Etiket arşivi: Y.H.G.K.

Y.H.G.K. 11.5.2011 E.2011/5-148 – K.2011/303

– Belediyenin İmar Planını Harekete Geçirmeyerek Mülkiyet Hakkını Kısıtlaması (Kamulaştırmasız El Atma) – Kamulaştırmasız El Atma Tazminatı (Belediyenin İmar Uygulaması Ve Kamulaştırma Yapmayarak Mülkiyeti Tahdit Etmesi) – Mülkiyet Hakkının Kısıtlanması (Belediyenin İmar Planını Harekete Geçirmeyerek Kamulaştırma Yapmaması – Kamulaştırmasız El Atma) TMK.683 – 3194 Sa.Ka.8, 10, 13/1-2-3 – 82An.13,35/2-3,46 – HUMK.440 – 743 Sa.Ka.618 – […]

Y.H.G.K. 17.3.2010 E.2010/4-130 – K.2010/161


 Y.H.G.K. 17.3.2010 E.2010/4 130 – K.2010/161

– Alkollü Arkadaşına Otomobil Kulladırtanın Sorumluluğu
– Haksız Fiilden Doğan Tazminatın İndirilmesi
– Haksız Fiil Tazminatının Ortadan Kalkması
– Hatır İçin Taşıma (Sürücünün Sorumluluğu)
– Ortak Kusur (Trafik Kazası – Müterafik Kusur)
– Kusurun Objektifleştirilmesi (Ortak Kusur)
– Zararın Oluşunda İlliyet Bağının Ortadan Kalkması (Zarar Görenin Ağır Kusuru)
– Zarar Görenin Kusuru (Ortak Kusur – Ağır Kusur)
– Zarar Görenin Zarara Razı Olması

TMK.2,24 – 2918 Sa.Ka.87 – BK.43,44

Dava, trafik kazasına bağlı yaralanma ve araç hasarı nedeniyle maddi tazminat istemine ilişkindir.
Davacının aracı kendisinin alkolsüz kullanması gerektiğini bilmesine rağmen alkol alıp, manevi baskı yaparak alkol aldığını bildiği kız arkadaşına aracı kullandırmasında, davacının ortak kusurunun daha ağır olduğu açıktır.
Ancak davacının kusurunun, tazminat hükmünden tamamen sarfınazar edilmesini gerektirecek ağırlıkta olmadığının da kabulü gerekir; aksi hak ve adalete, maddenin getiriliş amacına uygun düşmez. Bu hal olsa olsa tazminatın kapsamına tesir edebilecek (hatır için taşımada BK. 43, ortak kusurda BK. 44 ve buna göre hesaplanacak tazminattan indirim) nedenler olarak değerlendirilebilir.
Yerel Mahkemece, davacının zarar iddiası hakkında gerekli araştırma ve inceleme yapılmalı, zararlandırıcı olayın oluşumunda tarafların ortak kusur durumu ve bunun etki derecesi tespit edilip davacının kusurunun daha ağır olduğu gözetilmek suretiyle, gerçekleşecek zarardan ortak kusuru nedeni ile bir indirim yapılıp kalanının tazminat olarak hüküm altına alınması yönünde karar verilmelidir.

DAVA ve KARAR:

Taraflar arasındaki “maddi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;

İzmir 9. Asliye Hukuk Mahkemesi`nce davanın reddine dair verilen 5.11.2007 gün ve 2006/391 E. 2007/366 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine,

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi`nin 19.1.2009 gün ve 2008/5867 E., 2009/604 K. sayılı ilamı;

(…Dava, trafik kazasına bağlı yaralanma ve araç hasarı nedeniyle maddi tazminat istemine ilişkindir.

Mahkemece davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Dava dosyasındaki delil ve belgelerden, davacı ile davalının arkadaşlık ilişkisi içinde davacının çalıştığı işyerine ait otomobil ile birlikte akşam yemeğine gittikleri, yemekte her ikisinin de alkol aldıkları, davacının bu yüzden aracı kullanmaktan kaçınarak davalının kullanmasını istediği, davalının başlangıçta kullanmak istememesine rağmen daha sonra aracı kullanmaya razı olduğu anlaşılmaktadır.

Davalı böylece alkollü olarak araç kullandığı sırada dava konusu trafik kazasına yol açmıştır.

Dava konusu olayın gerçekleşmesinde davalının kusuru bulunmakta birlikte, onun alkollü olduğunu bilerek ve kendisi de alkollü olduğu için aracın kullanımını davalıya bırakan davacının da olayda kusurlu davranışları bulunmaktadır.

Bunun yanında olayın yakın arkadaşlık ilişkileri içerisinde gerçekleşmiş bulunmasından kaynaklanan özellikler de gözetildiğinde davalının zararın tamamından sorumlu tutulması hakkaniyete uygun düşmez ise de, bu durum davalının sorumluluğunu tamamen ortadan kaldırmaz. Sadece BK. 43. maddesi uyarınca tazminattan indirim nedeni olarak değerlendirilebilir. O halde hakkaniyete uygun bir oranda indirim yapılmak suretiyle davalının sorumluluğuna karar verilmelidir. Yerel Mahkemece bu yönler üzerinde durulmadan yazılı şekilde davanın tümden reddine karar verilmesi doğru olmamış, hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir…)

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu`nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI:

Dava, maddi tazminat istemine ilişkindir.

Mahkemece, davacının aracı dönüş yolunda kendisinin kullanması gerektiğini bildiği halde aşırı derecede alkol aldığı, kız arkadaşı olan davalının da aşırı derecede alkol aldığını bilmesine rağmen, manevi baskı ile aracın anahtarını davalıya vererek aracı kullanması yönünde ikna ettiği, araç sevk ve idaresinin davalıya bırakılması halinde böyle bir kazanın meydana geleceği ve zararın oluşacağı çok kuvvetle muhtemel olduğundan, bunun davacı tarafından öngörülmesi gerektiği, kaldı ki davacının bu hususu bildiğinden, kazadan sonra kimseden şikayetçi olmayıp hasar ve kusur yönünden sorumluluğun tamamen kendisine ait olduğunu beyan ederek araç yönünden hasarı karşıladığı, ancak aradan belli bir süre geçtikten sonra bu davayı ikame ettiği, bu durumda davacının ortak kusurunun etki ve derecesinin son derece ağır olup, zarar verenin hukuka aykırı davranışının ikinci planda kaldığı ve bu nedenle tazminattan tamamen vazgeçilmesinin hak ve adalete uygun hale gelip davacının da dava açmasının MK`nun 2. maddesinin iyi niyet ve hakkaniyet ilkesi ile örtüşmediği, gerekçesiyle istemin reddine karar verilmiştir.
Özel dairenin yukarıda yazılı bozma kararı üzerine yerel mahkemece; önceki kararda direnilmiş; direnme kararı, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalının hukuka aykırı davranışı sonucu oluşan zarar nedeniyle, davacının birlikte kusurunun, davalının davacıya karşı olan tazminat sorumluluğunu tamamen ortadan kaldırıp kaldırmayacağı noktasında toplanmaktadır.

Öncelikle, konuya ilişkin kavramlar ve ilgili yasal düzenlemelerin Melenmesinde yarar bulunmaktadır.

Maddi tazminat; maddi zararın, yani bir kimsenin mamelekinde iradesi dışında meydana gelen eksilmenin giderilmesi için, sorumlu olan şahıs tarafından yerine getirilmesi gereken edadır.

Diğer bir tanımla da tazminat, borçlu tarafından yapılan ve alacaklı mamelekin-deki eksilmeyi telafi eden bir edadır.

Tazminat, hiçbir şekilde zarar miktarından fazla olamaz. Zarar miktarı tazminatın azami sınırını teşkil eder (Turgut Uyar, Açıklamalı – İçtihadı Borçlar Kanunu Genel Hükümler, Birinci Cilt, 1990 bası, s. 549).

Tazminat hukukunun bir ilkesi olarak, sorumluluk şartları gerçekleştiği takdirde, zarar veren, zarar görenin malvarlığında oluşan eksilmeyi gidermek durumundadır. Ne var ki, zararın tamamen giderilmesini amaçlayan “tam tazmin” ilkesinin katı uygulaması, haksız ve adil olmayan sonuçlara yol açabilmektedir. Bu nedenledir ki, bazı hallerde somut olayda gerçekleşen özel sebepler nedeniyle tazminatta bazı indirimlerin yapılmasının hakkaniyete daha uygun düşeceği kabul edilmektedir.

Bu düşünceden hareketle, Borçlar Kanunu`nda zararın kapsamının belirlenmesinde etkili iki hüküm mevcuttur. Bunlar, 818 sayılı Borçlar Kanunu`nun 43 ve 44. maddelerinde yer alan hükümlerdir.

818 sayılı Borçlar Kanunu`nun 44. maddesi bir anlamda, 43. maddeyi tamamlamaktadır. Zira, Borçlar Kanunu`nun 43. maddesi hakimin tazminatın miktarını hal ve duruma ve kusurun ağırlığına göre belirlenmesini emretmişken; 44. maddesi tazminattan indirim yapılmasını gerektiren hal ve durumlara işaret etmiştir. Her iki madde hakime, tazminatın şeklini ve kapsamını tayin etme yetkisi verdiği gibi bazı olguların varlığı halinde, tazminattan indirim yapma veya gerektiğinde tamamen kaldırma yetkisi de tanımıştır.

818 sayılı Borçlar Kanunu`nun, “Tazminat Miktarının Tayini” üst başlıklı 43. maddesinin 1. fıkrası ile; hakimin, olayların özelliklerine ve durumun gereğine göre zararın miktarını tespit edeceği hükme bağlanmıştır.

Hal ve mevkiin icabından amaç, somut olayın niteliğidir. Bunun başında “haksız fiilin işleniş biçimi”, yani fiilin ağırlığı; ardından ise kusurun ağırlığı gelmektedir. Kanun bunu “hatanın ağırlığı” şeklinde ifade etmiştir. Kanun kusurun ağırlığını tazminat miktarının belirlenmesinde ölçü olarak aldığına göre, zararın hesabından sonra, sorumlu kişinin kusuru ağır ise, tazminat zarar miktarına eşit olabilir. Sorumlu kişinin kusuru hafif ise, hükmedilecek tazminat miktarı, zarara denk olmayabilir.

Burada sözü geçen, “olayın özellikleri, durumun gereği (hal ve mevkiin icabı)”, tarafların sıfatı, konumu, sosyal ve ekonomik durumları içinde değerlendirilebilecek geniş yoruma açık kavramlardır.

Bu kapsamda; zararlı sonuç doğuran olayın, failin, zarar gören yararına bir davranışta (hatır işinde) bulunduğu sırada meydana gelmesi de gösterilebilir. Gerçekten de zarar, zarar verenin hiçbir karşılık almadan, zarar gören yararına yaptığı bir iş, bir eylem sonucunda meydana gelmişse, hakim, olayın bu oluş tarzını da gözeterek tazminattan indirim yapabilecektir. Hatır işleri ve bu arada özellikle de hatır taşımacılığı, bir indirim sebebi olarak 2918 sayılı Karayolları Trafik Yasası`nın 87/1. maddesinde hükme bağlanmıştır. Hatır için taşımada salt yolcunun yararı bulunduğu açıktır. Buradaki amaç, olayın özelliklerine göre hakkaniyete uygun bir sonuca ulaşmaktır.

Bu düzenlemeye göre hakim, tazminatın şeklini somut olayın niteliğine göre tayin etme olanağına sahiptir. Tazminata genellikle para olarak hükmedilmektedir. Ancak yasa hakime, para yerine başka bir tazmin şekline de karar verebilme olanağı tanımıştır. Bu anlamda olmak üzere hakim, borçluya aynen tazmin yükümlülüğü getirebilir.

Tazminattan indirim veya red sebepleri ise Borçlar Kanunu`nun 44. maddesinde düzenlenmiş olup, bu madde daha çok zarar görenle ilgilidir. “ Hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı ” yönündeki genel hukuk ilkesinin etkisiyle, maddede sayılan belirli hal ve durumlarda tazminattan indirim yapılması mümkün bulunmaktadır.

BK.`nun 44. maddesiyle 43. maddesi, birbirini tamamlayan hükümlerdir.

Zararla sonuçlanan hukuka aykırı bir davranışta bu maddenin uygulanabilmesi için öncelikle ortak kusurun belirlenmesi gerekir. Bunun için de zarar görenin zarardan kaçınma görevini yerine getirmemesi ile ortaya çıkan davranışının objektif ölçütlerle (kusurun objektifleştirilmesi) bir kusur sayılıp sayılamayacağı ve bu kusurun zararın meydana gelip gelmemesinde bir payı (illiyet bağı) olup olmadığı açıklığa kavuşturulmalıdır.

Ortak kusurun varlığı halinde, hakim, ortak kusurun tazminata etkisini başka bir anlatımla bunun “ bir tenkis sebebi ” mi, yoksa zarar ziyan hükmünden tamamen sarfınazar edilebilecek bir sebep mi olduğunu takdir edecektir. Hakim bu yolda takdir hakkını kullanırken hak ve adalete uygun sonuca varacak bir yol izlemelidir. Bunun için de, her şeyden evvel, maddenin amacının iyi bilinmesi gerekir.

Türk pozitif hukukunda Borçlar Kanunu`nun 44/1. maddesinin (hiç bir kimse kendi kusurundan yararlanamaz) ilkesine dayandığı kabul edilmektedir. Bu ilke hak ve adalet düşüncesine de (M.K. md. 2) uygun düşmektedir. Zarar gören kendi davranışıyla zarara neden olmuş ise bu zarar başkasına yüklenmemeli, payı ayrılmak suretiyle zarar verenin sorumlu olacağı miktar tespit edilmelidir (Haluk Tandoğan, Türk Mesuliyet Hukuku sh. 319; Oser Schönenberger, Borçlar Hukuku, Adalet Bakanlığı yayını, Recai Seçkin çevirisi sh. 409).

Maddenin bu amacı göz önüne alındığında; gerçek amacın ortak kusur halinde zararın bu kusura isabet payının indirilmesi olduğu; zarardan tamamen vazgeçilmesinin ise, istisnai bir durum olduğu kabul edilmelidir (Oser Schönenberger, sh. 411). İşte maddenin belirlenen bu amacı altında bir değerlendirme yapılırken, zarar verenin ve zarar görenin olay içindeki ortak kusurlu davranışlarının nedeni, çeşidi (kast-ihmal) ve zararlı sonuç ile birbirlerinin kusurlarına etki dereceleri göz önünde bulundurulmalıdır. Bu şekilde yapılacak bir değerlendirme sonucu olayda ortak kusurun etki ağırlığı o derece olmalıdır ki, zarar verenin hukuka aykırı davranışını (illiyet bağını) tamamen kesmemekle beraber, ikinci plana itsin; istisnai amaç (tazminat hükmünden tamamen sarfınazar edilmesi) hak ve adalete uygun hale gelsin.

Genellikle haksız fiilin kasten işlenmesi hallerinde; zarara etki ve ağırlığı ne olursa olsun ortak kusur, tazminattan tamamen sarfınazar edilmesini gerektirmemektedir. Zira, zarar verenin kasti bir davranışının sonucu, meydana gelen zarardaki payını ikinci plana atabilecek, bir ortak kusurlu davranış olarak kabulü hak ve adalet duygularına uygun düşmeyecektir.

818 sayılı Borçlar Kanunu`nun 44. maddesi kapsamında yer alan indirim veya ret sebepleri şu şekilde sıralanabilir;

a) Zarar görenin zarara razı olması; burada sözü edilen rıza ile hukuka uygunluk sebebi olan MK. md. 24/f. H`deki rızayı biri biriyle karıştırmamak gerekir. BK. md. 44`de öngörülen rıza, hukuka uygunluk sebebinin koşullarını taşımayan rızadır.

b) Zarar görenin kusuru (ortak kusur); BK. md. 44`e göre zarar görenin “ fiili zararın ihdasına veya zararın tezayüdüne yardım ettiği, zararı yapan şahsın hal ve mevkiini ağırlaştırdığı taktirde ” bu durum tazminattan indirim ya da tazminat isteminin reddi sebebi olabilecektir.

Haksız fiil failinin, zararın doğumuna ya da artmasına yol açan, fiili kusurlu olduğu için sorumluluğa yol açmaktadır. Ancak, bu durum zarar görenin davranışlarından kaynaklanmışsa, ortak kusurdan söz edilir.

Zarar görenin kusurlu davranışları derecesi açısından iki tür etki gösterebilir:

Zarar görenin kusuru ağır ise, bu durum illiyet bağını kesen bir sebeptir. Bu durumda, haksız fiilin illiyet unsuru gerçekleşmediği için sorumluluk söz konusu olmayacaktır. Sorumluluğun koşulları gerçekleşmediğinde, tazminat gündeme gelmeyeceği için bundan indirim de söz konusu olmayacaktır.

Zarar görenin kusurlu davranışları ağır nitelikte değilse,

haksız fiil faili doğan zarardan sorumlu olacaktır. Ancak, bu durumda zarar görenin kusurlu davranışları hükmedilecek tazminat miktarının indirilmesine ya da tazminat isteminin tamamen reddine yol açacaktır.

O halde, ortak kusur, haksız fiilde, zarar gören kişinin zararın doğumuna ya da artmasına neden olan kusurlu davranışlarını ifade eder. Zarar görenin ortak kusur teşkil eden davranışları, zararın doğumuna ya da artmasına ilişkin olabileceği gibi sorumlunun durumunu ağırlaştıran ortak kusur da olabilir.

c) Ağır kusurun bulunmadığı hallerde zarar verenin zor duruma düşecek olması nedeniyle tazminatın indirilmesi;

bu hal BK. md. 44. f. H`de düzenlenmiş olup, zarar görenden hareket ederek özel bir indirim sebebi öngörmüştür (Prof. Dr. Ahmet M. Kılıçoğlu, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 10. Bası, Turhan Kitabevi, s. 312, 313, 314).

Öte yandan, zarar gören, zararlandırıcı olayın sebep olacağı zarara önceden razı olabilir. Zarar gören, zarara açık veya örtülü bir irade beyanıyla razı olabileceği gibi, rızanın, diğer birtakım olgulardan da çıkarılması mümkündür. Bu duruma yargısal kararlarda en sık rastlanılan örnek; içkili sürücünün arabasına, onun bu durumunu bilerek binen bir kişinin, meydana gelebilecek zarara önceden, kapalı bir şekilde razı olduğunun kabulü yönündedir.

Makul bir insanın aynı şartlarda kendi yararı gereğince yapmaması gereken harekette bulunması da, zarar görenin ortak kusurunu ifade etmektedir. Zarar görenin bu kusuru, illiyet bağını kesmeyecek yoğunlukta ise tazminattan bir indirim sebebidir. Burada da hakim, somut olayın özelliklerini dikkate alarak, hakkaniyet düşüncesiyle indirim yapabilecektir.

Nitekim, Hukuk Genel Kurulu`nun 22.2.1984 gün ve 1981/4-652 E., 1984/132 K.; 18.4.1986 gün ve 1984/4-767 E., 1986/437 K.; 14.4.2004 gün ve 2004/4-207-226 sayılı kararlarında da bu ilkeler benimsenmiştir.

Somut olaya gelince; davacı ile davalının arkadaşlık ilişkisi içinde davacının çalıştığı işyerine ait otomobil ile birlikte akşam yemeğine gittikleri, yemekte her ikisinin de alkol aldıkları, davacının bu yüzden aracı kullanmaktan kaçınarak davalının kullanmasını istediği, davalının başlangıçta kullanmak istememesine rağmen daha sonra aracı kullanmaya razı olduğu, davalının alkollü olarak araç kullandığı sırada trafik kazasının gerçekleştiği hususlarında özel daire ile yerel mahkeme arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Mahkemece, davacının yemekten dönüşte aracı kullanacağı halde aşırı alkol aldığını, davalının da alkollü olduğunu bilmesine rağmen, davalıya manevi baskı yapmak suretiyle aracı kullandırmasının, tazminatı ortadan kaldıran kusur olarak kabul edilmiştir.

Yukarıda Borçlar Kanunu`nun 44/1. maddesi hakkında anlatılanlar ve verilen örnekler karşısında davacının aracı kendisinin alkolsüz kullanması gerektiğini bilmesine rağmen alkol alıp, manevi baskı yaparak alkol aldığını bildiği kız arkadaşına aracı kullandırmasında, davacının ortak kusurunun daha ağır olduğu açıktır. Ancak davacının kusurunun, tazminat hükmünden tamamen sarfınazar edilmesini gerektirecek ağırlıkta olmadığının da kabulü gerekir; aksi hak ve adalete, maddenin getiriliş amacına uygun düşmez. Bu hal olsa olsa tazminatın kapsamına tesir edebilecek (hatır için taşımada BK. 43, ortak kusurda BK. 44 ve buna göre hesaplanacak tazminattan indirim) nedenler olarak değerlendirilebilir.

Hal böyle olunca; yerel mahkemece, yukarıdaki ilkeler ışığında, davacının zarar iddiası hakkında gerekli araştırma ve inceleme yapılmalı, zararlandırıcı olayın oluşumunda tarafların ortak kusur durumu ve bunun etki derecesi tespit edilip davacının kusurunun daha ağır olduğu gözetilmek suretiyle, gerçekleşecek zarardan ortak kusuru nedeni ile bir indirim yapılıp kalanının tazminat olarak hüküm altına alınması yönünde karar verilmelidir.

Yerel Mahkemece, aynı yöne işaret eden ve Hukuk Genel Kurulu`nca da benimsenen özel daire bozma kararına uyulması gerekirken, yanılgılı gerekçe ile önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve özel daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, oyçokluğu ile karar verildi.

Y.H.G.K. 17.3.2010 E.2010/4-130 – K.2010/161  

PicLensButton Y.H.G.K. 17.3.2010 E.2010/4 130 – K.2010/161

Y.H.G.K. 4.3.2009 E.2009/14-58 K.2009/111


 Y.H.G.K. 4.3.2009 E.2009/14 58 K.2009/111

BU KARAR, (5 YILLIK HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE İÇİNDE GENEL MAHKEMELERDE DAVA AÇILABİLECİĞİ GEREKÇESİ İLE) Y.H.G.K.`NUN 15.7.2009 E.2009/14-353 – K.397 SAYILI KARARI İLE ORTADAN KALDIRILMIŞTIR.

– Mera Tahsis Kararına İtiraz Süresi
– Mera Tahsis Kararının Köyde İlanı
– Kadim Mera (Genç Tanık Yetersizdir) –

4342 Sa.Ka.5,13

1. 4342 sayılı Mera Kanunu’nun 13. maddesinde tahsis kararlarının tebliği, ilanı, itirazının ne şekilde olacağı düzenlenmiş ve teknik ekiplerce yapılan çalışmaların sonuçlarının komisyonca ilgili köy ve belediyelerin ilan yerlerinde 30 gün süre ile askıda kalacağı hükme bağlanmıştır. Dosya kapsamından teknik ekip çalışmalarının davalı Hatun Saray Belediyesinde ilan edildiği görülmektedir.

Dava konusu taşınmaz davacı Köyün idari sınırları dışında ve davalı Belediye idari sınırları dahilinde bulunduğundan çalışma sonuçlarının davacı Köyde ayrıca ilanı gerekmez. Sonuçlar itirazsız kesinleştiğinden 24.3.2000 – 24.4.2000 olan askı ilanına göre 17.2.2004 ve 12.5.2004 tarihlerinde açılan davalar süresinden sonra açılmıştır. Davanın bu nedenle reddi gerekir.

2. Kabule göre, 4342 sayılı Mera Kanunu’nun 5. maddesine göre tahsiste kadimlik esasının da aranması gerekirse de,49 ada 300 parsel sayılı taşınmazda davacı Köyün kadim kullanım hakkı olduğunu bildiren davacı Köy tanığı Mehmet Özoğlu’nun 1961 olan doğum tarihi bu tür beyanda bulunmasına manidir.

DAVA ve KARAR:

Taraflar arasındaki “meraya müdahalenin önlenmesi, komisyon kararının iptali ve sınırlandırma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Konya 4. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 21.2.2008 gün ve 2007/392 E. – 2008/78 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine,

Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 14.4.2008 gün ve 2008/4577-5102 sayılı ilamı;

(“…Asıl dava, kadimlik iddiasına dayalı mer’aya elatmanın önlenmesi, birleşen dava ise, davalı Belediye Tüzel Kişiliği adına yapılan tahsisin iptali ve sınırlandırma istemlerine ilişkindir.

Davalı, açılan davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, bozmaya uyularak krokide “A” harfi ile gösterilen taşınmaz bölümüne ilişkin davanın kabulü ile, “A” harfli yerin 1/2 kullanım hakkının davacı Köy’de olduğunun tespitine ve saptamanın mera kütüğüne tesciline, muarazanın bu şekilde giderilmesine, “B” harfli yere ilişkin davanın reddine karar verilmiştir.

Hükmü, davalı Belediye temyiz etmiştir.

Hükmüne uyulan Dairemiz bozma kararında değinildiği üzere 4342 sayılı Mera Kanunu’nun uyarınca oluşturulan Mera Komisyonu’nun davalı Belediye sınırları içerisinde uygulama yaptığı, çekişme konusu 349 ada 300 parsel sayısını alan taşınmazı mer’a olarak sınırlandırdığı ve davalı Belediye’ye tahsis ettiği, çalışma sonuçlarının davalı Belediyede ilan edildiği, yapılan tahsis işlemine karşı davacı Kayadibi Köyünün itirazı olmadığı, çalışma sonuçlarının bu şekilde kesinleştiği anlaşılmaktadır. 4342 sayılı Mera Kanunu’nun 13. maddesinde tahsis kararlarının tebliği, ilanı, itirazının ne şekilde olacağı düzenlenmiş ve teknik ekiplerce yapılan çalışmaların sonuçlarının komisyonca ilgili köy ve belediyelerin ilan yerlerinde 30 gün süre ile askıda kalacağı hükme bağlanmıştır. Dosya kapsamından teknik ekip çalışmalarının davalı Hatun Saray Belediyesinde ilan edildiği görülmektedir. Gerçekten, çekişme konusu 349 ada 300 parsel sayılı taşınmaz davalı Belediyenin idari sınırları içinde kaldığı gibi, bu yer kadastro çalışmaları sırasında da davalı Belediyeye ait çalışma alanı sınırları içerisinde gösterilmiştir.

Dolayısıyla, askı ilanı davalı Belediye ile yine aynı hüküm uyarınca bunların bağlı olduğu ilçede alışılmış araçlarla bu konudaki tutanak ve haritalar eklenerek yapılacaktır. Dava konusu taşınmaz davacı Köyün idari sınırları dışında ve davalı Belediye idari sınırları dahilinde bulunduğundan çalışma sonuçlarının davacı Köyde ayrıca ilanı gerekmez.

Sonuçlar itirazsız kesinleştiğinden 24.3.2000 – 24.4.2000 olan askı ilanına göre 17.2.2004 ve 12.5.2004 tarihlerinde açılan davalar süresinden sonra açılmıştır. Davanın bu nedenle reddi gerekir.

Kabule göre, 4342 sayılı Mera Kanunu’nun 5. maddesine göre tahsiste kadimlik esasının da aranması gerekirse de 349 ada 300 parsel sayılı taşınmazda davacı Köyün kadim kullanım hakkı olduğunu bildiren davacı Köy tanığı Mehmet Özoğlu’nun 1961 olan doğum tarihi bu tür beyanda bulunmasına manidir.

Karar açıklanan nedenlerle bozulmalıdır…’’) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI:

Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının BOZULMASINA, oybirliği ile karar verildi.

Y.H.G.K. 4.3.2009 E.2009/14-58 K.2009/111

PicLensButton Y.H.G.K. 4.3.2009 E.2009/14 58 K.2009/111

Y.H.G.K. 25.2.2009 E.2009/12-5 – K.2009/86


 Y.H.G.K. 25.2.2009 E.2009/12 5 – K.2009/86

– İHALENİN FESHİ (İcra Emrinini Asile Tebliği)

– İHALENİN FESHİ (Menkul İhalesinde Satış İlanının Borçluya Tebliğ Edilmemesi)

– İCRA EMRİNİN ASİLE TEBLİĞİ (İhalenin Feshi)

– MENKUL İHALESİNDE SATIŞ İLANININ BORLUYA TEBLİĞ EDILMEMESİ (İhalenin Feshi)

– SATIŞ İLANININ BORÇLUYA TEBLİĞ EDİLMEMESİ (Menkul İhalesi)

– İHALENİN FESHİ ŞARTLARI –

İİK.112 – BK.226

İcra emrinin vekil yerine asile tebliği,  yasayada ve uygulamada fesih nedenleri arasında kabul edilmemiştir.
Menkul ihalelerini düzenleyen İİK.nun 112 ve takip eden maddelerinde, borçluya satış ilanının tebliği zorunlu değildir.
Satış kararında (gazete ilanının tebliğ edilmeyenlere tebliğ edilmiş sayılmasına) biçiminde ibarelerin yazılı olduğu görülmüştür. Bu nedenle satış ilanının borçlu vekiline tebliğ edilmemiş olması, ihalenin feshini gerektirmeyeceğinden ve ihalenin feshini gerektirecek başkacada bir neden bulunmadığından, Mahkemece ihalenin feshi istemin reddi yerine kabulü yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

DAVA ve KARAR:

Taraflar arasındaki “İhalenin Feshi-Haczin Kaldırılması-İcra Emrinin İptali“ davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 6. İcra Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen  14.6.2007 gün ve  400-522 sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine,

Yargıtay    12. Hukuk Dairesinin 4.12.2007 gün ve 20254-22733 sayılı ilamı;

(…1- Duruşma talebinin reddine, 2-Sair temyiz itirazları yerinde değil ise de;

İİK.’nun 134. maddesinde ihalenin feshi nedenleri teker teker belirtilerek gösterilmemiştir. Sadece, (ihalenin Borçlar Kanunu’nun 226. maddesinde yazılı), (satış ilanı tebliğ edilmemiş olması), (satılan malın esaslı niteliklerindeki hata) ve (ihaledeki fesat) nedeniyle ihalenin bozulabileceğine değinilmiştir.

İhalenin bozulma nedenleri gerek doktrinde ve gerekse Yargıtay uygulamasında;

a) İhaleye fesat karıştırılmış olması
b) Artırmaya hazırlık aşamasındaki hatalı işlemler,
c) İhalenin yapılması sırasındaki hatalı işlemler,
d) Alıcının taşınmazın önemli nitelikleri hakkında hataya düşürülmüş olması,

Şeklinde sıralanabilir.

Somut olayda, 21.6.2006 tarihinde yapılan ihalenin feshi istenilmiş, Mahkemece, icra emrinin vekil yerine asile tebliğinin  yasaya aykırı olduğundan iptaline karar verilip takip kesinleşmeden konulan haczin kaldırılmasına ve usulsüz hacze dayalı yapıldığından bahisle ihalenin feshine karar verilmiştir. Mahkemenin fesih sebebi olarak kabul ettiği bu olgu yukarıda yazılı fesih nedenleri arasında bulunmamaktadır.
Öte yandan, menkul ihalelerini düzenleyen İİK.nun 112 ve takip eden maddelerinde düzenlenmediğinden borçluya satış ilanının tebliği zorunlu değildir. Satış kararında (gazete ilanının tebliğ edilmeyenlere tebliğ edilmiş sayılmasına) biçiminde ibarelerin yazılı olduğu görülmüştür. Bu nedenle satış ilanının borçlu vekiline tebliğ edilmemiş olması ihalenin feshini gerektirmeyeceğinden ve ihalenin feshini gerektirecek başkacada bir neden bulunmadığından, Mahkemece ihalenin feshi istemin reddi yerine kabulü yönünde hüküm tesisi isabetsizdir….) gerekçesiyle bozularak dosya yerine  geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI:

Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici  nedenlere göre,Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire Bozma Kararına uyulmak gerekirken,önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire Bozma Kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, oyçokluğu ile karar verildi.

Y.H.G.K. 25.2.2009 E.2009/12-5 – K.2009/86

PicLensButton Y.H.G.K. 25.2.2009 E.2009/12 5 – K.2009/86

Y.H.G.K. 11.2.2009 E.2009/11-37 – K.2009/65


 Y.H.G.K. 11.2.2009 E.2009/11 37 – K.2009/65

– HIRSIZLIK SİGORTASI

– EKSİK SİGORTA   (Hırsızlık Sigortasında Altın ve Gümüş Eşya)

– SİGORTA MENFAATİNİN GRUPLANDIRILMASI    (Hırsızlık Sigortası)

– PROPORSİYON KURALI (Hırsızlık Sigortası) –

TTK.1288,1299

1. Dava konusu olayda olduğu gibi sigorta menfaatinin gruplandırıldığı sigortalarda, her bir grup, sigorta sözleşmesinin özel bir kısmını teşkil ettiğinden her bir grubun ikame değeri ayrı ayrı tesbit edilir ve her bir grup için tesbit edilen sigorta bedeli münhasıran o gruba ilişkindir. Dolayısıyla menfaat değerinin altında (eksik sigorta) sigortanın varlığının tespiti bakımından her bir grup bağımsız olarak ele alınır. Buna göre her bir grup için o grubun toplam sigorta değeri ile o grup için belirlenmiş sigorta bedeli karşılaştırılarak eksik sigortanın varlığı tesbit edilir.

2. Dava konusu olayda olduğu gibi sigorta menfaatinin gruplandırıldığı sigortalarda, her bir grup, sigorta sözleşmesinin özel bir kısmını teşkil ettiğinden her bir grubun ikame değeri ayrı ayrı tesbit edilir ve her bir grup için tesbit edilen sigorta bedeli münhasıran o gruba ilişkindir. Dolayısıyla menfaat değerinin altında (eksik sigorta) sigortanın varlığının tespiti bakımından her bir grup bağımsız olarak ele alınır. Buna göre her bir grup için o grubun toplam sigorta değeri ile o grup için belirlenmiş sigorta bedeli karşılaştırılarak eksik sigortanın varlığı tesbit edilir.

DAVA ve KARAR:

Taraflar arasındaki “Alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 1. Sulh Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen    28.3.2007 gün ve 2004/1141-2007/355 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine,

Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 9.6.2008 gün ve 2007/5907 – 2008/7620 sayılı ilamı;

(…Davacı, kiracısı olduğu ve davalı şirkete sigortalı bulunan konutta meydana gelen hırsızlık olayı sonucunda zarara uğradığını,  davalının (3.399.915.600.-) TL. tutarında ödemede bulunduğunu, ödemenin her türlü haklarının saklı kalması kaydıyla kabul edildiğini, ancak zararının çok daha fazla olduğunu ileri sürerek, şimdilik (4.000.000.000.-) TL.`nın temerrüt faiziyle birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, müvekkilinin sorumlu olduğu tüm miktarın ödendiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak,  Sigorta Genel Şartları`nın B.6. maddesi uyarınca davalı sigortacının sorumluluğunun kıymetli eşya yönünden (12.000.-) YTL. ile sınırlı olduğu,  %10 eşya bedeli ile sınırlanmasına ilişkin hükmün uygunlama alanının bulunmadığı, davalının ödemesinin düşülmesi halinde dahi ödenmesi gereken meblağın (8.520.06.-) YTL. olduğu, ancak davacının 10.11.2004 tarihli oturumda, bakiye alacağından feragat ettiği gerekçesiyle, (4.000.-) YTL. üzerinden davanın kabulüne, fazlaya ilişkin talep konusunda bir karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.

Dava, hırsızlık sigortası sözleşmesinden kaynaklanan alacağın tahsili istemine ilişkindir.

Hırsızlık Sigortası Genel Şartları`nın B.6.1. maddesinde, sigortacının sorumluluğunun, sigortalı şeylerin hepsi için tek bir sigorta bedeli öngörülmüşse bu bedelle, sigortalı şeyler nitelikleri bakımından madde veya gruplara ayrılmışsa, bu madde ve gruplarla ilgili bedellerle sınırlı olduğu belirtilmiştir. Somut uyuşmazlıkta ise, bu genel şartlar hükmü de dikkate alınarak, dava konusu poliçede kıymetli eşyalar için düzenlenen özel şart hükmünden ne anlaşılması gerektiği ve buna göre davacının talep edebileceği tazminat miktarının ne olduğu konusunda, iki bilirkişi raporu arasında açık çelişki oluşmuştur. Bu durumda mahkemece yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırılması suretiyle anılan çelişkinin giderilmemesi doğru olmamıştır.

Yine, Hırsızlık Sigortası Genel Şartları`nın B.4. maddesi uyarınca,  sigorta tazminatının hesabında sigortalı kıymetlerin “rizikonun gerçekleşmesi anındaki” tazmin değeri, her türlü ev eşyası ve kişisel eşyada ise, yenilerinin satın alınması için ödenecek bedel esas tutular. Ancak bu bedelden eskime, aşınma ve başka sebeplerden ileri gelen kıymet eskimeleri indirilir. Somut uyuşmazlıkta ise mahkemece, kuyumcu bilirkişiden bir kısım eşyanın dava tarihi itibariyle değerinin tespiti yaptırılmışsa da, bu incelemenin anılan genel şartlar hükmüne uygun ve yeterli olduğu söylenemez.

Bu durum karşısında mahkemece, aralarında bir sigortacı ve değer tespiti konusunda uzman bir meslek mensubunun bulunduğu bilirkişi heyetinden rapor alınmak suretiyle, iki bilirkişi raporu arasındaki çelişkinin giderilmesi ve   gerçek zararın tespit edilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken,   eksik incelemeye dayanılarak yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş kararın davalı yararına bozulması gerekmiştir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda,   mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

YARGITAY  HUKUK GENEL KURULU KARARI:

Dava, hırsızlık sigortası sözleşmesinden kaynaklanan alacağın tahsili istemine ilişkindir.

Davacı dava dilekçesinde, davalı sigorta şirketi tarafından Güvenli Yuva Poliçesi ile sigortalanan konutunda meydana gelen hırsızlık olayı sonucu ziynet eşyaları, gümüş ev eşyaları ile giyim eşyalarının çalındığını, olaydan sonra davalı Şirket tarafından yapılan 3.399.915.600.- TL. ödemeyi, her türlü hakları saklı kalmak kaydıyla kabul ettiğini, ancak gerçek zararının çok daha fazla olduğunu ileri sürerek, 4.000.000.000.- TL. sigorta tazminatının temerrüt faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili; Poliçe özel şartlarında altın gümüş sair kıymetli madenden mamul eşya ve mücevherlerin eşya sigorta bedelinin %10’u ile sınırlı olduğunun kaydedildiğini, TTK.’nun 1288. maddesi ve poliçe genel şartlarının ilgili hükümleri gereğince sigortalı %10’la sınırlı eşya değerleri ile poliçe sigorta bedeli arasında eksik sigorta söz konusu olduğunu, bu nedenle, meydana gelen hasardan müvekkilinin sorumlu olduğu tüm miktarın davacıya ödendiğini savunarak, davanın reddine karar verilmesini cevaben bildirmiştir.

Mahkemenin, yargılama sırasında alınan ve davacının bakiye kıymetli eşya zararını 10,201,00.- YTL. olarak belirleyen ilk bilirkişi raporu ile davacının bakiye alacağını 2,239,86.- YTL. olarak tespit eden ikinci bilirkişi raporunu esas almaksızın, “Sigorta genel şartlarının B.6 Tazminat ödenmesi başlıklı hükümlere göre sigortacının sorumluluğunun kıymetli eşya yönünden 12,000,00.- YTL. ile sınırlı olduğu, tüm eşyanın sigorta bedelinin %10’u kadar sigortacının sorumlu olduğuna dair poliçe hükmünün uygulama alanının bulunmadığı,   riziko tarihindeki kıymetli eşya bedeli 12,080,00.- YTL., poliçe teminatı    12,000,00.- YTL. olduğu için TTK.’ nun 1288/1 maddesine göre eksik sigorta söz konusu olup tazminatın sigorta bedeli ile sigorta değeri arasındaki orana göre belirlenmesi gerektiği, bu oranlama yapıldığında davacının alacağı 11,920,00.- YTL. den kendisine ödenen 3,999,91.- YTL. düşüldüğünde, 8,520,061.- YTL. bakiye zararının bulunduğu” gerekçesiyle “Talep gibi davanın 4,000,00.- YTL. üzerinden kabulüne” dair verdiği karar, Özel Daire’ce yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; Yerel Mahkemece verilen direnme kararı, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, hırsızlık sigortasından kaynaklanmakta olup, davacıya ait ev eşyalarının riziko tarihini kapsayacak şekilde davalı sigorta tarafından sigortalandığı, hırsızlık sonucu davacıya ait evden bir miktar giyim eşyası ile altın ve gümüşten mamul kıymetli eşyanın çalındığı ve eve hasar verildiği yanlar arasında çekişmesiz olduğu gibi, çalınan giyim eşyaları nedeniyle ödenmesi gereken tutarın (1.565.747.500.-) TL. ve ödenmesi gereken tahribat hasar bedelinin de (196.354.000.-) TL. olduğu hususu uyuşmazlık konusu değildir.

Uyuşmazlık, çalınan altın ve gümüşten mamul kıymetli eşyanın değerinin ne olduğu, davalı sigorta şirketinin bu kalem kıymetli eşya için verdiği teminatın tutarı ve bu eşyalar yönünden eksik sigortanın bulunup bulunmadığı;  eksik sigorta varsa altın ve gümüşten mamul eşyalar için ödenmesi gereken sigorta tazminatının tutarı noktasındadır.

Dosya içerisinde bulunan sigorta poliçesi içeriğinden de anlaşılacağı   üzere davalı şirket (12.000.000.000.-) TL.’si kıymetli eşya teminatı olmak üzere davacıya ait ev eşyalarını (40.000.000.000.-) TL. üzerinden sigorta etmiş ve toplam (12.000.000.000.-) TL. teminat verilen kıymetli eşya bakımından da gruplandırma yapılarak birinci grup (sanat değeri olan tablo, koleksiyon,  resim, kitap, halı vb.) eşyalar için verilen teminatın sigorta bedeli olan (40.000.000.000.-) TL.’nin %5’i ile, ikinci grup (altın, gümüş ve sair kıymetli maden ve bunlardan mamul eşya, mücevher değerli taş, inci vb. -kilit altında saklanmak kaydıyla-) eşyanın sigorta bedelinin %10 ile, üçüncü grup (bilgisayar, video, video çekici, Cd player, Dvd, televizyon vb. elektronik cihazlar ile bunlara ait ekipmanlar ayrıca kürk ve ipek halılar) eşya bedelinin ise sigorta bedeli olan (40.000.000.000.-) TL.’nin %15’i ile sınırlı olduğu belirtilmiştir.

Buna göre uyuşmazlık konusu altın ve gümüşten mamul ikinci grup kıymetli eşya için verilen teminat tutarı (4.000.000.000.-) TL.’dir. Buna karşın, davacı tarafından çalındığı bildirilen altın ve gümüşten mamul kıymetli eşyaların riziko tarihine göre bedeli bağımsız sigorta eksperi tarafından (9.830.000.000.-) TL. olarak hesaplanmış, davacı taraf bu miktara itiraz etmediği gibi davalı vekili de 31.5.2005 tarihli dilekçesiyle çalınan altın ve gümüşten mamul eşya tutarı hususunda yanlar arasında çekişme bulunmadığını ve bu nedenle kuyumcu bilirkişi seçimine gerek olmadığını bildirmiş olduğundan, uyuşmazlığın çözümü çalınan altın ve gümüşten mamul eşya bakımından ödenmesi gereken sigorta tazminatının miktarı konusundadır.

Yukarıda açıklandığı üzere toplam (12.000.000.000.-) TL. teminat verilen kıymetli eşya gruplara ayrılmış ve altın ve gümüşten mamul ikinci grup için (4.000.000.000.-) TL. teminat verilmiştir.

Dava konusu olayda olduğu gibi sigorta menfaatinin gruplandırıldığı sigortalarda, her bir grup, sigorta sözleşmesinin özel bir kısmını teşkil ettiğinden her bir grubun ikame değeri ayrı ayrı tesbit edilir ve her bir grup için tesbit edilen sigorta bedeli münhasıran o gruba ilişkindir. Dolayısıyla menfaat değerinin altında (eksik sigorta) sigortanın varlığının tespiti bakımından her bir grup bağımsız olarak ele alınır. Buna göre her bir grup için o grubun toplam sigorta değeri ile o grup için belirlenmiş sigorta bedeli karşılaştırılarak eksik sigortanın varlığı tesbit edilir (Yrd. Doç. Kemal Şenocak, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Haziran-Aralık 2000, Cilt IV, Sayı 1-2).

Az yukarıda da belirtildiği üzere davalı sigorta tarafından ikinci grup kıymetli eşya için verilen teminat (4.000.000.000.-) TL. olmasına karşın çalınan altın ve gümüşten mamul eşyanın sigorta değeri (9.830.000.000.-) TL. olduğundan,  olayda menfaat değerinin altında sigorta diye de adlandırılan eksik sigorta   söz konusudur. Her ne kadar TTK.’nun 1288 nci maddesi uyarınca sigorta bedelinin sigorta değerinden aşağı olması ve sigorta edilmiş menfaatin bir kısmının halele uğraması halinde aksine mukavele bulunmadığı takdirde proporsiyon kuralı gereğince sigortacının sigorta bedelinin sigorta değerine olan nisbeti oranında ödeme yapılması söz konusu ise de; dava konusu olayda bu kalem kıymetli eşyalar yönünden tam ziya gerçekleşmiş olduğundan TTK.’nun 1299/2. maddesi uyarınca sigortacının riziko nedeniyle sigorta bedelini ödemesi gerekeceğinden çalınan altın ve gümüşten mamul eşya için ödenmesi gereken sigorta tazminatı (4.000.000.000.-) TL.’dir.

Bu nedenlerle mahkemece poliçe ile kıymetli eşya sigorta menfaatinin gruplandırıldığı nazara alınmadan eksik sigorta hesabının tüm kıymetli eşya için verilen (12.000.000.000.-) TL. tutar baz alınarak yapılması doğru olmadığı gibi, altın ve gümüşten mamul tüm eşyanın çalınması nedeniyle bu grup eşya için tam ziyanın gerçekleştiği nazara alınmadan proporsiyon kuralının uygulanması da doğru olmamıştır.

Açıklanan tüm bu nedenlerle uyuşmazlığın halli özel ve teknik bilgiyi gerektirmediğinden raporlar arasındaki çelişkinin giderilmesi için yeni bir bilirkişi incelemesine de gerek bulunmamaktadır.

Bu itibarla; Mahkemece, çalınan giyim eşyaları, altın ve gümüşten mamul eşya ve hırsızlık tahribatı hasarı için ödenmesi gereken tutarın   (1.565.747.500.- TL. + 4.000.000.000.- TL. + 196.354.000.- TL. =) 5.762.101.500.- TL. olduğu, daha önce ihtirazi kayıtla tahsil olunan 3.389.771.897 TL nin bu miktardan indirilmesi sonucu ödenmesi gereken bakiye sigorta tazminatının 2.362.185.900.- TL. olduğu nazara alınarak,  davacı yararına 2.362.185.900.- TL.’ye hükmedilmesi gerektiği açıktır.

Hal böyle olunca; Yerel Mahkemece yukarıda açıklanan olgu ve ilkeler doğrultusunda hesaplama yapılarak, sonuçta 2.362.185.900.- TL. tazminata hükmedilmesi gerekirken, hatalı teşhis ve değerlendirme sonucu direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı,    değişik gerekçeyle bozulmalıdır.

SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı değişik gerekçeyle BOZULMASINA, oybirliği  ile karar verildi.

Y.H.G.K. 11.2.2009 E.2009/11-37 – K.2009/65

PicLensButton Y.H.G.K. 11.2.2009 E.2009/11 37 – K.2009/65