Etiket arşivi: UYGULANACAĞI

Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • İCRA,TEK TAKİPTE KÖTÜ NİYET TAZMİNATI, BİR KERE UYGULANACAĞI

T.C.
YARGITAY
19. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO. 2006/8116
KARAR NO. 2006/10611
KARAR TARİHİ. 13.11.2006

> KÖTÜ NİYET TAZMİNATI ( Tek Takip Sebebiyle Birden Fazla Kötü NiyetTazminatına Hükmedilemeyeceği )

> MENFİ TESPİT DAVASI ( Kötü Niyet Tazminatı – İmza ve Borca İtiraz )

> İMZA VE BORCA İTİRAZ ( Menfi Tespit Davası – Tek Takip Nedeniyle BirdenFazla Kötü Niyet Tazminatına Hükmedilemeyeceği )

2004/m.72,170

ÖZET : Tek takip sebebiyle birden fazla kötüniyet tazminatına hükmedilemez.

Dava,bonodan dolayı borçlu bulunulmadığının tespiti talebine ilişkindir. Dava konusu senedin lehTarı olan davalı tarafından davacıların murisi aleyhine dava konusu bonodan dolayı icra takibine girişilmiş, murisin öldüğünün anlaşılması üzerine mirasçılarına tebligat yapılmış ve mirasçıları tarafından icra mahkemesinde imzaya ve borca itiraz edilmiştir. Bu arada, davacılar tarafından açılan ve imza itirazını da içeren menfi tespit davası sonunda, senetteki imzanın davacıların murisine ait olmadığının saptandığı gerekçesiyle, talebin kabulüne ve davalı aleyhine %40 tazminata hükmedilmiş, icra mahkemesinin bu kararı Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşmiştir. Kesinleşmiş mahkumiyet kararı gözetilerek dava konusu senetteki imzanın davacıların murisine ait olmadığı gerekçesiyle, davanın kabulüne ve davalının %40 tazminatla sorumluluğuna karar verilmiştir. Davalının, girişmiş olduğu tek icra takibi sebebiyle hem borca ve imzaya itiraz sonuçlandırılırken hem de menfi tespit davası sonunda iki kez kötüniyet tazminatına mahkum edilmiş olması hakkaniyete ve kanuna aykırıdır.

DAVA: Taraflar arasındaki menfitespit davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayıdavanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı vekilincetemyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR: Dava, bonodan dolayıborçlu bulunulmadığının tespiti istemine ilişkindir. Davalı vekili, davanınreddi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece dava konusu bonodaki imzanın davacıların murisi Ali’ye ait olmadığının anlaşıldığı gerekçesiyle davanın kabulüne, davacıların dava konusu bonodan dolayı borçlu olmadıklarının tespitine, %40 oranındaki kötüniyet tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmiş, hüküm, davalı vekilince temyiz edilmiştir.

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere,delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı vekilininaşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazlarının reddigerekmiştir.

2- Kuralolarak, tek takip sebebiyle birden fazla kötüniyet tazminatına hükmedilemez.Somut olayda, dava konusu senedin lehdarı olan davalı Zülfiye tarafındandavacıların murisi Ali aleyhine dava konusu bonodan dolayı icra takibinegirişilmiş, murisin öldüğünün anlaşılması üzerine mirasçılarına tebligatyapılmış ve mirasçıları tarafından icra mahkemesinde imzaya ve borca itirazedilmiştir.

Buarada, davacılar tarafından imza itirazını da içeren işbu menfi tespit davasıaçılmıştır. İcra mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda senetteki imzanındavacıların murisine ait olmadığının saptandığı gerekçesiyle, talebin kabulüneve davalı aleyhine %40 tazminata hükmedilmiş, icra mahkemesinin bu kararıYargıtay denetiminden geçerek kesinleşmiştir.

Bu arada, davalının resmi belgede sahtecilik suçundan ceza mahkemesinde yargılanıp mahkumiyetine karar verildiği anlaşılmıştır.

Mahkemece,ceza mahkemesince yaptırılan bilirkişi incelemelerinin sonuçları ve buna göreverilen kesinleşmiş mahkumiyet kararı gözetilerek dava konusu senetteki imzanın davacıların murisi Ali’ye ait olmadığının anlaşıldığı gerekçesiyle, davanın kabulüne ve davalının %40 tazminatla sorumluluğuna karar verilmiştir.

Görüldüğügibi, davalı, girişmiş olduğu tek icra takibi sebebiyle hem icra mahkemesinde,hem de bu mahkemede iki kez tazminata mahkum edilmiştir. Bu durum, hakkaniyete ve İİK’nın 72. maddesinin amacına aykırı bulunmaktadır. Bu nedenle yerelmahkeme hükmünün bozulması gerekmektedir.

SONUÇ: Yukarıda ( 1 ) nolubentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin öteki temyiz itirazlarınınreddine, ( 2 ) nolu bentte açıklanan nedenlerle hükmün davalı yararına (BOZULMASINA ), peşin harcın istek halinde iadesine, 13.11.2006 günündeoybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — 16 Ara 2014, 10:45


KAMU İKTİSADİ TEŞEBBÜSLERİ / TACİR SIFATI / ÖZEL HUKUK KURALLARININ UYGULANACAĞI / TİCARİ İŞLETME İŞLETEN KAMU KURUMU

T.C.

YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E: 2006/4-12
K: 2006/95
T: 22.3.2006
KAMU İKTİSADİ TEŞEBBÜSLERİ
TACİR SIFATI
ÖZEL HUKUK KURALLARININ UYGULANACAĞI
TİCARİ İŞLETME İŞLETEN KAMU KURUMU
3533 s. UMUMİ MÜLHAK VE HUSUSİ BÜTÇELERLE İDARE EDİLEN DAİ… [Madde 1]
233 s. KAMU İKTİSADİ TEŞEBBÜSLERİ HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE… [Madde 1]
233 s. KAMU İKTİSADİ TEŞEBBÜSLERİ HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE… [Madde 57]
Taraflar arasındaki “Tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kumluca Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 13.5.2003 gün ve 2002/361-2003/159 E.K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 27.5.2004 gün ve 3802-6822 sayılı ilamı ile
( … 3533 sayılı Yasanın 1. maddesine göre genel, katma ve özel bütçelerle yönetilen daireler ve belediyelerle, sermayesinin tamamı devlete veya belediyelere yahut özel idarelere ait olan daire ve müesseseler arasında çıkan uyuşmazlıklardan adalet mahkemelerinin görevi içinde bulunanlar o yasada yazılı tahkim usulüne göre çözümlenir.
Davacının genel bütçeye dahil olması, davalının ise sermayesinin tamamı devlete ait bir müessese olması gözetildiğinde; dava konusu uyuşmazlığın çözümünün açıklanan yasal düzenleme karşısında hakeme ait olduğu anlaşılmaktadır. Bu itibarla dava dilekçesinin görev yönünden reddedilmesi gerekirken, mahkemece işin esasının incelenmesi bozmayı gerektirmiştir… ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yemden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, tazminat istemine ilişkindir.
Davacı Orman Genel Müdürlüğü vekili; davalı şirkete ait elektrik dağıtım şebekesinin hatalı işletilmesi nedeniyle çıkan orman yangını sonucunda müvekkilinin, ağaçlandırma gideri ve yangın söndürme masrafı olmak üzere toplam 1.183.765.000 TL zarara uğradığını ileri sürerek, 1.183.765.000 TL tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı TEDAŞ Antalya Elektrik Dağıtım Müessesesi A.Ş vekili, olayda müvekkilinin kusurunun bulunmadığını savunarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı TEDAŞ Genel Müdürlüğü vekili, davanın husumet yönünden reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemenin, “davalı Tedaş Genel Müdürlüğü’nün husumet sıfatının bulunmadığı diğer davalı Tedaş Antalya Elektrik Dağıtım A.Ş’nin olayda kusurunun saptanamadığı”oluşturulmuştur.
TEDAŞ Ana Statüsünün 4. maddesinde, bu teşekkülün elektrik dağıtımı yanında, faaliyet konulan ile ilgili menkul, gayrimenkul almak ayni ve fikri haklara tasarruf etmek için işletme, iştirak kurarak çalıştırabileceği ve bütün bunları bir ticari işletme kurup işleten tacir gibi verimlilik ve karlılık esaslarına göre yapabileceği belirtilmiştir. 29.2.1984 gün ve 2983 sayılı Kanun ile bu teşebbüs ve müesseselerin hisse senedi çıkarabileceği benimsenmiş ve bu Kanunun Anayasaya aykırı olmadığı Anayasa Mahkemesinin 18.2.1985 gün E: 1984/9. K: 1985/4 sayılı kararı ile kabul edilmiştir.
5590 sayılı Ticaret ve Sanayi Odaları Hakkındaki Kanunun 9/2 ve 3. fıkralarında. KİTlerin kurduğu müesseseler ticari işletme olarak kabul edilmiş; bunların, faaliyette bulundukları yerin Ticaret ve Sanayi Odalarına kayıt olmaları hükme bağlanmıştır. Türk Ticaret Kanunu’nun 18/1. maddesinde, ticaret şirketleriyle gayesine varmak için ticari bir işletme işleten derneklerin ve kendi kuruluş kanunları gereğince hususi hukuk hükümleri dairesinde idare edilmek veya ticari şekilde işletilmek üzere kurulan teşebbüslerin tacir sıfatını taşıdıkları belirtilmiştir. Buradaki ‘Teşebbüsler” teriminin, 233 sayılı KHK’de belirtilen Kamu İktisadi teşekküllerini de kapsadığı; bu maddede “Kuruluş Kanunlarından” söz edilmekteyse de, bugün için Kamu İktisadi Teşebbüslerinin kendi kuruluş kanunları bulunmadığı ve onların yerine Yüksek Planlama Kurulu tarafından ana statüler hazırlanıp bunlar Resmi Gazete’de ilan edildikleri için, anılan hükmü “Ana Statüleri gereğince özel hukuk hükümlerine göre yönetilmek üzere kurulmak” şeklinde anlamak gerektiği benimsenmektedir. Buna göre, bir Kamu İktisadi Teşebbüsünün tacir sayılabilmesi için, ticari şekilde işletilmek üzere kurulması yeterlidir. Burada sermayenin kime ait olacağı bir kıstas olarak alınmamıştır. TTK Md. 18/1 uyarınca teşebbüslerin tacir sayılması için kanunda öngörülen iki şart birlikte aranmamakla, kendi kuruluş kanunları ( ana statüleri ) gereğince hususi hukuk hükümleri dairesinde idare edilmek cümlesinden sonra VEYA eki getirilerek “Ticari şekilde işletilmek üzere kurulan” teşebbüslerin de tacir sayılacakları belirtilmektedir. Öğretide baskın görüş de. Kamu İktisadi Teşebbüslerinin tacir oldukları yönündedir ( Bkz. Ali Bozer, Sosyal Sigortalar Kurumunun Tacir Sıfatı, Batıder, 1962. C.L, s.4, sh.576; Yaşar Karayalçın, Ticari işletme, sh. 209; Öcal Akar, TTK’nın 18/1. Maddesinin Uygulanması Hakkında Bazı Düşünceler. Esader, 1975 sa: L sh. 238; Sabih Arkan, Ticari İşletme Hukuku, 4. Baskı sh, ll8 vd., Ercüment Erdem, KİTlerin Tacir Sıfatı, 1992. sh. 49 vd ). Yine uygulamada Kamu İktisadi Teşebbüsü olmamakla birlikte Belediye. Vilayet gibi kamu tüzel kişileri tarafından kurulan ve kuruluş kanunları uyarınca hususi hukuk hükümleri dairesinde yönetilecekleri açıklanan, aslında Kamu İktisadi Kuruluşu gibi tekel niteliğinde mal ve hizmet üreten ve kendilerini meydana getiren Belediye. Vilayet ve Kamu tüzel kişileri tacir sayılmadığı halde, kendileri TTK Md. 18/1 kapsamına giren birer tacir sayılan müesseselerin kendi aralarında ve üçüncü şahıslarla olan ilişkilerinden doğan uyuşmazlıkların zorunlu tahkime tabi olmayıp, adli yargıda görüleceği benimsenmektedir. ( Bu kurumlara örnek olarak: 205 sayılı Kanun ile kurulan Ordu Yardımlaşma Kurumu; 2560 sayılı Kuruluş Kanunu ile oluşturulan İSKİ, ASKİ, İzsu müesseseleri gösterilebilir. ) 28 Mart 1945 tarih ve 1/6 sayılı Yargıtay içtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde “Devlet İktisadi Teşekkülleri özel hukuk prensiplerine tabi olmak üzere kurulmuş müesseselerdir. Bu müesseselerin hukuk hayatında görülen sair teşekküllerden farkının sermayelerinin devlete ait olması ve bazı yönetim organlarının tayin usullerinde mevcut hususiyetten ibarettir. Gerçi bu teşekküllerin görecekleri vazifelerden bir kısmı devletin ekonomik politikasıyla ilgilidir. Ancak bu keyfiyet, iktisadi Devlet Teşekküllerine kamu hukuku müessesi vasfı vermeyip sadece kurucusunun devlet oluşundan ve kuruluşunun bir kanuna dayanmakta bulunmasından ileri gelmektedir” denilerek bu kuruluşların özel hukuk tüzel kişisi oldukları belirtilmiştir ( RG. 9 Şubat 1946 s. 6228 ). Yine 15 Mart 1950 tarih ve 29/5 sayılı Yargıtay içtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde de “Toprak Mahsulleri Ofisinin kendi çalışanları gerekçesiyle “davanın reddine” dair verdiği karar, Özel Dairece yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; Yerel Mahkeme, “davalının 3533 Sayılı Kanun kapsamında bulunmadığı” gerekçesiyle önceki kararında direnmiştir.
Bozma ve direnme kararlarının içerik ve kapsamları itibariyle Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davalının 3533 sayılı Kanun kapsamında bulunup bulunmadığı; bu konudaki saptamaya bağlı olarak da, eldeki davaya anılan Kanun çerçevesinde mecburi Hakem tarafından mı, yoksa genel mahkemece mi bakılacağı noktasında toplanmaktadır. Bir uyuşmazlığın 3533 sayılı “Umumi Mülhak ve Hususi Bütçelerle İdare Edilen Daireler ve Belediyelerle Sermayesinin Tamamı Devlete veya Belediye veya Hususi İdarelere Ait Daire ve Müesseseler Arasındaki İhtilafların Tahkim Yolu İle Halli Hakkında Kanun” çerçevesinde çözülebilmesi için, anılan Kanunun 1. maddesindeki açık hükme göre, uyuşmazlık; umumi, mülhak ve hususi bütçelerle idare edilen daireler ve belediyelerle sermayesinin tamamı Devlete veya belediye veya hususi idarelere ait olan daire ve müesseseler arasında çıkmış olmalı ve adli yargının görev alanı içerisinde bulunmalıdır. Uyuşmazlığın her iki tarafının da bu hüküm kapsamında olması zorunludur; aksi takdirde, davaya anılan Kanun çerçevesinde Mecburi Hakem Sıfatı ile bakılamaz. ”
Somut olayda davacının anılan Kanun kapsamında bulunduğu çekişmesizdir. Keza, uyuşmazlığın adli yargının görev alanı içerisinde olduğunda da kuşku ve duraksama yoktur. Antalya’da kurulu “Antalya Elektrik Dağıtım Müessesesi A.Ş” nin, 3533 Sayılı Kanun kapsamında bulunup bulunmadığının aydınlığa kavuşturulabilmesi için, bu davalının tabi olduğu mevzuat ve hukuksal statüsü ortaya konulmalıdır.
Davalının 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname kapsamında bulunduğu açıktır. Anılan KHK, Kamu İktisadi Teşebbüslerini İktisadi Devlet Teşekkülleri ve Kamu İktisadi Kuruluşları olmak üzere iki gruba ayırmıştır. Bunlardan iktisadi Devlet Teşekkülleri, sermayesinin tamamı Devlete ait olmak, iktisadi alanda ticari esaslara göre faaliyet göstermek ve hususi hukuk hükümlerine tabi bulunmak üzere; Kamu İktisadi Kuruluşları ise, yine sermayesinin tamamı Devlete ait olmak ve tekel niteliğindeki mallar ile temel mallar ve hizmetler üretmek, pazarlamak üzere kurulmuşlardır. 233 sayılı KHK’nin 1. maddesinde İktisadi Devlet Teşekküllerinin ticaret şirketleri gibi verimlilik ve karlılık ilkeleri doğrultusunda çalışacakları vurgulanmış, sonraki hükümlerde Teşebbüslerin Kuruluş ve müesseseler biçimde teşkilatlanacakları açıklanmış, 16. maddede kurulacak müesseselerin statülerini veunvanlarını ticaret siciline tescil ve ilan ettirecekleri, bunların özel hukuk hükümlerine tabi olacakları, sorumluluklarının sermayeleri ile sınırlı bulunduğu, Genel Muhasebe Kanunu ile İhale Kanunu hükümlerinin bunlara uygulanmayacağı, Sayıştay denetimine tabi olmadıkları hükme bağlanmıştır. Kanun koyucunun özel hukuk hükümlerine tabi tutmak suretiyle, bunların birer ticaret şirketi veya tacir olduklarını benimsediği anlaşılmaktadır. 233 sayılı KHK’nin 5.7/2. maddesindeki, teşebbüslerin taşınır ve taşınmaz her türlü mallarının haczedilemeyeceğine dair hüküm 14.9.1994 gün 4011/1 sayılı Kanun ile iptal edilerek, bu teşebbüslerin mallarının haczedilebileceği hükmü getirilmiştir. Öte yandan, Vergi Usul Kanunu’nda da, müesseselerin tacirler gibi defter tutacakları ve gelirlerinin kurumlar vergisine tabi bulunduğu kabul edilmiştir.
233 sayılı KHK hakkındaki bu kısa açıklamadan sonra, davalı TEDAŞ’ın ana statüsü bakımından incelenmesinde yarar görülmüştür.
Türkiye Elektrik Kurumu 233 sayılı KHK’nin verdiği yetki ile Resmi Gazetenin 9 Kasım 1984 sayısında yayımlanan Ana Statü ile kurulmuş olup, Statünün 3. maddesinde kurumun tüzel kişiliğe sahip, faaliyetlerinde özerk, hususi hukuk hükümlerine tabı ve sorumluluğu sermayesi ile sınırlı bir Kamu İktisadi Kuruluşu olduğu açıklanmıştır. 12.8.1993 gün ve 93/4789 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Türkiye Elektrik Üretim İletim A.ş. ( TEAŞ ) ve Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş. ( TEDAŞ ) unvanı ile İktisadi Devlet Teşekkülleri ile aralarında hizmet bağıtı bulunduğuna göre, mevcut münasebetin hususi hukuk icaplarına ve aradaki bağıt hükümlerine göre çözümlenmesi gerektiği” vurgulanarak bu kuruluşların sermayesi Devlet tarafından konulsa bile özel hukuk tüzel kişisi oldukları ve doğan uyuşmazlık hakeme gitmeden özel hukuk hükümlerine göre genel adli yargı içinde çözümlenebileceği açıklanmıştır.
Yargıtay’ın kararlılık gösteren uygulamasında da, 3533 sayılı Kanun kapsamında bulunan kurumlarla KİTler arasında çıkan uyuşmazlıkların 3533 sayılı Kanun çerçevesinde Zorunlu Tahkimde değil, Genel mahkemelerde görüleceği benimsenmiştir ( Hukuk Genel Kurulu’nun 25.2.2004 gün ve E: 2004/4-410, K: 2004/113; 19.10.2005 gün ve E:2005/3-560, K:2005/587; 7.12.2005 gün ve E: 2005/4-650, K: 2005/711 sayılı kararları bu yöndedir ).
Buraya kadar söylenenlerin ortaya koyduğu sonuç şudur: Kamu İktisadi Teşebbüsleri ticari işletme kurup işlettikleri için, tacirdirler. Sermayelerinin Devlete ait olması ve bazı yönetim organlarının tayin usullerinin özellik arz etmesi, bu kurumlara kamu hukuku müessesi vasfı kazandırmaz; özel hukuk tüzel kişileridirler ve haklarında hususi hukuk hükümleri uygulanır. Bu nedenlerle olayda 3533 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanma olanağı bulunmamaktadır. Önemle belirtilmelidir ki; mecburi tahkim, istisnai bir yoldur ve bu nedenle de, aralarındaki uyuşmazlıkların bu yolla çözülebileceği kurumlar özel bir kanunla, tahdidi ( sınırlayıcı ) bir biçimde gösterilmiştir. Kanunun sınırlayıcı yöntemle belirlediği bir kapsamın yorum yoluyla genişletilmesi ve bu meyanda, herhangi bir kurumun, salt sermayesinin Devlete ait olması ve bazı yönetim organlarının tayin usullerinin özellik arz etmesi gibi unsurlar göz önünde tutularak Kanun kapsamına dahil edilmesine çalışılması, en başta yorum ilkelerine ters düşer. Hal böyle olunca, davaya genel mahkeme sıfatıyla bakılıp sonuçlandırılması usul ve kanuna uygun olup, yerel Mahkemenin bu konuya ilişkin direnmesi yerindedir. Ne var ki, işin esasına yönelik temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden, davacı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
SONUÇ : Açıklanan gerekçeyle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesi için, dosyanın 4. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 22.03.2006 gününde oybirliği ile karar verildi.