Etiket arşivi: YAŞLILIK

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları • YAŞLILIK AYLIĞI BAĞLANMASINDA YURDA KESİN DÖNÜŞÜN İSPATI

YARGITAY Hukuk Genel Kurulu
ESAS: 2013/434
KARAR: 2014/53

Taraflar arasındaki “itirazın iptali ile Kurum işleminin iptali” davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 3. İş Mahkemesi’nce davanın kısmen kabulüne, dair verilen 22.12.2010 gün ve 2009/1015 E., 2010/935 K., sayılı kararın incelenmesi davacı/karşı davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin 17.05.2012 gün ve 2011/4617 E., 2012/9085 K. sayılı ilamı ile;

“…Dosya kapsamına göre, 3201 sayılı Kanun uyarınca Almanya’da geçen sigortalı hizmetlerin; borçlanan davalıya (birleşen davanın davacısı) bağlanan yaşlılık aylıklarının yurt dışından işsizlik yardımı alması nedeniyle iptali üzerine, 01.01.1997-17.08.2008 tarihleri arasında ödenen yaşlılık aylıklarının tahsili için icrai takibe geçildiği anlaşılmaktadır.

Davanın temel yasal dayanağı olan 3201 sayılı Yurt Dışında Bulunan Türk Vatandaşlarının Yurt Dışında Geçen Sürelerinin Sosyal Güvenlikleri Bakımından Değerlendirilmesi Hakkında Kanunun 3’üncü maddesinde yer alan ve borçlanma isteminde bulunabilmek için yurda kesin dönüş yapılması gereğini öngören düzenlemenin, Anayasa Mahkemesi’nin 12.12.2002 gün ve 2000/36 Esas – 2002/198 Karar sayılı kararı ile iptal edilmesi üzerine bu konu, anılan Kanunda değişiklik yapan ve 06.08.2003 tarihinde yürürlüğe giren 4958 sayılı Kanunun 56’ncı maddesiyle yeniden düzenlenmekle halen yurt dışında bulunan Türk vatandaşlarının borçlanabilmeleri kabul edilerek yurda kesin dönülmüş olması şartı öngörülmemiş ise de, 3201 sayılı Kanunun 6’ncı maddesinin (A) bendi hükmü gereğince anılan koşul, borçlanan ve borcunu ödeyen sigortalılara yaşlılık sigortasından aylık tahsisi için varlığını korumaktadır. Ancak, özellikle, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından sonra bu koşulun, yurt dışında geçen ve belgelendirilen çalışma süreleri ile bu süreler arasında veya sonundaki işsizlik sürelerini borçlanan kişiler yönünden "yurt dışı çalışma ilişkisinin sona ermesi" olarak anlaşılması zorunlu olup, bu kapsamda Türkiye dışındaki bir ülkenin sosyal sigorta kurumundan, çalışmaya bağlı sosyal sigorta ödenekleri olan işsizlik ve hastalık yardımı alınması olgusu fiilen yurt dışında çalışma gibi değerlendirileceği gibi, sigortalıya malûllük, emekli/yaşlılık aylığı bağlanmış olması, yurda kesin dönüş yapıldığının karinesi niteliğinde bir olgu olarak kabul edilmesi gerekmektedir.

Dosya kapsamına göre; Mahkemece, 30.07.2008 tarihinde Kuruma intikal eden, Almanya SGK Başkanlığı hizmet belgesine göre, davalıya (birleşen davanın davalısı) 30.11.2007 tarihinden itibaren Almanya’dan yaşlılık aylığı bağlandığından bahisle, bu tarih itibariyle kesin dönüş şartının gerçekleştiği ve takip eden aybaşı olan 01.12.2007 tarihi itibariyle de aylık bağlanması gerektiğinin tespitine karar verilmiştir.Ancak, Almanya SGK Başkanlığı hizmet cetvelinin tercümesinin yaptırılmadığı anlaşılmaktadır.

Mahkemece, Alman SGK Başkanlığı hizmet belgesinin tercümesi yaptırılarak sigortalının Almanya’dan aylık alıp almadığı, niteliğinin ne olduğu, ikamete dayalı bir ödeme olup olmadığı hususları irdelenerek dava konusu istem hakkında bir karar verilmesi gerekirken, eksik araştırma ve inceleme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

O hâlde, davacı (karşı davalı) vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Davacı/karşı davalı SGK vekili asıl davada; davalının 1.1.1997-17.8.2008 tarihleri arasında Kurumdan aylık almakta iken, Almanya’da işsizlik yardımı aldığının tespit edilmesi üzerine aylıklarının, 3201 sayılı Kanun’un 6 maddesi gereğince başlangıç tarihi itibariyle iptal edildiğini, yersiz, ödenen aylıklar ile işlemiş faize ilişkin kurum alacağının tahsili amacıyla Ankara 23. İcra Dairesinin 2008/9525 sayılı dosyası ile icra takibi yapıldığını, davalının 21.10.2008 tarihinde takibin tamamına itiraz ettiğini ileri sürerek itirazın iptaline takibin devamına karar verilmesini istemiştir.

Davalı/karşı davacı B.. K.. vekili, asıl davada, Ankara 23. İcra Müdürlüğü’nün 2008/9525 E sayılı takip dosyasındaki ödeme emrinin açık olmadığını; borcun kapsamının faiz oranının ve başlangıç tarihinin belli olmadığını bu nedenle ödeme emrinde yer alan borca ve tüm ferilerine itiraz edildiğini, zamanaşımı itirazında bulunduğunu, Kurumun müvekkilini, sosyal güvenceden mahrum bırakan işleminin Anayasa, mevzuata ve Yargıtay içtihatlarına aykırı olduğunu ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.

Davalı-karşı davacı B.. K.. vekili, birleşen Ankara 17. İş Mahkemesi’nin 2010/89 E sayılı davada, müvekkilinin 3201 sayılı Kanun kapsamında borçlanarak emekli olduğunu, Kurum tarafından borçlanması ve yaşlılık aylığının iptal edildiğini, müvekkilinin yurt dışından kesin dönüş yaparak, kesin dönüş koşulunu yerine getirdiğini, bu nedenle borçlanma işlemi ve yaşlılık aylığını iptal eden Kurum işleminin iptali ile borçlanma işleminin geçerli olduğunun ve kesilen aylığın, kesildiği tarihten itibaren yeniden bağlanması ve sağlık hizmetlerinden faydalanması gerektiğinin tespitinine karar verilmesini istemiştir.

Davacı-karşı davalı SGK vekili birleşen davada, davacıya 3201 sayılı kanuna göre borçlandığı süreler ile hizmeti üzerinden tam yaşlılık aylığı bağlandığını ancak Alman sigorta merciinden yardım aldığının tespit edilmesi üzerine borçlanması geçerli sayılmış ise de aylığının iptal edildiğini ileri sürerek karşı davanın reddini savunmuştur.

Yerel mahkemece; Alman Sigorta Merciinden alınan 06.06.2008 tarihli yurtdışı hizmet cetveline göre, davacı 30.11.2007 tarihinden sonra yurtdışında çalışmadığı, yurtdışından işsizlik/hastalık yardımı almadığı gibi, 01.12.2007 tarihinden itibaren de yurtdışından emekli olduğunun anlaşıldığı, davacı/karşı davalı Kurum tarafından da aksi iddia ve ispat edilmediğinden, davalı/karşı davacının yurtdışı ilişkisinin 30.11.12007 tarihinde son bulmuş olması nedeniyle, iptal edilen yaşlılık aylığının yurtdışından aldığı issizlik yardımının sona erdiği tarihi takip eden aybaşı olan 01.12.2007 tarihinden itibaren yeniden bağlanması gerektiği, gerekçesiyle asıl ve birleşen davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Davalı Kurum vekilinin temyizi üzerine Özel Daire; yukarıda metni yazılı gerekçe ile hükmün bozulmasına karar vermiş, yerel mahkemece, önceki kararda direnilmiştir. Direnme hükmünü, davalı vekili temyize getirmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık;mahkemece yapılan araştırmanın, yaşlılık aylığı bağlanabilmesi için gerekli olan, yurda kesin dönüş koşulunun ısbatına yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

3201 sayılı Yurt Dışında Bulunan Türk Vatandaşlarının Yurt Dışında Geçen Sürelerinin Sosyal Güvenlikleri Bakımından Değerlendirilmesi Hakkındaki Kanun, kendisinden önce yürürlükte bulunan 2147 sayılı Kanun ile birlikte; yurt dışında çalışan Türk vatandaşlarına; yurt dışında çalıştıkları süreleri, döviz karşılığı borçlanma ve buna bağlı yaşlılık sigortasından yararlanma hakkı vermiş ve bu kişilerin, yurt dışındaki ülke sosyal güvenlik kuruluşları kapsamında sosyal güvenliklerine gerek kalmaksızın Türkiye’de sosyal güvenceye kavuşma hakkı tanımıştır. Böylece Türkiye’de çalışıp, belli bir sosyal güvenlik kurumu kapsamında bulunan Türk vatandaşları ile yurt dışında çalışanların sosyal güvenceleri açısından bir farklılık kalmamıştır.

3201 sayılı Kanun’un 6.maddesinde;
"A-Bu kanuna göre değerlendirilen sürelere istinaden aylık tahsisi yapılabilmesi için;
a)Yurda kesin dönülmüş olması,
b)Tahakkuk ettirilen döviz borcunun tamamının ödenmiş olması;
c)Döviz borcunun tamamının ödenmesinden sonra yazılı istekte bulunulması
şarttır.

Yukarıdaki şartları yerine getirenlerden tahsise hak kazananların aylıkları, yazılı istek tarihini takip eden ay başından itibaren başlatılmak üzere ilgili sosyal güvenlik kurumu kanunu hükümlerine göre bağlanır.

B- Bu kanunun hükümlerinden yararlanmak suretiyle aylık bağlananlardan tekrar yurt dışında çalışmaya başlayanların çalışmaya başladıkları tarihi takip eden ay başından itibaren aylıkları kesilir.

Bunlardan yeniden kesin dönüş yapanların, bu hizmetlerini 4’ncü madde hükümleri gereğince borçlanmaları şartıyla aylıkları bu süreler de dikkate alınarak yeniden hesaplanır. Bu borçlanmayı yapmayanların eski aylıkları yurda kesin dönüş tarihini takip eden ay başından itibaren müracaatları üzerine tekrar ödenmeye başlanır.”

Hükmü bulunmakta olup, 3201 sayılı Kanun uyarınca yaşlılık aylığının bağlanabilmesi için “kesin dönüş” koşulunun varlığı aranmaktadır.

06.11.2008 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan Yurtdışında Geçen Sürelerin Borçlandırılması ve Değerlendirilmesine İlişkin Yönetmeliğin “Aylığa Hak Kazanma ve Aylık Başlama tarihi” başlıklı 13. maddesinin 1/a bendinde: de aylık bağlanabilme koşulları arasında “Yurda kesin dönülmüş olması” sayılmıştır.

Aynı yönetmeliğin “Tanımlar başlıklı” 4. maddesinin 1/d bendinde: “Kesin dönüş: Aylık tahsis talebinde bulunanların yurtdışındaki çalışmalarının sona ermesini, ikamete dayalı bir sosyal sigorta ya da sosyal yardım ödeneği almamaları durumunu,” şeklinde tanımlanmıştır.

Yönetmelikteki, kesin dönüşün tanımında yer alan “sosyal sigorta ödeneği” ibaresinin, ne anlama geldiği ifade edilmektedir. Buna göre “sosyal sigorta ödeneği” çalışma yaşamı süresince karşılaşılan hastalık, iş kazası, meslek hastalığı veya işsizlik gibi riskler nedeniyle iş göremezlik veya işsizlik gibi adlar altında yapılan ödemeleri ifade etmektedir. Tanımda geçen “sosyal yardım ödeneği” de, bulunulan ülke mevzuat kapsamında, geçimlerini sağlayacak hiçbir geliri olmayan veya mevcut gelirleriyle geçimlerini sağlamakta güçlük çeken kişilerin asgari geçim düzeyi ile sınırlı olmak üzere geçimlerinin sağlanması amacıyla kamu kurum ve kuruluşları tarafından muhtaçlık durumuna ve süresine göre ödenen ikamet şartına bağlı nakdi yardımlar anlaşılmaktadır. Bu nedenle, yurt dışı sürelerini borçlananlara aylık bağlanmasında, öncelikle yurt dışındaki çalışmaları ve varsa ikamete dayalı sosyal sigorta ya da sosyal yardım ödeneklerinin sona ermesi şartı aranacağı, kesin dönüş ifadesinden, hiçbir şekilde mutlak anlamda yurt dışında bulunduğu ülkeden, Türkiye’ye döndükten sonra tekrar yurtdışına çıkış yapmama şeklinde anlaşılmaması gerekmektedir.

Açıklanan hususlara, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 20.02.2013 gün ve 2012/10-1148 E., 2013/261 K. sayılı kararında da işaret edilmiştir.

Yukarıdaki açıklamaların ışığında, somut olay değerlendirildiğinde mahkemece, 30.07.2008 tarihinde Kuruma intikal eden, Almanya SGK Başkanlığı hizmet cetvelinin tercümesinin yaptırılmamış olması nedeniyle, bu belgeden sigortalının Almanya’dan aylık veya ödeme alıp almadığı, aylık almakta ise alınan aylığın niteliğinin ne olduğu, ikamete dayalı bir ödeme bulunup bulunmadığı hususları anlaşılamadığından, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen bozma ilamına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle yerel mahkeme kararı bozulmalıdır

SONUÇ: Davalı-karşı davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarda açıklanan değişik nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, 5521 sayılı Kanunun 8/son maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 29.01.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — Sal Şub 24, 2015 11:07 pm


Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları • YAŞLILIK AYLIĞI, FARKLI İKİ KURUMDAN AYLIK ALINIP ALINAMAYACAĞI

YARGITAY Hukuk Genel Kurulu
ESAS: 2013/235
KARAR: 2014/9

Taraflar arasındaki “Kurum işleminin iptali ve 506 sayılı Kanun kapsamında yaşlılık aylığına hak kazandığının tespiti” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 5.İş Mahkemesi’nce davanın kabulüne, dair verilen 18.11.2009 gün ve 2009/209 E. 2009/973 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10.Hukuk Dairesi’nin 21.03.2011 gün ve 2010/4013 E.- 2011/3827 K. sayılı ilamı ile;

(…01.02.1966-06.01.1998 tarihleri arasındaki 6295 gün 506 sayılı Yasa, 3030 gün 5434 sayılı Yasa kapsamındaki çalışmaları ve borçlanılan 180 gün askerlik süresi gözetilerek toplam 9505 gün prim üzerinden 14.03.2007 tarihli tahsis talebi üzerine 27.04.2007 onay tarihli Kurum kararı ile 15.11.2006 tarihinden itibaren 506 sayılı Yasa kapsamında yaşlılık aylığı bağlanan 26.10.1941 doğumlu davacıya; 15.01.1998–15.01.2006 tarihleri arasında 5434 sayılı Yasa kapsamındaki çalışmaları nedeniyle, 15.11.2006 tarihinden itibaren 5434 sayılı Yasa kapsamında yaşlılık aylığı bağlandığı; S.. B.. Kamu Görevlileri Emeklilik İşlemleri Dairesi Başkanlığının 24.11.2008 tarihli yazıları ile davacının 506 sayılı Yasaya tabi 02.01.1998-06.01.1998 tarihleri arasındaki hizmetlerinin Sandıklarınca 15.11.2006 tarihinde bağlanan yaşlılık aylığında nazara alınması gerektiğinin bildirilmesi üzerine, Kurumca 506 sayılı Yasa kapsamında bağlanan yaşlılık aylığının başlangıçtan itibaren iptal edildiği anlaşılmaktadır.

506 sayılı Yasanın 60.maddesi uyarınca yaşlılık sigortası kolundan bağlanan aylıkların kesilme koşulları, aynı Yasanın 63.maddesinde düzenlenmiştir. 506 sayılı Yasanın 63/A maddesindeki düzenleme, "bu Kanuna göre yaşlılık aylığı almakta iken, sigortalı olarak çalışmaya başlayanların yaşlılık aylıkları çalışmaya başladıkları tarihte kesilir.” hükmünü içermekte olup; anılan madde hükmü uyarınca yaşlılık sigortasından aylık alanların bu aylıklarının kesilebilmesi, ancak 506 sayılı Yasa kapsamında sigortalı olarak çalışmaya başlamaları halinde mümkün bulunmaktadır. Bu düzenleme çerçevesinde, 5434 sayılı Yasaya tabi yaşlılık aylığı almanın, 506 sayılı Yasa hükümlerine göre bağlanan yaşlılık aylığının kesilmesini gerektirmeyeceği söylenebilir ise de; sosyal güvenlik sisteminin çifte sigortalılık üzerinden birden fazla yaşlılık aylığına hak kazanmaya olanak vermeyen yapısı ile, 2829 sayılı Kanunun bu yaklaşımı destekleyen 4.maddesi hükmü gözetildiğinde; davacının 15.11.2006 tarihinden itibaren her iki sosyal güvenlik kuruluşundan yaşlılık aylığı almasına olanak bulunmadığının kabulü zorunludur.

Her ne kadar, sosyal güvenlik yasalarında, bir sosyal güvenlik kurumundan yaşlılık aylığı bağlandıktan sonra, yaşlılık aylığını almaktan vazgeçip diğer bir sosyal güvenlik kurumuna tabi olarak çalışma ve 2829 sayılı Yasa gereğince, son çalışmaları birleştirilmek suretiyle diğer bir sosyal güvenlik kurumundan yaşlılık aylığı bağlanmasına olanak tanıyan herhangi bir düzenleme bulunmamakta ise de; 01.01.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5277 sayılı Bütçe Kanununun 25.maddesinin (f) fıkrasının ikinci ve üçüncü paragrafları, “…Her hangi bir sosyal güvenlik kurumundan emeklilik veya yaşlılık aylığı alanlar bu aylıkları kesilmeksizin; genel bütçeye dahil daireler, katma bütçeli idareler, döner sermayeler, fonlar, belediyeler, il özel idareleri, belediyeler ve il özel idareleri tarafından kurulan birlik ve işletmeler, sosyal güvenlik kurumları, bütçeden yardım alan kuruluşlar ile özel kanunla kurulmuş diğer kamu kurum, kurul, üst kurul ve kuruluşları, kamu iktisadi teşebbüsleri ve bunların bağlı ortaklıkları ile müessese ve işletmelerinde ve sermayesinin %50’sinden fazlası kamuya ait olan diğer ortaklıklarda her hangi bir kadro, pozisyon veya görevde çalıştırılamaz ve görev yapamazlar. Diğer kanunların emeklilik veya yaşlılık aylığı almakta iken emeklilik veya yaşlılık aylıkları ve/veya diğer tazminatları kesilmeksizin atanmaya, çalıştırılmaya veya görevlendirilmeye izin veren hükümleri ile, 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununun ek 11.maddesine göre alınmış Bakanlar Kurulu kararları 2005 yılında uygulanmaz.” düzenlemesini içermektedir. Bütçe Kanunu ile yapılan bu düzenleme sonrasında kanun koyucu; bütçe kanunlarına bütçe ile ilgili hükümler dışında hiçbir hüküm konulamayacağına ilişkin Anayasa’nın 161.maddesi hükmünü gözeterek, bütçe kanunlarında yer almaması gereken hükümlerin kaldırılması amacıyla çıkardığı 27.04.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5335 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 29.maddesinin (c) bendi ile; 5277 sayılı Kanunun 25.maddesinde yer alan hükmü yürürlükten kaldırmış, ancak; aynı düzenlemeyi anılan kanunun 30.maddesi ile yeniden getirmiş ve bu madde 27.04.2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Diğer taraftan, 5277 sayılı Kanunun 25.maddesinin Anayasaya aykırılığı iddiası ile açılan dava sonucunda, 28.12.2005 gün 2005/146-105 sayılı kararla; anılan maddenin (f) fıkrasının ikinci ve üçüncü paragraflarının Anayasaya aykırı olduğuna ve iptaline karar verilmiş, aynı yönde yapılan başka bir başvuru üzerine de anılan mahkemenin 29.11.2005 gün 2005/6-93 sayılı kararı ile 5277 sayılı Kanunun 25.maddesinin (f) fıkrasının, 21.4.2005 günlü 5335 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 29.maddesinin (c) fıkrasıyla yürürlükten kaldırıldığına ve 25.maddenin (f) fıkrasına yönelik Anayasaya aykırılık iddiasına ilişkin konusu kalmayan istemler hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiş; aynı düzenlemeyi içeren 5335 sayılı Kanunun 30.maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarının Anayasaya aykırılığı iddiasıyla açılan dava sonucunda ise 03.04.2007 gün 2005/52 Esas 2007/35 Karar sayılı hükümle, anılan Kanun maddesinin Anayasaya aykırı olmadığına ve iptal isteminin reddine karar verilmiştir.
01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 105.maddesinde sayılan uygulanmayacak hükümler arasında 5335 sayılı Kanunun 30.maddesinin yer almaması, Anayasanın 153.maddesinin “iptal kararları geriye yürümez” hükmünü içermesi karşısında; her hangi bir sosyal güvenlik kurumundan emeklilik veya yaşlılık aylığı alanların, bu aylıkları kesilmeksizin her hangi bir kadro, pozisyon veya görevde çalıştırılmayacakları ve görev yapamayacaklarına dair düzenlemenin 01.01.2005 tarihinden başlamak suretiyle yürürlükte olduğunun kabulü gerekir. Bu yasal düzenleme ile 506 sayılı Kanunun 63.maddesindeki, "Bu Kanuna göre yaşlılık aylığı almakta iken, sigortalı olarak çalışmaya başlayanların yaşlılık aylıkları çalışmaya başladıkları tarihte kesilir. … Yaşlılık aylıkları kesilenlerden işten ayrılarak yaşlılık aylığı verilmesi için yazılı talepte bulunan sigortalıya aşağıdaki fıkra hükmüne göre yeniden hesaplanarak, yaşlılık aylığı, talep tarihini takip eden aybaşından başlanarak ödenir."; 1479 sayılı Kanunun 38.maddesindeki; "Bu Kanuna göre yaşlılık aylığı alanların istekleri halinde, aylıkları kesilerek son defa prim ödedikleri basamaktan prim ödemeye devam edebilirler. Bunların tekrar yaşlılık aylığı talep etmeleri halinde, en az üç tam yıl prim ödemiş olmaları kaydıyla haklarında bu Kanunun yaşlılık sigortası hükümleri uygulanır."; hükümleri ile 5434 sayılı Kanunun Ek 11.maddesindeki “T.C.Emekli Sandığı Kanununa tabi daire, kurum ve ortaklıklar ile bunların Sosyal Sigortalar Kanununa tabi işyerlerinde emekliliğe tabi olmayan ücretli, geçici kadrolu veya yevmiyeli hizmetlere tayin edilen emeklilerin, buralarda çalıştıkları sürece emekli aylıkları kesilir.”, 99 maddesindeki “Emekli, adi malullük, vazife malullüğü, dul veya yetim aylığı, son hizmet zammı alanlardan; hiçbir şarta bağlı olmaksızın emeklilik hakkı tanınan vazifelere tayin edilenlerin, aylıklarının tamamı, bu vazifelere tayinleri tarihini takip eden ay başından itibaren kesilir.”, 100. maddesindeki, "Emekli, adi malullük veya vazife malullüğü aylığı almakta iken (Erlerle emeklilik hakkı şarta bağlı olanlar hariç) emeklilik hakkı tanınan bir vazifeye tayin edilenlerin tekrar emekliye ayrılmalarını istemeleri veya emekliye sevk edilmeleri halinde kendilerine veya ölümlerinde dul ve yetimlerine eski ve yeni hizmetlerinin toplamı üzerinden ve bu kanun hükümleri dairesinde aylık bağlanır… Ancak, bu gibilere yeniden bağlanacak aylıklar eski aylıklarından az olamaz.";hükümleri nazara alındığında, davacının 506 sayılı Yasaya göre yaşlılık aylığı tahsisinden sonra, 5434 sayılı Yasaya tabi çalışmaları nedeniyle emekli aylığına hak kazandığında, bu çalışmaların öncesinde gerçekleşen 506 sayılı Yasaya tabi hizmetlerin 2829 sayılı Yasa hükümleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğinin kabulü zorunludur. Ayrıca, davalı S.. B.. Kamu Görevlileri Emeklilik İşlemleri Dairesi Başkanlığının 24.11.2008 tarihli yazıları ile davacının 506 sayılı Yasaya tabi hizmetlerinin Sandıklarınca 15.11.2006 tarihinde bağlanan yaşlılık aylığında nazara alınacağının bildirilmesi ve Danıştay 10.Dairesinin 15.10.1998 tarihli 777/4886 sayılı kararında, 5434 sayılı Yasa kapsamında emekli aylığı almakta iken, anılan Yasaya tabi kurumun, %55 hissesine sahip olduğu kuruluşta geçen 506 sayılı Yasa kapsamındaki çalışmalar esnasında, anılan Yasanın Ek 11.maddesi çerçevesinde emekli aylığının kesilmesi gerektiği ve yaşlılık aylığı tahsisinden sonraki farklı sosyal güvenlik kurumu kapsamındaki çalışmanın 2829 sayılı Yasa kapsamında değerlendirilmesinin mümkün bulunduğunun belirtilmesi göz önüne alındığında, davacının 01.02.1966 tarihinden itibaren devam ede gelen farklı sosyal güvenlik kurumları kapsamındaki çalışmalarının, son çalışmanın geçtiği Yasa kapsamında bağlanacak yaşlılık aylığında gözetilmesinin mümkün olduğu da görülmektedir.

Hal böyle olunca, mahkemece, açıklanan bu maddi ve hukuki olgular çerçevesinde, davacının 01.02.1966-06.01.1998 tarihleri arasında gerçekleşen farklı sosyal güvenlik kurumlarına tabi çalışmalarının, 2829 sayılı Yasa hükümleri çerçevesinde, 5434 sayılı Yasaya göre bağlanan emeklilik aylığında nazara alınmasının gerektiği, 14.03.2007 tarihli tahsis talebi üzerine, 15.11.2006 tarihinden itibaren 506 sayılı Yasa kapsamında tahsis edilen ikinci yaşlılık aylığını almasının mümkün olmadığı gözetilerek karar verilmesi gerekirken, hatalı değerlendirme sonucu, yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

O halde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…)

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek, direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra, gereği görüşüldü:

Davacı vekili, müvekkiline Emekli Sandığı ve SSK hizmetleri ile askerlik borçlanması ve 1991 sayılı Kanun’a göre borçlanma süreleri dikkate alınarak, 01.10.1993 tarihinden geçerli olmak üzere SSK tarafından yaşlılık aylığı bağlandığını, daha sonra, 01.01.1998 – 06.01.1998 tarihleri arasında SSK’ya tabi olarak, 07.01.1998-26.10.2006 tarihleri arasında Emekli Sandığına tabi olarak çalıştığını, SSK kapsamındaki çalışması nedeni ile yaşlılık aylığının iptal edildiğini, Kuruma, iptal edilen aylıkların bağlanması için yaptığı başvurunun, çalışmasının sona erdiği tarihten sonra talepte bulunmadığı gerekçesi ile ret edildiğini, daha sonra 5335 sayılı Kanun’un 30. maddesi gereğince, Emekli Sandığına tabii çalışmasının sona ermesi nedeni ile 15.11.2006 tarihinden geçerli olmak üzere aylıklarının yeniden başlatıldığını, Ankara 9.İş Mahkemesinin kararı ile yaşlılık aylığını durduran Kurum işlemin iptal edilerek, 07.01.1998 tarihi ile 5335 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 27.04.2005 tarihleri arasına ait yaşlılık aylıklarının ödenmesine karar verildiğini, davacının, 07.01.1998-26.10.2006 tarihleri arasındaki 8 yıl 10 ay hizmeti ve 2 yıl 2 ay fiili hizmet zammı süresi olmak üzere toplam 11 yıl hizmet süresi üzerinden yaş haddi nedeni ile 15.11.2006 tarihinden geçerli olmak üzere Emekli Sandığı tarafından ikinci bir emekli aylığı bağlandığını, Kurum tarafından tekrar bağlanan 506 sayılı Kanun kapsamındaki yaşlılık aylığının ise 15.11.2006 tarihinden itibaren iptal edildiğini ve 15.11.2006-24.01.2009 döneminde ödenen aylıkların davacı adına borç kaydedildiğini belirterek, davalı Kurum işleminin iptali ile yaşlılık aylığının 15.11.2006 tarihinden itibaren yeniden bağlanması ve durdurulduğu tarihten itibaren ödenmesi gerektiğinin tespitini istemiştir.

Davalı SGK vekili, davacıya 3030 gün 5434 Emekli Sandığı Kanunu’na tabi, 6239 gün 506 sayılı Kanun’a tabi çalışmaları olmak üzere, toplam 9269 gün üzerinden 01.10.1993 tarihinden itibaren yaşlılık aylığı bağlandığını, 02.01.1998 tarihinden itibaren tüm sigorta kolları kapsamında çalışmaya başlaması ve aylıklarının kesilmesini talep etmesi üzerine 506 sayılı Kanun’un 63.maddesi gereği aylıklarının çalışmaya başladığı tarih itibariyle kesildiğini, 14.03.2007 tarihli tahsis talebi nedeniyle işten ayrıldığı tarihi takip eden ay başı olan 15.11.2006 tarihinden itibaren yeniden aylıklarının başlatıldığını, yapılan inceleme sonucu, davacının 506 sayılı Kanun’a ve 5434 sayılı Kanun’a tabi hizmetler üzerinden 506 sayılı Kanun hükümlerine göre bağlanan yaşlılık aylığında dikkate alınan hizmetler de dahil olmak üzere emeklilik sonrası çalışmalarıyla birlikte yeniden aylık hesaplanacağının tespit edilmesi nedeniyle, yeniden başlatılan yaşlılık aylığının 02.01.1998-07.01.1998 tarihleri arasındaki hizmeti de dahil edilerek, emeklilik öncesi ve sonrası tüm hizmetleri ile birlikte Emekli Sandığınca aylık bağlanması işleminde değerlendirileceği gerekçesi ile 15.11.2006 tarihi itibariyle iptal edildiğini, Kurum işleminin doğru olduğunu belirterek, davanın reddini istemiştir.

Yerel Mahkemece, 506 sayılı Kanun’a göre yaşlılık sigortasından aylık alanların bu aylıklarının ancak, 506 sayılı Kanun kapsamında sigortalı olarak çalışmaya başlamaları halinde kesileceği, T.C.Emekli Sandığına tabi bir işte çalışmanın yaşlılık aylığının kesilmesini gerektirmediği, Sosyal Güvenlik Kuruluşlarına Tabi Olarak Geçen Hizmetlerin Birleştirilmesi Hakkında 2829 sayılı Kanunun’da da, T.C.Emekli Sandığına tabi işte çalışmaya başlamasıyla 506 sayılı Kanun’a göre bağlanan yaşlılık aylığının kesileceği yönünde bir hüküm bulunmadığı, bu nedenle, davacıya yaşlılık aylığı bağlandıktan sonra kanunda öngörülen haller dışında artık bu haktan feragat edilmesinin mümkün olmadığı, SSK mevzuatına göre bağlanan yaşlılık aylığının kesilmesini gerektiren bir durumun bulunmadığı gerekçesiyle, davanın kabulüne dair verilen karar, davalı SGK vekilinin temyizi üzerine Özel Daire’ce yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Mahkemece, önceki kararda direnilmiştir.

Hükmü temyize davalı SGK vekili getirmektedir.

Uyuşmazlık, sigortalının aynı döneme rastlamayan çalışmaları nedeniyle, farklı iki Sosyal Güvenlik Kurumundan yaşlılık aylığı bağlanmasının mümkün olup olmadığı, 5434 sayılı Kanun’a tabi 07.01.1998-26.10.2006 tarihleri arasında geçen çalışmaları nedeniyle 15.11.2006 tarihinden itibaren 5434 sayılı Kanun kapsamında yaşlılık aylığı bağlanan davacıya, 1993 yılı öncesi geçen çalışmaları nedeniyle 01.10.1993 tarihinden itibaren 506 sayılı Kanun’a göre bağlanan yaşlılık aylığının, 5434 sayılı Kanun’a tabi çalışmaların sona erdiği 15.11.2006 tarihinden itibaren tekrar bağlanmasının mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Sosyal güvenlik, toplumda yaşayan her kesimi hiçbir ayrım gözetmeksizin hayatın çeşitli sosyal risklerine karşı ekonomik güvence altına alarak yarın endişesinden kurtarmaya, toplumda yoksul ve muhtaç insanlara yardım ederek, onlara insan onuruna yaraşır en az yaşam düzeyi sağlamaya çalışır. Böylelikle bir ülkede, sosyal adaletin ve sosyal devlet ilkesinin gerçekleştirilmesine hizmet eder. Sosyal edimler (yardımlar) sağlayan tüm alanlarda olduğu gibi, sosyal sigortalar da sosyal adalet ve sosyal güvenliğin gerçekleştirilmesi amacına hizmet etmeye ve insana, insan onuruna layık bir yaşam düzeyi sağlamaya yöneliktir. Sosyal güvenlik, sadece insanların geleceğini güvence altına almaya yönelik bir kurallar bütünü olmayıp, her şeyden önce bir sosyal program ya da politikadır. Bu politikada asıl hedef, insanların belirli sosyal risklere karşı ekonomik güvenliklerinin ve sosyal adaletin sağlanması ise de, bunun içinde durmadan değişen kural ve ilkeler, türlü yöntemler ve önlemler yer almaktadır. Bu niteliği itibarıyla sosyal güvenlik bir hukuk dalı olmaktan çok, bir sistemdir (Prof.Dr.A.Can Tuncay/Prof.Dr. Ömer Ekmekçi, Yeni Mevzuat Açısından Sosyal Güvenlik Hukukunun Esasları, 2’nci Bası, İstanbul 2009, s. 3, 5, 115).

Devletin, Anayasa’da güvence altına alınan sosyal güvenlik haklarının yaşama geçirilmesi için gerekli teşkilatı kurması ve diğer önlemleri alması, sosyal güvenlik politikalarını bilimsel verilere göre belirlemesi ve bunun için gerekli yasal düzenlemeleri yapması doğaldır. Sosyal sigorta programlarının sigortacılık ilkeleri ve çağdaş standartlarla uyumu ve malî açıdan sürdürülebilirliği, sosyal sigorta kuruluşlarının idarî ve malî etkinliklerinin artırılması için gerekli rejimin oluşturulmasını zorunlu kılar. Nesnel ve sürekli kurallarla sağlam ve sağlıklı temellere oturtulmayan bir sosyal güvenlik sisteminin sürdürülebilir olması düşünülemez. Bu düzenin korunması Anayasa’nın 60’ıncı maddesinde yer alan sosyal güvenlik hakkının güvenceye alınması için de zorunludur (Anayasa Mahkemesi’nin 26.01.2011 gün ve 2008/109 Esas, 2011/25 Karar sayılı kararı).

Ülkemizde, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu, 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu, 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu olmak üzere beş ana sosyal güvenlik yasası bulunmakta olup, bu mevzuatlarda düzenlenen sosyal güvenlik hakkı, Sosyal Sigortalar Kurumu, kısaca Bağ–Kur olarak adlandırılan Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu ve Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı tarafından yerine getirilmekte iken, öncelikle 20.05.2006 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren, örgütlenme yasası niteliğindeki 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu ile kamu tüzel kişiliğine sahip, idari ve mali açıdan özerk Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) kurularak, anılan üç kurum tek çatı altında bu Kurum’da birleştirilmiş, sonrasında mevzuat birliğini sağlamaya yönelik olarak, istisnaları dışında 01.10.2008 günü yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun kabul edilmiştir.

5510 sayılı Kanununun 30.maddesinde, Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra ilk defa sigortalı olan kişilerden yaşlılık aylığı bağlandıktan sonra; Kanun’un 4’üncü maddenin birinci fıkrasının (b) bendinin (4) numaralı alt bendi hariç olmak üzere, bu Kanuna göre veya yabancı bir ülke mevzuatı kapsamında çalışmaya başlayanların yaşlılık aylıklarının, çalışmaya başladıkları tarihi takip eden ödeme dönemi başından kesileceği, bu şekilde aylıkları kesilenlerden, Kanuna tabi çalıştıkları süre zarfında 80’inci maddeye göre belirlenen prime esas kazançları üzerinden 81’inci madde gereğince kısa ve uzun vadeli sigorta kolları ile genel sağlık sigortasına ait prim alınacağı, işten ayrılarak veya işyerini kapatarak yeniden yaşlılık aylığı bağlanması için yazılı istekte bulunanlara ya da emekliye ayrılan veya sevk edilenlere, yazılı istek tarihini veya görevinden ayrıldığı tarihi takip eden ödeme döneminden itibaren yeniden yaşlılık aylığı hesaplanarak bağlanacağı, yeni aylığın, eski aylığın kesildiği tarihten sonra aylıklara yapılacak artışlar uygulanarak bu fıkrada belirtilen aylık başlangıç tarihi itibarıyla bulunan tutarı ile emeklilik sonrası çalışmaya ait kısmi aylığın toplamından oluşacağı, emeklilik sonrası çalışmaya ait kısmı aylık, talep tarihindeki emeklilik öncesi ve sonrası prim ödeme gün sayısı ve emeklilik sonrası çalışmaya ait prime esas kazançları üzerinden 29’uncu maddeye göre hesaplanan aylığın emeklilik sonrası prim ödeme gün sayısına orantılı bölümü kadar olacağı kabul edilmiştir.

5510 sayılı Kanun’un geçiş hükümlerini içeren Geçici 7.maddesi hükmü uyarınca, uyuşmazlığa uygulanacak olan mülga 506 sayılı Kanun’un “Yaşlılık aylığı alanların yeniden çalışmaları” başlıklı 63.maddesinde “Bu Kanuna göre yaşlılık aylığı almakta iken, sigortalı olarak çalışmaya başlayanların yaşlılık aylıkları çalışmaya başladıkları tarihte kesilir.

Yaşlılık aylıkları kesilenlerden yeniden çalıştıkları süre zarfında 78’inci maddeye göre prime esas kazançları üzerinden 73’üncü madde gereğince prim alınır. Yaşlılık aylıkları kesilenlerden işten ayrılarak yaşlılık aylığı verilmesi için yazılı talepte bulunan sigortalıya yeniden bağlanacak yaşlılık aylığı talep tarihini takip eden ödeme döneminden başlanarak ödenir.

Yeni aylık, eski aylığın kesildiği tarihten sonra aylıklara yapılan artışlar uygulanarak ikinci fıkrada belirtilen aylık başlangıç tarihi itibariyle bulunan tutarı ile emeklilik sonrası çalışmaya ait kısmî aylığın toplamından oluşur. Emeklilik sonrası çalışmaya ait kısmî aylık, talep tarihindeki emeklilik öncesi ve sonrası prim ödeme gün sayısı toplamı üzerinden, 61’inci maddeye göre hesaplanan aylığın emeklilik sonrası prim ödeme gün sayısına orantılı bölümü kadardır…” denilmektedir.

Ayrıca 27.04.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5335 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 30.maddenin 2. ve 3.fıkrasında,

“Herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan emeklilik veya yaşlılık aylığı alanlar bu aylıkları kesilmeksizin; genel bütçeye dahil daireler, katma bütçeli idareler, döner sermayeler, fonlar, belediyeler, il özel idareleri, belediyeler ve il özel idareleri tarafından kurulan birlik ve işletmeler, sosyal güvenlik kurumları, bütçeden yardım alan kuruluşlar ile özel kanunla kurulmuş diğer kamu kurum, kurul, üst kurul ve kuruluşları, kamu iktisadi teşebbüsleri ve bunların bağlı ortaklıkları ile müessese ve işletmelerinde ve sermayesinin %50’sinden fazlası kamuya ait olan diğer ortaklıklarda herhangi bir kadro, pozisyon veya görevde çalıştırılamaz ve görev yapamazlar.

Diğer kanunların emeklilik veya yaşlılık aylığı almakta iken emeklilik veya yaşlılık aylıkları ve/veya diğer tazminatları kesilmeksizin atanmaya, çalıştırılmaya veya görevlendirilmeye izin veren hükümleri ile 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununun ek 11’inci maddesine göre 1.1.2005 tarihinden önce alınmış Bakanlar Kurulu kararları uygulanmaz” şeklindedir.

01.10.2008 tarihinde 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu yürürlüğe girmiş; bu Kanun’un 105.maddesinde “Uygulanmayacak hükümler” arasında 5335 sayılı Kanun’un 30 uncu maddesine yer verilmemiştir.

Hal böyle olunca, anılan maddenin halen yürürlükte olduğunun kabulü gerekir. Anılan yasal düzenlemeye aykırı biçimde çalışılması durumunda; çalışanların, fiilen çalıştıkları dönemdeki emeklilik veya yaşlılık aylıklarının Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından kesilmesi gerekmektedir.

Nitekim, Hukuk Genel Kurulu’nun 27.05.2009 gün ve 2009/21-168 E., 2009/218 K.; 01.12.2010 gün ve 2010/10-586 E., 2010/615 K.; 06.04.2011 gün ve 2010/21-726 E., 2011/68 K. ve 05.10.2011 gün ve 2011/10-476 E., 2011/584 K., 21.03.2012 gün ve 2012/10-20 E., 2012/235 K. sayılı kararlarında da aynı ilke benimsenmiştir.

2829 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumlarına Tabi Olarak Geçen Hizmetlerinin Birleştirilmesi Hakkındaki Kanun’un 1.maddesinde, Kanunun amacı; çeşitli sosyal güvenlik kurumlarına tabi olarak geçen hizmet sürelerinin birleştirilmesi suretiyle ilgililerin sosyal güvenliklerinin sağlanması usul ve esaslarının düzenlenmesi olarak belirtilmektedir. Söz konusu Kanun’unn 8.maddesinde; birleştirilmiş hizmet süreleri toplamı üzerinden ilgililere son 7 yıllık fiili hizmet süresi içinde fiili hizmet süresi fazla olan kurumca kendi mevzuatına göre aylık bağlanacağı, ancak, malullük, ölüm, 5434 sayılı T.C.Emekli Sandığı Kanununa göre yaş haddinden re’sen emekli olma halinde, kendi mevzuatına göre aylık bağlanacağı kabul edilmiştir.

Bu bağlamda 2829 sayılı Kanun kapsamında birleştirilecek süreler; anılan Kanunun 2.maddesi hükmünde sıralanan kurumlarda (T.C.Emekli Sandığı Esnaf ve Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu ile Sosyal Sigortalar Kurumu ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunun’un geçici 20.maddesine göre kurulan emekli sandıklarında) 5434 sayılı T.C.Emekli Sandığı Kanunu, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu, 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu ve 2926 sayılı Tarımda kendi adına ve hesabına çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu hükümlerine göre kurumlarına emeklilik keseneği veya malullük yaşlılık ölüm sigortaları primi ödenerek geçirilen sürelerdir.

2829 sayılı Kanun’un 4.maddesinde, Kurumlara tabi çeşitli işlerde çalışmış olanların hizmet sürelerinin, aynı tarihlere rastlamamak kaydıyla bu Kanuna göre aylık bağlanmasına hak kazanıldığında birleştirileceği, hizmet süreleri toplamının aylık bağlanmasına yeterli olmaması halinde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmayacağı, 5.maddesinin son fıkrasında, malullük ile vazife malullüğü aylığı bağlananlardan kontrol muayeneleri sonunda aylığı kesilmiş bulunanlar dışında kurumlardan birinden aylık bağlanmış veya aylık alma haklarını kaybetmiş olanların, söz konusu devrelere ait hizmet sürelerinin yapılacak birleştirmede dikkate alınmayacağı belirtilmektedir.
Tüm bu yasal düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde: Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) kurularak, üç ayrı sosyal güvenlik kurumu, tek çatı altında birleştirilmiş, mevzuat birliğini sağlamaya yönelik olarak da, 5510 sayılı Kanun’un kabul edilmesi dikkate alındığında, sosyal güvenlik sisteminin yapısı itibariyle, çifte sigortalılık üzerinden birden fazla yaşlılık aylığına hak kazanmaya olanak vermediğinin kabulü gerekir. Öte yandan, çeşitli sosyal güvenlik kurumlarına tabi olarak geçen hizmet sürelerinin birleştirilmesi suretiyle ilgililerin sosyal güvenliklerinin sağlanması amacı ile kabul edilen 2829 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumlarına Tabi Olarak Geçen Hizmetlerinin Birleştirilmesi Hakkındaki Kanunun, 4.maddesinde aynı tarihlere rastlamayan çalışmaların birleştirilebilmesi için, birleştirilen çalışmaların toplamının aylık bağlanmasına yeterli olması gerekmektedir. Bu nedenle aynı tarihlere rastlamayan çalışmaların her iki çalışmaların birleştirilmesinden, çalışmaların toplamının aylık bağlanmasına yeterli olmaması halinde birleştirilmeleri mümkün olmadığı gibi; tek başına bir çalışmanın aylık bağlanmasına yeterli olması halinde, kişinin tüm sosyal güvenlik kurumlarına tabi hizmet sürelerini birleştirmeye zorlamayacağı gibi, hizmet birleştirilmesi yapılarak yaşlılık aylığı bağlanan kişilerin, çalışmaya başlaması nedeniyle yaşlılık aylıklarının kesilmesi halinde, çalışmanın sona ermesi üzerine tekrar bağlanacak olan yaşlılık aylığının hesaplanmasında önceki hizmet birleştirmesinin değerlendirilmesini yasaklayan açık bir düzenleme de söz konusu değildir. Aksi düşünce bir kurumda geçen çalışmaların bölünerek iki farklı yaşlılık aylığı bağlanmasında değerlendirilebileceği sonucunu doğuracak olup bu ise 2829 sayılı Kanunun amacına aykırı olduğu gibi, sosyal güvenlik sisteminin genel ilkelerine de aykırı olacaktır. Kaldıki, davacı 01.10.1993 tarihinde başlayan yaşlılık aylığı için talep dilekçesinde; 2829 sayılı Kanun uyarınca hizmetlerin birleştirilmesi iradesini belirtmiştir.

Bu nedenle, somut olayda, 506 sayılı Kanun kapsamında yaşlılık aylığı bağlandıktan sonra Emekli Sandığına tabi çalışmaları nedeni ile 5335 sayılı Kanun’un 30.maddesi nedeniyle, kanunun yürürlüğe girdiği 27.04.2005 tarihinden itibaren kesildiği mahkeme kararı ile tespit edilen davacının, söz konusu çalışmasının sona ermesi üzerine, tekrar yaşlılık aylığı bağlanması için talepte bulunduğunda, 01.02.1966 tarihinden itibaren devam ede gelen farklı sosyal güvenlik kurumları kapsamındaki çalışmalarının, son çalışmanın geçtiği Kanun kapsamında bağlanacak yaşlılık aylığında gözetilmesinin mümkün olduğuna ve davacının 01.02.1966-06.01.1998 tarihleri arasında gerçekleşen farklı sosyal güvenlik kurumlarına tabi çalışmalarının, 2829 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde, 5434 sayılı Kanun’a göre bağlanan emeklilik aylığında nazara alınmasının gerektiği, 14.03.2007 tarihli tahsis talebi üzerine, 15.11.2006 tarihinden itibaren 506 sayılı Kanun kapsamında tahsis edilen ikinci yaşlılık aylığını almasının mümkün olmadığına işaret eden, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu konuda, Hukuk Genel Kurulu’nda yapılan görüşmelerde azınlıkta kalan görüş sahipleri; 2829 sayılı Kanun’un 5.maddesine göre hizmet birleştirmesinin aylık bağlandıktan sonra yapılamayacağı ve ancak bir kez hizmet birleştirmesinin yapılmasının mümkün olduğu davacının bu hakkını 01.10.1993 tarihinde yaşlılık aylığı bağlanması sırasında kullandığı, ayrıca farklı Kurumda geçen çalışmaların tek başına yaşlılık aylığı bağlanmasına yeterli olması halinde 2829 sayılı Kanun’a göre kişileri hizmet birleştirilmesi yapmaya zorlanılamayacağı gibi, farklı iki kurumda geçen ve birbiri ile çakışmayan çalışmalar nedeniyle iki farklı aylık bağlanmasını engelleyen, açıkça bir yasal düzenleme bunmadığını belirterek direnme kararının onanması gerektiğini savunlmuşlarsa da, bu görüş kurul çoğunluğunca, yukarıda açıklanan nedenlerle benimsenmemiştir.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

S O N U Ç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince belirtilen gerekçeyle BOZULMASINA, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 8/son maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 15.01.2014 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

Davacı sigortalıya 1966 ile 1993 yılı arasındaki kısmen 5434 sayılı Kanun ile kısmen 506 sayılı Kanuna tabi çalışmalırından ötürü 01.10.1993 tarihi itibariyle 2829 sayılı Yasa hükümleri uygulanarak 506 sayılı Yasa üzerinden yaşlılık aylığı bağlanmıştır. Davacı aylıklarını 1998 yılına kadar sorunsuz olarak almaya devam etmiş ise de, 02.01.1998 ile 06.01.1998 tarihleri arasındaki 5 günlük 506 sayılı Yasaya göre gerçekleşen fiili çalışmalarından ötürü kurmca bağlanan yaşlılık aylığı ikinci kez çalışmaya başlaması nedeni ile kendi isteği üzerine durdurulmuştur.
Davacı, kesilen aylığının yeniden bağlatılması yönünde Kurumdan hiçbir talepte bulunmamıştır. Ancak, 15.01.1998 tarihinden itibaren 5434 sayılı T.C.Emekli Sandığı Kanununa tabi olarak çalışmaya başlamış olup, 65 yaşını doldurduğu yılda 15.11.2006 tarihinden itibaren ikinci olarak sandıktan emekli aylığı bağlanmıştır.
Bu olgular devam ederken davacı, 2007 yılında geriye dönük olarak 506 sayılı Yasa gereğince Kurum tarafından bağlanmış ancak, 1998 yılında 5 günlük aktif sigortalı çalışması nedeniyle kesinlen yaşlılık aylıklarının bu tarihten itibaren ileriye dönük, 1998’den 15.11.2006 tarihleri arasındaki süreye ilişkin ay be ay faiziyle birlikte tahsili yolunda Kurum aleyhine alacak davası açmıştır. Bu istemin yanısıra 1998 yılında gerçekleşen 5 günlük zorunlu sigortalı çalışmasının 2829 sayılı Yasa hükümleri gereğince hizmet birleştirmesine tabi tutulmaması gerektiğinin de tespitine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkemece, istemin tümünün kabulüne karar verilmiş ise de; Yargıtay Yüksek 10.Hukuk Dairesince temyiz incemesi sırasında gerekli düzeltme yapılarak hükmün 1998 ile 01.01.2005 tarihleri arasındaki süre ile sınırlı tutulmasının gerekliliği vurgulanıp düzeltilerek onama yapılmıştır. Bunun anlamı, davacının 1993 yılında bağlanan yaşlılık aylıklarının 2005 yılına kadar ödendiğinden ve Kurum emekli sigortalısı olduğu yaşlılık aylıklarını aldığı dönemde de aynı zamanda 1998 ile 2006 yılları arasında 5434 sayılı Yasaya tabi aktif sandık çalışanı olarak bulunduğu görülmektedir. Bu sandık iştirakçiliğinden 05.11.2006 tarihinden itibaren emekli aylığı da bağlanmıştır.
Dosya kapsamına göre sigortalının 15.11.2006 tarihinde, gerek Kurum gerekse sandıktan olmak üzere, 2 aylık almaya hakettiği görülmektedir. Aynı çalışanın öncelikle 2 yaşlılık aylığına birden hakkazanmasının mümkün olup olmadığının tartışılması gerekmektedir. Sigortalının 1966 ve 1993 yılları arasındaki çalışmaları için 506 sayılı Yasaya göre bağlanan yaşlılık aylığının 15.11.2006 (5434 sayılı Yasaya görede emekli aylığı bağlandığı için) tarihiden itibaren her iki sosyal güvenlik kuruluşundan birden yaşlılık aylığı alınmasının mümkün olmadığı, Sosyal güvenlik sisteminin çifte sigortalılık üzerinden birden fazla yaşlılık aylığına hak kazanmaya olanak vermeyen yapısı da dikkate alınmalı denilerek 506 sayılı Yasaya göre bağlanan yaşlılık aylığının alınmasının mümkün olamayacağı gerekçesi ile mahkemenin kabul yönündeki hükmü Yargıtay 10.Hukuk Dairesince bozulmuştur.
Görüldüğü üzere, sigortalıya bağlanan birinci yaşlılık aylığı 506 ve 2829 sayılı Yasa hükümleri gereğince Sosyal Sigortalar Kurumundan olup, ikinci olarak bağlanan emekli aylığı ise, 5434 sayılı T.C.Emekli Sandığı Kanunu hükümleri gereğincedir. Yüksek 10.Hukuk Dairesinin sosyal güvenlik kurumundan aynı zamana rastlayan çalışmalar nedeniyle (çifte sigortalılık) birden fazla yaşlılık aylığı hakedilmez ilkesine tarafımcada katılınmakla birlikte, bağlanan yaşlılık aylıklarının hangi Kurumlardan bağlandığına ve farklı Kurumlardan olduğuna dikkat çekmek gerekmektedir.
506 sayılı Yasanın 60… 63.madde hükümleri Sosyal Sigortalar Kurumunun aylık bağlama ve kesme esaslarına yer vermekte olup, 5502 sayılı Yasanın 1. ve 2.madde hükümlerinden Kurumun bağlı olduğu Bakanlık Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığıdır. Bütçesinin sigortalıların ücretlerinden işçi ve işveren payları üzerinden kesilen primlerle sürdürmekte olduğu görülmektedir. Benzeri konumdaki 1479 sayılı Yasaya bağlı Esnaf Bağ-Kur’un aynı Bakanlığa bağlı ancak sistem olarak farklılık oluşturan gelirlerinin kendi nam ve hesabına çalışan sigortalılarca farklı oranda yatırılan primler üzerinden sağlandığı ve basamak seçme sistemi yöntemince aylık bağlandığı görülmektedir. Anılan son yapıyla benzerlik teşkil eden ve primlerinin yine sigoralısı tarafından karşılanan 2926 sayılı Tarım Bağ-Kur ile süreksiz tarım işçilerini kapsamına alan 2925 sayılı Yasadaki Tarım işçileri sosyal sigortalısının 506 sayılı Yasa sigortalıları ile harmanlanması ve aynı kaynaktan yararlandırılması doğru olmazdı. Bu nedenle yukarıdaki ilkenin benimsenmesi isabetlidir. Burada göz önünde bulundurulması gereken Kurumlar sosyal sigorta kurumlarıdır. T.C.Emekli Sandığı yapısı gereği bu kurumlardan ayrı tutulmalıdır.
Davacının çalışmaya başladığı tarihten itibaren Kanunla kurulan, Emeklilere parasal destek sağlayan nitelikteki bir Kuruluş olan, T.C.Emekli Sandığı’nın yapısı incelendiğinde Maliye Bakanlığına bağlı 08.06.1949 tarihli kuruluş olduğu, iştirakçilerinin ilgili Yasasının kurucu maddelinde tek tek tadat ederek belirlendiği, gelirlerinin aktif çalışanlarca hakedilen ücretlerden ve stopaj usulu keseneklerle elde edildiği görülmektedir. Kesenek oranlarının çalışanlarının ünvan, kadro, derece, kademe vs. gibi Kanunda karşılığında yer aldığı oranda tahsil edildiği görülmektedir. Hukuksal yapısı sosyal güvenlik kurumlarındaki oluşumlardan çok farklıdır. Emeklilerine aylık bağlama ve kesme durumları diğer Yasalarla hiç kıyaslanmadan kendi yapısındaki iç dinamik ve kurallarla belirlenmiştir. Türk vatandaşlığından çıkma veya çıkarılma hali dışında aylıkları hak etmeme gibi durum söz konusu değildir. Böylece T.C.Emekli Sandığının diğer sosyal güvenlik kurumları ile karşılaştırılmaması, ayrı bir yere konulması gerekmektedir. Bu nedenle diğer sosyal güvenlik kurumlarından aylık bağlandığında farklı konumdaki T.C.Emekli Sandığından da aylık bağlanmasının yasal bir engeli olmadığı görülmektedir. Bütcesi ve kaynakları ile mensuplarının statüsü farklıdır. Sosyal sigortaya göre hizmet akti ile çalışanların yasası olan 506/63.maddenin ilk cümlesinde aylık kesme nedeni yer almaktadır. Bu yasa hükümlerinden yararlanabilmek için SSK.’lı çalışmakta iken aylığı durdurulup yeniden SSK’lı çalışma yapılması ön koşuldur. Seçenekler ya aylığı kestirerek çalışmaya devam etmek ya da aylığı kestirmeksizin destek primi ödeyerek SSK.’lı çalışmadır.Davacı gerekmediği halde birinci hali tercih etmiştir ve sonrasında 5434 sayılı Yasaya göre çalışmıştır.
16.05.2006’de yürürlüğe giren 5502 sayılı Yasa hükümleri gereğince tüm sosyal güvenlik kurumları ile T.C.Emekli Sandığı Mensupları teşkilat ve kurumları ile bir çatı altında toplandığından özlük ve emeklilik haklarının birlikte düşünülmesi gerekmektedir. Davacı sigortalı kişisel performansını zorlayarak ve sergileyerek her iki sosyal oluşumdan ayrı ayrı yaşlılığı için birikim elde etmiştir. Yasada olmayan bir nedenle hizmetelerin ve ödenen primlerin tümden yok saymak ve SSK’dan bağlanan aylığı kesmek hakkaniyete ve hukuka uygun değildir. T.C.Emekli Sandığından aylık ödenmesi 506 sayılı Yasaya göre hakedilen yaşlılık aylığına engel teşkil etmemektedir. Nitekim, dosya içerisindeki Kurum vekilinin 08.06.2009 tarihli cevabi yazılarında ……. 15.11.2006- 24.01.2009 tarihleri arasında ödenen aylıkların borç çıkartıldığının bildirilmesi üzerine 20.02.2009 tarihli ve 912380 sayılı işlem ile ilgilinin tüm hizmetlerinin birleştirilerek toplam 36 yıl 11 ay hizmeti üzerinden 15.11.2006 tarihinden başlamak üzere aylıklarının tadil edilerek aylık ve ikramiye farkının ilgiliye ödendiği, sonraki 31.03.2009 tarihli ve 930169 sayılı işlem ile 1 ay SSK hizmeti ile 6 ay askerlik borçlanması hizmeti daih edilmek üzere toplam 37 yıl 4 ay üzerinden aylıklarının tadil edildiği …… yolunda olduğu yer almaktadır. Bu yazıdan anlaşılması gerekenler tamamen mali haklara ilişkin olup davacıya tüm çalışma süreleri üzerinden ikramiye farkının ödendiği ve de 15.11.2006 dan sonraya ilişkin aylıklarının da ödendiği belirtilmektedir. Yoksa ilgili daire başkanlığınca yeniden aylık bağlamanın düşünüldüğü veya bağlanacağı hususu mümkün değildir. Çünkü bu imkanı sağlayacak özel bir yasa maddesi henuz yürürlükte yoktur. 506 sayılı Yasanın 63.maddesi de uygun değildir. Üstelik tüm süre birleştirilerek bağlanmış bir aylık da söz konusu değildir. Bu yazıya yanlış anlam verilerek Yüksek Dairece, yeni bir aylık bağlanabileceğine üstelik 2829 sayılı Yasanın birleştirme hükümlerinden faydanacağının bozma kararında yazılması tarafımca isabetli görülmemektedir.
Diğer yandan Yüksek Dairenin bozma kararına dayanak alınan ve emsal gösterilen gerekçede yazılı Danıştay 10.Hukuk Dairesinin 24.11.2008 tarihli kararı ise 506 sayılı Yasaya tabi maddi somut olaya uymamaktadır.Kararda yazılı çalışmalar önce 5434 sayılı Yasa, sonra SSK.’lı olarak geçmektedir ve yasal dayanağı 1475 sayılı İş Yasasının tek yürürlükte maddesi olan 14.maddenin V, VI, VII.fıkralarıdır. Bu maddede anlatılan haklar mali haklara ilişkin işçinin emekli ikramiyesi ve kıdem tazminatının kamudaki son çalışmayla nasıl birleştirileceği ve hangi halde ödeneceğine ilişkindir. Bu hakların verilmesi sırasında 2829 sayılı Yasa hükümlerine ihtiyaç yoktur. Somut olayda ise önce 506 sayılı Yasaya dayalı çalışma sonra 5434 sayılı Yasaya dayalı çalışma mevcuttur. Bu nedenle de bu kararın dayanak alınması doğru değildir
Tarafımca, Yüksek 10.Hukuk Dairesinin bozma kararının gerekçesinde yer aldığı gibi sigortalıya aynı anda iki sosyal güvenlik kurumundan (birisi 5434 ile ilgili) yaşlılık aylığı bağlanması mümkün değildir yolundaki görüşüne katılmakla birlikte şahsi görüşümü doğrulayan ve sigortalılın hizmetlerinin tümünü mali yönden değerlendirerek davacının mağduriyetini önleyen ve talebini karşılar yöndeki idari işlemi takdirle karşılamak gerekmektedir. Ancak her iki aylığın ayrı ayrı bağlanmadığı hususu hala mevcut bulunduğuna göre Kurumun işlemi eksik bulunmaktadır. Uyuşmazlığın bu yönde giderilmesi ve her iki aylığa hak kazanıldığının tespit edilmesi gerekmektedir. Bu yöndeki Mahkeme kararı ve direnme kararı isabetlidir. Somut olayda gerek 506 sayılı Yasanın 63.maddesi gerekse 2829 sayılı Yasanın da ikinci kez uygulanması olanağı yoktur. 10.Hukuk Dairesinin bozma ilamında önerildiği üzere aylıkların birleştirilmesi için önerilen 2829 sayılı Yasanın 5.maddesinin son fırkasının engelleyici hükmü gereğince bir sigortalıya yaşlılık aylığı bağlandıktan sonra tüm sonuçları ile ortadan kaldırılıp bu yasa gereğince yeniden bir başka aylık bağlanmasının mümkünatı yoktur.Üstelik bu çalışma 5434 sayılı Yasaya ait olduğundan birinci aylığı almanın engeli de söz konusu değildir.
Yukarıda anlatılan nedenlerden ötürü Yerel Mahkemenin direnme Kararının onanması görektiğinden aksi yöndeki görekçelerle Hukuk Genel Kurul çoğunluğunun Yüksek Dairenin bozmasını benimseyen kararına katılmamaktayım

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — Sal Şub 24, 2015 11:10 pm


YERSİZ ÖDENEN YAŞLILIK AYLIKLARININ FAİZİYLE BİRLİKTE TAHSİLİNE YÖNELİK ÖZEL 5510 SAYILI KANUN UYGULANMASI GEREKTİĞİ

T.C. YARGITAY

Hukuk Genel Kurulu

Esas: 2012/21-196

Karar: 2012/396

Karar Tarihi: 15.06.2012

 

 

 

(5510 S. K. m. 4) (3201 S. K. m. 6) (5510 S. K. m. 96) (506 S. K. m. 121) (818 S. K. m. 63) (21.HD. 16.05.2011 T. 2010/4127 E. 2011/4686 K.) (YHGK. 05.10.2011 T. 2011/10-476 E. 2011/584 K.) (YHGK. 06.07.2011 T. 2011/21-402 E. 2011/472 K.) (YHGK. 15.06.2011 T. 2011/21-362 E. 2011/409 K.)

 

 

 

 

Dava: Taraflar arasındaki davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kocaeli 3. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 04.03.2010 gün ve 2010/4 E. 2010/129 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 16.05.2011 gün ve 2010/4127 E. 2011/4686 K. sayılı ilamı ile;

 

 

Mahkeme, davanın kabulü ile davalı Kurumun davacıya 01.12.2008 tarihinden itibaren ödenen 7.072,56 TL ana para ve 412,65 TL faiz olmak üzere toplam 7.485,21 TL tutarındaki aylıkların geri alınması yönündeki işleminin iptaline karar vermiştir.

 

Dosyadaki kayıt ve belgelerden, davacının 1479 sayılı Yasa kapsamında 8063 gün, 506 sayılı Yasa kapsamında 68 gün sigortalı çalışmasının bulunduğu, davacının 01.03.1981 – 01.12.1985 tarihleri arasında yurtdışında geçen 1710 günlük çalışmalarını borçlanarak 27.11.2008 tarihinde yazılı istekte bulunması üzerine 01.12.2008 tarihinden itibaren sosyal güvenlik destek primine tabi yaşlılık aylığı bağlandığı, davacının 11.04.1995 tarihinden itibaren Gebze Minibüsçüler Esnaf Odasına, 19.01.1988 tarihinden itibaren Esnaf ve Sanatkarlar Siciline kayıtlı olduğu, dolmuşçuluk mesleği nedeniyle 27.03.1995 tarihinden itibaren vergi mükellefi olduğu, davacının 29.06.2009 tarihinde Kuruma yaşlılık aylığının eksik ödendiğine dair dilekçe sunması üzerine yapılan inceleme sonucunda davacının yaşlılık aylığı yazılı istek tarihinde 5510 sayılı Yasa’nın 4/b (mülga 1479 sayılı Yasa) kapsamındaki çalışmalarının devam etmesi nedeniyle 23.12.2009 gün ve 16845744 sayılı Kurum işlemi ile sehven bağlanan yaşlılık aylığının iptaline ve 01.12.2008 tarihinden itibaren yersiz ödenen 7.072,56 TL aylık ve 412,65 TL faizden oluşan toplam 7.485,21 TL’nin Kuruma ödenmesi istenmiştir.

 

Uyuşmazlık, davacının 27.11.2008 yaşlılık aylığı yazılı istek tarihinde 5510 sayılı Yasa’nın 4/b (mülga 1479 sayılı Yasa) kapsamındaki çalışmalarının devam etmesi nedeniyle 3201 sayılı Yasa’nın 6. maddesinden yararlanarak bağlanan yaşlılık aylığının 5510 sayılı Yasa’nın 96. maddesine göre yersiz ödeme nedeniyle geri alınıp alınamayacağı noktasında toplanmaktadır.

 

5510 sayılı Yasa’nın 96/1. maddesine göre,

 

a) Kasıtlı veya kusurlu davranışlarından doğmuşsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla on yıllık sürede yapılan ödemeler, bu ödemelerin yapıldığı tarihlerden,

 

b) Kurumun hatalı işlemlerinden kaynaklanmışsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla beş yıllık sürede yapılan ödemeler toplamı, ilgiliye tebliğ edildiği tarihten itibaren üç ay içinde yapılacak ödemelerde faizsiz, üç aylık sürenin dolduğu tarihten sonra yapılacak ödemelerde ise bu süre sonundan, itibaren hesaplanacak olan kanunî faizi ile birlikte, ilgililerin Kurumdan alacağı varsa bu alacaklarından mahsup edilir, alacakları yoksa genel hükümlere göre geri alınır.>

 

27.11.2008 yaşlılık aylığı yazılı istek tarihinde yürürlükte bulunan, 5754 sayılı Yasa’nın 79. maddesi ile değişik 3201 sayılı Yasa’nın 6/B maddesine göre Kanun hükümlerinden yararlanmak suretiyle aylık bağlananlardan Türkiye’de sigortalı çalışmaya başlayanların aylıkları, tekrar çalışmaya başladıkları tarihten itibaren kesilir. 31.5.2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun sosyal güvenlik destek primi hakkındaki hükümleri, bu Kanun hükümlerinden yararlanmak suretiyle aylık bağlananlar için uygulanmaz.

 

3201 sayılı Yasa’nın 6/B maddesi 5997 sayılı Kanun’un 15. maddesi ile değiştirilmiş olup Yasa’nın yürürlüğe girdiği 19.06.2010 tarihinden itibaren Türkiye’de sigortalı olarak çalışmaya başlayanlar hakkında 31.5.2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun sosyal güvenlik destek primine tabi olarak çalışılmasına ilişkin hükümleri uygulanır.

 

Somut olayda, dolmuşçuluk mesleği nedeniyle 27.03.1995 tarihinden itibaren vergi mükellefi olan, 11.04.1995 tarihinden itibaren Gebze Minibüsçüler Esnaf Odasına, 19.01.1988 tarihinden itibaren Esnaf ve Sanatkarlar Siciline kayıtlı bulunan davacının 27.11.2008 yaşlılık aylığı yazılı istek tarihinde dolmuşçuluk işi yaptığı ve böylece Türkiye’de çalışmaya devam ettiği anlaşılmakla;

 

5754 sayılı Yasa’nın 79. maddesi ile değişik 3201 sayılı Yasa’nın 6/B maddesine göre davacıya yazılı istek tarihinde yaşlılık aylığı bağlanması mümkün değildir.

 

3201 sayılı Yasa’nın 6/B maddesi 5997 sayılı Kanun’un 15. maddesi ile değiştirilerek Yasa’nın yürürlüğe girdiği 19.06.2010 tarihinden itibaren Türkiye’de sigortalı olarak çalışmaya başlayanlar hakkında 31.5.2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun sosyal güvenlik destek primine tabi olarak çalışılmasına ilişkin hükümlerin uygulanacağı ifade edilmiş ise de bu kuralın Yasa’nın yürürlüğe girdiği tarihten önceki uyuşmazlıklara uygulanması mümkün değildir.

 

Bunun yanında, yazılı istek tarihinde Türkiye’de çalışmaya devam ettiği anlaşılan davacı, 5510 sayılı Yasa’nın 96. maddesine göre Kurumun hatalı işlemlerinden kaynaklanarak tahsil ettiği yaşlılık aylığını geri ödemekle yükümlü olduğunu bilmesi gerektiğinden Borçlar Kanunun 63. maddesinden de yararlanamaz.

 

Bu nedenle Kurumun 01.12.2008 tarihinden itibaren ödenen yaşlılık aylığı ve faizinden oluşan toplam 7.485,21 TL’yi 5510 sayılı Yasa’nın 96. maddesine göre geri istemesi yerinde olup davanın reddine karar verilmesi gerekirken mahkemece bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

 

O halde, davalı Kurumun bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…> gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

 

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

 

Karar: Dava, yersiz ödenen yaşlılık aylıklarının iadesine yönelik Kurum işleminin iptali istemine ilişkindir.

 

Uyuşmazlık, yaşlılık aylığı tahsisi talep tarihinde 5510 sayılı Kanun’un 4/b kapsamındaki çalışmalarının devam etmesi nedeniyle 3201 sayılı Kanun kapsamında borçlanması dikkate alınarak bağlanan yaşlılık aylığının yersiz ödeme nedeniyle geri alınıp alınamayacağı ile sigortalının iyiniyetli, dolayısıyla yersiz ödenen aylık miktarını geri ödeme yükümü altında olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır.

 

Öncelikle belirtilmelidir ki, davacının 27.11.2008 yaşlılık aylığı yazılı istek tarihinde yürürlükte bulunan, 5754 sayılı Yasa’nın 79. maddesi ile değişik 3201 sayılı Yasa’nın 6/B maddesine göre anılan Kanun hükümlerinden yararlanmak suretiyle aylık bağlananlardan Türkiye’de sigortalı çalışmaya başlayanların aylıkları, tekrar çalışmaya başladıkları tarihten itibaren kesilir. 31.5.2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun sosyal güvenlik destek primi hakkındaki hükümleri, bu Kanun hükümlerinden yararlanmak suretiyle aylık bağlananlar için uygulanmaz.

 

Bu nedenle, somut uyuşmazlıkta davacıya, çalışmaya devam etmesi nedeniyle, yaşlılık aylığı tahsis talep tarihinde yürürlükte bulunan 5754 sayılı Yasa’nın 79. maddesi ile değişik 3201 sayılı Yasa’nın 6/B maddesine aykırı olarak yaşlılık aylığı bağlandığı, davacıya yersiz olarak ödenen yaşlılık aylıklarının Kuruma iadesi gerektiği açıktır.

 

Belirtilmelidir ki, davacının çalışmaya devam ettiğinin Kurumda mevcut belgelerden açıkça anlaşılmasına göre, yaşlılık aylığının mevzuata aykırı olarak bağlanması Kurumun hatasından kaynaklanmakta olup, davacının Kurumu yanıltıcı bir beyan veya işlemi bulunmamaktadır.

 

Öte yandan uyuşmazlığın çözümünde yersiz ödemelerin tahsiline ilişkin yasal düzenlemenin irdelenmesinde de zorunluluk bulunmaktadır.

 

Konuya ilişkin ilk düzenleme 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununda yer almaktadır.

 

Kanunun Sigorta Yardımlarının Haczedilemeyeceği, başlıklı 121. maddesi;

 

 

(Ek fıkra: 29/7/2003-4958/47 md.) Ancak, yanlış ve yersiz ödendiği anlaşılan her türlü gelir, aylık ve sigorta yardımları 84 üncü maddenin son fıkrası saklı kalmak kaydıyla, ilgililerin sonraki her çeşit istihkaklarından kesilmek suretiyle geri alınır. Kurumun genel hükümlere göre takip hakkı saklıdır.

 

(Ek fıkra: 2/7/2005-5386/1 md.) Ölüm geliri ve aylıklarından yapılan yersiz ödeme tutarları, yersiz ödenmiş olan gelir ve aylıkların kesilmesi nedeniyle aynı dosyadan gelir ve aylık ödemesi yapılan diğer hak sahiplerine Kurumca yapılması gereken gelir ve aylık ödeme tutarları nazara alınmak suretiyle tespit edilecek Kurum zararı esas alınarak tahsil edilir. Ancak, diğer hak sahiplerinden itirazda bulunanların hisseleri bu fıkra uygulamasında hariç tutulur…> hükmünü içermektedir.

 

Öte yandan 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar Ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile 506 sayılı Kanunun anılan hükmü yürürlükten kaldırılmış ve konu 5510 sayılı Kanunun 96. maddesinde düzenlenmiştir.

 

 

5510 sayılı Kanunun 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren başlıklı 96. maddesinde ise;

 

 

a) Kasıtlı veya kusurlu davranışlarından doğmuşsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla on yıllık sürede yapılan ödemeler, bu ödemelerin yapıldığı tarihlerden,

 

b) Kurumun hatalı işlemlerinden kaynaklanmışsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla beş yıllık sürede yapılan ödemeler toplamı, ilgiliye tebliğ edildiği tarihten itibaren yirmidört ay içinde yapılacak ödemelerde faizsiz, yirmidört aylık sürenin dolduğu tarihten sonra yapılacak ödemelerde ise bu süre sonundan, itibaren hesaplanacak olan kanunî faizi ile birlikte, ilgililerin Kurumdan alacağı varsa bu alacaklarından mahsup edilir, alacakları yoksa genel hükümlere göre geri alınır.

 

Alacakların yersiz ödemelere mahsubu, en eski borçtan başlanarak borç aslına yapılır, kanunî faiz kalan borca uygulanır. Bu hüküm ilgili hak sahiplerinin muvafakat etmeleri kaydıyla, aynı dosyadan diğer bir hak sahibine yapılan yersiz ödemelere mahsubunda da uygulanır.

 

Yersiz ödemenin gelir ve aylıklardan kesilmesinde, kesintinin başlayacağı ödeme dönemi başı itibarıyla kanunî faizi ile birlikte hesaplanan borç tutarı, gelir ve aylıktan % 25 oranında kesilmek suretiyle uygulanır.

 

Yersiz ödemelerin tespiti ile geri alınmasına ve bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar, Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir…> hükmü yer almaktadır.

 

5510 sayılı Yasa öncesi mevzuata bakıldığında, 506 sayılı Yasanın 121. maddesinde yersiz ödemelerin kayıtsız şartsız iadesinin öngörüldüğü, yersiz ödeme halinde iade yükümünün kapsamının farklı hukuki durumlara özgü olarak değişiklik göstermediği görülmektedir.

 

Ancak, 5510 sayılı Yasanın 96. maddesi ile 506 Yasada yer almayan yeni bir düzenleme getirilmiş, sebepsiz zenginleşmenin iyi niyetle veya kötü niyetle gerçekleşmesine bağlı olarak istirdadı mümkün ödeme miktarları belirlenmiştir. Dolayısıyla 5510 sayılı Kanun ile ödeme yükümünün kapsamı sigortalının iyiniyetli veya kötüniyetli oluşunun tespitine göre farklılaştırılarak, kayıtsız şartsız iade öngören 121. madde hükmüne göre lehe bir düzenleme getirildiği açıktır.

 

Diğer taraftan, uyuşmazlığın çözümünde 818 sayılı Kanunun 63. madde hükmünün uygulama yeri olup olmadığı hususunun da açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.

 

818 sayılı Borçlar Kanunu’nun, geri verilmesi gereken tutarın belirlenmesinde genel hüküm niteliğinde bulunan 63’üncü maddesi uyarınca iyi niyetli zenginleşen, sebepsiz zenginleşme konusunun kendisinden istendiği tarihten önce elinden çıktığını iddia ve ispat ettiği miktar oranında ret ve geri vermeyle yükümlü olmayacaktır. Buna karşın; zenginleşenin, zenginleşme anında veya sonrasında mal varlığındaki artışın geçerli bir hukuki sebebe dayanmadığını biliyor veya bilmesi gerekiyor olması halinde, kötü niyetli sayılacağında da kuşku bulunmamaktadır.

 

Yerel mahkemece Borçlar Kanunun 63. maddesi uyarınca değerlendirme yapılarak karar verilmiş ise de, 5510 sayılı Kanunun 96. maddesi de sebepsiz zenginleşmede geri verme konusuna ilişkin özel bir düzenleme niteliğindedir.

 

Şu duruma göre, karşımıza, aynı konu hakkında bir tarafta genel kanunda kabul edilen yasa kuralı, bir tarafta özel nitelikte kanunda yeralan düzenleme çıkmaktadır.

 

Bu nedenle sorunun normlar hiyerarşisi kurallarına göre çözümlenmesi gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır.

 

olarak da adlandırılan bu gibi durumlarda; a) Sonraki norm, öncekinin yerini alır (Lex Pasterior deraget priori), b) Özel kanun, genel kanundan önce gelir (Lex specialis per generalem non deregatur), c) Açık anlamlı norm, kapalı anlamlı normdan önce gelir, biçiminde kabul edilen temel ilkelerden yararlanılarak sonuca ulaşılmaktadır.

 

Uyuşmazlık konusu somut olayda, belirtilen ilkeler doğrultusunda yapılan değerlendirmede; 5510 sayılı Kanunun 818 sayılı Borçlar Kanununa göre özel nitelikte olduğu, bu kapsamda 5510 sayılı Kanunun 96. maddesi hükmünün sebepsiz zenginleşme nedeniyle yersiz ödemelerin Kuruma iadesi konusunda özel nitelikte düzenleme içerdiği açıktır.

 

Bu durumda özel kanun niteliğindeki 5510 sayılı Kanunun özel düzenleme içeren 96. maddesi hükmünün genel nitelikteki 818 sayılı Borçlar Kanununun 63. maddesi hükmüne nazaran uygulama önceliğine sahip olduğu tartışmasızdır.

 

Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 05.10.2011 gün 2011/10-476 E. 2011/584 K.; 06.07.2011 gün 2011/21-402 E. 2011/472 K. ve 15.06.2011 gün 2011/21-362 E. 2011/409 K. sayılı kararında da aynı husus benimsenmiştir.

 

O halde, Yerel Mahkemece yukarıda yapılan açıklamaların ışığında özel kanun niteliğindeki 5510 sayılı Kanunun 96. maddesinin değerlendirilmesi suretiyle karar verilmesi gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır.

 

Açıklanan nedenlerle, Yerel Mahkemece öncelikle, 5510 sayılı Kanunun 96. maddesi kapsamında araştırma ve incelemeyle, yapılacak değerlendirme ve varılacak sonuç ile iade yükümünün kapsamı konusunda bir karar verilmesi gerekirken yerinde olmayan gerekçelerle, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

 

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

 

Sonuç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, yapılan ilk görüşmede, 5521 sayılı İş mahkemeleri Kanunun 8/3. fıkrası uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere oyçokluğu ile karar verildi.

 

 

 

KARŞI OY

 

Yerel Mahkemenin, davacının tahsis talep tarihinde veya sonrasında Kurumu yanıltmadığı, Kurum yazılarında da aylığın sehven bağlandığının açıkça ifade edildiği, davacının kötüniyetli olduğunu söylemenin mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne dair verdiği karar, Özel Daire tarafından yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmuş, ilk kararda direnilmesi üzerine Hukuk Genel Kurulu tarafından da direnme kararı Özel Daire ile aynı gerekçelerle oyçokluğuyla bozulmuştur.

 

Aşağıda açıklanan nedenlerle bozma kararına katılmak mümkün olmamıştır:

 

Sigortalı veya haksahiplerine Kurumca yapılan yersiz ödemelerin iadesine ilişkin uyuşmazlıklarda, iade kapsamının belirlenmesi yönünden üç ayrı dönemin bulunduğundan bahsetmek mümkündür.

 

Buna göre;

 

I- 506 sayılı Kanunun 121. maddesinin 2. fıkrası öncesi dönemde;

 

Yürürlükte bulunan 506 sayılı Kanunda yersiz ödemelerin iadesine ilişkin hüküm bulunmadığından konuya ilişkin yasal mevzuat olarak genel hüküm niteliğindeki 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 61 ve devamı maddeleri uygulanmakta idi.

 

II- 4958 sayılı Kanun ile 506 sayılı Kanunun 121. maddesine ek fıkra olarak

 

 

(Ek fıkra: 29/7/2003-4958/47 md.) Ancak, yanlış ve yersiz ödendiği anlaşılan her türlü gelir, aylık ve sigorta yardımları 84 üncü maddenin son fıkrası saklı kalmak kaydıyla, ilgililerin sonraki her çeşit istihkaklarından kesilmek suretiyle geri alınır. Kurumun genel hükümlere göre takip hakkı saklıdır…>.

 

Düzenlemesinin getirilmesinden sonra, yersiz ödemelerin herhangi bir değerlendirmeye tabi tutulmaksızın iadesi yönünde karar verilmesi gerektiği uygulaması istikrarlı olarak kabul edilmiş, bununla birlikte yersiz ödemenin iadesine ilişkin uyuşmazlıklarda sigortalının iyiniyetli olup olmadığı, diğer bir ifade ile B.K. 63. maddenin uygulanıp uygulanmayacağı hususu somut olayın özelliğine bağlı olarak Özel Daireler tarafından değerlendirilmeye de devam etmiştir.

 

 

III- 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren ve 506 sayılı Kanunun 121. maddesini yürürlükten kaldıran 5510 sayılı Kanunun 96. maddesi ile;

 

 

a) Kasıtlı veya kusurlu davranışlarından doğmuşsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla on yıllık sürede yapılan ödemeler, bu ödemelerin yapıldığı tarihlerden,

 

b) Kurumun hatalı işlemlerinden kaynaklanmışsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla beş yıllık sürede yapılan ödemeler toplamı, ilgiliye tebliğ edildiği tarihten itibaren üç ay içinde yapılacak ödemelerde faizsiz, üç aylık sürenin dolduğu tarihten sonra yapılacak ödemelerde ise bu süre sonundan, itibaren hesaplanacak olan kanunî faizi ile birlikte, ilgililerin Kurumdan alacağı varsa bu alacaklarından mahsup edilir, alacakları yoksa genel hükümlere göre geri alınır. …> hükmüne yer verilmiştir.

 

Anılan maddenin yürürlük tarihinden sonra Hukuk Genel Kurulunun 15.06.2011 gün 2011/21-362 E. 2011/409 K.; 06.07.2011 gün 2011/21-402 E. 2011/472 K. ve 05.10.2011 gün 2011/10-476 E. 2011/584 K. sayılı kararlarında yapılan değerlendirme sonucunda, özel kanun niteliğindeki 5510 sayılı Kanunun, yine özel düzenleme içeren 96. maddesi hükmünün, genel nitelikteki 818 sayılı Borçlar Kanununun 63. maddesi hükmüne nazaran uygulama önceliğine sahip olduğunun kabulü ile 5510 sayılı Kanunun 96. maddesinin uyuşmazlıklarda öncelikle uygulanması gerektiği kabul edilmiştir.

 

Ne var ki, sigortalının lehine olduğu değerlendirmesi ile 96. maddenin uygulama önceliğine sahip olduğu kabulü sonrasında, sebepsiz zenginleşenin iade borcunu düzenleyen 818 sayılı Borçlar Kanununun 63. maddesi hükmünün, diğer bir ifade ile somut olayın özelliğine göre değerlendirilebilecek halinde düzenlemesinin uygulamasına imkan kalmamıştır. Zira 5510 sayılı Kanunun 96. maddesi sadece sigortalının kasıt veya kusurlu davranışını değerlendirmekte, ancak her durumda sigortalıyı iade borcu altına sokmakta ve sigortalı iyiniyetli olsa dahi geriye doğru 5 yıllık yersiz ödemeyi (şartları oluştuğu takdirde faizi ile birlikte) iade ile yükümlü olmaktadır. Dolayısıyla 96. maddenin yürürlük tarihi sonrasında BK 63. maddenin uygulanmasına imkan bulunmadığı yönündeki değerlendirme sonuç itibariyle iyiniyetli sigortalının aleyhine sonuç doğurmaktadır.

 

Ayrıca, BK’nun 63. maddesinin 5510 sayılı Kanunun 96. maddesi karşısında uygulama yeri olmadığının kabulü, BK’nun 63. maddesinin sebepsiz zenginleşenin iade borcunun kapsamını, 5510 sayılı Kanunun 96. maddesinin ise Kurumun alacak hakkının kapsamını düzenlemesi, diğer bir ifade ile farklı hususları düzenlemesi ve farklı hususları düzenleyen iki kanun hükmü arasında genel kanun-özel kanun değerlendirilmesinin yapılmasına da imkan bulunmaması karşısında isabetsizdir.

 

Öte yandan, 5510 sayılı Kanunun 96. maddesi iadesi gereken miktar yönünden; düzenlemesine yer vermiştir.

 

Davada düzenlemesinin hukuki anlamının, mülga 506 sayılı Kanunun 121. maddesindeki düzenlemesinden farklı olması hususu da gözetildiğinde, iade talebini içeren davanın, genel hükümlere tabi bir hukuk davası nasıl çözümlenir ise o tarzda genel hükümlere göre halledilmesi anlamında olduğunu kabul etmek gerekir.

 

Ayrıca, somut olayda davanın yasal dayanağını teşkil eden 3201 sayılı Kanunun 6. maddesi hükmünün yargılama sırasında sigortalı lehine yapılan değişikliğin de bu davada değerlendirilmesi gerekir.

 

3201 sayılı Kanunun 6. maddesinin 5754 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik öncesi ilk halinde:

 

 

B)- Bu Kanun hükümlerinden yararlanmak suretiyle aylık bağlananlardan, tekrar yurt dışında çalışmaya başlayanların çalışmaya başladıkları tarihi takip eden aybaşından itibaren aylıkları kesilir…>

 

Düzenlemesi yer almakta iken,

 

5754 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik sonrasında 08.05.2008 tarihinde yürürlüğe giren madde metni:

 

şeklindedir.

 

Davacı tahsis talep tarihinde yürürlükte bulunan mevzuat uyarınca talep tarihinde Türkiye’de sigortalı olarak çalıştığından yaşlılık aylığına hak kazanması mümkün bulunmamaktadır.

 

Ne var ki, yargılama sırasında 3201 sayılı Kanunun 6. maddesinde 5997 sayılı Kanun ile değişiklik yapılmış ve düzenleme 19.06.2010 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

 

Buna göre:

 

Kanun hükümlerinden yararlanmak suretiyle aylık bağlananlardan tekrar yurt dışında yabancı ülke mevzuatına tabi çalışanlar, ikamete dayalı bir sosyal sigorta ya da sosyal yardım ödeneği alanların aylıkları, tekrar çalışmaya başladıkları veya ikamete dayalı bir ödenek almaya başladıkları tarihten itibaren kesilir. Türkiye’de sigortalı olarak çalışmaya başlayanlar hakkında 5510 sayılı Kanunun sosyal güvenlik destek primine tabi olarak çalışılmasına ilişkin hükümleri uygulanır…>.

 

Anılan değişikliğin gerekçesinde açıklaması yer almaktadır.

 

Maddede yapılan değişikliğin, gerekçesinde de açıkça belirtildiği üzere yaşlılık aylığı almakta olan sigortalıların SGDP’ne tabi olarak çalışmaya devam edebilmeleri amacıyla yapıldığı açıktır.

 

Sigortalının lehine getirilen ve somut uyuşmazlıkta yargılama sırasında yürürlüğe giren bu maddenin, Hukuk Genel Kurulunun 15.06.2011 gün ve 2011/21-362 E., 2011/409 K. sayılı kararında da benimsenen ilkeler uyarınca, yürürlük tarihi öncesine uygulanmayacağına ilişkin açık bir düzenleme bulunmaması ve özellikle sosyal güvenlik hukukunun kamusal niteliği gözetilmek suretiyle devam etmekte olan uyuşmazlığa uygulanması gerekir.

 

Yukarıda açıklanan nedenlerle yerel mahkeme kararının onanması gerektiği düşüncesindeyim.

YURTDIŞINDAKİ HİZMETLERİN BORÇLANILMASI / KESİN DÖNÜŞ YAPILMADIĞINDAN MAAŞIN İPTALİ TALEBİ / FUZULEN ÖDENEN YAŞLILIK AYLIĞININ TAHSİLİ

T.C.
YARGITAY
Onuncu Hukuk Dairesi
E: 2005/14050
K: 2006/3722
T: 3.4.2006
YURTDIŞINDAKİ HİZMETLERİN BORÇLANILMASI
KESİN DÖNÜŞ YAPILMADIĞINDAN MAAŞIN İPTALİ TALEBİ
FUZULEN ÖDENEN YAŞLILIK AYLIĞININ TAHSİLİ
3201 s. YURT DIŞINDA BULUNAN TÜRK VATANDAŞLARININ YURT DIŞ… [Madde 3]
3201 s. YURT DIŞINDA BULUNAN TÜRK VATANDAŞLARININ YURT DIŞ… [Madde 6]
Davacı, 01.02.1993-20.09.2000 tarihleri arasında ödenen yaşlılık aylığı tutan 3.885.769.981 Liranın yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.
Hükmün, davalı Avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Hatice Kamışlık tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi:
Dava; yurt dışındaki hizmetlerini 2147 ve 3201 Sayılı Yasalar uyarınca borçlanan davalıya bağlanan yaşlılık aylığının yurda kesin dönüş yapmadığından bahisle iptali ile 01.02.1993-20.09.2000 tarihleri arasında fuzulen ödenen aylıkların faiziyle tahsiline ilişkin olup, Mahkemece yurt içi çalışması ve 2147 Sayılı Yasaya göre borçlanması nazara alınarak yaşlılık aylığı bağlanmasını hak eden davalının, 3201 borçlanması nedeniyle elde ettiği gün sayısı nedeniyle haksız olarak aldığı fark aylıkların iadesine karar verilmiştir. Ne var ki, davalının temyiz dilekçesine ekli 01.03.2005 tarihli Kurum yazısında; “…01.02.1993-20.09.2000 süresi 3.885,77 YTL borcu ise, iptal edildiği anlaşılmış olup…” denilmektedir. Söz konusu yazı ile dava konusu talep çelişmektedir. Her ne kadar bu husus temyiz aşamasında ileri sürülmüş ise de; sosyal güvenlik hakkının kamu düzenine ilişkin, kişiye bağlı, vazgeçilmez ve kaçınılmaz hak ve yükümlülük olması nedeniyle bu husus araştırılarak hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekir.
Mahkemece belirtilen bu maddi ve hukuki olgular dikkate alınmaksızın yazılı olduğu şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, hükmü temyiz eden davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davalıya iadesine, 03.04.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.

SOSYAL GÜVENLİK DESTEK PRİMİ / YAŞLILIK AYLIĞI

T.C.
YARGITAY
Onuncu Hukuk Dairesi
E: 2006/1311
K: 2006/9047
T: 15.6.2006
SOSYAL GÜVENLİK DESTEK PRİMİ
YAŞLILIK AYLIĞI

1479 s. ESNAF VE SANATKARLAR VE DİĞER BAĞIMSIZ ÇALIŞANLAR … [Ek Madde 20]

Davacı, 01.01.2001-11.03.2004 tarihleri arasında emekli aylıklarından kesilen Sosyal Güvenlik Destek Primi kesinti tutarının tarafına iade edilmesine ve gecikme zammı bedeli olan 982.000.000 lira borcun iptaline karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde isteğin kabulüne karar vermiştir.
Hükmün, davalı Avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Tolga Özmen tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi:
01.07.1997 tarihinden itibaren kendisine yaşlılık aylığı bağlanan, Vergi Dairesindeki kaydı 31.12.2000, Birleşik Esnaf ve Sanatkarlar Odasındaki kaydı ile Esnaf ve Sanatkarlar Sicil Memurluğu’ndaki kaydı 11.03.2004 tarihinde sona eren davacının aylıklarından davalı Kurumca 01.10.1999 -11.03.2004 dönemi yönünden sosyal güvenlik destek primi kesintisi yapıldığı, anlaşılmakta olup, uyuşmazlık, anılan kesinti işleminin yerinde olup olmadığının tespiti ile, kesinti tutarlarının istirdadı istemine ilişkindir.
Bu yönde davanın yasal dayanağı olan ve 1479 sayılı Kanuna 4447 sayılı Kanunun 38. maddesiyle eklenen ek 20. maddenin birinci fıkrası. “Bu Kanuna göre yaşlılık aylığı bağlananlardan, 24. maddenin ( 1 ) numaralı bendinde belirtilen çalışmalarına devam edenlerin veya daha sonra çalışmaya başlayanların, sosyal yardım zammı dahil tahakkuk eden aylıklarından aylığın bağlandığı veya tekrar çalışmaya başlanıldığı tarihi takip eden ay başından itibaren, çalışmalarının sona erdiği ay dahil %10 oranında sosyal güvenlik destek primi kesilir.” hükmünü içermekte olup, bu düzenleme 08.09.1999 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Anılan fıkra daha sonra, 02.08.2003 tarihinde yürürlüğe giren 4956 sayılı Kanunun 44, maddesiyle değiştirilerek “Bu Kanuna göre yaşlılık aylığı bağlananlardan, ticari kazanç veya serbest meslek kazancı dolayısıyla gerçek veya basit usulde gelir vergisi mükellefiyeti devam edenlerden, sosyal yardım zammı dahil tahakkuk eden aylıklarından aylığın bağlandığı veya tekrar çalışmaya başlanıldığı tarihi takip eden ay başından itibaren, çalışmalarının sona erdiği ay dahil %10 oranında sosyal güvenlik destek primi kesilir.” Hükmü getirilmiştir. Anlaşılacağı gibi ilk düzenlemede prim kesintisi 24. maddede sigortalı olarak sayılanların tümü için söz konusu iken, yapılan değişiklik ile bu uygulama, anılanlardan yalnızca ticari kazanç veya serbest meslek kazancı dolayısıyla gerçek veya basit usulde gelir vergisi yükümlülüğü devam edenler yönünden kabul edilmiştir. Söz konusu hüküm son olarak, 28.01.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5073 sayılı Kanunun 15. maddesiyle bir kez daha değiştirilmiş ve 4447 sayılı Kanunla getirilen düzenleme yeniden benimsenmiştir.
Öte taraftan 1479 sayılı Kanunun 22.03.1985 tarihinde yürürlüğe giren 3165 sayılı Kanunun 6. maddesiyle değişik 24. maddenin ( 1 ) numaralı bendinin ( a ) fıkrasında; diğer sosyal güvenlik kuruluşları kapsamı dışında kalan ve herhangi bir işverene hizmet akdi ile bağlı olmaksızın kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanlardan; esnaf ve sanatkarlar, tüccar, sanayici ve borsa ajan ve acenteleri, mimar ve mühendisler, sigorta prodüktörleri ve eksperleri, eczacılar, tabipler, veterinerler, gümrük komisyoncuları gibi ticari kazanç veya serbest meslek kazancı dolayısıyla gerçek veya götürü usulde gelir vergisi yükümlüsü olanlar, esnaf ve sanatkar siciline kayıtlı bulunanlar veya kanunla kurulu meslek kuruluşlarına usulüne uygun olarak kayıtlı olanlar sigortalı olarak sayılmış, anılan fıkra, 04.10.2000 tarihinde yürürlüğe giren ve Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilerek 08.08.2001 tarihinde yürürlükten kalkan 619 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile değiştirilerek esnaf ve sanatkarlar ile diğer bağımsız çalışanlardan ticari kazanç veya serbest meslek kazancı dolayısıyla gerçek veya basit usulde gelir vergisi yükümlüsü olanlar ite, gelir vergisinden muaf olanlardan esnaf ve sanatkar siciline veya kanunla kurulu meslek kuruluşlarına usulüne uygun olarak kayıtlı olanların sigortalı kabul edilecekleri hükme bağlanmış, daha sonra bu hüküm de 02.08.2003 tarihinde yürürlüğe giren 4956 Sayılı Kanunun 14, maddesiyle bir kez daha değiştirilerek esnaf ve sanatkarlar ile diğer bağımsız çalışanlardan ticari kazanç veya serbest meslek kazancı dolayısıyla gerçek veya basit usulde gelir vergisi yükümlüsü olanlar ile gelir vergisinden muaf olanlardan esnaf ve sanatkar sicili ile birlikte kanunla kurulu meslek kuruluşuna usulüne uygun olarak kayıtlı olanlar kapsam altına alınmıştır.
Bu açıklamalar ışığı altında inceleme konusu dava değerlendirildiğinde, mahkemece yapılan inceleme ve araştırmanın hüküm vermeye elverişli olmadığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle, kendi adına ve hesabına bağımslZ çalışma olgusu 01.10.1999 – 02.08.2003 ve 28.01.2004 11.03.2004 dönemleri yönünden 4447 ve 5073. 02.08.2003 -28.01.2004 dönemi yönünden ise 4956 sayılı Kanunla getirilen düzenlemeler göz önünde bulundurulmak suretiyle yöntemince araştırılmalı, davacının kayıtlı olduğu meslek kuruluşuna aidat ödeyip ödemediği ve toplantılarına katılıp katılmadığı belirlenmeli, maddi olgunun saptanması için Cumhuriyet Savcılığı araştırması yapılarak tanıkların bilgi ve görgüsüne başvurulmalı ve elde edilecek sonuca göre karar verilmelidir.
Bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, mahkemece eksik inceleme ve araştırma sonucu davanın kabulü yönünde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 15.06.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.

HİZMET BİRLEŞTİRMESİ / YAŞLILIK AYLIĞI

T.C.
YARGITAY
Onuncu Hukuk Dairesi
E: 2006/728
K: 2006/7859
T: 30.05.2006
HİZMET BİRLEŞTİRMESİ
YAŞLILIK AYLIĞI
Özet: Birleştirilmiş hizmet süreleri toplamı üzerinden ilgililere, son yedi yıllık fiili hizmet süresi içinde fiili hizmet süresi fazla olan Kurum ‘ca, eşit olması halinde ise sonuncu­sunun tabi olduğu Kurum mevzuatına göre aylık bağlanacağı hükmü bulunmakta ise de; bağlı oldukları Kurum ‘un kamınla değişmesi halinde, son yedi yıldaki fiili hizmet süresinin fazla olanına bakılmaksızın, fiili hizmet süresinin sonuncusu olan Kurum ‘un tabi olduğu mevzuata göre aylık bağlanır.
506 s. ANADOLU DEMİRYOLLARININ MÜBAYAASINA VE MÜDİRİYETİ … [Madde 60]
506 s. ANADOLU DEMİRYOLLARININ MÜBAYAASINA VE MÜDİRİYETİ … [Geçici Madde 20]
2829 s. SOSYAL GÜVENLİK KURUMLARINA TABİ OLARAK GEÇEN HİZM… [Madde 8]
Davacı, 506 sayılı Yasa’nın geçici 20. maddesine göre kurulu olan T.C. Ziraat Bankası-T. Halk Bankası Mensupları Emekli ve Yardım Sandığı Vakfından 15.06.2004 tarihinden itibaren yaşlılık aylığı almaya hak kazandığının tespiti ile gelir bağlanmasına karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme, ilâmında belirtildiği şekilde Emekli Sandığı aleyhine açılan davada mahkemenin görevsizliğine ve dava dilekçesinin bu nedenle reddine, diğer davalı aleyhine açılan davanın ise kabulüne karar vermiştir.
Hükmün, davalılar avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve tetkik hâkimi tarafından düzen­lenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillere ve hükmün dayandığı gerektirici sebeplere göre, davalı T.C. Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü’nün temyiz talebinin reddi gerekir.
2- Davalı T.C. Ziraat Bankası ve T. Halk Bankası Mensupları Emekli ve Yardım Sandığı Vakfı’nın temyiz itirazlarına gelince;
Davacı işbu dava ile; T.C. Emekli Sandığı’nı da davalı göstererek davalı vakıftan yaşlılık aylığı almaya hak kazandığının tespitini talep etmiş olup, Mahkemece; T.C. Emekli Sandığı hakkındaki dava dilekçesinin idari yargı görevli olduğundan bahisle görev yönünden reddine, vakıf yönünden ise davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosyadaki belgelere göre; 01.03.1983 tarihinde SSK sigortalısı olarak tescili yapılan davacı, SSK bünyesinde 1166 gün çalıştıktan sonra davalı T.C. Ziraat Bankası A.Ş. ve T. Halk Bankası A.Ş. Mensupları Emekli ve Yardım Sandığı Vakfı bünyesinde 12.05.1986-20.09.2002 tarihleri arasında 19 yıl 7 ay 8 gün çalışmış, vakıf bünyesinde çalışmakta iken 4603 sayılı T.C. Ziraat Bankası, T. Halk Bankası Anonim Şirketi ve T. Emlak Bankası Anonim Şirketi Hakkındaki Kanun’un Geçici 1. maddesinin 3. fıkrası uyarınca bankaların mevcut personeli yeniden yapılandırma sürecinde istekleri halinde 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesine ve Bazı Kanun ve Kanun Hük­münde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 22. maddesine göre diğer kamu kurum ve kuruluşlarına nakledileceğine dair düzenlemeler çerçevesinde istihdam fazlası personel olarak nakle tabi tutularak Kadıköy Adliyesi’nde 657 sayılı Yasa kapsamında çalıştırılmak üzere naklen atamasının yapılmış ve T.C. Emekli Sandığı’na tabi olarak 23.09.2002-21.05.2004 tarihleri arasında 1 yıl 8 ay çalıştıktan sonra emekliye ayrılmış, kendisine toplam hizmet süresi üzerinden Emekli Sandığı tarafından yaşlılık aylığı bağlanarak emekli ikramiyesinin ödendiği anlaşılmakta olup;uyuşmazlık, davacının hiz­metlerinin T.C. Emekli Sandığı’nda mı, yoksa T.C. Ziraat Bankası A.Ş. ve T. Halk Bankası A.Ş. Mensupları Emekli ve Yardım Sandığı Vakfı’nda mı bir­leştirilmesine ve giderek yaşlılık aylığının bu sosyal güvenlik kuruluşlarından hangisi tarafından bağlanması gerektiğine ilişkindir. Bu haliyle davanın yasal dayanağı 506 sayılı Yasa’nın 60 ve devamı ile Geçici 20. ve 2829 sayılı Yasa’nın 8. maddeleridir.
2829 sayılı Yasa’nın 8. maddesi hükmüne göre “Birleştirilmiş hizmet süreleri toplamı üzerinden ilgililere; son yedi yıllık fiili hizmet süresi içinde fiili hizmet süresi fazla olan Kurum’ca, hizmet sürelerinin eşit olması halinde ise eşit hizmet sürelerinden sonuncusunun tabi olduğu Kurum’ca kendi mevzua­tına göre aylık bağlanıp ve ödenir.
Ancak malullük, ölüm 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu’na göre yaş haddinden re’sen emekli olma süresi kanunla belirlenen vazifelere atanma veya seçilme ve bağlı oldukları Kurum’un kanunla değiştirilmesi hallerinde ilgililere hizmet sürelerinden sonuncusunun tabi olduğu Kurum’ca, kendi mev­zuatına göre aylık bağlanır.”
Görülüyor ki; bağlı oldukları Kurum’un kanunla değiştirilmesi halinde son yedi yıllık fiili hizmet süresi içinde fiili hizmet süresinin fazla olduğu Kurum’a bakılmaksızın fiili hizmet sürelerinden sonuncusunun tabi olduğu Kurum’a kendi mevzuatı uyarınca aylık bağlanması öngörülmekle en fazla hizmet süresi kuralına istisna getirilmiştir. Davacının Kurum’u, kanunla değiş­tirildiğinden, hizmetlerinin T.C. Emekli Sandığı’nda birleştirilerek bu Kurum’ca aylık bağlanmasında yasaya aykırılık bulunmamaktadır. Öte yandan;sosyal güvenlik kurumlarından birine tabi olarak geçen hizmet süresinin aylık bağlanmaya yetmesi halinde sigortalının tercih hakkı bulunduğu öngörülmüş ise de, davacının bağlı olduğu Kurum Yasa ile değiştirildiğinden anılan yasa hükmü gereğince artık tercih hakkından söz edilemeyeceği tartışmasızdır. O nedenle bu işlemden dönülmesi de olanaklı değildir.
Mahkemece yukarıda yazılı maddi ve hukuksal olgular dikkate alın­maksızın yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalı T.C. Ziraat Bankası ve T. Halk Bankası Mensupları Emekli ve Yardım Sandığı Vakfı vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz olunan hükmün (BOZULMASINA), temyiz harcının istek halinde davalılardan T.C. Ziraat Bankası ve T. Halk Bankası Mensupları Emekli ve Yardım Sandığı Vakfı’na iadesine, 30.05.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.

BAĞ-KUR YAŞLILIK AYLIĞI TAHSİS KOŞULLARI

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E:2006/10-274
K: 2006/318
T: 24.5.2006

BAĞ-KUR YAŞLILIK AYLIĞI TAHSİS KOŞULLARI

1479 s. ESNAF VE SANATKARLAR VE DİĞER BAĞIMSIZ ÇALIŞANLAR … [Madde 35]
1479 s. ESNAF VE SANATKARLAR VE DİĞER BAĞIMSIZ ÇALIŞANLAR … [Geçici Madde 10]

Taraflar arasındaki “tesbit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 15.İş Mahkemesi’nce davanın kabulüne dair verilen 21.05.2004 gün ve 2004/131-805 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10.Hukuk Dairesi’nin 11.11.2004 gün ve 2004/6251-10632 sayılı ilamıyla;

( …1479 sayılı Kanuna 4447 sayılı Kanunun 39 uncu maddesi ile eklenen geçici 10 uncu maddesinin 25.05.2002 tarih ve 4759 sayılı Kanunun 7 inci maddesi ile değişik 2.fıkrasına göre bir kişiye yaşlılık aylığı bağlanabilmesi için; 23.05.2002 tarihini takip eden aybaşı itibarıyla kadın ise 20 tam yıl, erkek ise 25 tam yıl prim ödemiş olanlar ile prim ödeme sürelerinin dolmasına, 2 tam yıl veya daha az kalan kadınların 40 yaşını, erkeklerin 44 yaşını, doldurmuş olması gerekmektedir. Davacının 07.12.1959 doğumlu olduğu, 44 yaşını doldurmadığı göz önüne alınarak, isteminin yaşlılık aylığı bağlanmasına ilişkin kısmının reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde 01.01.2004 tarihi itibarıyla davacıya yaşlılık aylığı bağlanmasına karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde davalı vekilinin bu yönleri amaçlayan’ temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır… ( ,

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Uyuşmazlık, tahsis talep tarihi itibariyle yaşlılık aylığı koşullarının oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır.

1479 Sayılı Kanunun 35. maddesinde yer verilen yaşlılık aylığı tahsis koşulları 25.08.1999 tarih ve 4447 sayılı Kanunun 28. maddesi uyarınca yeniden düzenlenerek, tam aylık yönünden yasada yer verilen diğer koşullara ek olarak “yaş” koşulu da öngörülmüştür.

Önceki sigortalılar yönünden ise 1479 sayılı Bağ-Kur Kanununa 4447 sayılı Kanunun 39. maddesi ile eklenen Geçici 10. maddesi hükmü ile bir geçiş hükmü getirilmiş olup, 25.05.2002 tarih, 4759 sayılı Kanun ile yeniden düzenlenen Geçici 10. maddenin ikinci fıkrasının ( a ( bendi ile aranan yaş koşulunun tahsis talep tarihi itibariyle davacı yönünden oluşmuş bulunduğu anlaşılmış bulunmakla, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, mahkeme kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanması gerekir.

SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle ONANMASINA, 1479 sayılı Bağ-Kur Kanunun değiştiren 3165 sayılı Kanun gereğince kurumdan harç alınmasına gerek olmadığına, 24.05.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İŞ KAZASI NEDENİYLE TAZMİNAT / YAŞLILIK VE ÖLÜM AYLIĞI

T.C.

YARGITAY

Yirmibirinci Hukuk Dairesi

E. 2006/2450

K. 2006/4755

T. 8.5.2006

İŞ KAZASI NEDENİYLE TAZMİNAT
YAŞLILIK VE ÖLÜM AYLIĞI

506 s. SOSYAL SİGORTALAR KANUNU (1) (2) (4)(5) [Madde 23]
506 s. SOSYAL SİGORTALAR KANUNU (1) (2) (4)(5) [Madde 92]

Davacı murisin iş kazası sonucu ölümünden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin reddine karar vermiştir.

Hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi N.M. tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi:

Dava, iş kazası sonucu ölüm nedeniyle hak sahiplerinin uğramış olduğu zararın giderilmesi istemine ilişkindir.

Uyuşmazlık, tazminatın belirlenmesi noktasında toplanmaktadır.

Tazminatın saptanmasında ise; zarar ve tazminata doğrudan etkili olan işçinin net geliri, bakiye ömrü, karşılıklı kusur oranları, destek görenlerin gelirden alacakları pay oranları, eşin evlenme olasılığı, Sosyal Sigortalar tarafından bağlanan peşin sermaye değeri gibi tüm verilerin hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek şekilde öncelikle belirlenmesi gerektiği tartışmasızdır. Öte yandan zarar ve tazminatın hesaplanması yönteminde, işçinin yaşlılık aylığı veya hak sahiplerinin ölüm aylığı alması durumunda da pasif dönemin zarar hesabına dahil edilmesi gerekir. Sigortalıya veya hak sahiplerine bağlanan bu tür aylıklarda meslek hastalığı ve iş kazası kolundan alınan primlerin hiçbir etkisi bulunmamakta, tamamen uzun vadeli sigorta kollarından ödenen primler sonucu aylık bağlanmaktadır. Bu nedenlerle pasif dönemin de zarar hesabına dahil edilmesi gerekir. Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda pasif dönemin hesaba dahil edilmemesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

Kuşkusuz, açıklanan zarar ve tazminatın hesaplanması yönteminde, hak sahibi eşin ve çocuklarının destek süresinin işçinin bakiye ömrü ile sınırlı olacağı hukuksal gerçeği ortadadır.

Özellikle kız ve erkek çocuklarının destek görecekleri süre yönünden 506 Sayılı Yasanın 23. maddesindeki yaş sınırlarının esas alınması Anayasa’nın eşitlik ilkesi, sosyal devlet ilkesi ve bu ilkelerin sosyal güvenlik kuruluşlarına yüklediği işlevin gereğidir. Gerçekten 506 Sayılı Yasanın 23/I-C-a maddesi uyarınca; “iş kazası veya meslek hastalığı sonucu ölümlerde 18 yaşını, orta öğrenim yapması halinde 20 yaşını, yüksek öğrenim yapması halinde 25 yaşını doldurmamış olan veya çalışamayacak durumda malül bulunan ve Sosyal Sigortaya, Emekli Sandıklarına tabi çalışmalarından dolayı gelir veya aylık almayan çocuklarla yaşları ne olursa olsun evli olmayan, evli olmakla beraber sonradan boşanan veya dul kalan ve Sosyal Sigortaya, Emekli Sandıklarına tabi bir işte çalışmayan kız çocuklarına gelir bağlanacağı, 23/I-sonuncu maddesinde ise sigortalının ölümü tarihinde 18 veya 20 yaşını doldurmuş olup, gelire hak kazanmamış durumda olan erkek çocuklar, sonradan öğrenim yaparlarsa ( a ) fıkrasındaki haklardan yararlanacakları, 23N maddesinde de uyarınca “Sigortalının erkek çocuklarına bağlanan gelirlerin çocuğun 18 yaşını, orta öğrenim yapması halinde 20 yaşını, yüksek öğrenim yapması halinde 25 yaşını dolduracağı tarihe kadar devam edeceği, çalışamayacak durumda malül olan erkek çocukların gelirlerinin bu yaşlara vardıktan sonra kesilmeyeceği bildirilmiştir.

Somut olayda, davacı çocuklardan G. olay tarihinde 13, H. 1, T. 5 yaşında olup halen G. 16 yaşında, H. 14 yaşında, T. 8 yaşındadır. Yapılacak iş, G. ile H’nin rapor tarihindeki öğrenim durumlarını tespit etmek, halen orta öğrenime devam ettiklerinin anlaşılması halinde bütün il ve ilçeler de yüksek öğrenim kurumlan yaygın bir şekilde bulunduğundan ve yüksek öğrenim yapmaları asıl olduğundan ileride yüksek öğrenim yapacaklarını varsayarak G., H. ve T.’nin 25 yaşını dolduracakları tarihe kadar destek alabileceklerinin kabulü ile, orta öğrenimlerinin sona bulduğunun ve yüksek öğrenime devam etmediklerinin tespit edilmesi halinde T.’nin 25 yaşım dolduracağı, G’nin evlenebileceği yaş varsayılan 22 yaşına, H’nin 18 yaşım ikmal ettiği tarihe kadar destek alabileceğinin kabulü ile hesaplama yapılması gerekmektedir.

Mahkemece hükme esas alınan 09.06.2005 tarihli hesap raporunda pasif dönem hesaba dahil edilmediği gibi davacı G’nin 22 yaşına, H’nin 18 yaşına, T.’nin ise 22 yaşına kadar destek alabileceğinin kabulü ile hesaplama yapıldığı görülmektedir.

Hal böyle olunca, hükme dayanak alınan hesap raporunun yukarıda açıklanan ilkeleri içermediği açık-seçiktir.

Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın eksik araştırma ve inceleme sonucunda yetersiz hesap raporu hükme dayanak alınmak suretiyle yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davacıların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 08.05.2006 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY :

İş kazası sigorta kolundan gelir bağlamanın koşulları ile uzun vadeli sigorta kollarından olan ölüm sigortasından aylık bağlamanın koşulları farklıdır. Her iki sigorta kolunun kapsamında olan riskin gerçekleşmesi durumunda meydana gelen zararın her iki sigorta kolundan da giderilmesi esastır.

Nitekim 506 Sayılı Kanunun 92. maddesinde uzun vadeli sigorta kolundan bağlanan aylığın kısa vadeli sigorta kolundan bağlanan gelirle birleşmesi halinde gelirin bunlardan birinin ödenmesine dair bir hükme yer verilmeyerek hem aylık ve hem de miktarları esas alınarak hükümde belirtilen şekilde bağlanacağı öngörülmüştür. Hak sahiplerinin destek göreceği süreler ölen sigortalının bakiye ömrü ile sınırlı olup bakiye ömrün ise ölenin aktif hayat bakiyesi ile emeklilik devresinden, ( pasif hayat bakiyesinden ) oluştuğuna ve iş kazası sonucu ölümün yol açtığı zararın her iki devre bakımından da söz konusu olduğuna göre iş kazası sonucu ölüm nedeniyle uğranılan Zararın pasif devre ( bakiye pasif hayat ) yönünden de hesaplanması gereği açıktır. Bu nedenle, pasif devre yönünden de hesap yapılmasını öngören bozmaya katılıyorum.

Çocukların destek süreleri yönünden yapılan bozmaya gelince;

Yargıtay’ın yerleşik görüş ve uygulamalarında erkek çocukları için genel olarak destek görecekleri sürenin sonu 18 yaşını ikmal edildiği tarih, kız çocuklar için kırsal yörelerde yaşayanlar bakımından destek sonu 18 yaş, kentsel yörelerde yaşayan kız çocukları için desteğin son bulduğu yaş 22 olarak kabul edilmektedir. Genel ilke böyle olmakla beraber, çocukların yüksek tahsil yapması ya da yapacağına ilişkin somut ve inandırıcı olguların bulunması halinde 506 Sayılı Yasadaki düzenlemeye paralel olarak destek süresi 25 yaşına kadar uzatılabilmektedir. Somut olayda çocukların yüksek tahsil yapacaklarının varsayılmasını ve giderek destek sürelerinin 25 yaşını dolduracakları tarihe kadar sürdürülmesini gerekli kılacak delil bulunmamaktadır. Öte yandan yaşları ve bulundukları durumu böyle bir varsayımın kabulüne elverişli de değildir. Diğer yandan uygulamada, çocukların destek sürelerine ilişkin kural mutlak şekilde uygulanmayıp somut olayın özellikleri göz önünde bulundurulduğu halde, Sayın Çoğunluk tarafından çocukların mutlaka yüksek tahsil yapacağı varsayılarak destek sürelerini 25 yaşını ikmal ettikleri tarihe kadar uzatılmasını ve giderek her davada çocuklar yönünden zararın 25 yaşın dolduğu tarihe kadar hesaplanmasını öngören bozma gerekçesi tazminat hukukunun genel ilkeleriyle bağdaşmaktadır.

Açıklanan bu nedenlerle iş kazalarında destek kaybı nedeniyle zarara uğrayan çocukların destek süreleri yönünden ilke olacak şekilde oluşturulan bozma gerekçesine katılmıyorum.