi Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 8/2. maddesi “Bu Kanunun yürürlük tarihinden önce ilk derece mahkemelerince karar verilmiş olup, temyiz edilmekle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiş bulunan dava dosyalarından, lehe kanun hükümlerinin uygu­lanması yönünde mahkemesince değerlendirme yapılması gerektiği açıkça anlaşılanlar, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca doğrudan ilgili mahkemesine iade edilebilir… “hükmünü içerdiği halde, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca bu konuda herhangi bir değerlendirme yapılmadan dosyanın geri gönderilmesi üzerine; yerel Mahkemece, evvelki hükümde hiçbir değişiklik yapılmadan aynı hüküm kurulmuştur. Yeni Yasanın daha az ceza gerektirmesi ve buna uygun bir karar verilmesi halinde temyiz istemi aranmalı, yeni karar eski kararın aynı ise aranmamalıdır. Burada lehe Yasanın uygulanmasını gerektiren bir durum yoktur. Mahkeme bu hususu belirlemiştir. Bu durumda, önceden temyiz is­teminde bulunan sanığın temyiz hakkını ortadan kaldıramayız. Aksine dav­ranışlar Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 36 ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (ÎHAS) 6. maddelerinde düzenlenen adil yargılama ilkeleri ile yine Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90/son maddesinde ifadesini bulan “Usu­lüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne baş­vurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.” hükmü karşısında, bir suçtan hüküm giyen kimsenin üst mahkemeye başvurma hakkını düzenleyen ve usulünce onaylanarak yürürlüğe konulan
İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Sözleşmeye Ek 7 Numaralı Protokol hükümlerine aykırıdır. Dolayısıyla sanığın önceki temyiz istemi geçerli sayılmalı ve dosya incelenmelidir.”
Görüşüyle, diğer yedi Kurul Üyesi ise Yargıtay C.Başsavcılığı itiraznamesindeki gerekçelerle,
İtirazın kabulü yönünde oy kullanmışlardır. Sonuç: Açıklanan nedenlerle,
1- Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığı’na tevdiine, ilk müzakerede yasa! çoğunluk sağlanamadığından 27.06.2006 günü yapılan ikinci müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.

HAKEM KARARLARI / HAKİM TARAFINDAN HAKEM KARARININ TASDİKİ

T.C.
YARGITAY
Onbeşinci Hukuk Dairesi
E: 2006/3462
K: 2006/3503
T: 12.6.2006
HAKEM KARARLARI
HAKİM TARAFINDAN HAKEM KARARININ TASDİKİ

1086 s. HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU [Madde 532]
1086 s. HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU [Madde 536]
Hükmün temyizen tetkiki taraf vekillerince istenmiş ve davacı vekilinin temyiz dilekçesinin süresi dışında, davalı vekilinin temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dosyadaki kağıtlar okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
İstanbul Ticaret Odası nezdinde oluşturulan hakem kurulunca verilen karar, harçların ikmali ve hükmün kesinleştirilmesi için İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesi Başkanlığı’na tevdi edilmiş, mahkemece görevin İstanbul Denizcilik İhtisas Mahkemesi’ne ait olduğu gerekçesiyle verilen görevsizlik kararı taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
1- Davacı vekili, mahkeme kararını temyize cevapla birlikte katılma yoluyla temyiz etmiş ise de, harcını yatırmadığı gibi temyiz defterine kayıtta ettirmediğinden, böylece temyiz süresini geçirdiğinden temyiz dilekçesinin süre yönünden reddine karar verilmiştir.
2- HUMK’nun 532. maddesindeki düzenlemeye göre, hakemler kararlarını yetkili ve görevli mahkeme kalemine verirler. Hakem kararı mahkeme kalemince evrak mahzeninde saklanır ve isteyen tarafa bir sureti verilir. Hakem kararı kendisine verilen mahkeme, hakem kararının kendisine verildiğini ve kararın neden ibaret olduğunu iki tarafa yazılı olarak tebliğ eder. Karar, iki taraf hakkında ancak bu tebliğ tarihinde mevcut sayılır ve temyiz süresi de tebliğ tarihinden itibaren işlemeye başlar. Aynı kanunun 536. maddesine göre de, hakem kararları temyiz süresi geçince mahkeme başkanı veya hakim tarafından tasdik edilir. Temyiz edilmeksizin kesinleşen bu kararların tasdiki, yalnızca kararın kesinleştiğini tespit eden bir şerh niteliğinde olmayıp, aynı zamanda hakem kararının usule, şekle ve kamu düzenine uygunluğunu tespit eden ve bu karara kesin hüküm ve icra edilebilir olma niteliği veren yargısal karardır. Somut olayda, hakemlerce verilen karar, HUMK’nun 532 ve 536. maddesinde yazılı işlemlerin ikmali için İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesi’ne tevdi edilmiş, mahkemece görevin Denizcilik İhtisas Mahkemesi’ne ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiştir. Denizcilik İhtisas Mahkemeleri 20.04.2004 tarihinde kabul edilen ve 28.04.2004 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5136 Sayılı Kanunla kurulmuştur. Bu kanunun 1. maddesine göre Denizcilik İhtisas Mahkemeleri’nin görevi Türk Ticaret Kanunu’nun dördüncü kitabında yer alan deniz ticaretine ilişkin ihtilaflara bakmaktır. Hakem kurulu kararına konu uyuşmazlık ise, BK’nun 355 ve devamı maddelerinde düzenlenen eser sözleşmesinden kaynaklanmaktadır. Davada, davalı yanca dava dışı yabancı uyruklu armatörler için inşa olunan 055 ve 056 sayılı gemilerin plan ve proje çizimlerinden kaynaklanan alacağın tahsili talep ve dava edilmiştir. Uyuşmazlık deniz ticaretinden kaynaklanmayıp, aksine eser sözleşmesinden kaynaklandığından yetkili ve görevli mahkeme Denizcilik İhtisas Mahkemesi olmayıp İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesi’dir. Mahkemece, HUMK’nun 532 ve 536. maddelerine göre işlem yapılması gerekirken, görevsizlik kararı verilmesi doğru olmamış, kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ : Yukarıda 1. bentte yazılı nedenlerle davacının temyiz dilekçesinin süre yönünden reddine, 2. bent uyarınca kararın davalı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine, 12.06.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İŞVEREN TARAFINDAN AÇILAN DAVA

T.C.
YARGITAY
Dokuzuncu Hukuk Dairesi
E. 2006/13878
K. 2006/15652
T. 29.5.2006

İŞVEREN TARAFINDAN AÇILAN DAVA

5521 s. İŞ MAHKEMELERİ KANUNU [Madde 5]
Davacı işveren, davalı işçinin sebep olduğu zararın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkeme, davanın yetki yönünden reddine karar vermiştir.
Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Davacı işveren; davalı işçinin sebebiyet verdiği zararın ödetilmesine karar verilmesi istemi ile işyerinin bulunduğu İstanbul iş mahkemesinde dava açmıştır.
Mahkeme davayı yetki yönünden ret etmiştir.
5521 sayılı iş Mahkemeleri Kanunu’nun 5. maddesine göre “İş Mahkemelerinde açılacak her dava açıldığı tarihte dava olunanın Türk Medeni Kanunu gereğince ikametgahı sayılan yer mahkemesinde bakılabileceği gibi, işçinin işini yaptığı işyeri için yetkili mahkemede de bakılabilir…” Anılan yasa maddesinde HUMK.’da düzenlenen genel yetki kuralından farklı olarak özel bir düzenleme ile işçinin çalıştığı işyerinin bulunduğu yer mahkemesi de davanın açılabileceği yer olarak öngörülmüştür. Bu özel yetki düzenlemesi yapılır iken davacının işçi ya da işveren olması ayrımı yapılmamış “iş mahkemelerinde açılacak her dava” ifadesi kullanılmıştır. Davacı işveren, bu kurala dayanarak işçinin çalıştığı işyerinin bulunduğu İstanbul İş Mahkemesinde bu davayı açmayı tercih etmiştir.
Açıklanan nedenlerle işin esasının incelenmesine geçilmesi gerekirken yazılı, şekilde yetkisizlik kararı verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 29.05.2006 gününde oybirliği ile karar verildi.