Etiket arşivi: yasadışı

LEHE KANUN UYGULAMASI / YASADIŞI ÖRGÜTE YARDIM VE YATAKLIK SUÇU

T.C
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
E: 2006/9-49
K: 2006/52
T: 21.03.2006
LEHE KANUN UYGULAMASI
YASADIŞI ÖRGÜTE YARDIM VE YATAKLIK SUÇU
5237 s. TÜRK CEZA KANUNU (1) [Madde 53]
5252 s. TÜRK CEZA KANUNUNUN YÜRÜRLÜK VE UYGULAMA ŞEKLİ HA… [Madde 6]
5252 s. TÜRK CEZA KANUNUNUN YÜRÜRLÜK VE UYGULAMA ŞEKLİ HA… [Madde 9]
765 s. TÜRK CEZA KANUNU (1) [Madde 20]
765 s. TÜRK CEZA KANUNU (1) [Madde 31]
765 s. TÜRK CEZA KANUNU (1) [Madde 59]
765 s. TÜRK CEZA KANUNU (1) [Madde 169]
Hükümlüler, B…. Aydeniz ve Ş…. Özmen’in, 765 sayılı TCY.nın, 169, 3713 sayılı Yasanın 5 ve TCY.nın 59. maddeleri uyarınca 3 yıl 9’ar ay ağır hapis cezasıyla cezalandırılmalarına ve 3’er yıl süre ile kamu hizmetlerinden yasaklanmalarına;Z…. Arat ve F….. Demir’in, TCY.nın 125 ve 59/2. maddeleri uyarınca müebbet ağır hapis cezası ile cezalandırılmalarına ve haklarında aynı Yasanın 31 ve 33. maddelerinin uygulanmasına ilişkin Adana Devlet Güvenlik Mahkemesince 04.12.1997 gün ve 35-234 sayı ile verilen hüküm, Yargıtay 9. Ceza Dairesince 24.12.1998 gün ve 2034-4246 sayı ile onanmak suretiyle kesinleşmiştir.
5237 sayılı Yasa karşısında hükümlülerin hukuki durumlarının yeniden değerlendirilmesi istemi üzerine, Adana 6. Ağır Ceza Mahkemesince dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda, 17.08.2005 gün ve 35-234 sayılı ek karar ile yeni yasal düzenlemenin hükümlüler lehinde olmadığı, cezalarında değişiklik yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir.
Hükümlülerin bu karara karşı yasa yoluna başvurması üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 02.02.2006 gün ve 7956-323 sayı ile; “5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 9. maddesinin amaç ve kapsamı nazara alındığında Yasanın tanıdığı yetkiye dayanılarak evrak üzerinden inceleme yapılması suretiyle karar verilmesinde usul ve yasaya aykırılık görülmemiştir.
Yapılan incelemeye, mahkemenin soruşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre yerinde görülmeyen sair itirazların reddine, Ancak;
765 sayılı TCK.nun 31 ve 33. maddelerinin ağır hapis cezasının kanuni sonucu olarak uygulanabileceği hükümlüler hakkında daha önce tayin olunan ağır hapis ve müebbet ağır hapis cezasının 5252 sayılı Türk Ceza Kanunun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 6. maddesi uyarınca hapis ve müebbet hapis cezasına dönüştürülmesinin gerekmesi bu itibarla da ağır hapis cezasının kanuni sonucu olan TCK.nun 31, 33. maddelerinin uygulama olanağı bulunmadığı gibi 5252 sayılı Yasanın 9. maddesinin 3. fıkrası uyarınca lehe olan hüküm önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak ortaya çıkan sonuçların birbiriyle karşılaştırılması suretiyle belirleneceğinden suç ve cezaların tespitine ilişkin 765 sayılı TCK. hükümleri uygulanarak tayin olunan sonuç ceza ile 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK.nun suç ve yaptırımlara ilişkin hükümleri karşılaştırılarak lehe yasanın tespiti ve daha sonra da tedbir, erteleme ve hapis cezasının yasal sonucu olarak belirli hakları kullanmaktan yoksun bırakılmaya ilişkin hükümleri düzenleyen 647 sayılı Yasa ile 765 sayılı Yasanın konuya ilişkin hükümleri ile 5237 sayılı Yasanın infaza ilişkin 50-60 maddeleri karşılaştırılmak suretiyle, bu konudaki lehe hükmün belirlenmesi gerekmekte olup bu durumda da hükümlü hakkında tayin olunan hürriyeti bağlayıcı cezanın kanuni sonucu olarak 5237 sayılı TCK.nun 53. maddesinin uygulanmasında zorunluluk bulunması” gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığı ise 27.02.2006 gün ve 191297 sayı ile; “Dava konusu olaya ilişkin olarak, Yerel Mahkeme tarafından, suç tarihine göre, lehte olan kanunu tayin bakımından yapılan değerlendirme sonunda, 765 sayılı TCK.nun hükümlü lehine olduğu sonucuna varılarak, bu kanunun ilgili maddelerinin bütün halinde uygulanması suretiyle kurulan önceki hükümde değişiklik yapılmasına yer olmadığına ilişkin ek kararda, 5252 sayılı Kanunun 9/3. maddesine ve Yüksek Yargıtay’ın süre gelen uygulamalarına aykırı bir husus bulunmamaktadır.
Nitekim, Yüksek Ceza Genel Kurulunun aynı konudaki itirazlarımıza ilişkin içtihatları da bu konudaki itirazımızı destekler mahiyette bulunmuştur.
5252 sayılı Kanun hükümleri ile Yüksek Yargıtay’ın uygulamaları karşısında, Yüksek Dairenin, 765 sayılı TCK.nun 31 ve 33. maddelerinin uygulama imkanı kalmadığı ve lehe kanunun tespitinde, önceki ve sonraki kanunların suç ve cezaların tespitine ilişkin hükümleri karşılaştırılarak lehe kanununun tespitinden sonra cezaların yasal sonuçlarını düzenleyen hükümler ile infaza ilişkin hükümlerinin karşılaştırılması suretiyle lehe kanun tespitinin iki aşamalı olarak yapılması gerektiğine ilişkin, bozma ilamında yazılı gerekçelere katılmak mümkün görülmemiştir” görüşü ile itiraz yasayoluna başvurarak, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, Yerel Mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle Yargıtay Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Özel Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık, lehe yasanın tespiti ile ağır hapis cezasını gerektiren eylemler yönünden uyarlama yargılamasında, 765 sayılı Yasanın lehe olduğu kabul edilerek, bu yasa uyarınca uygulama yapılan hallerde, 765 sayılı TCY.nın 31 ve 33. maddelerinin varlığını sürdürüp, sürdürmediği noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlıkla ilgili olarak doğru bir sonuca ulaşabilmek için, 765 ve 5237 sayılı Yasalardaki yaptırım sistemi, bu sistemin dayandığı esaslar ve lehe yasa uygulamasında dikkate alınacak hususlar, 5237 sayılı Yasanın 7/3. maddesindeki hüküm ve 5252 sayılı Yasanın 6. maddesi hükmünün ağır hapis cezasını gerektiren eylemler yönünden doğurduğu sonuçların birlikte değerlendirilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
5252 sayılı Türk Ceza Yasa’nın Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Yasa’nın, 12. maddesi ile 1 Haziran 2005 tarihinde tüm ek ve değişiklikleri ile birlikte yürürlükten kaldırılan 765 sayılı Türk Ceza Yasasının 11. maddesinde cezalar, cürümlere ve kabahatlere mahsus olmak üzere düzenlenmiş olup, cürümlere mahsus cezalar;”ağır hapis, hapis, ağır para cezası ve kamu hizmetlerinden mahrumiyet”, kabahatlere mahsus cezalar ise; “hafif hapis, hafif para cezası ve belirli bir meslek sanatın tatili” şeklinde sıralanmış, ayrıca 647 sayılı Yasanın 1. maddesinde de cezalar, infaz yönünden üçlü ayrıma tabi tutulmuştur.
Öğretide de, cezalar “aslî, fer’î ve mütemmim” olmak üzere ayırtılıp adlandırılmış, aslî cezanın, yasa koyucunun o suça mahsus ve doğrudan doğruya suçun karşılığı olmak üzere koyduğu yaptırım olduğu konusunda genel bir uzlaşı sağlanmış ancak, fer’î ve mütemmim cezalar konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bir kısım yazarca, fer’î cezanın herhangi bir hükme ve hâkim kararına gerek olmaksızın asli cezaya eklenen ceza olduğu, mütemmim cezaların ise, hâkimin hükmünde ayrıca gösterilmesinin zorunlu bulunduğu, diğer bir kısım yazarca ise; yukarıdaki tanımların tam aksine olarak, asıl cezaya eklenen ve infazı hükmedilmesine bağlı olan cezanın fer’î, hükme gerek kalmaksızın, mahkûmiyetin yasal sonucu olarak, kendiliğinden mahkûmiyete eklenen cezaların ise mütemmim cezalar olduğu belirtilmiştir.
Yargısal kararlarda da, memuriyetten yoksunluk, kamu hizmetlerinden yasaklılık, belirli bir meslek ve sanatın tatili veya yasal kısıtlılığı gerektiren diğer hallerde, başka bir anlatımla 765 sayılı Yasanın 20, 25, 31, 33, 34 ve 35. maddelerinin uygulanma koşullarını gösteren kararlarda, kavram birliği bulunmamakla birlikte ek ceza, mütemmim ceza ve fer’i ceza terimlerine yer verilmiştir.
765 sayılı Yasanın 11 ve 25. maddelerinde düzenlenmiş bulunan ve kabahatlere özgü bir ceza olan “Muayyen bir meslek ve sanatın tatili”, kesinleşen cezanın siyasi bir hizmete seçilmeye veya memuriyete engel olduğu taktirde, seçilmişliğin veya memuriyetin ortadan kalkacağına ilişkin 34. madde hükmü ile, yine resmi sıfat yada yapılması için dairesinden ruhsatname veya şahadetname verilmesine bağlı olan meslek ve sanatın kötüye kullanılması suretiyle işlenen suçlarda kamu hizmetlerinden yasaklanma koşullarını düzenleyen 35.madde hükmünün uygulanma koşullarının belirlenmesinin uyuşmazlığın çözümüne herhangi bir katkısı bulunmayacağından, konuyla ilgili olarak 765 sayılı Yasanın 20, 31 ve 33. maddelerinin uygulanma koşulları ile sonuçlarının irdelenmesinde yarar bulunmaktadır.
765 sayılı TCY.nın 20. maddesinde, geçici ve sürekli kamu hizmetlerinden yasaklılık cezasının kapsamı 6 bent halinde gösterilip, geçici yasaklılığın süresinin 3 aydan 3 yıla kadar olduğu belirtilmiştir.
3679 sayılı Yasa ile 765 sayılı Yasanın 20. maddesinde yapılan değişikliğin aynı Yasanın 31. maddesindeki “üç yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezasına mahkûmiyet” halinde ceza süresi kadar kamu hizmetlerinden mahrumiyet cezasının süresini değiştirip değiştirmediği hususu 30.06.1995 gün ve 1/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına konu olmuş, anılan İçtihadı Birleştirme Kararında; “Özgürlüğe ve mal varlığına yönelik olmayan ancak medeni ehliyeti kaldıran nitelikte yani kişinin vatandaşlık haklarının bir kısmını kullanabilmesini veya bu haklara sahip olmasını etkileyen bir ceza olan kamu hizmetlerinden yasaklılık TCY.nın 11. maddesinde “cürümlere mahsus ceza” olarak öngörülmüştür.
Kamu hizmetlerinden yasaklılık cezası, özgürlüğü bağlayıcı ceza ile birlikte hükmolunan “tamamlayıcı ceza” (md. 20) yada ceza hükümlülüğünün sonucu olan “ek-fer’i ceza” (md.31) niteliğindedir. Bu ceza süreli (geçici) veya sürekli (ömür boyu) olsa da aynı tür cezadır. Yani Ceza Yasasının 20. ve 31. maddelerinde yer alan kamu hizmetlerinden yasaklılık cezası tek ve aynı kavramdır.
….Ceza Yasasının 20. maddesinde yapılan değişiklik sonucu 31. maddede yer alan yasaklama cezasının üst sınırı da üç seneye indirilmiş olup, bu cezanın da mahkeme kararlarında mutlaka gösterilmesi gerekir.” şeklinde açıklamalara yer verilmiştir.
Beş yıldan fazla ağır hapis cezasına mahkumiyet halinde, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 471. maddesi hükmü de dikkate alınmak suretiyle, “hapis hali sona erinceye kadar yasal kısıtlılığı gerektiren 765 sayılı TCY.nın 33/1. maddesinin uygulanma koşullarını gösteren 4.12.1929 gün ve 33-18 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında, yasal kısıtlılığın hükümlülüğün doğal sonucu olması nedeniyle, hükümde ayrıca açıklanmasına ve gösterilmesine gerek bulunmadığı belirtilmiştir.
Bu açıklamalar ışığında 765 sayılı Yasanın 20, 31 ve 33. maddelerinin uygulanma koşullarını şu şekilde özetlemek mümkündür; Anılan Yasanın 20. maddesinde yer alan ve cürümlere mahsus tamamlayıcı bir ceza niteliğindeki kamu hizmetlerinden yasaklılık cezasının, hangi hallerde uygulanacağı maddede 6 bent halinde sınırlı bir şekilde sayılmış ve aynı madde uyarınca bu cezanın sürekli ya da yasada belirtildiği hallerde 3 aydan 3 yıla kadar olmak üzere süreli olması hükme bağlanmıştır.
TCY.nın 31. maddesinde düzenlenen, 30.6.1995 gün ve 1/1 sayılı İçtihadı Birleştirme kararında da fer’i ceza olduğu vurgulanan, kamu hizmetlerinden yasaklanma cezası, 5 yıldan fazla ağır hapis cezasına mahkûmiyet halinde, bu mahkûmiyetin doğal sonucu olarak sürekli, 3 yıldan 5 yıla kadar ağır hapse mahkûmiyet halinde ise, ceza süresince, ancak üç yılı geçmemek üzere kamu hizmetlerinden yoksunluğu gerektirmektedir.
765 sayılı TCY.nın 33. maddesi uyarınca 5 seneden fazla ağır hapse mahkûmiyet halinde hükümlü, mahkumiyetin doğal sonucu olarak “hapis hali sona erinceye kadar yasal kısıtlılık altında bulundurulacağından, bu kısıtlılığın hükümde ayrıca açıklanmasına ve gösterilmesine de gerek bulunmamaktadır.
765 sayılı TCY.ndaki 20, 31 ve 33. maddelerinin uygulanması koşulları bu şekilde belirtildikten sonra, 5237 sayılı TCY.nın yaptırım sisteminin değerlendirilmesi gerekmektedir.
1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Yasada “cürüm-kabahat”, “asli-fer’i” ceza ayrımı kaldırılarak, yaptırım olarak cezalar ve güvenlik tedbirlerine yer verilmiştir.
5237 sayılı TCY.nın “Birinci Kitap”, “Üçüncü Kısım”, “Birinci Bölüm”, 45 ilâ 60. maddelerinde; suç karşılığı olarak uygulanabilecek yaptırımlar, ceza ve güvenlik tedbirleri olarak belirlenmiş, bir kısım kabahatlerin ceza kanunundan çıkarılması, bir kısım kabahatlerin de suç olarak düzenlenmesi nedeniyle, ağır ve hafif hapis ile ağır ve hafif para cezası ayrımı kaldırılarak, ceza olarak sadece hapis ve adli para cezası öngörülmüş, hapis cezası da süresi ve infaz koşulları dikkate alınmak suretiyle, ağırlaştırılmış müebbet, müebbet ve süreli hapis cezası şeklinde üçlü bir ayrıma tabi tutulmuş, ayrıca süreli hapis cezası da kısa ve uzun süreli olmak üzere ikili bir ayrıma tabi tutularak kısa süreli hapis cezası yerine uygulanabilecek seçenek yaptırımlara yer verilmiştir.
5237 sayılı TCY.nın 2. maddesinde güvenlik tedbirleri yönünden de yasallık ilkesinin geçerli olduğu vurgulandıktan sonra, “Birinci Kitap”, “Üçüncü Kısım”, “İkinci Bölüm” de, “Güvenlik Tedbirleri”düzenlenmiş, Yasanın 53. maddede “Belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma”, 54. maddede “Eşya müsaderesi”, 55. maddede “Kazanç müsaderesi”, 56.maddede “Çocuklara özgü güvenlik tedbirleri,” 57. maddede “Akıl hastalarına özgü güvenlik tedbirleri,” 59. maddede “Sınır dışı edilme” ve 60. maddede “Tüzel kişiler hakkında güvenlik tedbirleri” ile ilgili düzenlemelere yer verilmiştir. Kuşkusuz güvenlik tedbirleri anılan maddelerde sayılanlarla da sınırlı olmayıp, özel yasalarda da, yasallık ilkesine uyulmak koşuluyla farklı güvenlik tedbirlerine yer verilmesi olanaklıdır.
5237 sayılı Yasanın 53. maddesinde;
“(1) Kişi, kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak;
a) Sürekli, süreli veya geçici bir kamu görevinin üstlenilmesinden; bu kapsamda, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinden veya Devlet, il, belediye, köy veya bunların denetim ve gözetimi altında bulunan kurum ve kuruluşlarca verilen, atamaya veya seçime tâbi bütün memuriyet ve hizmetlerde istihdam edilmekten,
b) Seçme ve seçilme ehliyetinden ve diğer siyasî hakları kullanmaktan,
c) Velayet hakkından; vesayet veya kayyımlığa ait bir hizmette bulunmaktan,
d) Vakıf, dernek, sendika, şirket, kooperatif ve siyasî parti tüzel kişiliklerinin yöneticisi veya denetçisi olmaktan,
e) Bir kamu kurumunun veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşunun iznine tâbi bir meslek veya sanatı, kendi sorumluluğu altında serbest meslek erbabı veya tacir olarak icra etmekten, Yoksun bırakılır.
(2) Kişi, işlemiş bulunduğu suç dolayısıyla mahkûm olduğu hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar bu hakları kullanamaz.
(3) Mahkûm olduğu hapis cezası ertelenen veya koşullu salıverilen hükümlünün kendi altsoyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından yukarıdaki fıkralar hükümleri uygulanmaz. Mahkûm olduğu hapis cezası ertelenen hükümlü hakkında birinci fıkranın (e) bendinde söz konusu edilen hak yoksunluğunun uygulanmamasına karar verilebilir.
(4) Kısa süreli hapis cezası ertelenmiş veya fiili işlediği sırada onsekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında birinci fıkra hükmü uygulanmaz.
(5) Birinci fıkrada sayılan hak ve yetkilerden birinin kötüye kullanılması suretiyle işlenen suçlar dolayısıyla hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde, ayrıca, cezanın infazından sonra işlemek üzere, hükmolunan cezanın yarısından bir katına kadar bu hak ve yetkinin kullanılmasının yasaklanmasına karar verilir. Bu hak ve yetkilerden birinin kötüye kullanılması suretiyle işlenen suçlar dolayısıyla sadece adlî para cezasına mahkûmiyet hâlinde, hükümde belirtilen gün sayısının yarısından bir katına kadar bu hak ve yetkinin kullanılmasının yasaklanmasına karar verilir. Hükmün kesinleşmesiyle icraya konan yasaklama ile ilgili süre, adlî para cezasının tamamen infazından itibaren işlemeye başlar.
(6) Belli bir meslek veya sanatın ya da trafik düzeninin gerektirdiği dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla işlenen taksirli suçtan mahkûmiyet hâlinde, üç aydan az ve üç yıldan fazla olmamak üzere, bu meslek veya sanatın icrasının yasaklanmasına ya da sürücü belgesinin geri alınmasına karar verilebilir. Yasaklama ve geri alma hükmün kesinleşmesiyle yürürlüğe girer ve süre, cezanın tümüyle infazından itibaren işlemeye başlar.” şeklindeki hüküm ile, 765 sayılı Yasanın 20, 25, 31, 33, 34 ve 35. maddelerinde yer alan hak mahrumiyetleri ve kısıtlılıklar tek bir madde altında toplanmıştır.
Anılan madde ile getirilen sistem ve uygulama koşulları madde gerekçesinde; “İşlediği suç dolayısıyla toplumda kişiye karşı duyulan güven sarsılmaktadır. Bu nedenle, suçlu kişi özellikle güven ilişkisinin varlığını gerekli kılan belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılmaktadır. Madde metninde, işlediği suç dolayısıyla kişinin hangi hakları kullanmaktan yoksun bırakılacağı belirlenmiştir.
Ancak, bu hak yoksunluğu süresiz değildir. Cezalandırılmakla güdülen asıl amaç, işlediği suçtan dolayı kişinin etkin pişmanlık duymasını sağlayıp tekrar topluma kazandırılması olduğuna göre, suça bağlı hak yoksunluklarının da belli bir süreyle sınırlandırılması gerekmiştir. Bu nedenle, madde metninde söz konusu hak yoksunluklarının mahkûm olunan cezanın infazı tamamlanıncaya kadar devam etmesi öngörülmüştür. Böylece, kişi mahkûm olduğu cezanın infazının gereklerine uygun davranarak bunun tamamlanmasıyla kendisinin tekrar güven duyulan bir kişi olduğu konusunda topluma da bir mesaj vermektedir. Bu bakımdan hak yoksunluklarının en geç cezanın infazının tamamlanması aşamasına kadar devam etmesi, suç ve ceza politikasıyla güdülen amaçlara daha uygun düşmektedir.
Bu sistemde süresiz bir hak yoksunluğu söz konusu olmadığı için, yasaklanmış hakların geri verilmesinden artık söz edilemeyecektir.
Maddenin üçüncü fıkrasında mahkûm olduğu hapis cezası ertelenen veya koşullu salıverilen hükümlünün kendi altsoyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkilerini kullanabileceği belirtilmiştir. Ayrıca, dördüncü fıkrada, kısa süreli hapis cezası ertelenmiş veya fiili işlediği sırada onsekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında mahkûm oldukları cezaya bağlı herhangi bir hak yoksunluğunun doğmadığı hüküm altına alınmıştır.
Maddenin beşinci fıkrasında, belli bir hak ve yetkinin kötüye kullanılması suretiyle işlenen kasıtlı suçlar dolayısıyla mahkûmiyet hâlinde, mahkûm olunan cezanın infazından sonra da etkili olmak üzere bu hak ve yetkinin kullanılmasının yasaklanmasına ayrıca hükmedilmesi öngörülmüştür. Bu durumda mahkemenin belli bir hak ve yetkiyle ilgili olarak vereceği yasaklama kararı bir güvenlik tedbiri niteliği taşımaktadır.
Altıncı fıkrada, belli bir meslek veya sanatın ya da trafik düzeninin gerektirdiği dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla işlenen taksirli suçtan mahkûmiyet hâlinde, yine güvenlik tedbiri olarak, belli bir süre için bu meslek veya sanatın icrasının yasaklanmasına ya da sürücü belgesinin geri alınmasına karar verilebileceği öngörülmüştür.” şeklinde açıklanmıştır.
Görüldüğü gibi 765 sayılı Yasanın 20, 25, 31,33, 34 ve 35. maddelerinde düzenlenen hak mahrumiyetleri “Belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma” başlığı altında yeni sistemde güvenlik tedbiri olarak düzenlenmiş olup, esasen güvenlik tedbiri olarak adlandırılan ve mahkûmiyetin yasal sonucu olan bu hak mahrumiyetleri, bu niteliğiyle ek-fer’i ceza niteliğini taşımaktadır. Maddenin 1. fıkrasında beş bent halinde düzenlenen bu yoksunluklar, mahkûmiyetin doğal sonucu olduğundan, kararda gösterilmemiş olsa bile hükümlü açısından kazanılmış hakka konu olamazlar, 1. fıkrada belirtilen hak yoksunlukları esasen 765 sayılı TCY.nın 20. maddesinde düzenlenen hak yoksunlukları ile paralellik arz etmekte ise de, 5237 sayılı TCY.sında hak yoksunlukları kural olarak hapis cezasının infazı ile sınırlandırılmış, infaz tamamlanmakla, herhangi bir yargı kararına gerek olmaksızın, bu hak yoksunluklarının kendiliğinden ortadan kalkacağı öngörülmüş, bu nedenle yeni sistemde memnu hakların iadesi müessesesine yer verilmemiştir. Kural hak yoksunluklarının infazın tamamlanmasıyla sona ermesi ise de, aynı maddenin 5. fıkrasındaki düzenleme uyarınca, 1. fıkrada sayılan hak ve yetkilerin kötüye kullanılması suretiyle işlenen suçlarda, infazın sora ermesinden sonra da, kararda ayrıca hükmedilmesi koşuluyla, hak yoksunluğunun bir süre daha devam etmesi sağlanmıştır. Yine maddenin 3. fıkrası uyarınca mahkûm olduğu hapis cezası ertelenen veya koşullu salıverilen hükümlü hakkında 1. fıkranın (c) bendinde yer alan kendi altsoyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkilerinin kullanılmasına ilişkin yasaklama hükmü uygulanamayacak, ayrıca cezası ertelenen hükümlü hakkında, 1. fıkranın e bendindeki hak yoksunluğunun uygulanmamasına da karar verilebilecek, ancak kısa süreli hapis cezası ertelenenler ile suçu işlediği sırada 18 yaşını doldurmamış kişiler hakkında, 1. fıkradaki hak yoksunluğuna hiçbir şekilde karar verilemeyecektir.
Bu şekilde her iki yasadaki hak yoksunlukları açıklandıktan sonra, ceza kanunlarının zaman bakımından uygulanması ve lehe yasanın saptanmasında dikkate alınacak hususların da belirtilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
Ceza yasalarının zaman bakımından uygulanmasına ilişkin kurallar, yürürlükten kalkmış bulunan 765 sayılı Türk Ceza Yasasının 2. maddesinde;
“İşlendiği zamanın kanununa göre cürüm veya kabahat sayılmayan fiilden dolayı kim-seye ceza verilemez. İşlendikten sonra yapılan kanuna göre cürüm veya kabahat sayılmayan bir fiilden dolayı da kimse cezalandırılamaz. Eğer böyle bir ceza hükmolunmuşsa icrası ve kanunî neticeleri kendiliğinden ortadan kalkar.
Bir cürüm veya kabahatin işlendiği zamanın kanunu ile sonradan neşrolunan kanunun hükümleri birbirinden farklı ise failin lehinde olan kanun tatbik ve infaz olunur.”
Şeklinde;
1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe girmiş bulunan 5237 sayılı Türk Ceza Yasa’nın “Zaman bakımından uygulama” başlıklı 7. maddesinde ise;
(1) İşlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. İşlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı da kimse cezalandırılamaz ve hakkında güvenlik tedbiri uygulanamaz. Böyle bir ceza veya güvenlik tedbiri hükmolunmuşsa infazı ve kanunî neticeleri kendiliğinden kalkar.
(2) Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.
(3) Hapis cezasının ertelenmesi, koşullu salıverilme ve tekerrürle ilgili olanlar hariç;infaz rejimine ilişkin hükümler, derhal uygulanır.
(4) Geçici veya süreli kanunların, yürürlükte bulundukları süre içinde işlenmiş olan suçlar hakkında uygulanmasına devam edilir.”
Biçiminde, yürürlükten kaldırılan 765 sayılı TCY.nın 2. maddesine benzer şekilde düzenlenmiştir.
Görüldüğü gibi, her iki maddede de; ceza hukukunun en önemli ilkesi olan, ceza hukuku kurallarının yürürlüğe girdikleri andan itibaren işlenen suçlara uygulanacağına ilişkin, ileriye etkili olma prensibi ile bu ilkenin istisnasını oluşturan, failin lehine olan yasanın geçmişe etkili olması, “geçmişe etkili uygulama” veya “geçmişe yürürlük” ilkesine yer verilmiştir.
Bu ilke uyarınca, suçtan sonra yürürlüğe giren ve fail lehine hükümler içeren yasa, hükümde ve infaz aşamasında dikkate alınmalıdır. Gerek öğretide gerekse yargısal kararlarda; Hapis cezasını öngören yasanın, adli para cezası kabul eden yasaya göre, Aynı nev’i ceza içeren yasalardan; Yukarı sınırları aynı, aşağı sınırı fazla olanın, aşağı sınırı az olan yasaya göre, Aşağı sınırları aynı, yukarı sınırı fazla olanın, üst sınırı az olana göre, Alt ve üst sınırlarının farklı olması halinde, üst sınırı fazla olanın, az olana göre, Aleyhe olduğu, Yine, şikayete tabi olan suçu, kamu adına kovuşturulması gereken suç haline getiren yasanın aleyhe, kamu adına kovuşturulan suçu, şikayete tabi suç haline getiren yasanın lehe, aynı cezaya ilave olarak güvenlik önlemi kabul eden yasanın aleyhe olduğu belirtilmiş ise de, bu kuralların her somut olayda, mutlak olarak aynı sonucu doğuracağının kabulü olanaksızdır. Ancak bazı somut durumlarda yetersiz de olsa bu ölçütler, yasalarda kısmi değişikliklerin yapıldığı dönemlerde benimsenilmesi gereken temel ilkeleri göstermesi bakımından önemlidir.
Lehe yasanın tespiti açısından bu ölçütlere yeni kriterler eklenmesi yönündeki görüş ve uygulamalar, öğreti ve yargısal kararlara da konu olmuş, değişen ceza mevzuatı karşısında dahi halen geçerliliğini koruyan 23.02.1938 gün ve 23/9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında, “Suçun işlendiği zamanın yasası ile sonradan yürürlüğe giren yasa hükümlerinin farklı olması halinde, her iki yasanın birbirine karıştırılmadan, ayrı ayrı somut olaya uygulanıp, her iki yasaya göre hükmedilecek cezalar belirlendikten sonra, sonucuna göre lehte olanı uygulanmalı,” şeklinde, lehe yasanın tespitinde başvurulacak yöntem ana hatlarıyla belirtilmiştir.
Öğretide de anılan İçtihadı Birleştirme Kararındaki ilkeler benimsenerek, uygulanma olanağı bulunan tüm yasaların leh ve aleyhteki hükümleri ile birlikte ayrı ayrı ele alınarak somut olaya göre sonuçlarının karşılaştırılması gerekeceği ve sonunda fail bakımından daha lehe sonuç veren yasanın belirlenip son hükmün buna göre verileceği görüşleri ileri sürülmüştür. (Ord.Prof. Dr. S.DÖNMEZER-Prof. Dr. S.ERMAN, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, C.I, 11. Bası, sh.167 vd.; Ord. Prof. Dr. S.DÖNMEZER, Genel Ceza Hukuku Dersleri, sh.64 vd.; Prof. Dr. M.E.ARTUK-Doç. Dr. A.GÖKÇEN-Arş. Gör. A. C. YENİDÜNYA, Ceza Hukuku Genel Hükümler, C.I, sh.221 vd.)
1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren, 5252 sayılı Türk Ceza Yasasının Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Yasanın; “Lehe olan hükümlerin uygulanmasında usul”başlıklı 9. Maddesinde;
(1) 1 Haziran 2005 tarihinden önce kesinleşmiş hükümlerle ilgili olarak, Türk Ceza Kanununun lehe olan hükümlerinin derhal uygulanabileceği hallerde, duruşma yapılmaksızın da karar verilebilir.
(2) Birinci fıkra hükmü, 1 Haziran 2005 tarihinden önce verilip de Yargıtay tarafından lehe olan hükümlerin uygulanması hususunda değerlendirme yapılması gerektiği gerekçesiyle bozularak mahkemesine gönderilen hükümler hakkında da uygulanır.
(3) Lehe olan hüküm, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir.
(4) Kesin hükümle sonuçlanmış olan davalarda, sonradan yürürlüğe giren bir kanunla ilgili olarak lehe hükmün belirlenmesi ve uygulanması amacıyla yapılan yargılama bakımından dava zamanaşımına ilişkin hükümler uygulanmaz.
Hükmüne yer verilmiş olup, anılan maddenin 3. fıkrasındaki; “Lehe olan hüküm, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir.” hükmü uyarınca, kesin yargı haline gelmiş bir hükümde değişiklik yargılaması yapılması, önceki hükümde sabit kabul edilen olaya her iki yasanın ilgili tüm hükümleri birbirine karıştırılmaksızın uygulanmak suretiyle ayrı ayrı sonuçlar belirlenmesini ve bunların karşılaştırılmasını gerekli kılmaktadır. Lehe yasanın saptanması için, maddi olaya eski yasalar ile yeni yasa yekdiğerinin hiçbir hükmü karıştırılmadan bir bütün halinde uygulanacak ve uygulama sonucunda ortaya çıkan sonuçlar birbirleriyle karşılaştırılacaktır. Ancak bu karşılaştırmada, hükmün tesisi aşamasında uygulanması gereken normlarla, hükmün infazına ilişkin normlar birlikte değil, ayrı ayrı değerlendirmeye tabi tutulacaktır. Bu değerlendirmede hüküm tesisi aşamasında uygulanması gereken düzenlemelerin aynı yasa kapsamında bulunup bulunmadığına bakılmaksızın, sadece bir yasa değil bir müesseseyle ilgili düzenlemelerin yer aldığı yasalar birlikte değerlendirilecektir.
Görüldüğü gibi;kesin yargı haline gelmiş bir hükümde sonradan yürürlüğe giren ve lehte hükümler içeren yasaya dayalı bulunan değişiklik yargılaması, her iki yasanın ilgili tüm hükümleri, önceki hükümde sabit kabul edilen olaya uygulanmak suretiyle belirlenmeli, bu belirleme herhangi bir inceleme, araştırma, kanıt tartışması ve takdir hakkının kullanılmasının gerekmediği; Eylemin suç olmaktan çıkarılması, Ceza sorumluluğunun kaldırılması, Önceki hükümle belirlenen cezanın bir değerlendirme ve takdir gerektirmemesi gibi hallerde,
Evrak üzerinde;Sonraki yasa ile; Suçun unsurlarının veya özel hallerinin değiştirilmiş olması,
Cezanın tayininde 5237 sayılı TCY.nın 61 inci maddesi gözetilerek cezanın tayin ve taktirinin gerekmesi,
Önceki hükümde cezanın asgari haddin üzerinde tayini nedeniyle bu olguların 5237 sayılı Yasanın 61. maddesi uyarınca tartışılmasının gerekmesi, Artırım ve indirim oranlarının belirlenmesinin takdiri gerektirmesi, Seçimlik cezalardan birinin tercihinin söz konusu olması, Seçenek yaptırımların yada cezanın kişiselleştirilmesini gerektiren hallerin değerlendirilmesinin gerekmesi, Durumlarında ise duruşma açılarak değerlendirme yapılmasını zorunlu kılmaktadır.Değerlendirme yapılırken hükmün gerekçe bölümünde yukarıda belirtilen ilkelere uygun olarak, her iki yasaya göre uygulama ve sonuçları gerekçeleriyle birlikte belirtilmeli, lehe yasanın hangisi olduğu saptandıktan sonra, hüküm fıkrasında; lehe olduğu kabul edilen yasa ilgili tüm hükümleriyle birlikte olaya uygulanmak suretiyle hüküm tesis edilmelidir.
Ancak duruşma açılarak yargılama yapılsa da, bu yargılamanın sonraki yasanın lehe hükümlerinin saptanması ve uygulanma koşullarının bulunup bulunmadığının belirlenmesi ile sınırlı ve kendine özgü bir yargılama olduğu unutulmamalı, lehe yasanın tespiti amacıyla yapılan yargılamada, mahkemelerce önceki karar dışına çıkılmamalı, kesinleşen karardaki suça uygulanması olanağı bulunan 5237 sayılı Yasa hükümlerinin tamamının uygulanması suretiyle bulunacak cezaların karşılaştırılıp, lehe yasanın saptanması ile yetinilmelidir.
Bu kapsamda 5237 sayılı TCY.nın 7. maddesinin 3. fıkrasındaki; “Hapis cezasının ertelenmesi, koşullu salıverilme ve tekerrürle ilgili olanlar hariç; infaz rejimine ilişkin hükümler, derhal uygulanır.” hükmünün de, yukarıda belirtilen ilkelere bir istisna getirip getirmediğinin değerlendirilmesinde zorunluluk bulunmaktadır. Anılan fıkra ilk düzenlenişinde; “Güvenlik tedbirleri hakkında, infaz rejimi yönünden hüküm zamanında yürürlükte bulunan kanun uygulanır.” şeklinde iken, 29.06.2005 gün ve 5377 sayılı Yasanın 2. maddesi ile yukarıdaki şekilde değiştirilmiş, değişikliğin amacı ise gerekçesinde; “Yeni Türk Ceza Kanununun benimsediği yaptırım sisteminde amaç hükümlüyü ıslah ederek yeniden topluma kazandırmak, hükümlünün toplum açısından oluşturduğu tehlikeyi azaltmak olduğuna göre, aralarında bir ayırım yapmaksızın, ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı bakımından derhal uygulama kuralı benimsenmiştir. Bu kuralı açık bir şekilde ifade edebilmek için, Kanunun 7 nci maddesinin üçüncü fıkrasında değişiklik yapılması gereği hasıl olmuştur. Ancak, bu düzenlemede hapis cezasının ertelenmesi, koşullu salıverilme ve tekerrüre ilişkin hükümler bakımından, bu kuraldan ayrılınmıştır. Kanunun sisteminde bir ceza infaz rejimi olarak kabul edilen hapis cezasının ertelenmesi ile koşullu salıverilme ve mükerrirlere özgü infaz rejimi bakımından, birinci ve ikinci fıkralardaki zaman bakımından uygulama kuralları uygulanacaktır.” şeklinde belirtilmiştir.
Görüldüğü üzere; ilk düzenlemede, güvenlik tedbirleri hakkında, infaz rejimi yönünden hüküm zamanında yürürlükte bulunan kanunun uygulanacağına ilişkin düzenleme, infaz rejimi yönünden derhal uygulama ilkesine aykırı olarak, ileride yapılacak değişikliklerin uygulanmasını engelleyecek ve sadece güvenlik tedbirlerinin infaz rejimi ile sınırlı bir şekilde iken, sonraki düzenleme ile bu kural, güvenlik tedbirlerinin infaz rejimine, cezaların infaz rejimi de eklenmek ve derhal uygulama ilkesi benimsenmek suretiyle genişletilmiştir. Ancak burada dikkate alınması gereken husus, bu kuralın ceza veya güvenlik tedbirinin kendisi ile ilgili olmayıp, infaz rejimi ile sınırlı olduğudur, zira gerek cezalar, gerekse güvenlik tedbirleri yönünde 7. maddenin 1 ve 2. fıkralarında yer alan kurallar geçerli olup, 3. fıkra sadece infaz rejimi ile sınırlıdır. Yine anılan fıkrada, “hapis cezasının ertelenmesi, koşullu salıverilme ve tekerrür” yeni ceza sisteminde, bir infaz rejimi kurumu olarak düzenlendiğinden, doğabilecek adaletsizlikleri gidermek açısından, bu üç kurum yönünden derhal uygulama ilkesine istisna getirilmiş, maddenin ilk 2 fıkrasındaki temel kuralların bunlar yönünden geçerliliği benimsenmiş dolayısıyla lehte olanın uygulanabilmesi olanaklı sayılmıştır.
5252 sayılı “Türk Ceza Yasasının Yürüklük ve Uygulama Şekli Hakkında Yasa’nın 6. maddesi ile ilgili düzenlemeye gelince, anılan madde başlangıçta tek bir fıkra halinde; “Özel ceza kanunları ile ceza içeren kanunlarda öngörülen “ağır hapis” cezaları, “hapis” cezasına dönüştürülmüştür.” şeklinde iken, 11.05.2005 gün ve 5349 sayılı Yasanın 2. maddesi ile; “(1) Kanunlarda öngörülen “ağır hapis” cezaları, “hapis” cezasına dönüştürülmüştür. (2) 1 Haziran 2005 tarihinden önce işlenmiş olan suçlarla ilgili olarak 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 13 ve 15 inci maddelerinin uygulanması zarureti bulunan hallerde; a) Ağır hapis iken, birinci fıkra uyarınca hapse dönüştürülen cezalar, kanunlarında aksine bir hüküm yoksa alt sınır bir yıl, üst sınır yirmidört yıl olarak, b) Hapis cezalarında kanunlarında aksine bir hüküm yoksa alt sınır yedi gün, üst sınır beş yıl olarak,
Uygulanır.”şeklinde yeniden düzenlenmiştir. Görüldüğü gibi başlangıçtaki hüküm, sadece Özel ceza kanunları ile ceza içeren kanunlardaki ağır hapis cezasının dönüştürülmesi ile sınırlı iken, sonradan yapılan düzenlemeyle tüm yasaları kapsar hale gelmiştir. 5252 sayılı Yasanın 12. maddesi ile 765 sayılı Türk Ceza Yasası’nı tüm ek ve değişiklikleri ile yürürlükten kaldıran yasa koyucu, yürürlükten kaldırdığı bir yasadaki yaptırım sisteminin değiştirilmesini başlangıçta gereksiz görmüş, ancak, bu hükmün 765 sayılı Yasadaki ağır hapis cezalarını kapsayıp kapsamadığı, kapsadığı kabul edildiği taktirde, 5237 sayılı Yasanın 49. maddesi uyarınca kanunlarda aksi belirtilmeyen hallerde, ağır hapis cezalarının üst sınırını 20 yıla indirip indirmediği, yine yeni sistemde cezaların içtimaı sistemine yer verilmemiş olmakla birlikte, 765 sayılı Yasanın lehe yasa olması nedeniyle uygulandığı hallerde, 77. maddede ağır hapis için öngörülen üst sınırı, hapis cezasının sınırına indirip indirmediği yönünde bir kısım duraksamaların doğması üzerine, yasa koyucu 5349 sayılı Yasa ile yaptığı değişiklikle, amacının 765 sayılı Yasalardaki yaptırım sistemini dışlamak olmadığını, ancak ağır hapisten dönüştürülen hapis cezasının, anılan Yasanın 15. maddesinde belirtilen hapis cezası türünden farklılık arzettiğini, bunun aynı Yasanın 13. maddesindeki sınırlama ve sonuçlara tabi olduğunu açıkça ortaya koymuş bulunduğundan, ağır hapis cezası gerektirmekte iken anılan hüküm uyarınca yaptırımı hapis cezasına dönüştürülen eylemler yönünden 765 sayılı Yasanın 31 ve 33. maddelerinin uygulanma olanağı kalmadığını ileri sürmek yasa koyucunun iradesiyle bağdaşmamaktadır. Diğer yönden, ağır hapis cezalarını içeren tüm hükümlerdeki yaptırımların hapis cezasına bu kapsamda 31 ve 33. maddelerdeki ağır hapsinde hapse dönüştürüldüğünün kabulü, bütün hürriyeti bağlayıcı cezalarda 31 ve 33. maddelerinin uygulanması sonucu doğurur şeklindeki bir görüşte de, isabet yoktur. Zira bu düzenlemenin, sadece yaptırımı, ağır hapis cezası iken 5252 sayılı Yasanın 6. maddesi uyarınca hapis cezasına dönüşen suçlarla sınırlı olduğu ve ceza yasalarının aleyhe hükümlerinin geçmişe yürürlü olamayacağına ilişkin evrensel hukuk ilkesi nazara alındığında sair türden hapis cezalarına uygulanmasına yasal olanak bulunmadığı tartışılmaz açıklıkla ortadadır .
Kuşkusuz yeni sistemde, süresiz hak mahrumiyetlerine yer verilmemesi bu hallerde, gerekli bulunan yasak hakların iadesi kurumunun da yeni sistemde yer almaması sonucunu doğurmuş ve bu nedenle 765 sayılı Yasanın 31 ve 33. maddelerinin uygulanmasının yeni mevzuat yönünden memnu hakların iadesi evresinde sorun yaratma olasılığı, çözüm bekleyen bir sorun olarak ortaya çıkmakta ise de yargının yasaların kendisine verdiği hak ve yetkiler çerçevesinde hareket etme sorumluluğu vardır. Yasa koyucunun açık, net ve duraksatmaz biçimde ortaya koyduğu “karma uygulama yasağı”nı, memnu hakların iadesinde çıkabilecek olası sorunları giderebilmek gailesiyle aşmak ve yasa koyucunun yerine geçemez. 765 sayılı Yasanın asli ceza sistemini 5237 sayılı Yasanın güvenlik tedbiri hükmüyle birlikte karma yöntemle uygulamak yeni bir yasa düzenlemek olacaktır ki yargıcın böyle bir yönteme girişmek hak ve yetkisi bulunmamaktadır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmaya matuf fiil işlemek ve yasadışı silahlı terör örgütüne yardımda bulunmak suçlarından hükümlüler hakkında 765 sayılı Yasa hükümlerinin lehe olduğu kabul edildiğine göre 5252 sayılı Yasanın 6. maddesi hükmü uyarınca hükümdeki ağır hapis ibarelerinin hapse çevrilmesi suretiyle önceki hükmün aynen korunmasına karar verilmesi yerine, doğrudan önceki hükmün aynen infazına karar verilmesi yasaya aykırıdır.
Diğer yönden, Özel Dairece de, 5252 sayılı Yasanın 9/3. maddesine aykırı olarak, 5237 sayılı TCY.nın suç ve yaptırımlara ilişkin hükümleri karşılaştırılarak lehe yasanın tesbiti ve daha sonra da tedbir, erteleme ve hapis cezasının yasal sonucu olarak belirli hakları kullanmaktan yoksun bırakılmaya ilişkin hükümleri düzenleyen 647 sayılı Yasa ile 765 sayılı Yasanın konuya ilişkin hükümleri ile 5237 sayılı Yasanın infaza ilişkin 50-60. maddeleri karşılaştırılmak suretiyle, bu konudaki lehe hükmün belirlenmesi ve hükümlüler hakkında tayin olunan hürriyeti bağlayıcı cezanın kanuni sonucu olarak 5237 sayılı TCY.nın 53. maddesinin uygulanmasında zorunluluk bulunması gerektiğine ilişkin bozma kararı da isabetli değildir.
Bu nedenlerle Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının kabulü ile, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 02.02.2006 gün ve 7956-323 sayılı bozma kararının kaldırılmasına ve Yerel Mahkemenin 17.08.2005 gün ve 35-234 sayılı ek kararının bozulmasına, ancak bu aykırılık konusunda halen yürürlükte 1412 sayılı CYUY.nın 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak, karar verilmesi olanaklı bulunduğundan ek karardaki ve önceki hükümdeki ağır hapis cezalarının, 5252 sayılı Yasanın 6. maddesi uyarınca “hapis” cezasına dönüştürülmek ve önceki hükümdeki sair hususların aynen bırakılması suretiyle düzeltilerek onanmasına karar verilmelidir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle,
1-Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2-Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 02.02.2006 gün ve 7956-323 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Yerel Mahkemenin 17.08.2005 gün ve 35-234 sayılı ek kararının BOZULMASINA,
4- 1412 sayılı CYUY.nın 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak, 17.08.2005 gün ve 35-234 sayılı ek karardaki ve önceki hükümdeki ağır hapis cezalarının 5252 sayılı Yasanın 6. maddesi uyarınca “hapis” cezasına dönüştürülmek ve önceki hükümdeki sair hususlar aynen bırakılmak suretiyle DÜZELTİLEREK ONANMASINA,
5- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 21.03.2006 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.

YARGITAY, yasadışı dinlemeden idare sorumlu

telekulak-cezasini-kim-odeyecek_oİçişleri Bakanlığı’nın, yasadışı dinlenen bir kişinin açtığı davada mahkûm olduğu tazminatı, dinleyen emniyet yetkililerine ‘rücu ettirmek’ için açtığı dava, ilginç bir kararla son buldu.

Mahkemenin ‘rücu’ kararını oybirliği ile bozan Yargıtay, ‘destek olmadan bu kadar kapsamlı bir dinleme yapılmasının olanaksız’ olduğu vurgusuyla, “Bu denetim görevinin yerine getirilmemiş olması idarenin kendi kusurundan doğmaktadır” kararı verdi.

YARGITAY, mahkeme kararı olmaksızın yasa dışı telefon dinlemesi yapılmasında, dinlemeyi yapan emniyet görevlilerinin değil, İçişleri Bakanlığı’nın kusurlu olduğuna hükmetti.

Karar, mahkeme kararı olmaksızın telefon görüşmeleri dinlenen Fuat A.’nın, İçişleri Bakanlığı aleyhine açtığı tazminat davası üzerine geldi. İçişleri Bakanlığı bu kişiye önce tazminat ödedi, ardından da, tazminatın, yasadışı dinlemeyi yapan emniyet görevlilerinden alınması istemiyle mahkemeye başvurdu.

Ankara 10’uncu Asliye Hukuk Mahkemesi, ‘emniyet görevlilerinin kasıt ve ihmalleri nedeniyle sorumlu oldukları, İçişleri Bakanlığı’nın ödediği parayı rücu hakkı doğduğu’ gerekçesiyle, davayı kabul etti.

Karar oybirliğiyle bozuldu: Kim sorumlu, belirlenmeli

Yasa dışı dinlemeleri yaptıkları iddia edilen Mustafa G., Ahmet Ö. ve diğer emniyet mensuplarının bu kararı temyiz etmeleri üzerine, dosya Yargıtay 4’üncü Hukuk Dairesi’ne geldi. Daire, yasa dışı dinleme yapan emniyet görevlilerinin tazminatla sorumlu tutulmuş olmalarını usul ve yasaya uygun bulmayarak, Ankara 10’uncu Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kararını oy birliğiyle bozdu.

Kararda, Anayasa’nın 129’uncu maddesi ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 13’üncü maddesine göre, ‘idarenin, kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan dolayı ödemek zorunda kaldıkları tazminatı, sorumluluğu saptanan görevlilerden rücu etme hakkı bulunduğu’na işaret edilerek, öncelikle davalı emniyet görevlilerinin olayda sorumlu tutulup tutulmayacaklarının belirlenmesi gerektiğine işaret edildi.

Yargıtay kararında, açılan davanın, Ankara İl Emniyet Müdürlüğü 9’uncu katında, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı ve Taşra Üniteler Kurulu görev ve

çalışma yönetmeliğine uygun biçimde kurulmuş teknik dinleme odası bulunmasına karşın, İstihbarat Daire Başkanlığı’nın bilgi ve onayı alınmadan aynı binanın 8’inci katında, teknik kurallara aykırı olarak Değerlendirme Bürosu içinde ayrı bir dinleme odası kurulduğu, yasal düzenlemelere aykırı olarak sözü edilen dinleme odasında mahkeme kararı olmaksızın telefonları dinlendiği, yine çok sayıda telefonun, mahkeme kararı ile verilen sürelerden daha uzun süre dinlendiği, olay ortaya çıkınca da bazı dinlemelerin bilgisayar hard diskinden silindiği iddialarına dayandığı belirtildi.

Hüküm ertelendi, beraat çıktı disiplin cezaları iptal edildi

Kararda, iddialar doğrultusunda davalılar hakkında görevi ihmal ve görevi kötüye kullanma suçlarından açılan ceza davasında önce kesin hükme bağlanmanın ertelenmesi, ardından da, itiraz eden davalılar yönünden kanıt yokluğu nedeniyle beraat kararı verildiği ifade edildi. Kararda, verilen disiplin cezalarının da idare mahkemesince iptal edildiği hatırlatıldı.

Davalıların, Emniyet Müdürlüğünde görevli kamu personeli olduğu kaydedilen kararda, şöyle denildi:

Destek olmadan ayrı bir dinleme odası kurulamaz

“Yasal düzenlemelere uygun bir dinleme odası varken idarenin bilgisi dışında, aynı binanın bir başka katında ayrı bir dinleme odası kurulmasının büyük teknik destek ve zorluk gerektireceği göz ardı edilemez. Ayrıca, davalıların bu zorluğa katlanarak teknik dinleme odası kuracaklarının kabul edilmesi de hayatın olağan akışına aykırı olacaktır. İdarenin böyle bir birimin hangi gerekçe ve gereksinime dayalı olarak kurulduğunu ve faaliyetlerini araştırması, denetim görevini yapması gerekecektir. Bu denetim görevinin yerine getirilmemiş olması idarenin kendi kusurundan doğmaktadır. Yerel mahkemece, davalıların kişisel kusur ve sorumluluklarının kanıtlanmadığı gözetilerek, istemin tümden reddedilmesi gerekirken davalıların tazminatla sorumlu tutulmuş olmaları usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.