Etiket arşivi: tescilinde

sahte kimlik ve sahte vekâletname ile tapu tescilinde hazine ve noter sorumludur

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi,  2013/21230 esas sayılı ve 2014/5604 karar sayılı 08.04.2014 tarihli kararı

Devletin Tapu Sicilinin Tutulmasından Doğan Sorumluluğu

Kusursuz Sorumluluk/Tehlike Sorumluluğu

Özet: Davacı vekili, sahte kimlik ve sahte vekâletname ile tapuda işlem yapılması nedeniyle davalı noter ve Hâzinenin so­rumlu olduğum belirterek, zararının tahsilini talep etmiştir.

Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Dev­let sorumludur. Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan gö­revlilere rücu eder. Tapu sicilinin tutulmasında sicil görevlisinin hukuka aykırı bir işleminin ve bununla zararla sonuç arasında nedensellik bağının varlığı gerekmekle birlikte, eylemin kusura dayanıp dayanmamasının bir önemi bulunmamaktadır. Kusursuz sorumluluğun bir biçimi olan tapu sicilinin tutulmasından kay­naklanan Devletin sorumluluğu, bir tehlike sorumluluğudur.

Davacı tarafından tapuda miktarın düşük gösterildiği iddia edilmiş ise de, bu konuda senede karşı senetle ispat zorunluluğu ilkesine göre aynı kuvvette yazılı başka delil ibraz edilmediğin­den, mahkemece; asıl dava yönünden davanın kısmen kabulü ile akit tablosunda yazılı 76.000 TL’nin davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, birleşen davanın ise reddine karar veril­melidir.

(4721 s. MK m. 1007)

Taraflar arasında görülen tazminat davasının yapılan muhakemesi sonun­da mahalli mahkemece verilen hükmün temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması davalılar vekilleri tarafından istenilmekle; taraflara yapılan tebligat üzerine duruşma için tayin olunan günde temyiz eden davalı Sırrı vekili ve davalı Hazine vekili geldiler. Aleyhine temyiz olunan davacı vekili geldi. Gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için saat 14.00’e bırakılması uygun görüldüğünden, belli gün ve saatte dosyadaki bütün kâğıtlar okunarak, tetkik hâkiminin açıklamaları dinlenip, gereği düşünüldü:

Davacı vekili dava dilekçesinde, davacının dava dışı Ahmet’e ait 4 nolu daireyi 23.01.2006 tarihinde Mehmet’e ait vekâletname ile tapudan 155.000 TL’ye satın aldığını, tapuda değeri düşük gösterdiklerini, gerçek Ahmet tara­fından açılan tapu iptal – tescil davasının kabul edildiğini, davacı adına kayıtlı tapunun iptal edildiğini, sahte kimlik ve sahte vekâletname ile işlem yapan da­valı noter ve davalı Hazine’nin sorumlu olduğunu belirterek, 20.000 TL (ıslah ile 84.000 TL)nın davalılardan tahsilini talep etmiş, birleşen dava ile bakiye 71.000 TL zararının davalı Hazine’den tahsilini talep etmiştir.

Davalı Hazine vekili cevabında, TMK. nın 1007. maddesindeki özel sorum­luluk halinin davada uygulanamayacağını, davanın Tapu Kadastro Genel Müdür­lüğü aleyhine açılması gerektiğini beyan etmiştir.

Davalı Süleyman (noter) vekili cevabında, noterde düzenlenen vekâletnamedeki fotoğraf ile tapuda işlem sırasında esas alınan vekâletnamedeki fotoğrafın farklı olduğunu, noterin sorumlu olmadığını, illiyet bağının kesildiğini beyan etmiştir.

Mahkemece, davanın kabulü ile asıl davada ıslah ile artırılan 84.000 TL’nin davalılardan müteselsilen tahsiline, birleşen davada ise talep edilen 71.000 TL’nin davalı Hazine’den tahsiline karar verilmiş, hükmü davalılar vekilleri temyiz etmiştir.

Dosya kapsamından, dava dışı Yusuf isimli kişinin, 4 nolu dairenin sahibi Ahmet’e ait kimlik bilgilerini kullanarak sahte kimlik ile davalı noterden yine dava dışı Mehmet adına 18.01.2006 tarihinde vekâlet çıkardığı, oysa vekil tayin edilen Mehmet isimli kişinin vekâlet tarihinden önce 21.10.1995 tarihinde vefat ettiği, davalı noterin vekâlet veren kişinin ibraz ettiği kimliğinde Demre Nüfus Müdürlüğünden alınmış, Tekin ve Hatice isimli çalışanlar tarafından onaylanmış olarak gösterilmesine rağmen, Demre Nüfus Müdürlüğünden gelen yazıya göre söz konusu nüfus cüzdanının kendileri tarafından verilmediği, adı geçen Tekin ve Hatice isimli çalışanlarının olmadığının belirtilmesi üzerine ve ayrıca vekil tayin edilen Mehmet isimli kişinin kimlik bilgilerini incelemeden adına vekâlet düzenlediği anlaşıldığından davalı noterin kusursuz sorumlu olduğu kabul edil­miştir.

Yine dava dışı Yusuf’un dava konusu vekâletnamedeki fotoğrafı çıkarıp başka bir fotoğraf yapıştırmak suretiyle, fotoğraftaki soğuk damganın farklı ol­duğunun ilk bakışda anlaşılacak durumda bulunması ve vekâletnamede imzanın bulunmaması nedeniyle sahte vekâletnameye dayanılarak tapuda satış işlemi yapılmasında davalı Hazine’nin de sorumlu bulunduğu anlaşılmaktadır.

Gerçek malik Ahmet tarafından davacı aleyhine açılan tapu iptal- tescil davası mahkemece kabul edilmiş, davacı adına kayıtlı tapu iptal edilerek gerçek Ahmet adına tescil edilmiştir.

Davada, sahte kimlik ve sahte vekâletname ile tapuda daire satın davacının, tapusunun iptal edilmesi nedeniyle uğradığı zarar bedeli (ödenen daire bedeli) talep edilmektedir.

Davacının davalı hazineye yönelik tazminat isteminin yasal dayan – 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 1007.(743 sayılı Türk Medeni Kanunu’nu 917.) maddesi olup, bu hükümde devletin tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardan sorumluluğu düzenlenmiştir.

Kusur sorumluluğunda bir zararı başkasına tazmin ettirmek, ancak zarar onun kusurlu bir fiilinden doğmuş ise mümkündür (Tandoğan Haluk, Türk Mes’uliyet Hukuku, 1967, s:89). Kusur sorumluluğunda, “kusur” sorumluluğun öğesidir (Eren Fikret, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C.l, B.6, İstanbul 1998, s:554).

Tazminat yükümlülüğünü kusura dayandırmak, önceleri adalete uygun ve yeterli görülmekte iken, zarar olasılıklarını çoğaltan büyük sanayinin gelişmesi, üretim ve taşıt araçlarının makineleşmesi, yeni enerji kaynaklarının bulunması halkın büyük şehirlerde yoğunlaşması ile modern hayatta zarar olasılıklarının çoğalması, böylece teknik ilerleme ve ona bağlı tehlikelerin artması ile birlikte, zarar görenlere etkili bir koruma sağlamaya elverişsiz ve dolayısıyla adaleti sağ­lama bakımından da yetersiz kalmaya başlamıştır.

Böylece sanayileşme ile birlikte doğan tehlikeler, hukuk alanında da etki­sini doğurmuş ve bir kimsenin kusurlu olmasa dahi kendisinin verdiği zarar ne­deniyle tazmin sorumluluğunu, kısacası kusursuz sorumluluğu getirmiştir (Prof. Dr. Haluk Tandoğan, Kusura Dayanmayan Sözleşme Dışı Sorumluluk Hukuku, 1981 Bası, sh.1-4).

Öğretide kusursuz sorumluluk halleri “olağan sebep sorumluluğu-tehlike sorumluluğu” olmak üzere ikili ayırıma tabi tutulduğu gibi (Eren Fikret, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C.l, B.3, 1989; Tandoğan Haluk, Kusura Dayanmayan Sözleşme Dışı Sorumluluk, Ankara, 1981, s:22); “hakkaniyet sorumluluğu-nezaret ve ihtimam gösterme yükümünden doğan sorumluluk-tehlike sorumluğu” şeklinde üçlü aynıma gidildiği de görülmektedir (Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop/Tekinay Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, B.7, İstanbul 1993, s:498).

Öte yandan, “objektif sorumluluk” üst başlığı altında kusursuz sorumluluk halleri olarak da düzenlemeler bulunmaktadır.

Tehlike sorumluluğu, “terminolojide” “ağırlaştırılmış sebep sorumluluğu”; “ağırlaştırılmış objektif sorumluluk” olarak yer alır (Koçhisarlıoğlu Cengiz, Objek­tif Sorumluluğun Genel Teorisi, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1984, s: 183). Diğer sorumluluk türlerinden farklı olarak bu türde kurtuluş beyyinesi (kanıtı) yasalarda bulunmamaktadır. Ancak, uygun İlliyet bağını kesen sebepler sorumluluktan kurtarır.

Türk Özel Hukukunda kusura dayanmayan sorumluluk hallerinden birisi de Tapu sicilinin tutulmasından Devletin sorumluluğudur.

Bu sorumluluğun niteliği ve somut olay yönünden değerlendirilmesine gelince;

Devletin “tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğuna” ilişkin ola­rak, kusursuz sorumluluk/ağırlaştırılmış sebep/ağırlaştırılmış objektif sorumlu­luk/ tehlike sorumluluğuna ilişkin kurallar uygulanır.

Taşınmazların tapu siciline kaydedilmesinde ve doğru sicillerin oluşturul­masında “Devletin sorumluluğu” o kadar önemlidir ki, 743 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 917, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 1007. maddelerinde açıkça;

“Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur. Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder” hükmüne yer verilerek, bu sorumluluk yasal düzenleme altına alınmıştır.

Diğer taraftan, devletin tapu sicilini çok düzgün tutması ve taşınmazların durumunu tespit ve tescil bakımından gerekli düzenlemelerin yapılarak açık hale getirilmesi konusuna büyük önem verilmiş, bu sicillerin Devlet memurlarınca tutulmasından ileri gelecek bütün zararlardan dolayı vatandaşlara karşı Devlet’e fer’i değil, aynen İsviçre’de olduğu gibi asli sorumluluk yüklenmiştir (Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu/Galip Esmer Gayrimenkul Tasarrufları, 1969, s:512 vd.; Prof. Dr. Jale Akipek, Eşya Hukuku, 1972, s:303).

Yasanın bu açık hükmünün kaynak olduğu “Devletin sorumluluğundan söz edebilmek için, tapu sicilinin tutulmasında sicil görevlisinin hukuka aykı­rı bir işleminin ve bununla zararla sonuç arasında nedensellik bağının varlığı gerekmekle birlikte, eylemin kusura dayanıp dayanmamasının bir önemi bulun­mamakta; böylece Devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluğun özel bir hali olarak ortaya konulmaktadır.

Burada, kusursuz sorumluluğun dayanağı, tapu siciline bağlı büyük çı­karların ve yanlış tesciller sonucunda sicile güven ilkesi yüzünden ayni hakların yerinin doldurulmaz biçimde değişmesi ve bu hakların sahiplerinin onlardan yoksun kalmaları tehlikesinin varlığı ile açıklanabilir.

Gerçekten, tapu sicilinin tutulmasını üzerine alan Devlet, tapu siciline tanınan güvenden ötürü, hak durumuna aykırı kayıtlardan doğan tehlikeyi de üstlenmektedir.

Devletin sorumluğunun dayandırıldığı tapu sicilinin doğru tutulmasına ilişkin güvenin devamını sağlama amacı, tapu siciline güven ilkesinden geniş bir anlam taşımaktadır. Söz konusu ilkenin uygulanamadığı ve yolsuz tescile güvenen iyiniyetli üçüncü kişilerin iktisaplarının korunamadığı bazı hallerde dahi, onların bu yüzden uğradıkları zarardan da Devlet sorumlu tutulur.

Görülmektedir ki; kusursuz sorumluluğun bir biçimi olan tapu sicilin tutulmasından kaynaklanan Devletin sorumluluğu, bir tehlike sorumluluğudur.

Tapu sicil müdür ya da memurunun kusuru olsun olmasın, tapu sicilinin tutulmasında kişilerin mameleki çıkarlarını koruyan hukuk kurallarına aykırı davranılmış olması yeterlidir. Kusurun varlığı ya da yokluğu Devletin sorumluluğu için önem taşımamakta, sadece Devletin memuruna rücuu halinde iç ilişkide etkisi söz konusu olmaktadır. Tapu Sicilinin tutulmasında kişi çıkarlarının korunması bakımından uyulması gereken kurallar tapu mevzuatı ile sınırlı ol­mayıp, bu mevzuat dışındaki hukuk kurallarına ve hukukun genel ilkelerine de uyulması gerekmektedir. Tapu müdür ya da memurlarının ihlal ettikleri hukuk kuralları ister genel olsun ister salt sicilin tutulmasıyla ilgili olsun her iki halde de ortaya çıkan sonuç tapu sicilinin hukuka aykırı tutulmuş olmasıdır (Dr. Lale Sirmen, Tapu Sicilinin Tutulmasından Doğan Zararlardan Devlet’in Sorumluluğu, Ankara, 1976 Sh.63 vd). Bu nedenle sicilin hukuka uygun tutulması kavramı tapu mevzuatına uygunlukla sınırlı bir kavram olmayıp, hukukun genel ilkelerine uygunluk ta gerekmektedir. Bunun dışına çıkan her hukuka aykırı davranıştan Devletin sorumluluğu asildir.

Az yukarıda ayrıntıları açıklandığı ve vurgulandığı üzere; Devletin sorum­luluğunun bir tehlike sorumluluğu olduğu hususu, Yargıtay Hukuk Genel Kuru­lucun 05.10.1955 gün ve 1955/4-58 Esas, 1955/64 Karar sayılı; 29.06.1977 gün ve 1977/4-845 Esas ve 1977/655 Karar sayılı; 24.09.2003 gün ve 2003/4- 491 Esas ve 2003/487 Karar sayılı; 19.04.2006 gün ve 2006/4-113 Esas ve 2006/205 Karar sayılı; 09.05.2007 gün ve 2007/4-212 Esas, 2007/261 Karar sayılı, ilamlarıyla yargısal uygulamada da büyük ölçüde kabul edilmiştir.

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeple­re ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davalılar vekillerinin sair temyiz itirazları yerinde değildir.

Ancak, dava konusu 23.01.2006 tarihli Tapu Akit tablosunda davacının alıcı sıfatıyla ödediği bedelin 76.000 TL olarak yazıldığı anlaşılmaktadır. Davacı tarafından tapuda miktarın düşük gösterildiği iddia edilmiş ise de, bu konuda HMK.nın 200. (HUMK.nın 288, 289.) maddeleri gereğince senede karşı senetle ispat zorunluluğu ilkesine göre aynı kuvvette yazılı başka delil ibraz edilmediğin­den, mahkemece; asıl dava yönünden davanın kısmen kabulü ile akit tablosun­da yazılı 76.000 TL’nin davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, bir­leşen davanın ise reddine karar verilmesi gerekirken, davanın davacının iddiası doğrultusunda 155.000 TL olarak kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiştir.

Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğun­dan kabulü ile hükmün HUMK.nın 428. maddesi gereğince (BOZULMASINA), Yargıtay duruşmasında vekille temsil edilen davalılar için duruşma tarihinde yü­rürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümlerine göre takdir edilen 1.100 TL vekalet ücretinin davacıdan alınıp davalılara verilmesine ve peşin alı­nan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 08.04.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.