Etiket arşivi: YAPILDIĞI

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları • ZİYNET EŞYASI BEDELİNİN TAHSİLİ, BELGE ÜZERİNE SONRADAN EKLEME YAPILDIĞI İDDİASI

YARGITAY Hukuk Genel Kurulu
ESAS: 2013/650
KARAR: 2014/144

Taraflar arasındaki “ziynet alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; …10.Aile Mahkemesi’nce davanın “reddine” dair verilen 29.12.2011 gün ve 2011/541 E-2011/1330 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 6.Hukuk Dairesi’nin 26.04.2012 gün ve 2012/2914 E-2012/6633 K. sayılı ilamı ile;

(…Dava, ziynet eşyası bedelinin tahsili istemine ilişkindir. Mahkemece istemin reddine karar verilmesi üzerine hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı vekili, dava dilekçesinde, davacıya ait ziynet eşyalarının davalıda kaldığını,evden ayrılırken götürme imkanı bulamadığını belirterek ziynet eşyalarının bedeli olan 31.119.-TL’nin tahsilini talep etmiştir. Davalı vekili, cevap dilekçesinde, davacının tüm çeyiz eşyaları ile birlikte ziynet eşyalarını da aldığını, buna ilişkin davacı imzasını taşıyan yazılı belge olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece davalı tarafından ibraz edilen davacı imzasını taşıyan belge ile davacının ziynet eşyalarının tümünü davalıdan teslim aldığı ve davalıdan davacının ziynet alacağı kalmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Davalının dayandığı belgedeki ziynet eşyalarının teslim alındığına ve dava hakkından feragat edildiğine ilişkin kısımların sonradan metne eklendiğine ilişkin davacı savunması üzerine, ibraz edilen metindeki “ziynet eşyalarının teslim alındığına ve dava hakkından feragat edildiğine ilişkin kısımların” sonradan eklenip eklenmediği hususunda adli tıp kurumu fizik ihtisas dairesinden rapor alınmış ise de, 29.09.2011 tarihli rapora davacı tarafça itiraz edilmiştir. Hükme esas alınan Adli Tıp kurumunun raporu yeterince açıklayıcı ve kesin kanaat bildirir nitelikte değildir. Bu nedenle mahkemece davacının adli tıp kurumu raporuna itirazları da dikkate alınarak Adli Tıp Kurumu Genel Kurulundan da rapor alınarak, belgeye sonradan ilave yapılıp yapılmadığının kesin olarak tespit edilmesinden sonra sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile karar verilmesi doğru olmadığından hükmün bozulması gerekmiştir.) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Davacı N.. A.. vekili 25/02/2011 harç tarihli dava dilekçesinde özetle; 14.09.2010 tarihinde kesinleşen karara istinaden boşandıklarını, 2007 yılının 11.ayında davalının ailesi ile birlikte oturdukları haneden özel eşyalarını (giyim, kuşam) alarak uzaklaşmak zorunda kaldığını, davacıya düğün sırasında takılan ziynet eşyalarının davalının uhdesinde kaldığını, ziynet eşyalarının yanında götürülmesine imkan olmadığı gibi cebir şiddet tokat sonucu ayrıldığı evden canını zor kurtardığını iddia ederek ziynet eşyalarının toplam tutarı 31.119,00 TL nin davalıdan alınarak müvekkiline verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili, 14/04/2011 havale tarihli cevap dilekçesi ile; davacının yazılı belge ile ziynet eşyalarını ve tüm eşyalarını aldığını ve başkaca alacağının kalmadığını ve dava hakkından feragat ettiğini, davacıya çeyiz eşyaları ile birlikte ziynet eşyalarının da teslim edildiğini, teslime dair belgelerin olduğunu savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece “davalı tarafça ibraz edilen ve davacı kadın tarafından da altındaki imzanın kendisine ait olduğu doğrulanan 26/06/2009 tarihli belgeye ve belge hakkında İstanbul Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesince düzenlenen 29/09/2011 tarihli rapora göre; davacının davalıdan ziynet eşyalarının tamamını aldığı, davalıdan ziynet alacağı kalmadığı anlaşıldığından ispatlanamayan davanın reddine karar verilmiş, hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine yukarıda belirtilen gerekçe ile mahkeme kararı bozulmuştur.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesi Adli Belge İnceleme Şubesi tarafından incelenen 26/06/2009 tarihli belge hakkında Adli Tıp Genel Kurulu’ndan rapor alınmasına gerek olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Davalı tarafından 26/06/2009 tarihli belgenin ibraz edilmesi üzerine davacı, söz konusu belge altındaki imzanın kendisine ait olduğunu, ancak ziynet eşyaları ile ilgili kısmın sonradan eklendiğini savunmuştur.

Davacının savunması dikkate alınarak 26/06/2009 tarihli belge hakkında Adli Tıp Kurumu, Fizik İhtisas Dairesi Adli Belge İnceleme Şubesi’nden rapor alınmış, alınan raporda “inceleme konusu belgede iddialar doğrultusunda ilave yapıldığını gösterir nitelikte ve yeterlilikte bulgu saptanmadığı” bildirilmiştir.

Davacı vekili; Adli Tıp Kurumu raporunu kabul etmediklerini, raporun denetime açık olmadığını, sonuca nasıl bir inceleme sonucu varıldığının belirli olmadığı gibi, bilimsel ve teknik imkanlar kullanılarak bir tetkik yapılmadığını, İstanbul Polis Laboratuarlarından rapor alınması gerektiğini savunmuştur.

Mahkeme davacının bu talebini; “inceleme ve sonuç kısmının 1.paragrafında hangi aletler ve cihazlar ile inceleme yapıldığı açıklandığı” gerekçesi ile reddetmiştir.

Yargıtay 6.Hukuk Dairesi bozma kararında “mahkemece davacının adli tıp kurumu raporuna itirazları da dikkate alınarak Adli Tıp Kurumu Genel Kurulundan da rapor alınarak, belgeye sonradan ilave yapılıp yapılmadığının kesin olarak tespit edilmesinden sonra sonucuna göre karar verilmesi gerekir” gerekçesi ile bozulmuştur. Konu ile ilgili Adli Tıp Kurumu Kanunu Uygulama Yönetmeliği’nin “Adlî Tıp Genel Kurulunun Çalışma Usulüne Ait Genel Hükümler” başlıklı 23.maddesinin (I) bendinde; Fizik ihtisas dairesi adlî belge inceleme şubesi ve trafik ihtisas dairesinin işleri Adlî Tıp Genel Kurulunda incelemeye alınamayacağı, bu dairelerden birinin raporu ile diğer bir bilirkişi raporu arasında çelişki varsa, mahkeme veya Cumhuriyet savcılıklarınca gerekçesi belirtilmek suretiyle ihtisas dairesinin en az yedi uzmanın katılımıyla rapor hazırlayacağı düzenlenmiş, devamında ise raporun hazırlanmasındaki usul kuralları belirlenmiştir. Yönetmeliğin söz konusu maddesi dikkate alındığında Fizik İhtisas Dairesi Adlî Belge İnceleme Şubesi’nin raporlarına karşı Adlî Tıp Genel Kurulu’na gidilemeyeceğine göre, Özel Dairenin bu yöne ilişkin bozması yönetmeliğe uygun düşmemektedir.

Ancak davacının savunması ve dava konusu evrak dikkate alındığında Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesi Adlî Belge İnceleme Şubesi’ne ait raporun yeterli olmadığı anlaşıldığından mahkemece başka bir uzman bilirkişi heyetinden rapor alınması, alınacak bu rapor ile Fizik İhtisas Dairesi Adlî Belge İnceleme Şubesi’ne ait rapor arasında çelişki doğması halinde Yönetmeliğin 23.maddesine göre işlem yapılması gereklidir.

Belirtiren nedenlerle yerel mahkemenin direnme kararının bu değişik gerekçe ile bozulması gerekmiştir.

S O N U Ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen değişik gerekçeden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı kanunun 440/1.maddesi uyarınca hükmün tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 26.02.2014 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi..

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — Pzt Mar 09, 2015 8:36 pm


Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • ŞİRKET HİSSE DEVRİ, GARANTİ EDEN SIFATIYLA YAPILDIĞI İDDİASI

YARGITAY 11. Hukuk Dairesi
ESAS: 2012/7791
KARAR: 2014/427

Taraflar arasında görülen davada …2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 06.03.2012 tarih ve 2010/563-2012/137 sayılı kararın duruşmalı olarak incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş olup, duruşma için belirlenen 10.01.2014 günü başkaca gelen olmadığı yoklama ile anlaşılıp hazır bulunan davalı asil Kürşat dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakıldı. Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

Davacı vekili, davalı tarafından 26.11.2008 tarihinde …7. İcra Müdürlüğü’nün 2008/24480 E. sayılı dosyasında müvekkili ile dava dışı şirket ortağı Hüseyin hakkında ilamsız takip başlatıldığını, davalı tarafından takibin dayanağının davalı ile dava dışı ortak Hüseyin arasında 09.03.2007 tarihinde gerçekleştirilen hisse devri olarak gösterildiğini, davalının iddiasına göre de bu devrin gerçek bir devir olmayıp şirketin yüksek miktarlı kredi kullanması aşamasında pürüzleri ortadan kaldırmak için yapılan inançlı bir devir olduğunu, kredi işlemlerinin sonuçlanmasından sonra devralan Hüseyin’ın söz konusu hisseleri davalıya devretmeyi taahhüt ettiğini, bu taahhüdün yerine getirilmemesi halinde hisse devir bedelinin davacı şirket ile Hüseyin tarafından müştereken müteselsilen ödeneceğine dair 09.03.2007 tarihli protokol düzenlendiği iddiasının gerçek olmadığını, müvekkilinin söz konusu icra takibinden …SGK İl Müdürlüğü’nden olan alacaklarının haczedilip haciz ihbarnamesinin tebliği ile 18.10.2010 tarihinde haberdar olduklarını, müvekkili şirketin ve diğer ortakların haberi olmadan davalı ile dava dışı Hüseyin arasında gerçekleştirilen borçlandırıcı işlemin müvekkili açısından bağlayıcı olmayacağını, dava dışı şirket müdürü Hüseyin ’ın TTK’nın 443/2. maddesi uyarınca böyle bir borçlandırıcı işlem için yetkisi bulunmadığını, söz konusu icra takibinin 26.11.2008 tarihinde yapılması üzerine Hüseyin ’ın aynı gün icra dairesine giderek ödeme emirlerini tebliğ alıp aynı gün borcu kabul etmesinin davalı ile iş birliği içinde olduklarının göstergesi olduğunu, ayrıca icra dosyasında dava dışı Hüseyin ’e yönelik hiçbir işlem yapılmamasının muvazaanın göstergesi olduğunu ileri sürerek, icra dosyasına yatan ve yatacak paranın davalıya ödenmemesini, müvekkilinin davalıya borcu bulunmadığının tespitini ve %40 tazminatın ödenmesini talep etmiş, ıslahla 09.03.2007 tarihli adi yazılı sözleşmenin garanti sözleşmesi olarak nitelendirilemeyeceğini, TTK’nın 542. maddesi yollamasıyla 321. maddesi uyarınca ve anasözleşmeye göre dava dışı Hüseyin ’ın şirketin amaç ve konusu ile ilgili olmayan bu sözleşmeyi imzalama yetkisi bulunmadığını, şirket müdürüne ortaklar kurul kararı ile de garanti sözleşmesi imzalama yetkisi verilmediğinden söz konusu sözleşmenin şirketi ilzam etmeyeceğini ileri sürerek, hisse devri ve garanti sözleşmesi olarak nitelenen adi yazılı belgeden kaynaklanan borcun bulunmadığının tespiti ile bu kapsamda tahsil edilen paranın istirdadı ve takibin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili, davacı şirketin yetkilisinin icra dosyasındaki kabul beyanından sonra menfi tespit davası açılamayacağını, dava dışı Hüseyin ’ın münferit imza yetkisine sahip bulunduğunu, garanti sözleşmesinin geçerli bir sözleşme olduğunu savunarak, davanın reddini istemiş ve tazminat talebinde bulunmuştur.

Mahkemece, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre, hisse devir sözleşmesinin ve takip dayanağı protokolün düzenlendiği 09.03.2007 tarihinde, takip dosyasında ödeme emrinin tebliğ edildiği tarihte ve takip konusu borcun icra dairesinde kabul edildiği 26.11.2008 tarihinde Hüseyin ‘ın şirketi temsile yetkili müdür olduğu, davacı şirket adına temsilcisinin borcu kabul beyanının şirketi bağlayıcı olduğu, davacı şirketin bu iddialarını 3. kişi olan davalıya karşı açılan menfi tespit davasında ileri süremeyeceği, şirket müdürünün şirkete zarar vermesi nedeni ile açılmış veya açılacak bir davada ileri sürülebileceği, icra dosyasında borçlu Hüseyin ‘ın 26.11.2008 tarihinde hem borçlu sıfatıyla ve hem de borçlu şirketin temsilcisi sıfatıyla borcu kabul beyanından sonra açılan işbu menfi tespit davasının dinlenemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine, icra dosyasına gelen paranın dava tarihinden önce davacıya ödendiği, kalan alacakla ilgili paranın alacaklıya ödenmemesi yönünde ihtiyati tedbir kararı verilmiş ise de teminat yatırılmadığından ihtiyati tedbir kararının uygulanmadığı bu nedenle davalı alacaklının bir zararının gerçekleşmediği anlaşılmakla davalının tazminat isteminin de reddine karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

Dava, dava dışı şirket müdürü ile davalı arasında imzalanan adi yazılı “Protokol-Garanti Sözleşmesi” başlıklı belgede davacı şirketin garanti eden olarak gösterilmesinden dolayı borçlu olmadığının tespiti, anılan belgeye dayalı olarak başlatılan icra dosyasına ödenmek zorunda kalınan paranın istirdadı ve takibin iptali istemine ilişkindir.

Davalı Kürşat …7. Noterliği’nin 09.03.2007 tarih, 6779 yevmiye nolu hisse devir sözleşmesi ile davacı şirketteki 690 hissesini 345.000 TL bedelle dava dışı şirket müdürü Hüseyin ’e devretmiş, bu devir ortaklar kurulunun 08.03.2007 tarihli kararı ile kabul edilerek ticaret siciline de tescil edilmiştir. Ancak davalı, bu hisse devrinin gerçek bir devir olmayıp ortada inançlı bir işlem olduğunu savunarak, dava dışı şirket müdürü Hüseyin ile aralarında imzalanan 09.03.2007 tarihli “protokol-garanti sözleşmesi” başlıklı belgede hisse devralan olarak dava dışı şirket müdürü Hüseyin ’ın göründüğünü, garanti eden olarak davacı şirketin göründüğünü ve Hüseyin ’ın hem devralan hem şirketi temsilen protokolü imzaladığını, şirketin de bu belgeden haberdar olduğunu belirtmiştir. Mahkemece, dava konusu hisse devir sözleşmesinin ve icra takibinin dayanağı protokolün düzenlendiği 09.03.2007 tarihinde, ödeme emrinin tebliğ edildiği tarihte ve takip konusu borcun icra dairesinde kabul edildiği 26.11.2008 tarihinde Hüseyin ‘ın şirketi temsile yetkili müdür olduğu, davacı şirket adına temsilcisinin borcu kabul beyanının şirketi bağlayacağı, davacı şirketin bu iddialarını 3. kişi olan davalıya karşı açılan menfi tespit davasında ileri süremeyeceği, şirket müdürünün şirkete zarar vermesi nedeni ile açılmış veya açılacak bir davada ileri sürülebileceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Ancak TTK’nın 320. maddesinde anonim ortaklıklarda yönetim kurulu üyesinin özen borcu düzenlenmiş bulunmaktadır. TTK’nın 334. maddesinde ise yönetim kurulu üyelerinin anonim ortaklıkla ticari işlem (muamele) yapma yasağına yer verilmiştir. Bu maddenin düzenlenme gerekçesi, yönetim kurulu üyesinin şirketle kendi adına veya başkası adına işlem yaparken kendi çıkarlarını ve temsil ettiği kişilerden birinin çıkarını diğerine feda etmesini engellemektir. İşlemin her iki tarafında da aynı yönetim kurulu üyesinin bulunması durumunda ortaklığın çıkarlarının zarara uğrama olanağı yüksektir. Bu nedenle anılan madde yönetim kurulu üyesinin şirketle kendi veya başkası adına işlem yapılmasını yasaklamaktadır. Yönetim kurulu üyesinin kendi lehine ortaklık aleyhine üçüncü kişilerle sözleşme yapması da mümkündür. Örneğin, yönetim kurulu üyesinin kendi kişisel borcu için ortaklık adına üçüncü kişi ile kefalet sözleşmesi imzalaması böyledir. Kendi kişisel borcu için ortaklık adına kefalet sözleşmesi imzalayan bir yönetim kurulu üyesinin, bunun ortaklığın zararına kendi çıkarına olduğunu bilmemesi mümkün değildir. Bu sebeple TTK’nın 320. maddesi hükmünü ihlal ettiği gerekçesiyle ortaklığa karşı sorumlu olacaktır. Üçüncü kişinin de üye ile birlikte hareket etmiş olması durumunda, üçüncü kişi de iyiniyet iddiasında bulunamayacaktır. Üçüncü kişinin iyiniyetli olmadığı hallerde hukuk düzeni tarafından korunmaya değer bir çıkarı olmayacağı için, yapılan teminat sözleşmesinden doğan haklarını talep edemeyecektir (Doç. Dr. Erol Ulusoy, Anonim Şirketlerde Şirketle İşlem Yapma Yasağı ve Çifte Temsil, Ankara 2005, syf.228-230).

Somut olayda da 09.03.2007 tarihli “Protokol-Garanti Sözleşmesi” başlıklı belgede şirket unvanı üzerinde garanti eden yazsa da bu belgenin ortaklık adına kefalet niteliğinde olduğu, dava dışı şirket müdürü Hüseyin ’ın söz konusu yasağı ihlal ettiği, bu durumu hem hisse devreden davalının hem hisse devralan dava dışı şirket müdürü Hüseyin ’ın bildiği, bilebilecek durumda olduğu, davacı şirketin muvafakatı bulunduğunun da kanıtlanamadığı nazara alınarak sonucuna göre karar verilmek gerekirken yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davacı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 10.01.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — Pzt Şub 16, 2015 8:54 am