Etiket arşivi: verilmeli

Ayrı yaşam hakkını kazanan kadına tedbir nafakası verilmeli geliri miktara etkili olur

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 2011/3-635 esas ve 2011/688 karar sayılı 23.11.2011 tarihli kararı

Ayrı yaşam hakkını kazanan kadın için tedbir nafakası verilmesi gerekir. Kadının gelir durumu ancak takdir edilecek nafaka miktarına etkili olabilecektir.

 

Özet

Taraflar arasındaki “nafaka” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Karadeniz Ereğli 2.Asliye Hukuk Mahkemesince(Aile Mahkemesi sıfatıyla) davanın davacı eş yönünden reddine, davacı çocuk yönünden kabulüne dair verilen 08.04.2010 gün ve 2009/203 E.,-2010/227 K. sayılı kararın incelenmesi taraf vekillerince istenilmesi üzerine, Yargıtay 3.Hukuk Dairesinin 12.10.2010 gün ve 12248 E., 16417 K. sayılı ilamı ile;

(…Davacı vekili dilekçesinde, tarafların evli olup ayrı yaşadıklarını, davalının evi ve ailesi ile ilgilenmediğini beyan ederek, davacı kadın için 1200 TL. ,müşterek çocuk için 500 TL. tedbir (reşit olduktan sonra yardım nafakası olarak devam etmek üzere ) nafakasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Mahkemece, davacı kadın yönünden, her ne kadar ayrı yaşamda haklılık varsa da , tarafların gelir durumlarının aynı olup, davacı kadının nafakaya ihtiyaç duymadığı gerekçesi ile davanın reddine, müşterek çocuk yönünden ise aylık 750 TL. nafakaya karar verilmiştir.

TMK’nun 195. maddesi uyarınca, evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerin yerine getirilmemesi veya evlilik birliğine ilişkin önemli bir konuda uyuşmazlığa düşülmesi halinde eşler ayrı ayrı veya birlikte hakimin müdahalesini isteyebilirler. Hakim, gerektiği takdirde eşlerden birinin istemi üzerine Kanunda öngörülen önlemleri alır.Aynı yasanın 197. maddesine göre de; eşlerden biri, ortak hayat sebebiyle kişiliği, ekonomik güvenliği veya ailenin huzuru ciddi biçimde tehlikeye düştüğü sürece ayrı yaşama hakkına sahiptir.

Birlikte yaşamaya ara verilmesi haklı bir sebebe dayanıyorsa hakim, eşlerden birinin istemi üzerine birinin diğerine yapacağı parasal katkıya, konut ve ev eşyasından yararlanmaya ve eşlerin mallarının yönetimine ilişkin önlemleri alır.

Tedbir nafakasında eşlerin birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlıkları ile katkıda bulunmaları gerekir ( TMK md. 186/son ). Davacı eşin ekonomik durumunun davalı ( kocadan )daha iyi olması ya da aynı olması, davalı kocayı tedbir nafakası yükümlülüğünden kurtarmaz. Ancak, hükmedilecek nafakanın miktarını tayinde bu husus dikkate alınmak zorundadır. Böylece “hakkaniyet” ilkesine uygun bir nafaka tespit edilebilir ( TMK. md. 4 ).

Öyle ise mahkemece, yukarıdaki ilke ve esaslar gözetilerek davacı kadın yararına uygun bir nafakaya karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde hüküm tesisi bozmayı gerektirmiştir.

Kabule göre de, davacı anne de müşterek çocuğun eğitim ve diğer giderlerine de, katılmak mecburiyetinde olduğundan dolayı, müşterek çocuk yararına hükmedilen nafaka tutarı da fahiş bulunmuştur. ..)

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN:Taraf vekilleri

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, eş için tedbir, çocuk için reşit olana kadar iştirak, reşit olduktan sonra yardım nafakası istemine ilişkindir.

Davacı, davalı eşinin kendisini sadakatsizlikle suçlayıp, hakaret ettiğini bu nedenle ayrı yaşamaya başladıklarını müşterek çocuk için aylık 1.200.00 TL, kendisi için aylık 500.00 TL tedbir, iştirak ve yardım nafakasının davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece; davacı eşin ayrı yaşamakta haklı olduğunun anlaşıldığı, ancak davacı eşin açtığı davanın niteliği itibarıyla tedbir nafakası davası olduğu, tarafların ekonomik ve sosyal durumlarının araştırılması sonucunda ekonomik durumlarının aynı olduğunun belirlendiği, davacı eş için alınacak bir tedbir ya da ayrı yaşamakta haklı olması nedeniyle davalının maddi katkı yapmasını gerektirir bir durum olmadığı, davacı eşin mevcut ekonomik durumu itibarıyla nafakaya ihtiyacı bulunmadığı, kusur durumunun boşanma halinde tazminat açısından değerlendirilebileceği anlaşıldığından davacı eşin kendisi yönünden açtığı davanın reddine; ancak tarafların ayrı yaşadıklarının ve davacı çocuğun diğer davacı anne yanında kaldığının sabit olması karşısında bu davacının açtığı davanın kısmen kabulü ile davacı reşit olana kadar iştirak, reşit olduktan sonra yardım nafakasının davalıdan alınmasına karar verilmiştir.

Taraf vekillerinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece, davacı kadın yararına uygun bir nafakaya karar verilmesinin gerektiği, ayrıca “kabule göre” başlığı altında da, davacı annenin de müşterek çocuğun eğitim ve diğer giderlerine katılmak mecburiyetinde olması nedeniyle, müşterek çocuk yararına hükmedilen nafaka tutarının fahiş olduğu gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Mahkeme; her iki bozma nedenine karşı önceki kararında direnmiş; hükmü davacı vekili tedbir nafakası, davalı vekili de iştirak nafakası, noktalarından temyize getirmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacı kadın yararına uygun bir nafakaya hükmedilmesinin gerekip gerekmediği; ayrıca müşterek çocuk yararına hükmedilen nafaka tutarının fahiş olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır.

I-Ön soruna ilişkin değerlendirme:

Hukuk Genel Kurulu’nda yapılan görüşme sırasında öncelikle; Hukuk Genel Kurulu’nun usulüne uygun kararları inceleyeceği, kabule göre bozma olamayacağı; Özel Daire bozma ilamının içeriğine göre son cümlesinin başında yer alan “kabule göre” ibaresinin sehve dayalı olup olmadığı, metinden çıkarılması gerekip gerekmediği oylanmış; mahkeme kararının iki ayrı nafaka istemine ilişkin olup, ilk açıklamaların davacı kadının nafaka istemiyle ilgili olduğu, kabule göre ibaresiyle başlayan bozma nedeninin ise iştirak nafakasına ilişkin bulunduğu, bu bozma nedeninin ilk bozma nedeniyle bağlantılı olmamasına göre kabule göre başlığı altında yapılmasına gerek bulunmadığı; sehve dayalı kullanılan bu ibarenin metinden çıkarılması gerektiği, “kabule göre” ibaresi ile başlayan bölümün ayrı bir bozma nedeni olarak bozma kapsamına dahil olduğu, oyçokluğu ile kabul edilmiştir.Bozma ve direnme kararları bu kapsamda ele alınarak; incelenmiş ve işin esası üzerinde görüşülmüştür.

II-İşin esası yönünden değerlendirme:

A-Davacı vekilinin tedbir nafakasına yönelik temyizi yönünden:

İlkin, konuya ilişkin yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır:

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun:

“Birliğin Korunması” üst başlıklı ve genel düzenleme içeren 195. maddesinde:

” Evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerin yerine getirilmemesi veya evlilik birliğine ilişkin önemli bir konuda uyuşmazlığa düşülmesi hâlinde, eşler ayrı ayrı veya birlikte hâkimin müdahalesini isteyebilirler. Hâkim, eşleri yükümlülükleri konusunda uyarır; onları uzlaştırmaya çalışır ve eşlerin ortak rızası ile uzman kişilerin yardımını isteyebilir. Hâkim, gerektiği takdirde eşlerden birinin istemi üzerine kanunda öngörülen önlemleri alır.”

“Birlikte Yaşamaya Ara Verilmesi” başlıklı 197.maddesinde:

“Eşlerden biri, ortak hayat sebebiyle kişiliği, ekonomik güvenliği veya ailenin huzuru ciddî biçimde tehlikeye düştüğü sürece ayrı yaşama hakkına sahiptir. Birlikte yaşamaya ara verilmesi haklı bir sebebe dayanıyorsa hâkim, eşlerden birinin istemi üzerine birinin diğerine yapacağı parasal katkıya, konut ve ev eşyasından yararlanmaya ve eşlerin mallarının yönetimine ilişkin önlemleri alır.”

“Hak ve Yükümlülükler” üst başlıklı 185.maddesinin ikinci fıkrasında:

“Eşler, bu birliğin mutluluğunu elbirliğiyle sağlamak ve çocukların bakımına, eğitim ve gözetimine beraberce özen göstermekle yükümlüdürler.”

“Konutun Seçimi, Birliğin Yönetimi ve Giderlere Katılma” başlıklı 186.maddesinin son fıkrasında:

“Eşler birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlıkları ile katılırlar”

“Hakimin Takdir Yetkisi” başlıklı 4.maddesinde ise:

“Kanunun takdir yetkisi tanıdığı veya durumun gereklerini ya da haklı sebepleri göz önünde tutmayı emrettiği konularda hakim, hukuka ve hakkaniyete göre karar verir.”

düzenlemeleri yer almaktadır.

Tüm bu hükümler göstermektedir ki, eşlerden biri, ortak hayat sebebiyle kişiliği, ekonomik güvenliği veya ailenin huzuru ciddi biçimde tehlikeye düştüğü sürece ayrı yaşama hakkına sahiptir ve birlikte yaşamaya ara verilmesi haklı bir sebebe dayanıyorsa hakim, eşlerden birinin istemi üzerine birinin diğerine yapacağı parasal katkıya, konut ve ev eşyasından yararlanmaya ve eşlerin mallarının yönetimine ilişkin önlemleri alır. Ayrıca, evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerin yerine getirilmemesi veya evlilik birliğine ilişkin önemli bir konuda uyuşmazlığa düşülmesi halinde eşler ayrı ayrı veya birlikte hakimin müdahalesini isteyebilirler. Hakim, bu halde de gerektiği takdirde eşlerden birinin istemi üzerine Kanunda öngörülen önlemleri alır. Tedbir ve iştirak nafakası da hakimin alacağı bu önlemler arasındadır. Hakim, Kanunun takdir yetkisi tanıdığı veya durumun gereklerini ya da haklı sebepleri göz önünde tutmayı emrettiği konularda hukuka ve hakkaniyete göre karar verecektir.

Diğer taraftan, ayrılık durumunda evlilik birliği hukuken devam ettiğine göre, eşler birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlıkları ile katkıda bulunmak durumundadır. Bu nedenle, ayrı yaşamda haklı olan eş, diğer eşten tedbir nafakası isteyebilir. Tedbir nafakasının niteliği ve yasal düzenleme gereği davalı (koca), birliğin giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır (TMK md.186/3). Davacının (kadının) gelirinin bulunması, davalının (kocanın) ortak giderlere (elektrik, su, telefon, kira, yakıt parası vs) katılma yükümlülüğünü tamamen ortadan kaldırmaz; bu durum sadece nafaka miktarının takdirinde etkili olabilir. Davacının (kadının) gelirinin bulunması, ona tedbir nafakası bağlanmasını engelleyici bir hal değildir.Hâkim, eşlerin birlikte yaşarken sürdürdükleri hayat seviyesini ayrı yaşamaları halinde de korumaları gerektiğini gözetmeli; “hakkaniyet” ilkesine uygun bir nafaka takdir etmelidir.

Somut olay yönünden yapılan değerlendirme sonunda çoğunlukça; açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler ile yargısal uygulama gözetildiğinde, özellikle ayrı yaşam hakkını kazanan kadın için tedbir nafakası verilmesinin yıllardır kabul gördüğü; ayrı yaşayan eşin ekonomik durumu iyi olsa dahi 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun yukarıda açıklanan hükümlerine göre az veya çok katkıda bulunacağı; kadının gelir durumunun ancak takdir edilecek nafaka miktarına etkili olabileceği görüşü benimsenerek, sonuçta davacı kadın yararına tedbir nafakasına hükmedilmesi gerektiği oy çokluğu ile kabul edilmiştir.

Yukarıda açıklanan ilke ve esaslar gözetilerek, ayrı yaşamakta haklı olan davacı eş için de hakkaniyet uygun bir miktar tedbir nafakasına hükmolunması gerekirken, istemin reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, direnme kararının açıklanan nedenlerle bozulması gerekir.

B-Davalı vekilinin çocuk için hükmedilen iştirak (reşit olunmakla yardım) nafakasına yönelik temyizine gelince;

Yukarıda açıklandığı üzere yapılan ilk oylamada bozma ilamının son cümlesindeki “kabule göre” ibaresi çıkarılarak bozma kapsamına alınan bu bozma nedenine yönelik temyiz incelemesinde çocuk hakkında hükmedilen nafaka miktarının fahiş olup olmadığı hususunun ayrıca oylanması sonucunda; tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nun çoğunluğunca da Özel Daire bozma kararı benimsenmiş olmakla; bozmaya uyulmak gerekirken,önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle de direnme kararı bozulmalıdır.

S O N U Ç : Yukarıda;

1- (I). bölümde açıklanan nedenlerle bozma ilamının son cümlesinde sehven yer verilen “kabule göre” ibaresinin bozma metninden çıkarılmasına, oyçokluğu ile;

2- (II).bölümde (A) başlığı altında açıklanan gerekçelerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile; tedbir nafakasına ilişkin direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3″ atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, oyçokluğu ile;

3- (II).bölümde (B) başlığı altında açıklanan gerekçelerle, davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile; iştirak (reşit olunmakla yardım) nafakasına ilişkin direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3″ atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, oyçokluğu ile; 23.11.2011 gününde karar verildi.

Madende ölüm olayında taksirle değil olası kastla öldürmeden ceza verilmeli

Yargıtay 2009’da 19 madencinin öldüğü Mustafakemalpaşa’daki kazada verilen 5 yıl cezayı bozdu. Yargıtay, sanıkların ‘Olası kasıtla adam öldürmekten’ yargılanmasına hükmetti.

‘Olası kasıtla cinayet’tir 20 yıldan az ceza olamaz

Soma maden faciasında yaşamlarını yitiren 301 madenciyle ilgili soruşturma sürerken, maden kazalarına emsal karar Yargıtay 12.Ceza Dairesinden geldi. Yargıtay, 19 kişinin yaşamını yitirdiği Mustafakemalpaşa’daki grizu patlamasında maden işletmecileri ve sorumlularının “olası kastla adam öldürmek”ten ceza almalarını istedi. Yargıtay sanıklara verilecek cezanın 20 yıldan az olmayacağına hükmetti.

Bursa’nın Mustafakemalpaşa ilçesine bağlı Bükköy’de 2009’da meydana gelen grizu patlamasında 19 kişi yaşamını yitirdi. Bursa 3.Ağır Ceza Mahkemesi, aralarında Bükköy Madencilik Yönetim Kurulu Başkanı Nurullah Ercan’ın da bulunduğu 6 sanığa TCK’nın “taksirle öldürme” hükmü uyarınca 5 ile 6 yıl arasında değişen hapis cezaları verdi. Bu karara yapılan itirazı görüen Yargıtay 12.Ceza Kasım 2013’te aldığı bir kararla yerel mahkeme kararını oybirliğiyle bozdu. Bozma gerekçesinde ise Soma’daki maden kazasına benzer ihmaller silsilesi tek tek irdelendi.

Taksirli öldürme uygulanamaz

Kararda Soma’daki faciya benzer ihmaller tek tek sıralandı. Yargıtay işveren başta olmak üzere maden ocağı sorumlularının “taksirle öldürmek”ten değil, “olası kastla ölüme sebebiyet vermekten” ceza almaları gerektiğini belirtti. Kararda, bütün ihmallerin açık olması, ve tehlikenin bilinmesine rağmen gerekli önlemlerin alınmamış olmasına işaret edilerek “bu neticeden olası kast hükümleri uyarınca sorumlu tutulmaları gerektiği ve olası kastla adam öldürme suçunun unsurlarının oluştuğu gözetilmelidir” denildi.

380 yılla yargılanacaklar

Yargıtay’ın bu kararının ardından yerel mahkeme, her bir madenci için önce “adam öldürmekten” ceza verecek. “Olası kast” kapsamında müebbet hapis cezası, 20 ile 25 yıl arasında değişen hapis cezası olarak uygulanacak. 19 madenci için ayrı ayrı verilen hükümler toplanarak sanıkların cezası belirlenecek. Yani her bir sanık en az 380 yıla varan hapis cezaları alabilir.

‘Gerçek içtima uygulanır’

Emekli Cumhuriyet Başsavcısı Reşat Petek konuyla ilgili “Yargıtay’ın gerekçesine göre eylem olası kast kabul edilmesi halinde, ölen her işçi için kasten öldürmek suçundan uygulama yapılıp olası kast hükümlerine göre indirime gidilir. Diğer deyimle fikri içtima değil gerçek içtima hükümleri uygulanır” dedi.

Ufuk Üniversitesi Ceza Mahkemesi Anabilim Dalı Başkanı Yard.Doç.Dr. Sinan Kocaoğlu da , “olası kast ile adam öldürme suçundan açılacak bir davada, eğer suç sübut bulursa, mahkemenin “gerçek içtima” kuralları ile sanıklara ceza vermesi, yani davaya konu kaza neticesinde ölmüş madenci sayısı kadar ayrı ayrı ve toplam bir cezaya hükmetmesi gerekecektir” dedi.

TCK 21. Madde düzenliyor

TCK’nın “Taksirle öldürme” suçunu düzenleyen 85.maddesi 2 yıldan 15 yıla kadar hapis cezası öngörüyor. Olası kastı düzenleyen 21.maddede ise ağır müebbet gerektiren suçlarda müebbet, müebbet hapis suçlarında 20 yıldan 25 yıla kadar, diğer ağır suçlarda ise ceza 3’te 1’den yarısına kadar indiriliyor.

Soma ile aynı ihmaller

Yargıtay’ın bozma kararı verdiği Mustafakemalpaşa’daki kaza ile ilgili sıralanan ihmaller Soma’daki faciayla da bire bir örtüşüyor. Yargıtay’ın gerekçeli kararında madde madde sıraladığı İhmaller zincirlerinin başlıkları şöyle:

– Metan gazı gözardı edildi.

– Erken uyarı sistemi kurulmadı.

– Yeterli sayıda gaz ölçüm cihazı yok.

– KÜLDESAK yani yeterli havalandırma sistemi kurulmadı.

– Grizu olduğu biliniyordu.

– İş güvenliği dersi verilmedi.

– Emniyete aykırı ocak işletildi.

– Çalışanların ocakta sigara içmesine göz yumuldu.

Haksız olma ihtimali olsada talepte bulunandan teminat alınarak ihtiyati tedbir verilmeli


YARGITAY 1. Hukuk Dairesi 2012/436 E.N , 2012/7 K.N.

İHTİYATİ TEDBİR KARARI TAPU İPTALİ VE TESCİL

İçtihat Metni:

Taraflar arasında görülen davada;

Muris muvaazası hukuksal nedenine dayanarak tapu iptal ve tescili ile ihtiyati tedbir isteğini içeren dava dilekçesiyle açılan ve derdest olduğu anlaşılan 04.11.2011 tarihli davada yerel mahkemece ihtiyati tedbir talebinin reddine dair 11.11.2011 tarih ve 2011/518 esas sayılı karar davacı vekili tarafından temyiz edilmekle evrak tetkik edildi, temyiz isteğinin süresinde yapıldığı görüldü, gereği düşünüldü.

-KARAR-

Hemen belirtilmelidir ki, 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren ve 1086 sayılı HUMK’nu iptal eden 6100 sayılı HMK’nın da 1086 sayılı Yasanın 101 ve takip eden maddelerindeki ihtiyati tedbirle ilgili öngörülen düzenlemelerden ayrılacak değişik hükümlere yer verilmiştir. Bunlardan bir tanesi ihtiyati tedbir isteğinin reddine dair verilen veya itiraz üzerine verilen karara karşı kanun yolunun açılmış olması, öncelikle incelenip, kesin olarak karara bağlanmasıdır.(6100 sayılı HMK. 391/3 Md.)

Bilindiği ve öğretide de kabul edildiği üzere ihtiyati tedbir “…kesin hükme kadar devam eden yargılama boyunca, davacı veya davalının (dava konusu ile ilgili olarak) hukuki durumunda meydana gelebilecek zararlara karşı öngörülmüş geçici nitelikte, geniş veya sınırlı olabilen hukuki korumadır.” şeklinde tarif edilmiştir. (Medeni Usul Hukuku 12.Baskı Sh.714-Prof. Dr. Hakan Pekcantez, Prof. Dr. Oğuz Atalay, Prof. Dr. Muhammet Özeker) Anılan tariften de anlaşılacağı üzere ihtiyati tedbir diğer fonksiyonları yanında davanın devamı sırasında ve verilecek hükmün kesinleşmesine kadar olan süreç içerisinde dava konusu şey üzerinde yeni bir takım ihtilafların çıkmasını da önleyici niteliği itibariyle geçici bir hukuki korumadır.

Nitekim 6100 sayılı HMK’nın onuncu kısmının birinci bölümünde düzenlenen ihtiyati tedbir müessesesi 389.madde başlığında “geçici hukuki korumalar” olarak vasıflandırılmış ve aynı maddenin birinci fıkrasında “mevcut durumda meydana gelebilecek bir değişme nedeniyle hakkın elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından yada tamamen imkansız hale geleceğinden veya gecikme sebebiyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hallerinde, uyuşmazlık konusu hakkında ihtiyati tedbir kararı verilebilir” şeklinde şartları belirtildikten sonra takip eden maddelerde bu konudaki talep verilecek karar ve içereceği hususlar, teminat, kararın uygulanması… …. gibi sair hususlar da duraksamaya yer bırakmayacak şekilde takip edilmesi ve yapılması gerekli usul ve prosodür vazedilmiştir.

Anılan yasal düzenlemeler ışığında somut olaya bakıldığında; davacı dava dilekçesinde murisin yapmış olduğu temliki tasarrufun mirasçıdan mal kaçırmak amacı ile gerçekleştirildiğini iddia ederek temlike konu taşınmazın tapuda kayıtlı olduğu il, ilçe, ada, parsel sokak adı gibi belirgin tüm hususiyetlerini bildirerek, davalının yargılama sırasında taşınmazın üçüncü kişilere satılması, devir veya temlikinin önlenmesi bakımından tedbir kararı konulması isteğini açıklamıştır. O halde, isteğin taşınmazın sicil kaydına ahara devrinin önlenmesi yönünden davalı olduğu bildirilerek el değiştirmesinin önlenmesi bakımından geçici hukuki koruma niteliğindeki ihtiyati tedbir kararı konulmasından ibaret olduğu sabittir.

Diğer taraftan, ihtiyati tedbir kararının kabul edilebilmesi bakımından yasanın 390/3. maddesi hükmünde ihtiyati tedbir isteyenin haklılığı konusunda tam kanaat değil, kuvvetle muhtemel yaklaşık bir kanaatin yeterli olacağı öngörülmüş olup, Yasanın hükümet gerekçesinde de belirtildiği üzere yaklaşık ispat durumunda “…hakim o iddianın ağırlıklı ihtimal olarak doğru olduğunu kabul etmekle birlikte zayıf bir ihtimalde olsa aksinin mümkün olduğu ihtimalini gözardı edemez… bu sebepledir ki haksız olma ihtimali de dikkate alınarak talepte bulunandan teminat alınması…” hükme bağlanmıştır.

Esasen, davacının iddiasında haklılığını ispat konusunda “tapu ve nüfus kaydı, mirasçılık belgesi, tanık beyanları, keşif, bilirkişi, yemin… gibi” delillere dayanıldığı dava dilekçesiyle sabittir.

Öyleyse, yerel mahkemenin ihtiyati tedbir talebinin reddine ilişkin kararının doğru ve yasal olduğu söylenemez.

Hal böyle olunca, davacının temyiz talebi yerindedir. Kabulü ile yerel mahkemenin kararının HMK’nın geçici 3/2 maddesi hükmü aracılığı ile 1086 sayılı HUMK.’nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 10.01.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.