Etiket arşivi: TESPİTİ

İdare ve Vergi Hukuku • Kıyılardaki ilk 50 metrede kalan yeşil alanların bedel tespiti

Kıyılardaki ilk 50 metrede kalan yeşil alanların bedel tespiti nasıl yapılmalı ? Yeşilalan olarak değerlendirilir ise kıymet olduğu için herhangi bir kıymet biçilemez.

Kıyılar devletin olduğu ve ilk 50 metreye herhangi bir özel bina yapılamadığı için yine herhangi bir kıymete değer unsurlar yoktur.

Yeşilalan olmasaydı yani 92 yılından önce (kıyı kanundaki ilk 50 metre şeklinde düzenlendiği) neyse ona göre kıymeti hesaplanmalı ??

Değerli görüşleriniz için teşekkürler.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: antipersonel — Cmt Mar 21, 2015 11:33 pm


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • KAÇAK ELEKTRİK VE EKSİK TÜKETİM BEDELİ TAHAKKUKU, BORÇLU OLMADIĞININ TESPİTİ

YARGITAY 3. Hukuk Dairesi
ESAS: 2013/17088
KARAR: 2014/1650

Taraflar arasında görülen menfi tespit davasının yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir.

Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Davacı, kaçak elektrik kullandığı belirtilerek davalı tarafından kaçak elektrik ve eksik tüketim bedeli tahakkuk ettirdiğini öne sürerek, davalıya 14.945,52 TL borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, iddia, savunma ve benimsenen bilirkişi raporuna göre, davanın kısmen kabulü ile davacının davalıya 7.999,79 TL borçlu olmadığının tespitine karar verilmiştir.

Kararı, taraflar temyiz etmiştir.

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davacının tüm, davalının aşağıdaki bendin dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde değildir.

4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanuna dayanılarak hazırlanan ve 25 Eylül 2002 günlü Resmi Gazetede yayınlanarak 01.03.2003 tarihinde yürürlüğe giren Elektrik Tarifeleri Müşteri Hizmetleri Yönetmeliğinin 13. maddesi hükmünde, gerçek veya tüzel kişiler tarafından, sayaca müdahale edilerek mevzuata aykırı bir şekilde tüketilmesi, kaçak elektrik enerjisi tüketimi olarak kabul edilmiş, 15. madde hükmünde de, kaçak ve usulsüz elektrik enerjisi kullanımına ilişkin tespit, süre, tüketim miktarı hesaplama, tahakkuk, ödeme yöntemleri ile diğer usul ve esasların dağıtım lisansı sahibi tüzel kişiler tarafından belirlenerek Kuruma sunulacağı ve kurul onayı ile uygulamaya konulacağı açıklanmıştır.

Elektrik Piyasası Müşteri Hizmetleri Yönetmeliği ve anılan yönetmeliğin uygulanmasına ilişkin usul ve esasları düzenleyen Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu tarafından yayımlanan 29.12.2005 günlü 622 sayılı kararının “C) Tüketim Miktarı Hesaplama” başlıklı bölümünde; “Kaçak elektrik enerjisi kullandığı tespit edilen kullanım yerinde tüketilen elektrik enerjisi miktarı;

1) Elektrik Piyasası Müşteri Hizmetleri Yönetmeliğinin 13 üncü maddesinin (a) bendi çerçevesindeki tespitlerde;

A) Tüm müşteriler için öncelikle ihtilafsız dönemlerdeki tüketimi doğru olarak kaydetmiş olan sayaç değerine göre, (Kaçak kullanım tespitinin yapıldığı tarihten geriye dönük olarak yapılan incelemeler sonucunda, tüketim değerlerinin düşmeye başladığı tarih tespit edilebiliyorsa, bu tarihten önceki dönem ihtilafsız dönem olarak kabul edilir.)

b) Doğru tespit edilmiş tüketim değeri yoksa;

1) Meskenlerde, bağlantı gücü ve ortalama aylık çalışma saatine göre (buradaki bağlantı gücü, proje varsa projesinde belirtilen gücün kullanma faktörü olan 0,60’ı, projesi yok ise, basit yapılarda 3 (üç) kW, diğerlerinde 5 (beş) kW’ın altında olmamak üzere) yöresel özellikler ve benzer yapılar göz önüne alınarak,

2) Müstakil trafolularda (müşteri veya müşteri olmayan) ölçü noktasına bakılmaksızın, besleme transformatör veya transformatörlerinin toplam kurulu gücünün kullanma faktörü olarak alınan 0.60 ile çarpımı sonucu bulunan değer bağlantı gücü olarak kabul edilir ve ortalama aylık çalışma saatine göre,

3) Meskenler ve müstakil trafolular hariç olmak üzere diğer abone gruplarında, tespit edilen kurulu gücün kullanma faktörü olarak alınan 0.60 ile çarpımı sonucu bulunan değer bağlantı gücü olarak kabul edilir ve bu değer 3 kW’ın altında olmamak üzere ortalama aylık çalışma saatlerine göre hesaplanır.” hükmü yer almaktadır.

Somut olayda, sayaç ayar servisi raporunda, sayaca müdahale edildiği, mühürlerinin bozuk olduğu açıklanmış; bu rapora istinaden davalı tarafından kaçak elektrik ve kaçak ek tahakkuku yapılmıştır. Mahkemece bilirkişi incelemesi yaptırılmış, bilirkişi tarafından düzenlenen raporda, tahakkuk dönemi öncesi ve sonrası tüketimler kıyaslanarak hesaplama yapılmış, mahkemece bilirkişi raporu doğrultusunda karar verilmiştir. Talep edilen kaçak ve kaçak ek tahakkuk bedelinin yönetmelik ve yukarıda açıklanan 622 sayılı kurul kararının "Tüketim Miktarı Hesaplama" başlıklı bölümünde açıklanan yöntemle hesaplanması gerektiği kuşkusuzdur.

Hal böyle olunca, mahkemece yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular gözetilerek, mahkemece öncelikle dosyanın önceki bilirkişi dışında oluşturulacak üç kişilik uzman bilirkişi kuruluna verilmesi, bilirkişi heyetinden davalının davacı taraftan isteyebileceği bedelin Elektrik Tarifeleri Müşteri Hizmetleri Yönetmeliği ve 622 sayılı kurul kararı hükümlerine göre hesaplanması konusunda denetime elverişli bir rapor alınması, davalının tahsilini istemekte haklı olduğu alacak miktarının bu şekilde belirlenmesi, daha sonra toplanan ve toplanacak tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yetersiz bilirkişi raporu benimsenerek karar verilmesi yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.

Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 06.02.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — Çrş Mar 18, 2015 11:09 am


Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları • BAĞKUR SİGORTALILIK SÜRESİNİN TESPİTİ DAVASI, RESEN TESCİL İŞLEMİ…

YARGITAY Hukuk Genel Kurulu
ESAS: 2013/502
KARAR: 2014/12

Taraflar arasındaki “iptal ve tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Muğla 1.Asliye Hukuk Mahkemesi’nce (İş Mahkemesi Sıfatıyla) davanın kabulüne dair verilen 18.08.2010 gün ve 2009/598 E.-2010/438 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21.Hukuk Dairesi’nin 28.11.2011 gün ve 2010/11242 E.-2011/11549 K. sayılı ilamı ile;

(…1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere göre davalı Kurumun aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki diğer temyiz itirazlarının reddine,

2-Dava, 01.10.2008-15.07.2009 tarihleri arasında Tarım Bağ-Kur sigortalısı olmadığının, 15.7.2009 tarihli talebine istinaden 01.08.2009 tarihi itibariyle 506 ve 5510 sayılı Yasa’lar gereği yaşlılık aylığına hak kazandığının tespiti istemine ilişkindir.

Mahkemece, davanın kabulü ile davacının 01.10.2008-15.07.2009 tarihleri arasındaki Tarım Bağ-Kur sigortalılığının iptaline, davacının 15.07.2009 tarihli talebi uyarınca 01.08.2009 tarihinden itibaren 506 ve 5510 sayılı yasalar gereği yaşlılık aylığı hak kazandığının tespitine her maaş için hak ettiği aydan itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine karar verilmiştir.
Dosyadaki kayıt ve belgelerden, davacının Ziraat Odasındaki kaydına dayanılarak Kurum tarafından 01.05.1995 tarihi itibariyle Tarım Bağ-Kur sigortalısı olarak tescil edildiği, 21.05.2004- 21.10.2009 tarihleri arasında Ziraat Odasına kayıtlı olduğu, 20.10.2004,08.11.2007 ve 18.12.2007 tarihlerinde Tarım Bağ-Kur sigortalılığı için prim ödediği,01.05.2006-28.12.2007 tarihlerinde SSK isteğe bağlı sigortalı iken çakışan Bağ-Kur hizmetleri nedeniyle iptal edilen bu döneme ait primlerin 2006/5, 2007/11 aylarına mahsup edilmek üzere Bağ-Kur dosyasına aktarıldığı, talep tarihinde kabul edilen sigortalılık için 14.09.2009 tarihinde 1.300 TL prim tahsil edildiği, R. Süt merkezine ait müstahsil raporunda 31.08.2008-31.08.2009 tarihleri arasında davacıya ödenen miktarların aylık 24,23 TL-178,75 TL arasında olduğu, Yatağan Ziraat odasının 14.09.2009 tarihli muafiyet belgesinde davacının 2008 yılı üretim beyanına göre aylık net gelirinin 59,07 TL olduğu anlaşılmaktadır.

5510 Sayılı Yasa’nın 6/1-ı maddesinde; Kamu idareleri hariç olmak üzere, tarım işlerinde veya orman işlerinde hizmet akdiyle süreksiz işlerde çalışanlar ile tarımda kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanlardan; tarımsal faaliyette bulunan ve yıllık tarımsal faaliyet gelirlerinden, bu faaliyete ilişkin masraflar düşüldükten sonra kalan tutarın aylık ortalamasının, bu Kanunda tanımlanan prime esas günlük kazanç alt sınırının otuz katından az olduğunu belgeleyenlerin 4’üncü maddeye göre sigortalı sayılmayacağı ve 5510 Sayılı Yasanın 6/2.maddesinde; Birinci fıkranın (ı) bendinin uygulanmasında, Türkiye Ziraat Odaları Birliğinin görüşünün alınacağı bildirilmiştir.
Yapılacak iş, davacının üzerine kayıtlı ya da zilyetlikle sahip olduğu tüm zirai gayrimenkullerin miktarını belirleyip, Muğla İlinde yılda kaç ürün alındığını ve hangi ürünlerin ekildiğini belirledikten sonra, ayrıca süt satışına ilişkin belgelerin toplanarak ve gelirleri belirlendikten sonra Türkiye Ziraat Odaları Birliğinden görüş alınması, yaşlılık aylığı döneminde prim borcunun esas hizmet süresi ile ilgili olup olmadığının sorularak tüm bu hususlar çerçevesinde sonuca göre karar vermektir.

O halde, davalı Kurumun bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…)

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, tarım Bağ-Kur sigortalılık süresinin iptali ile 506 sayılı Kanun uyarınca yaşlılık aylığına hak kazanıldığının tespiti ve yaşlılık aylığının faizi ile ödenmesi istemlerine ilişkindir.

Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, davacının 28.12.2007 tarihinde 506 sayılı Kanun kapsamında çalışmaya başladığı ve tarımsal faaliyetine son verdiğini, 506 sayılı Kanun uyarınca yaşlılık aylığı bağlanması talebi üzerine Kurumca yapılan inceleme sırasında, 01.10.2008-15.07.2009 tarihleri arasında 5510 sayılı Kanun’un 4/1-b-4.maddesi kapsamında re’sen tescil edilerek, bu sigortalılık nedeniyle son yedi yıl fiili hizmet süresinin daha fazlasının 506 sayılı Kanun kapsamında olmadığı gerekçesiyle, yaşlılık aylığı talebinin reddedildiğini ancak, re’sen tescil edildiği bu süre içinde tarımsal faaliyeti bulunmadığı gibi, meslek kuruluşunca bildirim de yapılmadığından, Kurumun re’sen tescil işleminin 5510 sayılı Kanun’un Geçici 7.maddesine uygun olmadığını ayrıca, ziraat odası tarafından düzenlenen muafiyet belgesi uyarınca anılan Kanun’un 6/ı maddesi kapsamında olduğu açık olduğundan, kapsama girdiği tarih itibariyle sigortalılığın sona erdirilmesi ve kaydının terkini gereğinin de yerine getirilmediğini belirterek, 01.10.2008-15.07.2009 döneminde tarım Bağ-Kur sigortalısı olmadığının tespiti ile, 15.07.2009 tarihli talebine istinaden 01.08.2009 tarihi itibariyle 506 ve 5510 sayılı Kanun’lar gereği SSK’dan yaşlılık aylığı almaya hak kazandığının tespiti ile aylığın 01.08.2009 tarihinden itibaren faizi ile birlikte ödenmesini talep edilmiştir.

Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu (S.. S..) vekili cevap dilekçesinde özetle; davacı 1260 gün sigortalılık şartını yerine getirmeden tahsis talebinde bulunduğundan yaşlılık aylığı bağlanmadığını belirtilerek, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, davanın kabulü ile davacının 01.10.2008-15.07.2009 tarihleri arasındaki tarım Bağ-Kur sigortalılığının iptaline, 01.08.2009 tarihinden itibaren 506 ve 5510 sayılı Kanun’lar gereği yaşlılık aylığı hak kazandığının tespitine dair verilen karar, davalı S.. S..B vekilinin temyizi üzerine Özel Daire tarafından yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuş, mahkemece, önceki gerekçe tekrarlanmak suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı, davalı S.. S.. vekili tarafından temyiz edilmektedir.

Uyuşmazlık, Kurumun davacıyı 5510 sayılı Kanun’un 4/1-b-4 maddesi kapsamında re’sen tescil işleminin usulüne uygun olup olmadığı ile tarımsal faaliyete ve prim borcuna ilişkin araştırmanın yeterli olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır.

Bilindiği üzere, 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu’nun “Sigortalılığın sona ermesi” başlıklı 6.maddesi;

“Bu Kanuna göre sigortalı sayılanlardan;
a)Tarımsal faaliyette bulunanlar, tarımsal faaliyetlerine son verdikleri tarihte,
b)Diğer sosyal güvenlik kuruluşları kapsamına tâbi bir işte çalışanların, çalışmaya başladıkları tarihten bir gün önce,
Sigortalılıkları sona erer.”
01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile 2926 sayılı Kanun yürürlükten kaldırılarak, tarımsal faaliyette bulunanların sigortalılıkları 5510 sayılı Kanun ile düzenleme altına alınmıştır.

5510 sayılı Kanun’un 17.04.2008 tarih ve 5754 sayılı Kanun’un 2.maddesi ile değişik “Sigortalı sayılanlar” başlıklı 4.maddesi uyarınca;
“Bu Kanunun kısa ve uzun vadeli sigorta kolları uygulaması bakımından;
a)Hizmet akdi ile bir veya birden fazla işveren tarafından çalıştırılanlar,
b)Köy ve mahalle muhtarları ile hizmet akdine bağlı olmaksızın kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanlardan ise;
1)Ticarî kazanç veya serbest meslek kazancı nedeniyle gerçek veya basit usûlde gelir vergisi mükellefi olanlar,
2)Gelir vergisinden muaf olup, esnaf ve sanatkâr siciline kayıtlı olanlar,
3)Anonim şirketlerin yönetim kurulu üyesi olan ortakları, sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketlerin komandite ortakları, diğer şirket ve donatma iştiraklerinin ise tüm ortakları,
4)Tarımsal faaliyette bulunanlar, …
sigortalı sayılırlar.”

Kanun’un “1479 sayılı Kanuna ilişkin geçiş hükümleri” başlıklı Geçici 8.maddesi ise, “Kanunun 4’üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin (4) numaralı alt bendine göre sigortalı sayılanların hak ve yükümlülüğü ise 7’nci maddenin birinci fıkrasının (b) bendine göre başlar.” düzenlemesi ile tarımsal faaliyette bulunanların sigortalılık başlangıçlarının anılan Kanun’un 7.maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine göre başlayacağını hükme bağlamıştır.
Anılan maddenin atıfta bulunduğu ve “Sigortalılığın başlangıcı” başlıklı 7.madde;
“Sigorta hak ve yükümlülükleri 4’üncü maddenin birinci fıkrasının;

a) (a) bendi kapsamında sigortalı sayılanlar için çalışmaya, meslekî eğitime veya (…) (1) staja başladıkları tarihten,
b) (Değişik: 17/4/2008-5754/5 md.) (b) bendi kapsamında sigortalı sayılanlardan, gelir vergisi mükellefi olanlar ile şahıs şirketlerinden kolektif, adi komandit şirketlerin komandite ve komanditer ortakları ve donatma iştiraki ortaklarının vergi mükellefiyetlerinin başladıkları tarihten; sermaye şirketlerinden limited şirket ortakları ile sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketlerin komandite ortaklarının, şirketin ticaret sicil memurluklarınca tescil edildikleri tarihten; anonim şirketlerin yönetim kurulu üyesi olan ortaklarının yönetim kuruluna seçildikleri tarihten; gelir vergisinden muaf olanların ise esnaf ve sanatkâr siciline kayıtlı oldukları tarihten; tarımda kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanlar için tarımsal faaliyetlerinin kanunla kurulu ilgili meslek kuruluşlarınca veya kendilerince, bir yıl içinde bildirilmesi halinde kaydedildiği tarihten, bu süre içinde bildirilmemesi halinde ise bildirimin Kuruma yapıldığı tarihten; köy ve mahalle muhtarları için seçildikleri tarihten; 4’üncü maddenin üçüncü fıkrasında belirtilenler için ise lisans belgesine istinaden fiilen çalışmaya başladıkları tarihten,

c) (Değişik: 17/4/2008-5754/5 md.) (c) bendi kapsamında sigortalı sayılanlar için, göreve başladıkları veya bu Kanunun 4 üncü maddesinin dördüncü fıkrasının (d) ve (e) bentleri kapsamındaki okullarda öğrenime başladıkları tarihten,itibaren başlar.
Birinci fıkranın (b) bendinin uygulanmasında, gelir vergisinden muaf olanlar ile tarımda kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanların kayıt ve tescil işlemleri ile ilgili olarak kanunla kurulmuş ilgili meslek kuruluşlarının görüşleri alınır.” şeklinde düzenlenmiştir.
Öte yandan, 5510 sayılı Kanun’un “Sigortalı sayılmayanlar” başlıklı 6.maddesi ile;
“Bu Kanunun kısa ve uzun vadeli sigorta kolları hükümlerinin uygulanmasında;

ı) Kamu idarelerinde ve Kanunun ek 5’inci maddesi kapsamında sayılanlar hariç olmak üzere, tarım işlerinde veya orman işlerinde hizmet akdiyle süreksiz işlerde çalışanlar ile tarımda kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanlardan; tarımsal faaliyette bulunan ve yıllık tarımsal faaliyet gelirlerinden, bu faaliyete ilişkin masraflar düşüldükten sonra kalan tutarın aylık ortalamasının, bu Kanunda tanımlanan prime esas günlük kazanç alt sınırının otuz katından az olduğunu belgeleyenler ile 65 yaşını dolduranlardan talepte bulunanlar,

4’üncü ve 5’inci maddelere göre sigortalı sayılmaz.

Birinci fıkranın (ı) bendinin uygulanmasında, Türkiye Ziraat Odaları Birliğinin görüşü alınır.
Bu maddenin uygulamasına ilişkin usûl ve esaslar, Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.” hükmü ile sigortalı sayılmayacakları açıklamıştır.

Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, 5510 sayılı Kanun’a 17.04.2008 tarih ve 5754 sayılı Kanun’un 73.maddesi ile eklenen Geçici 13.madde ile; “Bu Kanunun 4’üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi…(4) numaralı alt bendinde belirtilenler için 80’inci maddenin ikinci fıkrasının (a) bendinde belirtilen “otuz” ibaresi ile (4) numaralı alt bendinde belirtilenler için, bu Kanunun 6’ncı maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde belirtilen “otuz” ibaresi, bu maddenin yürürlüğe girdiği yıl için “onbeş” olarak uygulanır ve prime esas günlük kazancın otuz katını geçmemek üzere takip eden her yıl için bir puan artırılır.”

Sigortalılık süresinin sona erme hali ise 5510 sayılı Kanun’un 9.maddesinde düzenlenmiştir.

Buna göre,

“Kısa ve uzun vadeli sigorta kolları bakımından sigortalılık;
a) 4’üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamındaki sigortalıların, hizmet akdinin sona erdiği tarihten,
b) 4’üncü maddenin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamındaki sigortalıların;
1) Gelir vergisi mükellefi olanlar için, mükellefiyetlerini gerektiren faaliyetlerine son verdikleri tarihten,
2) (Değişik: 17/4/2008-5754/7 md.) Gelir vergisinden muaf olanlar için, esnaf ve sanatkâr sicili kaydının silindiği veya 6’ncı maddenin birinci fıkrasının (k) bendi kapsamına girdiği tarihten,

3) (Değişik: 17/4/2008-5754/7 md.) 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (3) numaralı alt bendi kapsamına girenlerden, şahıs şirketlerinden kolektif, adi komandit şirketlerin komandite ve komanditer ortakları ve donatma iştiraki ortaklarının vergi mükellefiyetlerinin sona erdiği tarihten, sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketlerin komandite ortaklarının, şirketin ticaret sicil memurluğundan kaydının silindiği tarihten, limited şirket ortaklarından hisselerinin tamamını devreden sigortalıların, hisse devrinin yapılmasına ortaklar kurulunca karar verildiği tarihten, anonim şirketlerin yönetim kurulu üyesi olan ortaklarının yönetim kurulu üyeliklerinin sona erdiği tarihten, iflas veya tasfiye durumu ile münfesih duruma düşen şirketler için ortağın talep etmesi halinde, mahkeme kararı ile iflasın, tasfiyenin açılmasına, ortaklar kurulu kararı ile tasfiyenin başlamasına veya şirketin münfesih duruma düşmesine karar verildiği, ortakların talepte bulunmaması halinde, mahkemece iflasın kapatılmasına karar verildiği, tasfiyesi sonuçlanan şirketlerin ortaklıklarının ise tasfiye kurulu kararının ticaret sicili memurluğunca tescil edildiği tarihten,
4) (Mülga: 17/4/2008-5754/7 md.)

5) (Değişik: 13/2/2011-6111/28 md.) Tarımda kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanlar için, tarımsal faaliyetinin sona erdiği veya 6 ncı maddenin birinci fıkrasının (ı) bendi uyarınca muafiyet kapsamına girdiği yahut 65 yaşını doldurması nedeniyle talepte bulunduğu tarihten,

itibaren sona erer.

Birinci fıkranın (a), (c) ve (d) bentlerine göre sigortalılığı sona erenlerin durumları işverenleri tarafından, (b) bendinde belirtilen şekillerde sona erenlerin durumları ise kendileri ve sözü edilen bentte belirtilen faaliyetin sona erme halinin bildirildiği kuruluşlar veya vergi daireleri tarafından, en geç on gün içinde Kuruma bildirilir. Bu kişilerin meslek kuruluşlarına ya da vergi dairelerine olan yükümlülüklerini yerine getirmemiş olmaları, sigortalılığın sona ermesine ilişkin belge ya da bilginin verilmesine engel teşkil etmez. (Ek cümle: 13/2/2011-6111/28 md.) Vergi dairelerince vergi mükellefiyetinin sona erdiğine ilişkin yapılacak bildirimlerde bu süre vergi mükellefiyeti terk işleminin tesis tarihinden itibaren iki ayı geçmemek üzere vergi mükellefinin işi bırakma işlemlerinin vergi dairelerince tekemmül ettirildiği tarihten başlar.

Birinci fıkranın (e) bendine göre sigortalılığı sona erenler ile 8’inci maddenin birinci fıkrasının (c) bendine göre bildirimi yapılan sigortalıların, sigortalılığının sona ermesine ilişkin bildirimleri, üç ay içinde Kuruma yapılır.”

Açıklanan mevzuat hükümleri gözetildiğinde, 01.10.2008 tarihinden itibaren tarımsal faaliyette bulunanların, 5510 sayılı Kanun’un 4/b-4.maddesi kapsamında zorunlu sigortalı oldukları, bu sigortalılıklarının, tarımsal faaliyetlerinin kanunla kurulu ilgili meslek kuruluşlarınca veya kendilerince, bir yıl içinde bildirilmesi halinde kaydedildikleri tarihten, bu süre içinde bildirilmemesi halinde ise bildirimin Kuruma yapıldığı tarihten itibaren başlayacağı, ancak, tarımsal faaliyette bulunanların yıllık tarımsal faaliyet gelirlerinden, bu faaliyete ilişkin masraflar düşüldükten sonra kalan tutarın aylık ortalamasının, bu Kanunda tanımlanan prime esas günlük kazanç alt sınırının; Kanun’un 6/1-ı maddesinde belirtilen miktardan az olduğunu belgeleyenlerin; muafiyet kapsamında olmaları nedeniyle, anılan Kanun kapsamında sigortalı kabul edilmelerinin mümkün olmadığı ve tarımsal sigortalılığın; tarımsal faaliyetinin sona erdiği veya 6’ncı maddenin birinci fıkrasının (ı) bendi uyarınca muafiyet kapsamına girilen tarihte sona ereceği anlaşılmaktadır.

Somut uyuşmazlık incelendiğinde, davacının 2626 sayılı Kanun’a tabi sigortalılığı, terk beyanı ve 506 sayılı Kanun’a tabi çalışmaya başlaması nedeniyle 28.12.2007 tarihinde sona ermiştir.

Kurumca 5510 sayılı Kanun’un yürürlük tarihinden sonra, davacının 01.10.2008 tarihinden itibaren 5510 sayılı Kanun’un 4/b-4.maddesi kapsamında re’sen sigortalı olarak tescili yapılmış olup, davacı Kurumun re’sen tescilinin yasal olmadığı yönünde itirazda bulunmakta ise de, davacının 01.10.2008 tarihinde re’sen tescilinin; 5510 sayılı Kanun’un 7.maddesi uyarınca, Kanun’un yürürlüğe girdiği 01.10.2008 tarihten itibaren bir yıl içinde; 10.09.2009 tarihinde 2004 yılında başlayan ve devam eden ziraat odası kaydının kendisi tarafından Kuruma bildirilmiş olması nedeniyle geçerli ve usulüne uygun olduğu kabul edilmelidir.

Ne var ki, davacının 5510 sayılı Kanun’un 6.maddesinin (ı) bendi kapsamında muafiyet kapsamında olup olmadığı yönünde yapılan araştırma hüküm vermeye yeterli değildir.

Davacı tarafından ziraat odası tarafından düzenlenen muafiyet belgesi ibraz edilmiş ise de, anılan muafiyet belgesinin; sadece davacının beyanı esas alınarak düzenlenmiş olması, davacıya ait arazi, ürün, gelir ve gider miktarları gibi konularda hiçbir kayda yer vermemesi, düzenleyen kişinin sıfat ve yetkisinin araştırılmamış olması nedenleriyle yeterli olduğundan sözetmek mümkün değildir.

Bu nedenle mahkemece, 5510 sayılı Kanun’un 6.maddesinde (ı) bendi ve Geçici 16.maddesi ile anılan maddelerin uygulanmasında, Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nin görüşünün alınacağı düzenlemesi de gözetilmek suretiyle, davacının üzerine kayıtlı ya da zilyetlikle sahip olduğu tüm zirai gayrimenkullerin miktarı ile Muğla İlinde yılda kaç ürün alındığını ve hangi ürünlerin ekildiği, davacının elde ettiği ürünler ve nerelere sattığı, bu satışlardan elde ettiği gelirler ile gider miktarı, kooperatif kaydı olup olmadığı ayrıca, süt satışına ilişkin tüm belgeler toplanmalı, masraflar düşülerek geliri belirlendikten sonra, gerekirse Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nden görüş alınması ile kazancının muafiyet kapsamında olup olmadığı hususunun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.

Öte yandan bilirkişi raporu, davacının yaşlılık aylığına hak kazanıp kazanmadığı yönünde denetime imkan verir açıklığa sahip olmadığından, hükme esas alınmaya elverişli bulunmamaktadır. Özellikle, davacının 506 sayılı Kanun’a tabi isteğe bağlı sigortalı iken 2926 sayılı Kanun’a tabi sigortalılık süreleri ile çakışması nedeniyle iptal edilen isteğe bağlı sigortalılık sürelerine ait primlerin 2926 sayılı Kanun’a tabi sigortalılığına aktarılmış olduğu hususu da gözetilmek suretiyle, davacının yaşlılık aylığına esas prim gün ve sayısı ayrı ayrı belirtilmek suretiyle hesaplama yapılarak, prim borcu bulunup bulunmadığı, prim borcu mevcut ise; davacı tarafından 14.09.2009 tarihinde yapılan ödemenin bu borcu karşılar nitelikte olup olmadığı hususları araştırılarak, varılacak sonuca göre karar verilmelidir.
O halde, Özel Daire bozma ilamında ve yukarıda belirtilen gerekçelerle, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen bozma ilamına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

S O N U Ç : Davalı S.. S.. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 8/3.fıkrası uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 15.01.2014 gününde oybirliği ile karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — Pzt Şub 23, 2015 10:06 pm


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • BABALIĞIN TESPİTİ DAVASI,ÇOCUK İÇİN HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRENİN K..

Temyiz İnceleme Tarihinden Önce Türk Medeni Kanunu’nun 303/2 ve 303/4 Md.leri Hakkındaki İptal Kararları Yürürlüğe Girmiş Olduğundan Artık Yasada Çocuk İçin Hak Düşürücü Süre Bulunmadığı – Mahkemece İşin Esası İncelenerek Taraf Delillerinin Toplanması ve DNA İncelemesi Yapılması Gerektiği

T.C.
YARGITAY
18. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO. 2014/3951
KARAR NO. 2014/14922
KARAR TARİHİ. 27.10.2014

ÇOCUK TARAFINDAN AÇILAN BABALIĞIN TESPİTİ İSTEMİ
ÇOCUK İÇİN HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRENİN KALKTIĞI

ÖZET : Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 301. vd. maddelerine dayalı olarak çocuk tarafından açılan babalığın tespitine ilişkindir. Aynı Yasanın 303/2. maddesinde ”Çocuğa doğumdan sonra kayyım atanmışsa, çocuk hakkında bir yıllık süre, atamanın kayyıma tebliği tarihinde; hiç kayyım atanmamışsa çocuğun ergin olduğu tarihte işlemeye başlar.” hükmü Anayasa Mahkemesi kararı ile iptal edilmiş ve karar 07.02.2013 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türk Medeni Kanunu’nun 303/4. maddesinde ise ”Bir yıllık süre geçtikten sonra gecikmeyi haklı kılan sebepler varsa, sebebin ortadan kalkmasından başlayarak bir ay içinde dava açılabilir.” hükmü Anayasa Mahkemesi kararı ile iptal edilmiş ve karar 21.07.2013 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Mahkemece karar verilmesinden sonra temyiz inceleme tarihinden önce Türk Medeni Kanunu’nun 303/2. ve 303/4. maddeleri hakkındaki iptal kararları yürürlüğe girmiş olduğundan artık yasada çocuk için hak düşürücü süre bulunmamaktadır. Mahkemece işin esası incelenerek taraf delillerinin toplanması, DNA incelemesi yapılması ve sonucu uyarınca bir karar verilmesi gerekir.

Dava dilekçesinde, davacıların gerçek babasının R. K. olduğunun tespiti ile soybağının tesisi istenilmiştir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş, hükmün davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya elektronik ortamda Dairemize gönderilmiştir.
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Davacılar vekili dava dilekçesinde, davacıların annesi ile davalıların mirasbırakanı R. K.’un beraberliklerinden davacıların doğduğunu belirterek davacıların babalarının R. K. olduğunun tespitini istemiş, mahkemece; hak düşürücü sürenin geçmesi nedeni ile davanın reddine karar verilmiştir.

Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 301. vd. maddelerine dayalı olarak çocuk tarafından açılan babalığın tespitine ilişkindir. Aynı Yasanın 303/2. maddesinde ”Çocuğa doğumdan sonra kayyım atanmışsa, çocuk hakkında bir yıllık süre, atamanın kayyıma tebliği tarihinde; hiç kayyım atanmamışsa çocuğun ergin olduğu tarihte işlemeye başlar.” hükmü Anayasa Mahkemesi’nin 2010-71 Esas 2011-143 Karar ve 27.10.2011 tarihli kararı ile iptal edilmiş ve karar 07.02.2013 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türk Medeni Kanunu’nun 303/4. maddesinde ise ”Bir yıllık süre geçtikten sonra gecikmeyi haklı kılan sebepler varsa, sebebin ortadan kalkmasından başlayarak bir ay içinde dava açılabilir.” hükmü Anayasa Mahkemesi’nin 2011-116 Esas 2012-39 Karar ve 15.03.2012 tarihli kararı ile iptal edilmiş ve karar 21.07.2013 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Mahkemece karar verilmesinden sonra temyiz inceleme tarihinden önce Türk Medeni Kanunu’nun 303/2. ve 303/4. maddeleri hakkındaki iptal kararları yürürlüğe girmiş olduğundan artık yasada çocuk için hak düşürücü süre bulunmamaktadır. Mahkemece işin esası incelenerek taraf delillerinin toplanması, DNA incelemesi yapılması ve sonucu uyarınca bir karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile ret hükmü kurulması doğru görülmemiştir.

SONUÇ : Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 27.10.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Cmt Şub 21, 2015 9:43 pm


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • KİRA SÜRESİNİN 1 YIL SÜREYLE UZADIĞININ TESPİTİ DAVASI

YARGITAY 6. Hukuk Dairesi
ESAS: 2013/5475
KARAR: 2014/1028

Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı tespit davasına dair karar, davalı tarafından süresi içinde duruşmalı olarak temyiz edilmiş ancak, davanın niteliği itibari ile duruşmaya tabi olmadığından duruşma isteminin reddine karar verildikten sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü.

Dava, kira süresinin 6570 sayılı Yasanın 11.maddesi uyarınca bir yıl süre ile uzadığının tespiti istemine ilişkindir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı vekili; davalıya ait sergi salonlarını yıllın belli dönemlerinde yapılacak fuar organizasyonlarında kullanmak üzere 10.06.2007 başlangıç tarihli ve üç yıl süreli sözleşme ile kiraladıklarını, sözleşme süresinin dolduğunu 6570 sayılı yasanın 11.maddesi uyarınca kiracı tarafından feshi ihbar edilmedikçe sözleşmenin bir yıl süre ile uzamış sayılacağını, 2011 yılının aynı döneminde yapılacak fuar organizasyonu için davalıdan salonların tahsisini talep ettiğini ancak davalının sözleşmeyi yenilemeyeceğini bildirdiğini, davalının bu tutumunun 6570 sayılı yasanın 11.maddesine aykırı olduğunu belirterek, sözleşmenin 10.06.2010 tarihinden itibaren bir yıl süre ile uzadığının tespiti ve çekişmenin önlenmesine karar verilmesini istemiştir. Davalı ise uyuşmazlığa 6570 sayılı yasanın uygulanamayacağını belirterek davanın reddini istemiştir. Mahkemece, taraflar arasındaki ilişkinin kira ilişkisi olup sözleşmeye konu salonların musakkaf yapı niteliğinde olduğu, 6570 sayılı yasa uyarınca kiracı tarafından feshi ihbar edilmedikçe sözleşmenin bir yıl uzayacağı gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.

Davada dayanılan ve hükme esas alınan 10.06.2007 başlangıç tarihli fuar salonlarının tahsisine ilişkin sözleşme konusunda taraflar arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Sözleşme ile, … Kültür Park Fuar alanında bulunan 1/A-1/B-2-3 ve 4 Nolu salonlar 29 Mayıs-1 Haziran 2008, 28-31 Mayıs 2009 ve 27-30 Mayıs 2010 tarihleri arasında düzenlenecek fuarın sonuna kadar davacı Y… Limited Şirketine tahsis edilmiştir. Sözleşmenin süre başlıklı 5/a maddesinde; "tahsis edilecek alanların kullanımı ile ilgili olarak sadece aşağıda bildirilmiş teslim tarihleri arasında (5-c) geçerli olup yukarıda tarihi yazılı son fuar ile birlikte tahsise ilişkin hükümleri açısından ihtar ve ihbara gerek kalmaksızın kendiliğinden hükümsüz kalacağı düzenlemesine yer verilmiştir. Fuar alanı olarak belirli süreler için tahsis edilen taşınmazlar hakkında, sözleşmenin amacı ve Yurt İçinde Fuar Düzenlenmesine Dair Yönetmelik Hükümleri de dikkate alındığında 6570 sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkındaki Yasa (şimdi TBK.nun çatılı işyeri kiralarına ilişkin) hükümleri uygulanmaz. Tahsisin niteliğine göre sözleşmede belirtilen süreler sonunda sözleşmeye konu fuar alanlarının boşaltılıp teslim edilmesi gerekir. Bu durumda davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiştir. Hüküm bu nedenle bozulmalıdır.

SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı HMK.ya 6217 Sayılı Kanunla eklenen geçici 3.madde hükmü gözetilerek HUMK.nın 428.maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 28.01.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — 15 Şub 2015, 00:00


Yargıtay Ceza Daireleri Kararları • HAKKI OLMAYAN YERE TECAVÜZ,TAŞINMAZ AİDİYETİNİN TESPİTİ….

T.C.K– MADDE 154
Hakkı olmayan yere tecavüz

(1) (Değişik: 25/2/2009-5841/1 md.) Bir hakka dayanmaksızın başkasına ait taşınmaz mal veya eklentilerini malikmiş gibi tamamen veya kısmen işgal eden veya sınırlarını değiştiren veya bozan veya hak sahibinin bunlardan kısmen de olsa yararlanmasına engel olan kimseye, suçtan zarar görenin şikâyeti üzerine altı aydan üç yıla kadar hapis ve bin güne kadar adlî para cezası verilir.

(2) Köy tüzel kişiliğine ait olduğunu veya öteden beri köylünün ortak yararlanmasına terk edilmiş bulunduğunu bilerek mera, harman yeri, yol ve sulak gibi taşınmaz malları kısmen veya tamamen zapt eden, bunlar üzerinde tasarrufta bulunan veya sürüp eken kimse hakkında birinci fıkrada yazılı cezalar uygulanır.

(3) Kamuya veya özel kişilere ait suların mecrasını değiştiren kimse hakkında birinci fıkrada yazılı cezalar uygulanır.

T.C.K– MADDE 64
Sanığın veya hükümlünün ölümü

(1) Sanığın ölümü halinde kamu davasının düşürülmesine karar verilir. Ancak, niteliği itibarıyla müsadereye tabi eşya ve maddi menfaatler hakkında davaya devam olunarak bunların müsaderesine hükmolunabilir.

(2) Hükümlünün ölümü, hapis ve henüz infaz edilmemiş adlî para cezalarını ortadan kaldırır. Ancak, müsadereye ve yargılama giderlerine ilişkin olup ölümden önce kesinleşmiş bulunan hüküm, infaz olunur.

T.C.
YARGITAY
8. CEZA DAİRESİ
ESAS NO. 2014/3064
KARAR NO. 2014/16510
KARAR TARİHİ. 26.6.2014

> HAKKI OLMAYAN YERE TECAVÜZ SUÇU
> TAŞINMAZIN AİDİYETİNİN TESPİTİ GEREĞİ
> SUÇ TARİHİNİN TESPİTİ

5237/m. 154/1-2
5271/m. 64,223/9

ÖZET : Sanıkların, öteden beri şikayetçinin kullandığı ve mahkeme kararı ile tesciline karar verilen araziye demir kapı ve traktör ekipmanları ile müdahalede bulunup hakkı olmayan yere tecavüz suçunu işledikleri iddia edilmiştir.Taşınmazın köy tüzel kişiliği veya öteden beri köylünün ortak yararlanmasına terk edilen yerlerden olmadığı gözetilerek tecavüz edildiği iddia olunan taşınmazın aidiyeti tespit olunarak sonucuna göre hukuki durumun tayini gerekirken, yazılı şekilde "suç tarihinin 09.08.2010 olarak gösterilerek dava açıldığı ve bu tarihte katılanın hak sahibi olmadığı, ayrıca yerin köylünün ortak yararlanmasına terk edilen yerlerden olmadığı" gerekçesiyle beraat kararı verilmesi hatalıdır.Yargılama sırasında vefat ettiği anlaşılan sanık E. hakkında, özel düzenleme içeren ölüm sebebiyle düşme kararı verilmesi gerekirken, uygulama yeri bulunmayan vefat etmiş sanık hakkında yargılama yapılarak beraat kararı verilmesi de bozma nedenidir.

DAVA : Gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR :

1- ) Hakkı olmayan yere tecavüz suçu, devamlılığı gerektiren suçlardan olup, hukuki veya fiili kesintiye kadar devam etmektedir. TCK.nın 154. maddenin 1. fıkrasında gerçek veya tüzel kişilerin taşınmazlarına, 2. fıkrasında köy tüzel kişiliği veya öteden beri köylünün ortak yararlanmasına terk edilen yerlere vaki müdahale cezalandırılmıştır.
Sanıklar hakkında 13.11.2012 tarihli iddianame ile "şüphelilerin, öteden beri şikayetçinin kullandığı ve mahkeme kararı ile tesciline karar verilen araziye demir kapı ve traktör ekipmanları ile müdahalede bulunup hakkı olmayan yere tecavüz suçunu işledikleri" iddiasıyla TCK.nın 154/1. maddesi uyarınca cezalandırılmaları için kamu davası açılmıştır.

Müdahaleye devam edilmesi halinde suç tarihi hukuki kesintinin oluştuğu iddianame tarihi olan 13.11.2012 günü olup, bu tarih itibariyle tapuda kayıtlı bulunan ve tecavüz edildiği iddia olunan taşınmazın mülkiyeti konusunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Kararın gerekçe bölümünde kesin bir belirleme yapılamamış olmakla birlikte, sanıkların tecavüz teşkil eden eylemleri gerçekleştirdikleri kabul edilse dahi, İpsala Sulh Hukuk Mahkemesinin 2008/149 – 2009/410 sayılı kararı ile "20 yıldan fazla bir süredir avlu ve bahçe olarak tasarruf edildiği kabul olunarak Muris Zinel adına tapuda tescile karar verilip hükmün Yargıtay 8. Hukuk Dairesince onanarak kesinleştiği, bu nedenle yerin köy tüzel kişiliğine ait veya öteden beri köylünün ortak yararlanmasına terk edilen yerlerden olmadığı" belirtilmiştir.

Hukuk Mahkemesince, taşınmazın nizasız ve fasılasız olarak kullanıldığının kabul edilerek tapuda tesciline karar verilip, bu kararın kesinleşmiş bulunması, temadi eden suçlarda suç tarihinin hukuki veya fiili kesinti tarihi olduğu, taşınmazın köy tüzel kişiliği veya öteden beri köylünün ortak yararlanmasına terk edilen yerlerden olmadığı gözetilerek tecavüz edildiği iddia olunan taşınmazın aidiyeti tespit olunarak sonucuna göre hukuki durumun tayini gerekirken, yazılı şekilde "suç tarihinin 09.08.2010 olarak gösterilerek dava açıldığı ve bu tarihte katılanın hak sahibi olmadığı, ayrıca yerin köylünün ortak yararlanmasına terk edilen yerlerden olmadığı" gerekçesiyle beraat kararı verilmesi,

2- ) Yargılama sırasında vefat ettiği anlaşılan sanık Ersin hakkında, özel düzenleme içeren 5237 sayılı TCK.nın 64. maddesi uyarınca ölüm sebebiyle düşme kararı verilmesi gerekirken, uygulama yeri bulunmayan CMK.nın 223/9. madde ve fıkrasına dayanılarak vefat etmiş sanık hakkında yargılama yapılarak beraat kararı verilmesi,

SONUÇ : Yasaya aykırı, katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK.nın 321. maddesi gereğince BOZULMASINA, 26.06.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — 26 Oca 2015, 22:44


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • MİRASI REDDEDENLER YÖNÜNDEN HİZMET TESPİTİ HÜKMÜ KURULMASI

YARGITAY 10.Hukuk Dairesi
ESAS: 2014/3064
KARAR: 2014/8793

Dava, hizmet tespiti istemine ilişkindir.

Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.

Hükmün, davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteklerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

Davacı, 10.01.2011 tarihinde vefat eden H…e ait işyerinde 01.08.1995-16.10.2008 tarihleri arasında atölye şefi ve dikim ustası olarak aralıksız çalışmalarının tespitini talep etmiş, müteveffa mirasçıları tarafından mirasın kayıtsız şartsız reddedildiğini belirterek davasını Maliye Hazinesine yöneltmiş, Mahkemece davanın istem gibi kabulüne karar verilmiştir.

Mirasın reddi, Türk Medeni Kanunu’nun 605 ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olup, anılan Kanunun 605’nci maddesinde, yasal ve atanmış mirasçıların mirası reddedebilecekleri belirtilmiştir.

Yasal ve atanmış mirasçılar mirası, TMK.’nın 606’ncı maddesi gereğince üç ay içinde reddedebilirler. Bu üç aylık süre hak düşürücü bir süredir. Bu süre yasal mirasçılar için mirasçı olduklarını daha sonra öğrendikleri kanıtlanmadıkça, mirasbırakanın ölümünü öğrendikleri tarihten işlemeye başlar. Atanmış mirasçılar için ise süre, mirasbırakanın tasarrufunun kendilerine resmen bildirildiği tarihten işlemeye başlar. TMK.’nın 605’nci maddesinin 2’nci fıkrasında ise, mirasın hükmen reddi düzenlenmiştir. Ölümü tarihinde miras bırakanın ödemeden aczi açıkça belli veya resmen tespit edilmiş ise, miras reddedilmiş sayılır. Bu olgunun saptanması için her zaman dava açılabilir.

Dosya kapsamında yer alan, …14. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 30.03.2011 tarih, 2011/445 Esas ve 2011/641 Karar sayılı ilamından, H…’in mirasçıları olan eşi R… ve kızı H…un mirası kayıtsız şartsız reddettikleri, reddin tesciline karar verildiği anlaşılmaktadır.

Uyuşmazlık, işverenin gerçek kişi olduğu hizmet tespiti davalarında, mirasçıların mirası reddetmeleri halinde (çalışma iddiası ispatlandığı takdirde), mirası reddeden mirasçılar yönünden tespit hükmü kurulup kurulamayacağı noktasında toplanmaktadır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Tespit davası” başlığını taşıyan 106’ncı maddesinde, tespit davası yoluyla, mahkemeden, bir hakkın veya hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun yahut bir belgenin sahte olup olmadığının belirlenmesinin istenebileceği hüküm altına alınmıştır. Buna göre; tespit davaları, bir hakkın veya hukuki ilişkinin var olup olmadığının tespitine ilişkin davalardır.

Sigortalının, Kuruma bildirilmeyen geçmiş hizmetlerinin tespiti için 506 sayılı Kanunun 79/10. maddesine (5510 sayılı Kanunun 86/9. maddesine) göre açacağı dava, "tespit davası" niteliğini taşımanın yanı sıra, aynı zamanda "olumlu tespit davası" özelliğini de göstermektedir ( Güzel/Okur, s. 200; Tuncay/Ekmekçi, s. 245; Tunçomağ, s. 193; Mustafa Çenberci, Sosyal Sigortalar Kanunu Serhi, Ankara 1985, s. 512; Sözer, s. 74; Özgür Öztürk, “Sigortalı Hizmetin Tespiti”, Çimento İsveren Dergisi, 1998/1, s. 31 ).

Bu halde; işverenin gerçek kişi olduğu hizmet tespiti davalarında, çalışma iddiası ispatlandığı takdirde, mahkemece kurulacak hüküm, sigortalı hizmetlerin varlığının tespitinden öte, akçalı (parasal) konulara ilişkin herhangi bir irdeleme içermediğinden, mirasçıların mirası reddetmiş olmaları halinde, bu mirasçılar yönünden tespit hükmü kurulmasına engel teşkil etmeyecektir. Ancak, bu husus, Kurum tarafından primlerin tahsili aşamasında göz önünde bulundurulmalıdır.

Kaldı ki; Türk Medeni Kanununun 612. maddesinde “En yakın yasal mirasçıların tamamı tarafından reddolunan miras, sulh mahkemesince iflâs hükümlerine göre tasfiye edilir. Tasfiye sonunda arta kalan değerler, mirası reddetmemişler gibi hak sahiplerine verilir.” düzenlemesine yer verilmiş olup; mirasın reddi durumunda tasfiye sonucu terekeden arta kalan olursa, bunlar ikinci zümreye geçmeyerek mirası reddetmiş olan birinci zümreye verileceği hususu, yine tespitine karar verilecek sigortalılık süresinin prim miktarını, bunun sonucu olarak da terekeden ödenecek kısmı etkileyeceği gözetildiğinde, hizmet tespiti davasının mirası reddetmiş olanların da hak alanını ilgilendireceği açık olup, kendilerine husumet yöneltilerek yargılamaya devamla karar verilmesini gerekli kılmaktadır.

Bu yasal düzenleme ve açıklamalarla inceleme konusu dava değerlendirildiğinde; mirası reddeden mirasçılar yönünden tespit hükmü kurulması mümkün olup, bu nedenle davaya dahil edilerek, gösterecekleri deliller de toplanmak suretiyle, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, mahkemece yanılgılı değerlendirme sonucunda, yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

O hâlde, davalılar vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, Üyeler Ali İnceman ve Halil Özdemir’in muhalefetlerine karşı, Başkan Süleyman Caner, Üyeler Neslihan Sever, Ali Göcen’in oylarıyla ve oyçokluğuyla 15.04.2014 gününde karar verildi.

KARŞI OY

Somut olayda işveren H.Çetiner’in 10.1.2011 tarihinde vefat ettiği, yasal mirasçılarının tamamının mirası reddettikleri sabittir. Hizmet tespiti davası, bu nedenle Maliye Hazinesi ve SGK’na husumet yöneltilerek açılmıştır. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir. Dairenin oy çokluğu ile aldığı bozma kararında ise husumetin mirası reddeden mirasçılara yöneltilerek, onlar yönünden tespit kararı verilmesi gerektiği belirtilmiştir.

Sayın Daire çoğunluğunun bozma kararına aşağıdaki sebeplerle katılmıyoruz:

Hizmet tespiti davasında verilecek kararlar, sadece hizmet süresinin tespitine yönelik sonuç doğurmaz. Aynı zamanda işverenin bildirilmeyen hizmet sürelerine ait prim borcunun ödemesine ilişkin sonuçlar da doğurur. Bu nedenle hizmet tespiti davalarında husumetin, aleyhine hüküm teşkil etmesi istenen (SGK ile birlikte) bildirimde bulunmayan ve prim borçlusu olan işveren aleyhine de yöneltilmesi gerekir. İşverenin vefatı halinde ise işveren yerine geçen ve prim borçlusu olan mirasçılarına karşı husumetin yöneltileceği ve davanın görüleceği tartışmasızdır.

4721 sayılı T.M.K. m.605 ve devamı maddelerine göre, mirasın reddi beyanı, bozucu yenilik doğuran beyandır ve geriye doğru hüküm doğurur. Mirası reddedenlerin, ölüm gününden başlayarak mirasçılık sıfatları kalkar ve tereke borçlarından sorumlulukları kalmaz. Bu durumda T.M.K m.612 uyarınca, iflas hükümlerine göre terekenin tasfiye olunması ve tasfiye memuruna karşı husumet yöneltilerek davanın görülmesinin sağlanması gereklidir (B.Kuru H.U.M.K.2001, 1. cilt syf. 916-926).

Somut olayda, muris işveren mirasçılarının tamamı mirası reddetmişlerdir. Artık muristen kalan tüm mal varlığını reddetmiş sayıldıklarından, mirası reddeden kişilerin işverenlik sıfatları ve terekeyi temsil görevleri kalmamıştır. T.M.K m.612 uygulaması ile terekenin iflas hükümlerine göre tasfiye edilmesi ve tasfiye memuruna karşı husumet yöneltilerek taraf teşkilinin sağlanması yönünde hükmün bozulması gerekirken, mirası reddeden mirasçılara husumet yöneltilmesi yönünde bozulması hatalı olmuştur.

Dairenin çoğunluk görüşünün şu şekilde olumsuz sonuçları olacaktır: Mirası reddeden mirasçı davada hasım olacaktır, kendisini davalı olarak savunmak zorunda kalacaktır, vekil tutacak, yargılama giderlerinden sorumlu olacaktır. Tüm bu sonuçlar mirası reddeden kişiye yasaya aykırı olarak mali yükümlülükler getirecektir. Diğer taraftan hizmet tespiti kararı sonucunda, işverenin prim borcu doğacaktır. İşverenin vefatı halinde, somut olayda olduğu gibi tüm mirasçılar tarafından miras reddedilmişse, SGK prim borcunu varsa terekeden tahsil edecektir. Oysa ki reddeden mirasçılara karşı dava yürütülmüşse, asıl davalı olması gereken tereke tasfiye memuruna husumet yöneltilmediğinden, davada tereke temsil edilmiş olmayacaktır. Çünkü usulüne uygun olarak terekeye, husumet yöneltilmemiştir. Mirası reddeden mirasçının ise terekeyi temsil görevi bulunmamaktadır. Bu nedenle verilen hüküm, davada hasım gösterilmesi tereke aleyhine hukuki sonuç doğurmayacaktır.

Sonuç olarak Mahkemenin kararı, terekeye tasfiye memuru atanması ve bu kişiye husumet yöneltilmesi gerekçesiyle bozulması gerektiği halde; Daire çoğunluğunun mirası reddeden mirasçılara karşı husumet yöneltilmesi sebebiyle hükmün bozulması düşüncesine katılmıyoruz 15.04.2014

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — 05 Oca 2015, 22:08


Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları • İŞÇİNİN HAK KAZANDIĞI FAZLA ÇALIŞMA ÜCRET ALACAĞININ TESPİTİ

YARGITAY 22. Hukuk Dairesi
ESAS: 2014/645
KARAR: 2014/2901

Davacı, fazla çalışma, vardiya zammı ile ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.

Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Davacı vekili, müvekkili işçinin hak kazandığı işçilik alacaklarının ödenmediğini beyanla vardiya zammı, fazla çalışma, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının hüküm altına alınmasını talep etmiştir.

Davalı vekili, öncelikle zamanaşımı def’ini ileri sürerek, davacının taleplerinde haksız olduğunu beyanla davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davanın kısmen kabulüne yönelik verilen karar Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 10.07.2013 tarih ve 2012/34971 esas, 2013/20999 karar sayılı kararıyla, davacının çalışma düzeninin bir hafta yedi gün çalışma, takip eden hafta dinlenme şeklinde olduğu, çalışılan hafta içinde beş gün günlük onbeş saat çalışmasında birbuçuk saat ara dinlenme süresinin mahsubunun yerinde olduğu, ancak hafta sonu günlerinde yirmidört saatlik çalışmalarda işçinin uyku ve diğer kişisel ihtiyaçları için ayıracağı zaman düşüldükten sonra fiili çalışma süresinin ondört saat kabul edilmesi gerektiği, bu halde çalışılan haftalarda hafta sonu günleri için ondört saatten günlük azami iş süresi olan onbir saatin düşülerek üçer saatlik fazla çalışma hesabı yapılması gerektiği, neticeten anılan çalışma düzeninde davacının çalıştığı hafta için toplam fazla çalışma süresinin onsekizbuçuk saat olup ayda iki hafta çalışılmakla bu sürenin aylık otuzyedi saat olduğu, hükme esas alınan bilirkişi raporunda ise anılan sürenin altmışyedi saat olarak hesaplanmasının hatalı olduğu gerekçesiyle bozulmuştur. Mahkemece, bozmaya uyma kararı verilmesiyle yapılan yargılamada alınan ek bilirkişi raporu doğrultusunda davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Karar davalı vekilince temyiz edilmiştir.

1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2-Taraflar arasında, davacı işçinin hak kazandığı fazla çalışma ücreti alacağının hesaplanması noktasında uyuşmazlık vardır.

Somut olayda, uyulmasına karar verilen bozma ilamında açıkça davacının çalışma düzeninde çalışılan haftalar bakımından fazla çalışma süresinin haftalık onsekizbuçuk saat ([2,5×5] + [3×2] = 18,5), ayda iki hafta çalışıldığından ( 18,5 x2 =) aylık otuzyedi saat olarak hesaplanması gerektiği belirtilmiştir. Bozma sonrası yapılan yargılamada düzenlenen ve hükme esas alınan ek bilirkişi raporu değerlendirme kısmında, bozma kapsamında hesaplama yapılacağı belirtilmiş olmasına rağmen, hesap bölümünde bu kez aylık kırküç saat üzerinden ( [18,5×2] + [3 x2 ]= 43) fazla çalışma ücreti hesabı yapılmıştır. Hal böyleyken, mahkemece bozmaya uyulmasına karar verilmiş olmasına rağmen, ek bilirkişi raporuna itibar edilerek bozma gereğinin yerine getirilmemiş olması hatalıdır.

Diğer taraftan, bozma öncesi yapılan yargılamada alınan bilirkişi raporunda, fazla çalışma ücreti tahakkuku bulunan aylar, fazla çalışma ücreti hesabından dışlanmasına rağmen, bozma sonrası alınan ek bilirkişi raporunda, kök raporda hesaptan dışlanmış bir çok ay için hesap yapılarak toplam rakamın bulunmuş olması da bir diğer hatalı yöndür.

Yazılı şekilde, bozma kararı gereğinin yerine getirilmemesi ve hatalı değerlendirmeyle sonuca gidilmesi bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebeplerden BOZULMASINA, 18.02.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — 26 Ara 2014, 17:58