Etiket arşivi: TAZMİNAT

İş Kazası Sonucu Maluliyet, Maddi Tazminat Hesaplama

Yargıtay 21. Hukuk Dairesi
2007/20150 E.2008/1542 K.
Mahkeme : İş Mahkemesi
Konu : Maddi Manevi Tazminat İstemi

ÖZET: Davacı, iş kazası sonucu malüliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesi davasının yapılan yargılaması sonunda; ilamda yazılı nedenlerle gerçekleşen 39.229.10 YTL maddi ve manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte davalılardan T. T. Ltd. Şti.’den alınarak davacıya verilmesine ilişkin hükmün süresi içinde temyizen incelenmesi davalılardan T.T.San. Tic.Ltd.Şti. vekilince istenilmesi ve duruşma talep edilmesi üzerine, dosya incelenerek, işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 05.02.2008 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü davalılardan T.T. San.Tic.Ltd.Şti.vekili Av.R.K.ile davacı asil F. B. ve Vekili Av.M.K.geldiler. Diğer davalı kurum adına kimse gelmedi. Duruşmaya başlanarak hazır bulunan Avukatlar ile asilin sözlü açıklamaları dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek aynı gün Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği konuşulup düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.

Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere göre, davalı T.T. San. Tic. Ltd. Şti.’nin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışındaki diğer temyiz itirazlarının reddine,

Dava zararlandırıcı sigorta olayı sonucu sağ ayağının kırılması nedeniyle %15,20 oranında meslekte kazanma gücünü kaybeden sigortalının maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

Mahkemece maddi tazminat ve manevi tazminat isteminin kısmen kabulüne karar verilmiş ve bu karar süresinde davalı işverenlik tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, sigortalının, iş kazası sonucu sürekli iş göremezlik nedeniyle uğramış olduğu zararın giderilmesi istemine ilişkindir. Kusurun aidiyeti ve oranı uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık, tazminatın belirlenmesi noktasında toplanmaktadır.Tazminatın saptanmasında ise; zarar ve tazminata doğrudan etkili olan işçinin net geliri, bakiye ömrü, iş görebilirlik çağı, iş görmezlik ve karşılık kusur oranları, Sosyal Sigortalar tarafından bağlanan peşin sermaye değeri gibi tüm verilerin hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek şekilde öncelikle belirlenmesi gerektiği tartışmasızdır. Öte yandan tazminat miktarının, işçinin olay tarihindeki bakiye ömrü esas alınarak aktif ve pasif dönemde elde edeceği kazançlar toplamından oluştuğu yönü ise söz götürmez.

Başka bir anlatımla, işçinin günlük net geliri tespit edilerek bilinen dönemdeki kazancı mevcut veriler nazara alınarak iskontolama ve artırma işlemi yapılmadan hesaplanacağı, bilinmeyen dönemdeki kazancının ise; yıllık olarak %10 arttırılıp %10 iskontoya tabi tutulacağı, 60 yaşına kadar (aktif) dönemde, 60 yaşından sonrada bakiye ömrüne kadar (pasif) dönemde elde edeceği kazançların ortalama yöntemine başvurulmadan her yıl için ayrı ayrı hesaplanacağı, hesap raporunun Yargıtay denetimine elverişli olması gerektiği Yargıtay’ın oturmuş ve yerleşmiş görüşlerindendir.

KARAR: Somut olayda 25.04.2007 tarihli asıl ve 17.07.2007 tarihli ek hesap bilirkişi raporlarında davacının asgari ücretin 1,24 kat fazla ücret aldığı açıklandığı halde, asgari ücretin 4 katı civarında bir ücret aldığı kabul edilerek hesap yapıldığı görülmektedir. Davacının 12.08.1998 tarihli gelir bağlama kararındaki ortalama ücreti olay tarihindeki asgari ücretin 2,49 katı civarındadır. Her ne kadar asgari ücretin 4 katı esasa alınarak bulunan ücretler kesinleşen rücu davasındaki tavan hesabına esas 26.06.2001 tarihli rapordaki ücretlerle uyumlu gibi gözükse de anılan raporda da davacının asgari ücretin 2,49 katı ücret aldığı kabul edilerek hesaplama yapıldığı açıklandığı halde, hesaplamanın 4 kat üzerinden yapılması karşısında hesaba esas alındığı açıklanan ücretle, hesaplama sırasında uygulanan ücret arasında uyumsuzluk olduğu ortadadır.

Öte yandan 05.05.1963 doğumlu davacının aktif devre hesabının 60 yaşını bitirdiği 05.05.2022 tarihine kadar yapılması gerekirken 31.12.2025 tarihine kadar yapılması keza pasif devre hesabının ise PMF tablosuna göre bakiye ömrünün sonu olan 18.01.2031 tarihine kadar yapılması gerekirken, 31.12.2033 tarihine kadar yapılmak suretiyle maddi tazminatın fazla çıkarıldığı da açıktır. Hal böyle olunca da maddi tazminatın hesabına esas ücretin nasıl bulunduğu belli olmayan, aktif ve pasif devrelerin uzun tutulduğu giderek Yargıtay denetimine elverişsiz hesap raporunun maddi tazminatın belirlenmesine esas alınması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davalı T.T.San. Tic. Ltd. Şti.’nin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, davalılardan T.T. San.Tic.Ltd.Şti. yararına takdir edilen 550.00 YTL. Duruşma Avukatlık parasının karşı tarafa yükletilmesine, temyiz harcının istek halinde davalılardan Temel Taş’a iadesine, 05.02.2008 gününde oybirliğiyle karar verildi

İş kazası nedeniyle tazminat, uzun süren yargılama, tazminat

ANAYASA

MAHKEMESİ

Baş. No. 2013/4701

Karar Tarihi: 23/01/2014

>İŞ KAZASI NEDENİYLE TAZMİNAT

>YARGILAMANIN MAKUL SÜREDE SONUÇ-LANDIRILMAMASI

>UZUN SÜREN YARGILAMA NEDENİYLE ADİL YARGILANMA HAKKININ İHLAL EDİLMESİ

>TAZMİNAT

ÖZETİ: Başvurunun konusu olan tazminat davasında yargılama sürecindeki gecikmeler ayrı ayrı değerlendirildiğinde, ilk derece mahkemesince uzun aralıklarla duruşmalar yapıldığı, temyiz süreciyle beraber makul olmayan uzun bir süre olan 7 yıl 6 ay 19 günde yargılamanın tamamlandığı görülmektedir. İş kazasına dayalı tazminat davalarının niteliği, başvurucu açısından taşıdığı değer ve başvurucunun davadaki menfaati dikkate alındığında, bu sürenin makul olmadığı açıktır.

EŞİT KUSUR HALİNDE BOŞANMAYA HÜKMEDİLEBİLECEĞİ, MADDİ-MANEVİ TAZMİNAT TALEBİNİN İSE REDDİ GEREKTİĞİ

“T.C.
YARGITAY
2. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO. 2016/11677
KARAR NO. 2016/12188
KARAR TARİHİ. 23.6.2016

>BOŞANMA DAVASI–EŞİT KUSURDA MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT HÜKMEDİLMEZ.

4721/m. 166,174/1-2

DAVA : Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı-karşı davalı erkek tarafından kadının davasının kabulü, kusur belirlemesi, kadın lehine hükmedilen nafaka ve tazminatlar yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : 1- ) Mahkemece boşanmaya neden olan olaylarda, davacı-karşı davalı erkek ağır kusurlu bulunarak her iki boşanma davasının da kabulüyle boşanmalarına karar verilmiş ise de, yapılan soruşturma ve toplanan delillerden, erkeğin evin kilidini değiştirme, eve almama ve şiddet eylemlerinden sonra tarafların bir araya gelerek 3-4 ay kadar birlikte yaşadıkları, davalı-karşı davacı kadın tarafından erkeğin bu eylemlerinin affedilmiş sayıldığı, barışmadan sonra gerçekleşen olaylarda ise her iki tarafında karşılıklı birbirlerine hakaret ettikleri anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu durum karşısında boşanmaya neden olan olaylarda taraflar eşit kusurludur. Hal böyleyken, davacı-karşı davalı erkeğin boşanmaya neden olan olaylarda ağır kusurlu bulunduğunun kabulü doğru değil ise de; eşit kusur halinde de boşanmaya karar verilebileceğinden, davacı-karşı davalı erkeğin, davalı-karşı davacı kadının kabul edilen boşanma davasına yönelik temyiz itirazlarının reddi ile kararın kusura dair gerekçesinin düzeltilerek onanmasına karar verilmesi gerekmiş ( HUMK m. 438/ son ).

Davacı-karşı davalı erkeğin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

2- ) Yukanda 1. bentte açıklandığı üzere; evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebep olan olaylarda taraflar eşit kusurludur. Eşit kusurlu eş yararına Türk Medeni Kanununun 174/1-2. maddesi uyarınca maddi ve manevi tazminata hükmedilemez. Mahkemece davalı-karşı davacı kadının maddi ve manevi tazminat talebinin reddi yerine, kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarda 2 bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu bölümlerinin ise yukarda l. bentte gösterilen sebeple hükmün kusura dair gerekeçesi düzeltilerek ONANMASINA, temyiz peşin harcının istenmesi halinde yatırana iadesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 23.06.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”

(ictihatlar.net, 23.11.2016)

 

FacebookTwitterGoogle+LinkedInWhatsAppEmailBlogger PostPaylaş

Şirket Lehine Manevi Tazminat

T.C.
YARGITAY
4.HUKUK DAİRESİ

ESAS NO : 2013/15239
KARAR NO : 2014/15505
KARAR TARİHİ..18/11/2014

Davacı L… Tic. A.Ş. vekili Avukat İ… tarafından, davalılar C… Ltd. Şti. vdl aleyhine 05/02/2013 gününde verilen dilekçe ile haksız fiil nedeni ile maddi ve manevi tazminat istenmesi üzerine yapılan yargılama sonunda; Mahkemece davanın reddine dair verilen 09/04/2013 günlü kararın Yargıtay’da duruşmalı olarak incelenmesi davacı vekili tarafından, duruşmasız olarak incelenmesi de davalı C… vekili tarafından süresi içinde istenilmekle, daha önceden belirlenen 18/11/2014 duruşma günü için yapılan tebligat üzerine duruşmalı temyiz eden davacı vekili adına gelen olmadı, karşı taraftan davalılardan C… vekili Avukat S… geldi. Diğer davalılar adına gelen olmadı. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve hazır bulunanın sözlü açıklaması dinlendikten sonra tarafa duruşmanın bittiği bildirildi. Dosyanın görüşülmesine geçildi. Tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü.

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalının tüm, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddolunmalıdır.

2-Davacının diğer temyiz itirazlarına gelince;

a-Dava haksız tedbir nedeni ile uğranılan maddi ve manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş; karar davacı ve davalılardan C… tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, kimya ürünleri ithalatı yaptığını, Adana Yumurtalık Serbest Bölgesi’nde bulunan tesislerine İngiltere merkezli şirketten ithal ettiği çin menşeili asitik asit ürünün davalı şirketin patent hakkının ihlal edildiği iddiası ile Gümrük Müdürlüğü’nden talep ettiği tedbir uyarınca serbest bölgeden çıkartılması işlemlerinin durdurulduğunu, bu sırada Ukrayna’dan ithal ettiği ve Adana Yumurtalık Serbest Bölgesi’ne getirilmekte olan ürününün tankerlerin boşaltılamamış olması nedeni ile rotasının değiştirilerek şirketin Marmara Ereğlisi’ndeki tesislerine getirtildiğini, rota değişimi nedeni ile ek ücret ödenmek zorunda kalındığını, bu arada müşterilerine teslim etmeyi taahhüt ettikleri asitik asit ürününün Marmara Ereğlisi’ndeki tesislerden gönderilmek zorunda kalındığını, bunun da fazladan nakliye ücreti ödenmesine neden olduğunu, bu maddi zararları yanında ticari itibarının sarsılması nedeni ile de manevi zarara uğradığını iddia ederek uğradığı maddi ve manevi zararın ödetilmesi isteminde bulunmuştur.

Davalı C…, Rodyum Inorganik İyodid Katalizör Sisteminin patentine sahibi olduğunu, bu patent ile üretilmiş tüm asitik asit ürünleri üzerinde hak sahibi olduğunu, bu nedenle serbest bölgede bulunan asitik asit ürünün patent hakkını ihlal edip etmediğinin incelenmesi için tedbir talebinde bulunduklarını, durdurma kararının idari bir karar olduğunu, durdurma kararı verilmese dahi davacının tankerlerinde bir miktar ürün kalacağını bu nedenle Ukrayna’dan ithal ettiği ürünün tanka boşaltılması için tankın boş olmasının gerekmediğini gösterdiğini, Ukrayna’dan ithal edilen ürünün daha yakında bir tesis varken neden Yumurtalığa getirildiğinin de anlaşılamadığını, sonuç olarak davacının maddi ve manevi zarara uğramadığını, davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece, benimsenen bilirkişi raporu uyarınca davacının defterlerinin incelenmesi sonucu Marmara Ereğlisi’nden yapılan sevkiyatların Yumurtalık Serbest Bölgesi’nden yapılması halinde Hadımköy-İkitelli-Çorlu-Gölcük-İzmit bölgelerine taşıma için ödenecek 12 adet nakliye ücretinin Adana-Kayseri-Kahramanmaraş’a yapılacak 9 adet nakliye ücretinden daha fazla olması nedeni ile taşıma ücretinin davacıya ait olması halinde dahi davacının zararının olmadığı, Ukrayna’dan yapılan ithalatın Odesa-Tekirdağ arası İskenderun’a göre daha kısa mesafe olduğundan deniz yolu navlun ücretinin daha düşük olacağı, dosya kapsamından geminin rota değişimi ile ilgili olduğu öne sürülen masrafın müstenidinin bulunmadığı tespit edildiğinden davacının maddi zarara uğramadığı, manevi tazminat isteminin de yerinde olmadığı sonucuna varılarak davanın tümden reddine karar verilmiştir.

Dosya arasındaki tüm bilgi ve belgelerden, davacıya ait Adana/Yumurtalık Serbest Bölgesi’nde bulunan tankerlerindeki 120.000 kg asitik asit ürününün davalının talep ettiği tedbir istemi uyarınca serbest bölgeden çıkartılmasının durdurulduğu anlaşılmaktadır. Durdurma kararının uygulandığı sırada davacı serbest bölgedeki malını çıkartamadığı için Ukrayna’dan ithal ettiği asitik asit ürününün rotasını değiştirmek zorunda kalmış ve Marmara Ereğlisi’ndeki tesislerine getirtmiştir. Her ne kadar Ukrayna Odesa Limanı ile Tekirdağ arası mesafenin daha kısa olması nedeni ile bilirkişiler davacının uğradığını iddia ettiği maddi zararın müstenidi olmadığını düşünmüşler ise de; davacı ithal ettiği ürünün taşınması konusunda imzaladığı sözleşme ile bağlıdır. Davacı, ürünün Yumurtalık Serbest Bölgesi’ne taşınması konusunda sözleşmesi bulunduğu, serbest bölgedeki tankerlerin ürünün yurt içine sokulamaması nedeni ile boşaltılamamasından dolayı Ukrayna’dan gelen ürünü depolayacağı yer bulunmadığından sözleşmesini değiştirmek ve ürünün Marmara Ereğlisi’ne getirilmesini istemek zorunda kaldığından 5.788 $ fark ücret ödediğini iddia ederek fatura ibraz ettiğine göre davacının söz konusu fark ücreti ödemesine neden olan sözleşmesinin incelenmesi, fark ücretin rotadan sapma olması nedeni ile ödenip ödenmediğinin değerlendirilmesi ile varılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken varsayımsal değerlendirmeye dayalı bilirkişi görüşünün kabulü ile bu kalem isteğin reddi doğru olmamış açıklanan nedenle kararın bozulması gerekmiştir.

b-Davacı bir anonim şirkettir. İşletme hacmine göre ticaret sahası içinde şirketin ticari bir itibarı bulunduğu kuşkusuzdur. Davacının serbest bölgedeki malının yurda sokulmasının durdurulması ile malın satım sözleşmesinin karşı tarafına karşı zor durumda kaldığı gibi, şirket tüzel kişiliğinin itibarının da sarsıldığının kabulü gerekir. Nitekim davalı şirket söz konusu durdurma kararını talep ederken doğacak her türlü zararı ödemeyi kabul ve taahhüt etmiş olup, davacının maddi ve manevi zarara uğrayabileceğini de ön görmüştür. Şu durumda mahkemece davacının ticari itibarının zedelenmesi nedeni ile uygun bir manevi tazminat ödetilmesi yerine istemin tümden reddi doğru olmamış, kararın bu nedenle de bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda (2/a-b) sayılı bentte açıklanan nedenlerle davacı yararına BOZULMASINA, davalı C…ın tüm davacının öteki temyiz itirazlarının ilk bentteki nedenlerle reddine ve davacıdan peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 18/11/2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Kaynak: www.ictihatlar.net

Yargıtay kararı: Şirket Lehine Manevi Tazminat .

Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • EKSPERTİZ RAPORUNA İTİBAR EDİLEREK, TAZMİNAT BELİRLENMESİ MÜKÜN DEĞİLDİR

T.C.
YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO. 2002/2060
KARAR NO. 2002/6089
KARAR TARİHİ. 13.6.2002

> EKSPERTİZ RAPORUNA İTİRAZ EDİLMEMESİ — SİGORTA TAZMİNATININ HESAPLANMASI YÖNTEMİ

ÖZET : 1- HUMK.nun 433/2 nci maddesine göre, katılma yoluyla temyiz, karşı tarafın temyiz dilekçesinin tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde yapılmak gerekir. 2- Dava, kasko sigorta sözleşmesinden kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, itiraza uğramayan ekspertiz raporuna itibar edilmek suretiyle, bu raporda belirlenen meblağa KDV. İlavesiyle, davacının talep ettiği meblağa ulaşılacağının düşünüldüğü görülmektedir. Sigorta tazminatının nasıl hesaplanması gerektiği Kasko Sigorta Genel Şartları B.3.3.1 maddesinde ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, sigorta tazminatının hesabında, sigortalı menfaatlerin rizikonun gerçekleşmesi anındaki tazmin kıymetleri esas tutulur ve sigorta sözleşmesinin yapıldığı sırada veya sigorta süresi içinde, tarafların mutabakatı ile bir değer tespiti yapılmışsa, rizikonun gerçekleşmesi halinde ancak bu değere itiraz olunamaz. Taraflarca itiraza uğramadığı gerekçesiyle ekspertiz raporuna itibar edilmesi ve tazminat miktarının bu şekilde belirlenmesi mümkün değildir.

Taraflar arasında görülen davada Kırklareli Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 12.12.2001 tarih ve 2001/446-753 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi taraf vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Ata Durak tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

Davacı vekili, müvekkiline ait ve davalı şirkete kasko sigortalı aracın uğradığı hasar bedelinin usulüne uyun müracaata rağmen ödenmediğini ileri sürerek, şimdilik ( 2.210.474.294 ) liranın 19.1.2001 tarihinden itibaren reeskont faiziyle birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, kaza tespit tutanağının olaydan sonra ve beyan üzerine düzenlendiğini, sürücü olduğu bildirilen şahsın gerçekte yolcu olduğunu, gerçek sürücünün ise aşırı alkollü olduğunu, hasar giderildiğinden dava açmakta hukuki yarar bulunmadığını, talep edilen tazminatın fahiş olduğunu ve reeskont faiz talep edilemeyeceğini savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma ve toplanan kanıtlara dayanılarak aracı, kaza tespit tutanağında belirtilen sürücünün kullandığı ve alkolllü olmadığı, ekspertiz raporuna karşı davalının bir itirazı olmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne, fazlaya ilişkin talep hakkı saklı kalmak kaydıyla anılan meblağın 19.1.2001 tarihinden itibaren %60 reeskont faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Kararı, taraf vekilleri temyiz etmiştir.

1-HUMK.nun 433/2 nci maddesine göre, katılma yoluyla temyiz, karşı tarafın temyiz dilekçesinin tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde yapılmak gerekir. Davalı vekilinin temyiz dilekçesi, davacı vekiline 11.2.2002 tarihinde tebliğ edildiğine göre, katılma yoluyla temyiz süresi, 21.2.2002 tarihinde sona ermiştir. Davacı vekili tarafından hüküm, 26.2.2002 tarihinde temyiz edildiğinden HUMK.432/4.maddesi uyarınca temyiz isteminin, süresinde yapılmaması nedeniyle reddine karar vermek gerekmiştir.

2-Davalı vekilinin temyizine gelince; Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin aşağıdaki bent dışında kalan ve yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

3-Ancak dava, kasko sigorta sözleşmesinden kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, itiraza uğramayan ekspertiz raporuna itibar edilmek suretiyle, bu raporda belirlenen meblağa KDV. İlavesiyle, davacının talep ettiği meblağa ulaşılacağının düşünüldüğü görülmektedir. Sigorta tazminatının nasıl hesaplanması gerektiği Kasko Sigorta Genel Şartları B.3.3.1 maddesinde ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, sigorta tazminatının hesabında, sigortalı menfaatlerin rizikonun gerçekleşmesi anındaki tazmin kıymetleri esas tutulur ve sigorta sözleşmesinin yapıldığı sırada veya sigorta süresi içinde, tarafların mutabakatı ile bir değer tespiti yapılmışsa, rizikonun gerçekleşmesi halinde ancak bu değere itiraz olunamaz. Taraflarca itiraza uğramadığı gerekçesiyle ekspertiz raporuna itibar edilmesi ve tazminat miktarının bu şekilde belirlenmesi mümkün değildir. Kaldı ki davalı sigorta vekili, cevap dilekçesi ile hasar miktarının fahiş olduğunu savunmuştur. Bu durumda mahkemece, zarar görenin uğradığı gerçek zarar miktarının tespiti amacıyla bilirkişi incelemesi yaptırılmak ve sonucuna göre bir karar verilmek gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz isteminin reddine, ( 2 ) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, ancak ( 3 ) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazları yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün davalı sigorta şirketi yararına BOZULMASINA, aşağıda yazılı fazla alınan 84.570.000 lira harcın isteği halinde temyiz eden davacıya iadesine, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz eden davalıya iadesine, 13.6.2002 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Pzt Mar 23, 2015 9:10 pm


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • TRAFİK KAZASINDAN KAYNAKLANAN TAZMİNAT DAVASI, BİRDEN FAZLA YETKİLİ MAHKEME

YARGITAY 17. Hukuk Dairesi
ESAS: 2014/1172
KARAR: 2014/1719

Davacı vekili, müvekkilinin işleteni olduğu araçla davalıların işleten, sürücüsü ve trafik sigortacısı olduğu aracın karıştığı trafik kazasında davacının aracının hasarlandığını belirterek fazlaya dair haklarını saklı tutarak toplam 28.000,00.-TL maddi ve 2.000,00.-TL manevi tazminatın sigorta şirketinden poliçe limiti ile sınırlı olmak üzere olay tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle tahsilini talep etmiş talep etmiştir.

Davalı A… Ltd. Şti. ve İ…. vekili, yetkili mahkemenin davalıların yerleşim yeri olan Ç… Asliye Hukuk Mahkemesi olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

Davalı H… Sigorta A.Ş. vekili, zararın karşılandığını ve sorumluluklarının kalmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, iddia, savunma ve toplanan kanıtlara göre; haksız fiilin gerçekleştiği yer olan kaza yeri mahkemesinin tüm davalılar bakımından ortak yetkili yer olduğu, HMK’nin 7/I. maddesininde de ortak yetkili mahkemenin bulunması halinde davanın burada görülmesi gerektiği gerekçesi ile davanın yetkisizlik nedeniyle usulden reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava trafik kazası nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

1086 sayılı HUMK’nın 9. maddesinin 2. fıkrası; "Davalı birden fazla ise, dava bunlardan birisinin ikametgahı mahkemesinde açılır. Şu kadar ki, kanunda dava sebebine göre, davalıların tamamı hakkında ortak yetkiyi taşıyan bir mahkeme kabul edilmiş ise, davaya o mahkemede bakılır. Ancak davanın sırf davalılardan birini kendi mahkemesinden başka bir mahkemeye getirmek amacıyla açıldığı belirtiler veya başka delillerle anlaşılırsa mahkeme onun hakkındaki davayı ayırarak yetkisizlik kararı verir" hükmünü içermektedir (6100 sayılı HMK m. 6, 7). Yine aynı Yasa’nın 21. maddesinde ise "Haksız bir fiilden mütevellit dava o fiilin vuku bulduğu mahal mahkemesinde ikame olunabilir" hükmü yer almaktadır (HMK m. 16). Diğer taraftan, 2918 sayılı KTK’nun "Hukuki Sorumluluk ve Sigorta" başlıklı sekizinci kısmının beşinci bölümünde "Ortak Hükümler" ana başlığı altında "Yetkili Mahkeme" alt başlıklı 110. maddesinde ise; "Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi,kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir" ifadesine yer verilmiştir.

Bilindiği gibi ilke olarak bir davada, davalı sayısı birden fazla ise, dava bunlardan birisinin ikametgahı mahkemesinde açılabileceği gibi (HMK m. 7/I; HUMK’nın m. 9/II.c.1), aynı Kanun’un 16. maddesi uyarınca haksız fiilin vuku bulduğu, zararın meydana geldiği, zararın meydana gelme ihtimalinin bulunduğu yer ya da zarar görenin yerleşim yeri mahkemesinde de açılabilir. Bunların yanında ve öncelikle 2918 sayılı KTK’nın 110. maddesi uyarınca, motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, ihtiyari ve zorunlu sorumluluk sigortası yapan şirketler aleyhine de işleten ve sürücü ile birlikte açılması halinde hem bu kanun hemde HUMK’nın 9. maddesi (HMK m. 6) uyarınca bu davalılardan birinin ikametgahı mahkemesinde de açılabilir. KTK’nın 110. madde son cümlesinde yer alan kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de, dava açılabileceği kuralı kesin yetki kuralı olmayıp, davacıya tanınan bir seçimlik haktır. HMK’nin haksız fiillerde yetkiyi düzenleyen 16. maddesinde de esasen HMK’nin 7/I-2. cümlesindeki düzenleme anlamında kesin yetki sözkonusu değildir. Yasa koyucunun maddenin düzenlenmesinde ortaya koyduğu gerekçeden de bu durum anlaşılmaktadır. Adalet Komisyonu Gerekçesinde de haksız fiilden doğan davalarda uygulamada ve doktrinde oluşan görüşler dikkate alınarak haksız fiilin işlendiği yer dışında zararın meydana geldiği yer, gelme ihtimalinin bulunduğu yer ve karşılaştırmalı hukuktaki örnekler de dikkate alınarak zarar görenin yerleşim yeri mahkemesi de yetkili olarak kabul edilmiştir. Bu anlamda dava sebebi olan haksız fiil halinde dahi HMK’nin 16. maddesi gereğince birden fazla mahkemenin yetkili kılınarak davacıya bir seçimlik hak tanımmış olması gözönüne alındığında bu maddenin amacına aykırı bir yorumla HMK 7/I. maddesi gereğince haksız fiilin vuku bulduğu yerin tüm davalılar için kesin yetkili mahkeme olarak kabul edilmesi mümkün değildir.

Bu anlamda dava sebebi olan haksız fiil halinde dahi HMK’nin 16. maddesi gereğince birden fazla mahkemenin yetkili kılınarak davacıya bir seçimlik hak tanımmış olması gözönüne alındığında bu maddenin amacına aykırı bir yorumla HMK 7/I. maddesi gereğince haksız fiilin vuku bulduğu yerin tüm davalılar için kesin yetkili mahkeme olarak kabul edilmesi ve HMK’nin 6. maddesinde düzenlenen genel yetkili mahkeme yetkisinin kaldırdığı şeklindeki bir yoruma katılmak mümkün değildir.

Bir dava için birden fazla ( genel ve özel ) yetkili mahkeme varsa, davacı, bu mahkemelerden birinde dava açmak hususunda bir seçimlik hakka sahiptir. Davacı, davasının bu genel ve özel yetkili mahkemelerden hiç birisinde açmaz ve yetkisiz bir mahkeme de açar ise, o zaman seçme hakkı davalılara geçer.

Somut olayda, işleten, sürücü ve trafik sigortacısına yöneltilen davada, dava 6100 sayılı HMK’nin 16. maddesinde belirtilen zarar gören davacı M….’ın yerleşim yerinin bağlı olduğu adli yargı yerinde açılmış olması bakımından yetki itirazının reddiyle işin esasına girilerek tarafların iddia, savunma ve delilleri toplanarak varılacak sonucu göre karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu şekilde yetkisizlik kararı verilmesi doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı M.. Ö.. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine 13.02.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — Prş Mar 19, 2015 4:42 pm


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • HAKSIZ İHBAR, SAYAÇ HIRSIZLIĞI, KİŞİLİK HAKLARINA SALDIRI,MANEVİ TAZMİNAT

T.C.
YARGITAY
4. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO. 1989/281
KARAR O. 1989/3471
KARAR TARİHİ. 13.4.1989

> HAKSIZ İHBAR— KİŞİLİK HAKLARINA SALDIRI NEDENİYLE MANEVİ TAZMİNAT —AĞIR KUSUR

818/m.49

743/m.24

ÖZET : Şikayette bulunan kişinin ortada suçun işlendiğine dair hiç ya da yeterli emare yokken şikayette bulunması ve bunda kusurlu ve kusurun ağır olması halinde manevi tazminata hükmedilmelidir.

DAVA : Taraflar arasındaki manevi tazminat davası üzerine yapılan yargılama sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı yerinde görülmeyen davanın reddine ilişkin hükmün süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşuldu:

KARAR : Dava, Medeni Kanunun 24. maddesi gereğince korunan kişilik hakkına yapılmış saldırı nedeniyle Borçlar Kanununun 49. maddesinden kaynaklanan manevi tazminat isteğidir. Bilindiği gibi kişilik hakkı kişinin kendi özgür ve bağımsız varlığının yanında yasal araç ve yollardan yararlanmak sureti ile yargı organları önünde hak arama ( Anayasa madde 36 )ve yetkili makamlara yazılı ile başvurma ( Anayasa madde 74 )ve huzurun hakça gerçekleşmesi için, kişinin kendi haklarını ve bunların gösterdiği özelliklerin başkalarının hakları ile olan ilişkilerine göre daraltılması veya genişletilmesi gerekir. Bu da diğer haklarda olduğu gibi kişilik hakkının korunmasının sınırsız olmadığını gösterir.
Borçlar Kanununun 49. maddesinde açıkça belirtilmemiş olmakla beraber burada da hukuka aykırılık sorumluluğun vazgeçilmez unsurudur. Bu nedenle kişilik hakkının ihlali, kural olarak hukuka aykırı sayılır; yeter ki kişilik hakkını oluşturan kişisel değerlere el atma eylemi yasal bir haktan kaynaklanmasın ve korunmasını. Bu şekilde hak ve çıkarların karşı karşıya gelmesinde veya hukuki çıkarların çatışmasında hakim, onlar arasındaki sınırı Medeni Kanunun 1. maddesi uyarınca hukuk yaratarak belirlerken adalete uygun bir sonuca ulaşabilmesi için öğretide ve uygulamada kabul edilmiş ve genelleşmiş kural ve ölçülerden yararlanmalıdır.
Bu genel kabul görmüş kural ve ölçülere göre kişilik hakkını oluşturan kişisel değerlere saldırının uygun sayılması için özellikle hak arama özgürlüğünde:

A )Her şeyden önce kişinin hukukça korunan bir üstün çıkarının bulunması zorunludur. Böyle bir çıkarın elde edilmesi sırasında kişilik hakkı saldırıya uğramış ise artık kişilik hakkı üzerindeki hukuki koruma, herkesin hak arama özgürlüğü altında ortadan kaldırılmalıdır. Kuşkusuz hukuken korunan varlıklar olarak onur ve saygınlıkla hak arama özgürlüğü soyut kavramlar olarak ele alındığında birinin diğerine üstünlüğü yoktur. Ancak somut olaydaki nisbi değeri gözetildiğinden kişinin davranış özgürlüğü, saldırıya uğrayan kişilik hakkından üstün olabilir. Bu sonuca ulaşmak ve saldırının hukuka uygunluğu kabul olmak için hukukça korunan üstün hak ve çıkarın bulunması yeterli değildir. Hakkında kötü niyet kullanılmamış olması da gerekir.

B )Başvurma hakkının kötüye kullanılıp
kullanılmadığının tespiti için iki yön üzerinde durulmalıdır.

a )Başvuru hakkı öncelikle amaca uygun olarak kullanılmış olmalıdır. Amaca uygunluk öz çıkarın kullanılması ile mümkündür. Örneğin, ilgili makamlara yapılan ihbar ve şikayetler şikayet hakkının koruduğu çıkarı elde etmek için yapılmış ise amaca uygun bir davranış olarak hukuka uygun sayılabilir. Ancak korunmayacak bir çıkar sağlamak için kullanılmış ise hukuka uygunluktan söz edilemeyecektir; çünkü hak ve özgürlükler amacından saptırılarak kişinin hukukça korunan kişisel değerlerine girme ve el atma iyiniyet kurallarına aykırı düşen bir davranıştır.

b )Öte yandan başvurma hakkı uygun araçlarla yapılmalıdır. Daha geniş bir anlatımla hakkın kullanılmasında gerçek olaylara dayanılmalı ve aşırı davranılmamalıdır. Aksi halde amaca varmak için uygun araç seçilmemiş olur ki bu da hakkın kötüye kullanıldığının tartışmasız kanıtı olur. Uygun araçlarla amaca varmak için yapılan davranışlar kişilik hakkına girse bile hukuka aykırı sayılmamalıdır. Gerçek olaylara dayanılıp dayanılmadığının belirlenmesi ise maddi kanıtların değerlendirilmesiyle mümkündür. Ancak başvuru hakkının kullanılmasında aşırı davranılıp; davranılmadığının belirlenmesi her zaman, özellikle ihmali hareketlerde aynı kolaylıkla mümkün değildir. Herkes hemcinslerine karşı insanlık onuruna yakışır uygun bir tarzda hareket etmelidir. Karşısında kişilik hakkını alarak bir çıkarını öne süren kimse en azından hemcinsinin kişiliğini de düşünmek zorundadır. Aşırı davranış bir savsamanın sonucu da olsa hukuka uygunluktan söz edilmemelidir. Gerçek bir olay karşısında bulunulan durumlarda bile elinde hiçbir kanıtı olmayan kişinin tahmine ve zanna dayalı olarak veya orta derecedeki bir kimsenin dahi yetersizliğini tartışabileceği kanıtlarla başvurma hakkını kullanması aşırı bir davranış olarak hukuken korunmamalıdır. Ancak Borçlar Kanununun 49. maddesini değiştiren 3444 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önceki olaylarda eski metne uygun olarak kusuru oluşturan ihmal derecesinin de ağır olması araştırılmalıdır.
Davaya konu olan olayda davalı 25.3.1985 tarihince C. Savcılığına vermiş bulunduğu dilekcede kendisine ait kuyudan su çıkarmak için takmış bulunduğu 4858 343 numaralı elektrik sayacının bir yıl önce bilinmeyen bir kişi tarafından çalındığını ve şimdi bu sayacı davacının evine taktırırken gördüğünü ileri sürerek kanuni kovuşturma yapılmasını istemiştir. Aynı gün zabıtaca davacının evine gidilmiş ve duvarda takılı bulunan ve numarası 4858 343 olan elektrik sayacı sökülerek zaptedilmiştir. Ancak elektirk sayacı satıcısı olan İbrahim U.’nun tanık olarak bilgisine başvurulduğunda, birkaç ay kadar önce davacıya bir elektrik eşyası sattığını ve kendisine getirilen kutu üzerindeki yazılı numara ile zaptedilen sayaç üzerindeki numaranın aynı olması karşısında sattığı sayacın bu sayaç olduğunu söylemesi üzerine sayaç davacıya teslim edilmiştir. Böylece davacının kendisine isnad olunan suçu işlediğine dair ortada emare bulunmamakla beraber hakkında hırsızlık suçundan ötürü kamu davası açılmıştır. Davalı ilk oturumda müşteri olarak ifade verirken zaptedilen sayacın kendisine ait olduğunda direnmiştir. Yapılan duruşma sonunda ise yeter delil ve emare bulunmadığından beraat kararı verilmiştir. Davacı bu davada şikayetin haksız olduğunu ileri sürüp manevi tazminat olarak bir miktar paranın ödetilmesini istemektedir. Mahkemece delliler toplandıktan sonra şikayetin 25.3.1985 tarihinde yapılmış olmasına, davalının kızı bulunan Şerife Y. tarafından davacının yeğeni Mehmet Y. arasındaki boşanma davasının 28.1.1986 tarihinde açılmış olması karşısında belirtilen uyuşmazlıktan ötürü taraflar arasındaki husumetin sonradan çıkmış bulunmasına ve davalını sırf davacıyı zararlandırmak amacıyla davrandığına dair ortada bir delil bulunmadığına ve böylece Anayasanın vatandaşa tanımış bulunduğu başvurma hakkı kullanıldığına göre davanın reddine karar verilmiştir.

Oysa yukarda açıklandığı gibi * bir kişinin şikayet hakkını kötüye kullanmadığından söz edilmesi için onun şikayet olunanı kasten ve zararlandırmak amacıyla, diğer bir deyimle kin ve garezle hareket ettiğinin (etmediğinin olması gerekir ) gerçekleşmesi yeterli değildir. O kişinin böyle bir davranışta bulunması bir kastın varlığı dışında kusurlu bir davranış niteliğinde olsa bile ve derecesi de ağırsa, özellikle isnat olunan eylemin işlendiğine dair ortada hiç veya yeterli emare yoksa, şikayet hakkının kötüye kullanılmış olduğunun kabulü gerekir. Davalı zaptedilen sayaçtaki numaranın evinde özel defterinde kaydetmiş olduğu, kendi sayacının numarası ile aynı olduğunu ileri sürmesine karşılık satıcısının beyanına göre bu sayacın şikayet tarihinden birkaç ay önce davacıya satılan sayaç olduğu açıkça anlaşılmıştır. Öte yandan davalı ceza mahkemesine vermiş bulunduğu 11.12.1985 günlü dilekçesinde başlangıçtaki iddiasına aykırı olarak bu kez çalınan sayacın numarasının şikayet dilekçesinde yazdığı numara olmadığını ileri sürmek suretiyle çelişkiye düşmüştür. Bu dahi şikayetini yaparken bir emareye dayanmadığını göstermektedir. Bundan başka evli yakınlar arasındaki boşanma davasına konu olan geçimsizlik daha önceden çıkmış olduğundan davanın sonradan açılmış bulunması daha önce taraflar arasında husumet bulunmadığını göstermez. O halde olayda davalının kasta ve böyle olmasa bile ağır kusura dayanan bir davranışı bulunduğundan eylemin hukuka aykırı sayılması ve manevi tazminat olarak takdir olunacak bir miktar paranın tahsiline karar verilmesi gerekirken davanın reddine karar verilmiş olması bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenlerle BOZULMASINA ( … )13.4.1989 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Çrş Mar 18, 2015 8:12 pm


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • HAKSIZ HACİZ VE TAZMİNAT ,HACİZ TUTANAĞINDA TAHMİNİ BEDEL,DOĞAN ZARARIN ÖLÇÜSÜ..

T.C
YARGITAY
4.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO: 2002/7003
KARAR NO: 2002/14156
KARAR TARİHİ: 16.12.2002

>HAKSIZ HACİZ—-HACZEDİLEN MALLARIN İADESİ—YEDİEMİNİN VE ALACAKLININ SORUMLULUĞU—HACİZ TUTANAĞINDA YAZILMIŞ OLAN TAHMİNİ DEĞER,EŞYA KAYBINDAN DOĞAN MADDİ ZARARIN ÖLÇÜSÜ OLAMAZ.

İİK.358

Takibin ve haczin haksız olduğunun anlaşılması üzerine, haczedilerek yediemine teslim edilen malların sahibine iade edilememesinden doğan zarardan, haksız haczi uygulatmış olan alacaklı ile yediemin müteselsil olarak sorumludur. Sözkonusu mallar sahibine aynen iade edilmelidir. Bu nedenle haciz tutanağına yazılmış olan tahmini değer, eşya kaybından doğan maddi zararın ölçüsü olamaz.

DAVA VE KARAR:

Davacı M.B. vekili Av. R.E. tarafından, davalı E.M. ve M.T. aleyhine 05.09.2000 gününde verilen dilekçe ile haksız ihtiyati hacizden doğan zararın tazmininin istenmesi üzerine yapılan yargılama sonunda; Mahkemece davalılardan E.M. hakkındaki davanın reddine, davalı M.T. hakkındaki davanın kısmen kabulüne dair verilen 25.03.2002 günlü kararın Yargıtayda duruşmalı olarak incelenmesi davalılardan Mustafa Tellioğıu vekili, duruşmasız olarak da davacı vekili taraftarından süresi içinde istenilmekle, daha önceden belirlenen 16.12.2002 duruşma günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalı vekili Av. M.T. geldi. karşı taraftan davacı vekili gelmedi. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve hazır bulunanın sözlü açıklaması dinlendikten sonra tarafa duruşmanın bittiği bildirildi. Dosyanın görüşülmesine geçildi. Tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü:

YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ KARARI:

1 – Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre tarafların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.

2- Diğer temyiz itirazlarına gelince; Dava, haksız ihtiyati hacizden kaynaklanan maddi tazminat istemine ilişkindir; mahkemece, davalılardan E.M. hakkındaki davanın reddine, M.T. hakkındaki davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Hüküm, davacı ve davalılardan M.T. tarafından temyiz edilmiştir.

Davalılardan M.T. `nin başlattığı haciz sonucu, davacıya ait dikiş makineleri ihtiyaten haczedilerek diğer davalı E.M. `ye yediemin olarak teslim edilmiştir. Daha sonra, yapılan icra takibinin haksız olduğu belirlenerek takibin iptaline karar verilmiştir. Bu karar üzerine davacı, yedieminde bulunan malların teslimini istemiş, ancak yediemin mallan teslim edememiştir. Yediemin E.M.. malların telef olduğunu belirterek haciz tutanağında yazılı malların tahmini bedeli olan 1.800.000.000 lirayı icra dairesine yatırmıştır. mahkemece, E.M.`nin malların bedelini yatırmış olduğu gerekçe gösterilerek hakkındaki dava reddedilmiştir.

Oysa, davalı E.M., yediemin olup, kendisine teslim edilen mallan aynen iade ile yükümlüdür. Davalının, bu yükümlülüğü yerine getirmediği sabittir. Mahkemece, bu davalının haciz tutanağında yazılı tahmini değer olan 1.800.000.000 lira ile sorumlu tutulması doğru değildir. Yediemin, malları iade etmesi gereken tarihteki değer üzerinden diğer davalı ile dayanışmalı olarak sorumlu tutulmalıdır. Tahmini tutanak bedeli esas alınarak ve bu miktar da ödediği gözetilerek hakkındaki davanın reddi usul ve yasaya aykırı bulunduğundan kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ:Temyiz olunan kararın ( 2 )sayılı bentte gösterilen nedenle ( BOZULMASINA ), oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Sal Mar 17, 2015 9:00 am