Etiket arşivi: TUTMADAN

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları • İŞÇİNİN FAZLAYA İLİŞKİN HAKLARINI SAKLI TUTMADAN DAVA AÇMASI

YARGITAY Hukuk Genel Kurulu
ESAS: 2013/9-2190
KARAR: 2014/4

Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; …14.İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 05.10.2011 gün ve 2011/642 E.2011/871 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 9.Hukuk Dairesi’nin 05.12.2012 gün ve 2012/32447 E. 2012/40930 K.sayılı ilamı ile;

(….A) Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili, müvekkilinin 1 Mart 1999-03 Kasım 2004 arasında çalıştığını, düzensiz ödenen alacaklarının ödenmesi talebinde bulunduğu için işine son verildiğini iddia ederek kıdem, ihbar tazminatı, izin ve bayram genel tatil alacakları toplamı olarak 350 TL’nin faiziyle tahsiline karar verilmesini istemiştir.

B) Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili, müvekkilinin alt taşeron olarak elektrik montaj işiyle uğraştığını, ancak iş aldığında işçi çalıştırdığını, davacının çalışmasının sürekli olmadığını ve ayrıldığı zamanlar başka işverenler yanında da çalıştığını, davalının yanında en son 23 Mart 2004 tarihinde çalışmaya başladığını, iş akdine devamsızlık nedeniyle haklı olarak son verildiğini, davacının 15 Haziran-25 Kasım 2004 arasında Nüve Mühendislik şirketi ile iş akdi imzaladığını, sözleşme sonunda işvereni ibra ettiğini, aynı zamanda iki işyerinde birden çalışamayacağını, bu nedenle taleplerinin haksız olduğunu savunarak davanın reddine karar verilmesini taleptir.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:Mahkemece, “Yargıtay bozma ilamı dosya kapsamına, hakkaniyete, hak ve nispet kaidelerine aykırıdır. Halin icabından davanın kısmi dava olarak açıldığı açık olarak bellidir. Davacı davaya konu ettiği alacak kalemlerinin her biri için 100’er ve 50.-TL’lık taleplerde bulunduğu ve dava dilekçesine "fazlaya ilişkin hakların saklı tutulduğu"’na ilişkin ibarenin bulunmadığı tartışma dışıdır. Hukuki sorun fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmasına ilişkin ibare ya da uygulamada tamamen bir klişe şeklinde dava dilekçesine şerh edilen ibarenin yokluğu halinde ve fakat diğer dosya delilleri ve dava dilekçesindeki maddi vakıaların izahından dört yılı aşkın bir çalışma süresindeki kıdem ve ihbar tazminatları ile diğer ücret alacaklarının talep edildiğinin sarih olarak belirlendiği hallerde halin icabından davacının bir kısmı dava açtığının kabulünde zorunluluk vardır. Zira bu yorum kabul edilmediği takdirde dört yılı aşkın bir çalışma süresindeki kıdem ve ihbar tazminatı ve ücret alacaklarının toplamının 350 TL’lik bir talebe ilişkin olduğu ve maddi hakka ilişkin bakiye taleplerden iptidaen feragat edildiği, bu cümleden olarak ıslah suretiyle netice-i talebin arttırılamayacağı ve ek dava yoluyla da maddi hakkın talep edilemeyeceği sonucuna ulaşılmış olacaktır. 6100 sayılı HMK’nun 109.maddesinin 109/1 ve 109/3 maddesi kısmi dava açılabilen hallerde açıkça bakiye taleplerden feragat edilmemesi hali dışında kısmi dava açılması talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmez hükmün 01.10.2011 tarihinden geçerli olmak üzere vaz edilmiştir. Tamamlanmamış usul işlemlerinde derhal uygulanacak bu hüküm ve yukarıda açıklanan nedenlerle bozma ilamına direnilmiştir. Dosyanın esası ile ilgili bir bozma söz konusu olmamakla 24.12.2008 tarihli karar gerekçemiz tekrar edilmiştir” gerekçesiyle önceki kararda direnilmiş ve davanın kabulüne ilişkin yazılı şekilde hüküm kurulmuştur.

D) Temyiz:Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.

E)Gerekçe: Dairemiz bozma kararı üzerine dosya yerel mahkemeye gönderilmiş, yerel mahkemece yukarıda açıklanan gerekçe ile direnme kararı verilmiş, anılan kararın davalı tarafından temyizi üzerine dosya Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’na gitmiş;

Hukuk Genel Kurulu tarafından 15.06.2012 tarih ve 2012/390 Karar sayılı ilam ile, yerel mahkemece bozma kararından sonra ilk karar verilirken yürürlükte olmayan, dolayısıyla gerekçesinde yer almayan 6100 Sayılı HMK’nun 109. maddesine dayanıldığı ve açılan davanın kısmi dava olduğu gerekçesiyle direnildiği, bu durumda yerel mahkemece direnme kararı olarak nitelendirilen temyize konu kararın gerçekte bir direnme kararı değil, yeni bir hüküm niteliğinde olduğunun kabul edilmesi gerektiği, kurulan bu yeni hükmün temyizen incelenmesi görevinin Hukuk Genel Kurulu’na ait olmayıp Özel daireye ait olduğu gerekçesiyle dosya temyiz itirazlarının incelenmesi için dairemize gönderilmiştir.

Dairemizin daha önceki bozma ilamında da belirtildiği üzere, davacı, davanın devamı sırasında verdiği 17.04.2006 tarihli dilekçe ile talebini miktar yönünden ıslah etmiş ve davalı taraf dava dilekçesinde fazlaya dair hakların saklı tutulmadığı gerekçesiyle ıslah talebine karşı çıkmıştır.

Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 87/son maddesi Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildikten sonra ıslah yoluyla müddeabihin arttırılması da mümkündür. Ancak, olayımızda davacı dava dilekçesinde talep konusu alacaklardan fazlaya ait haklarını saklı tutmadığı gibi, davayı da kısmi dava olarak açmamıştır. Davacı dava konusu yapmadığı ve saklı tutmadığı kısımlardan zımnen vazgeçmiş ve isteklerini miktarla sınırlandırmış sayılır. (YHGK.nun 2004/4-200E. 2004/227 K.) Bu durumda davacı, isteyebileceği ücretleri dava dilekçesiyle sınırlandırdığından ve fazlaya ait taleplerini saklı tutmadığından fazlaya ilişkin isteklerinin reddine karar verilmesi gerekirken, yerel mahkemece, direnme kararında 6100 Sayılı HMK’nun 109. maddesi gerekçe gösterilerek tamamlanmamış işleme yeni yasanın uygulanacağını belirtilmiş ise de, davanın 24.12.2008 tarihinde karara bağlandığı ve temyize konu işlemlerin HMK’nun yürürlüğe girişinden önce tamamlandığı, bu nedenle 6100 Sayılı HMK’nun 109. maddesinin somut olayda uygulanma kabiliyeti bulunmadığı anlaşılmakla yerel mahkeme hükmünün bozulması gerekmiştir…)

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, kıdem ve ihbar tazminatı, yıllık izin, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının tazmini istemine ilişkindir.

Davacı vekili; müvekkilinin davalıya ait iş yerinde 01.03.1999-03.11.2004 tarihleri arasında çalıştığını, işveren tarafından iş akdinin haksız feshedildiğini ileri sürerek kıdem ve ihbar tazminatları ile bir kısım işçilik alacaklarının karşılığı toplam 350 TL’nin hüküm altına alınmasını talep etmiştir.

Davalı vekili; davacının müvekkili şirkete bağlı çalışmalarının kesintili gerçekleştiğini, davalının yanından ayrıldığı zamanlarda başka iş yerlerinde çalıştığını, taraflar arasındaki iş akdinin davacının devamsızlığı nedeni ile haklı sebebe dayalı olarak sonlandırıldığını ileri sürerek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece; iş akdinin davalı işveren tarafından haksız feshedildiği, dava konusu işçilik ücretlerinin ödendiği hususunun geçerli delillerle ispatlanamadığı kanaatine varılarak davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, davalı vekilinin temyizi üzerine, Özel Daire’ce yukarıda açıklanan nedenlerle karar bozulmuş, Yerel Mahkemece, önceki gerekçeler genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiş, direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacı tarafından dava dilekçesinde fazlaya ilişkin haklarını saklı tuttuğuna ilişkin bir ibare kullanılmamış ise ıslah yoluyla talebini artırıp artıramayacağı noktasında toplanmaktadır.

Bilindiği üzere, davanın açıldığı tarih itibariyle yürürlükte bulunan Mülga 1086 sayılı HUMK’nun 83 ve ardından gelen maddelerde düzenlenmiş olan ıslah; taraflardan birinin usule ilişkin bir işlemini kısmen veya tamamen düzeltmesine olanak tanıyan bir yöntem olup, iddia ile savunmanın genişletilmesi yasağının da bir istisnasıdır.

1086 sayılı HUMK. nun 87.maddesinin “Müddei ıslah suretiyle müddeabbihi tezyit edemez.” şeklindeki son cümlesi, Anayasa Mahkemesi’nin 07.11.2001 günlü Resmi Gazete’de yayımlanan 20.07.1999 tarihli kararıyla iptal edilmiş ve böylece, davada istem sonucunun kısmî ıslah yoluyla artırılması usulen olanaklı hale gelmiştir.

Hemen belirtilmelidir ki, mevcut (Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından sonraki) yasal durum itibariyle, kısmi davada fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmuş olan davacının, dilerse, ek dava açmak yerine, saklı tuttuğu alacak bölümü için o (kısmi) dava içerisinde ıslah yoluyla talepte bulunabilmesi mümkündür.
Kısmi davada saklı tutulan alacak bölümü için, gerek kısmi dava karara bağlanmadan önce, gerekse daha sonra, ayrı bir dava açılması da usulen olanaklıdır. Uygulamada bu ayrı davaya ek dava denilmektedir. Yine, kısmi davadan sonra açılan ek davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmuş olması ve davacının hukuki yararının bulunması koşullarının birlikte varlığı halinde, hukuki yararın bulunması şartıyla birden fazla ek dava açılması da kural olarak mümkündür.

Bu haliyle kısmî ıslah, ek dava yoluyla elde edilebilecek haklara, mevcut dava içerisinde, daha basit, daha az masrafla ve daha kısa süre içerisinde kavuşma olanağı tanıyan ve bu yönüyle adeta ek dava açma yoluna alternatif oluşturan bir yapıdadır. Dolayısıyla, kısmi davanın davacısı, ek dava açmak veya kısmî ıslah yoluna gitmek konusunda seçimlik hakka sahiptir.

Kısmî ıslah yoluyla müddeabbihin artırılabilmesi olanağı, bir anlamda, artırıma konu kısmın ek dava yoluyla istenilmesinin alternatifi niteliğinde bulunduğundan; kısmi davadaki ıslah ile, bu yola gidilmeyip ek dava açılması halleri, davacıya aynı hak ve olanakları tanıyan seçimlik yollar olduğundan, usul hukuku açısından sonuçlarının da aynı olması gerekir ve beklenir.

Bir davanın kısmi dava mı, yoksa tam dava mı olduğu, özellikle dava dilekçesinin istem sonucu bölümünde, “fazlaya ilişkin hakların saklı tutulup tutulmadığı” ile ilgilidir. Davacı bu yada benzeri ifadeleri kullanmışsa, “kısmi dava” açtığı sonucuna varılır. Davacının bu yolda bir beyanda bulunmaksızın açtığı dava ise bir “tam dava”dır. Fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmaması halinde, geriye kalan haktan zımnen feragat edilmiş sayılır.

Islah yoluyla dava konusunun artırılması hususunun, Anayasa Mahkemesinin 20.07.1999 tarih ve 1/33 sayılı kararından sonra ortaya çıkan durumun tartışılmasına gelince; bilindiği gibi kısmi dava müessesinin hukuk yargılama sistemimizde kabul edilen ve özellikleri bulunan bir dava çeşidi olduğu belirgindir. Kısmi davanın kabulüne dair karar ek davada kesin delil teşkil eder. Anayasa mahkemesinin anılan kararında kısmi dava ile ilgili herhangi bir açıklama yer almamaktadır. Anayasa mahkemesi kararından sonra “fazlaya ilişkin hakkını saklı tutmamış” bulunan yani ek dava açma olanağı bulunmayan kimseler bakımından uygulama olanağı varmıdır. Buna olumlu yanıt verme olanağı bulunmamaktadır. Çünkü kısmi dava açmamış(fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmamış) bulunan davacı fazlaya ilişkin haklarından zımnen feragat etmiş demektir ve ıslahla bu feragat veya başka bir görüşe göre kesin hüküm sonucunu ortadan kaldırabilmek mümkün değildir. Anayasa Mahkemesi HUMK’nun 87/son cümleyi iptal ederken yerleşik kuralları yani kısmi dava, hakların saklı tutulması kurallarını irdelememiş, kanun hükmünü sadece “itiraz konusu kural, davacıyı ikinci kez dava açmaya zorlaması nedeniyle hak arama özgürlüğünü sınırlandırdığı için” iptal etmiştir. HUMK’nun 87/son cümlesi iptal edilmiş olmakla, dava konusunun ıslah yoluyla artırılabilmesi ancak davacının kısmi dava açmış bulunmasına ve haklarını saklı tutmuş olmasına bağlıdır. Yeni oluşan durumda da eğer kısmi dava açılmamışsa, ıslah yolu ile dava konusunu artırabilmeye olanak yoktur. (Bkz.Prof.Dr.Ejder Yılmaz, Islah Yoluyla Dava Konusunun Arttırılması, Anayasa Mahkemesinin 20.07.1999 tarihli ve 1/33 sayılı kararının değerlendirilmesi Banka ve Ticaret Hukuk Araştırma Enstitüsü, Özel Hukuk ve Anayasa Mahkemesi Kararları Sempozyumu 11 Mayıs 2001 s.105 vd, YHGK’nun 08.10.2003 gün 2003/9-510-55 ve 2004/4-200-227 sayılı kararları)

Somut olayda; davacının dava dilekçesinde talep konusu alacaklardan fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmadığı gibi, davayı da kısmi dava olarak açmadığı, davacının dava konusu yapmadığı ve saklı tutmadığı kısımlardan zımnen vazgeçmiş sayılacağından, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu Hukuk Genel Kurulu’nun çoğunluğunca benimsenmiştir.

Yapılan görüşmeler sırasında, bir kısım üyelerce, iş mahkemelerinde açılan davaların belirsiz olduğu, işin doğası gereği davaların bu şekilde açıldığı, aleyhe yorum yapılmamasının hak kaybına neden olacağı, Yerel Mahkeme’nin direnme kararının yerinde olduğu, onanması gerektiği ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğunca yukarıda belirtilen nedenlerle benimsenmemiştir.

O halde, Hukuk Genel Kurulu’nun çoğunluğunca usul ve yasaya uygun olmadığı benimsenen direnme kararının bozulması gerekmiştir.

S O N U Ç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Dairenin bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 8/3.maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 15.01.2014 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — 27 Ara 2014, 14:04