Etiket arşivi: YAZILMAMASI

Yargıtay Ceza Genel Kurulu Kararları • TEMYİZ SÜRESİNİN NE ZAMAN BAŞLAYACAĞININ KARARDA YAZILMAMASI

Yargıtay Ceza Genel Kurulu
Esas: 2013/7-137
Karar: 2014/72

5846 sayılı Kanuna muhalefet suçundan sanığın aynı kanunun 81/9-1, 5237 sayılı TCK’nun 53/1 ve 54. maddeleri uyarınca 5 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve müsadereye ilişkin, İstanbul 3. Fikri ve Sınai Haklar Ceza Mahkemesince verilen 09.03.2010 gün ve 550-277 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 7. Ceza Dairesince 31.01.2012 gün ve 12429-782 sayı ile;

"Yokluğunda verilen hükümde temyiz süresinin tebliğinden itibaren başlayacağı belirtilmeyerek sanık yasa yolunda yanıltıldığından, müdafiinin temyiz talebi süresinde kabul edilerek yapılan incelemede;

5846 sayılı Yasanın 08.02.2008 tarih ve 26781 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5728 sayılı Yasanın 143. maddesi ile değişik 81/4. maddesinde ‘bandrol yükümlülüğüne aykırı ya da bandrolsüz olarak bir eseri çoğaltıp satışa arz eden, satan, dağıtan veya ticari amaçla satın alan ya da kabul eden kişi bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adli para cezasıyla cezalandırılır’ hükmüne yer verilmiş ise de, maddenin içtimayı düzenleyen 13. fıkrasında yer alan ‘bandrol yükümlülüğüne aykırılığın aynı eserle ilgili olarak 71’inci maddenin birinci fıkrasının 1 numaralı bendinde tanımlanan suçla birlikte işlenmesi halinde, fail hakkında sadece 71’inci maddeye göre cezaya hükmolunur. Ancak verilecek ceza üçte biri oranında artırılır’ hükmü, 5728 sayılı Kanunun 138. maddesi ile değişik 71/1. maddesindeki ‘bu kanunda koruma altına alınan fikir ve sanat eserleriyle ilgili manevi, mali veya bağlantılı hakları ihlal ederek; bir eseri, icrayı, fonogramı veya yapımı hak sahibi kişilerin yazılı izni olmaksızın işleyen, temsil eden, çoğaltan, değiştiren, dağıtan, her türlü işaret, ses veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma ileten, yayımlayan ya da hukuka aykırı olarak işlenen veya çoğaltılan eserleri satışa arz eden, satan, kiralamak veya ödünç vermek suretiyle ya da sair şekilde yayan, ticari amaçla satın alan, ithal veya ihraç eden, kişisel kullanım amacı dışında elinde bulunduran ya da depolayan kişi hakkında bir yıldan beş yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur’ şeklindeki hüküm, yasanın soruşturma ve kovuşturma usulünü düzenleyen 75. maddesindeki ’71 ve 72’inci maddelerde sayılan suçlardan dolayı soruşturma ve kovuşturma yapılması şikâyete bağlıdır. Yapılan şikâyetin geçerli kabul edilebilmesi için hak sahiplerinin veya üyesi oldukları meslek birliklerinin haklarını kanıtlayan belge ve sair delilleri Cumhuriyet Başsavcılığına vermeleri gerekir. Bu belge ve sair delillerin şikâyet süresi içinde Cumhuriyet Başsavcılığına verilmemesi halinde kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilir’ ve ‘bu kanunda yer alan soruşturma ve kovuşturması şikâyete bağlı suçlar dolayısıyla başta Milli Eğitim Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri olmak üzere ilgili gerçek ve tüzel kişiler tarafından eser üzerinde manevi ve mali hak sahibi kişiler şikâyet hakkını kullanabilmelerini sağlamak amacıyla durumdan haberdar edilirler’ hükümleri dikkate alınarak 5271 sayılı Yasanın 234/2. maddesi ve 5846 sayılı Yasanın 5728 sayılı Kanunun 140. maddesi ile değişik 75. maddesi gereğince eserler üzerinde hak sahibi olan suçun mağdurları davadan haberdar edildikten sonra yasal sürede şikâyet hakkı bulunanlardan biri ya da bir kısmı tarafından şikâyette bulunulması, hak sahibi olunduğunun ispatlanması halinde lehe yasa belirlenmesi bakımından 5846 sayılı Yasanın suç tarihinde yürürlükte bulunan 5101 sayılı Yasa ile değişik 81. maddesinin 9. fıkrasının 1/a alt bendi ile 5728 sayılı Yasa ile değişik 81/13. maddesi ve aynı yasanın 71/1. madde hükümleri karşılaştırılıp, sonucuna göre mahkemece uygulama yapılmasının gerekmesi" isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise, 12.04.2012 gün ve 16827 sayı ile;

"Sanık ve müdafiinin yokluğunda verilen hükümde başvurulacak yasa yoluna ilişkin bildirimde temyiz süresinin tefhim ya da tebliğ yönünden başlama tarihi bildirilmemiş ise de, temyiz süresi, başvuru şekli ve yeri yönünden yasaya aykırı bir bildirim sözkonusu değildir. Hükmü süresinden sonra temyiz eden sanık müdafii de temyiz dilekçesinde, bildirimdeki bu eksiklik nedeniyle temyiz süresinin ne zaman başlayacağı hususunda duraksama yaşandığına dair herhangi bir ifadeye yer vermemiştir. Sanık müdafii tebligatın geçersiz olduğu yönünde itiraz ileri sürmektedir. Hüküm sanığın yüzüne karşı verilse idi bu durumun yanıltıcı nitelik taşıması mümkün görülmektedir. Gerekçeli karar sanığın bilinen son adresine tebliğ edilmiş, ki bu adres vekâletnamesinde de belirtilen adrestir. Sürenin tebliğinden itibaren başlayacağı yönünde kuşku ve yanıltıcı bir durum yoktur" görüşüyle itiraz kanun yoluna müracaat ederek, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve sanık müdafiinin temyizinin süre yönünden reddine karar verilmesi isteminde bulunmuştur.

CMK’nun 308/1. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece 27.11.2012 gün, 22566-33091 sayı ve oyçokluğu ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözülmesi gereken uyuşmazlık; sanığın yokluğunda kurulan hükümde gösterilen kanun yolu bildiriminin yanılgıya yol açıp açmadığı ve buna bağlı olarak sanık müdafiinin temyiz isteminin süresinde olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

Mahalli mahkemece sanığın yokluğunda kurulan hükmün kanun yolu bildiriminin; "yedi gün içerisinde mahkememize verilecek bir dilekçe veya mahkeme kâtibine yapılacak beyan tutanağa geçirilmek suretiyle temyiz yolu açık olmak üzere" şeklinde gösterildiği,

20.04.2009 tarihinde kanuna ve usulüne uygun olarak tebliğ olunan hükmün, sanığın karar tarihinden sonra vekaletname ile görevlendirdiği müdafii tarafından süresinden sonra 15.06.2009 günlü dilekçe ile temyiz edildiği, dilekçede sanığın kanun yolu bildiriminde yanıltıldığına ilişkin herhangi bir anlatımın bulunmadığı,

Anlaşılmaktadır.

1412 sayılı CMUK’nun, 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince halen yürürlükte olan 310. maddesinde, yüze karşı verilen kararlarda temyiz isteminin hükmün tefhiminden itibaren bir hafta içerisinde hükmü veren mahkemeye verilecek dilekçe veya zabıt kâtibine yapılacak beyanla olacağı, bu takdirde beyanın tutanağa geçirilip hâkime tasdik ettirileceği, yoklukta verilen kararlarda ise temyiz süresinin tebliğle başlayacağı belirtilmiştir.

5271 sayılı CMK’nun 34/2, 231/2 ve 232/6. maddelerinde ise, hüküm ve kararlarda başvurulacak kanun yolu, başvurunun yapılacağı merci, başvuru yöntemi ve süresinin hiçbir tereddüde mahal bırakmayacak biçimde açıkça belirtileceği hükümlerine yer verilmiş olup, bu hükme aykırılık, aynı kanunun 40. maddesi gereği eski hale getirme nedeni oluşturacaktır. Bu bildirimlerdeki temel amaç, süjelerin başvuru haklarını etkin bir biçimde kullanmalarının sağlanması ve bu eksiklik nedeniyle hak kayıplarına yol açılmamasıdır. Ancak burada dikkat edilecek veya eski hale getirme nedeni olacak husus, eksik ya da yanılgılı bildirim nedeniyle hakkın kullanılmasının engellenip engellenmediğinin belirlenmesidir. Bildirimdeki eksikliğin yol açtığı hak kaybı bulunmamakta ise, bu durum eski hale getirme nedeni oluşturmayacaktır.

CMK’nun 264. maddesinde ise, kabul edilebilir bir kanun yolu başvurusunda kanun yolu veya mercide hatanın, başvuranın hakkını ortadan kaldırmayacağı, bu hâlde başvurunun yapıldığı merci tarafından başvurunun derhâl görevli ve yetkili mercie gönderilmesi gerektiği hükmüne yer verilmiştir.

Anılan hükümler birlikte değerlendirildiğinde, kural olarak temyiz istemi; süresinde verilen dilekçe veya zabıt kâtibine yapılacak beyanla hükmü veren mahkemeye iletilecektir. Ancak süresinde olması şartıyla, söz konusu dilekçenin hükmü veren mahkeme dışındaki bir mahkemeye verilmesi veya istemde bulunulması ya da haklı nedenlerin varlığı durumunda Cumhuriyet savcılığına veya bir başka mercie istemde bulunulması temyiz istemini geçersiz kılmayacak, bu durum mercide yanılgı kapsamında değerlendirilerek, dilekçenin verildiği ya da istemin yapıldığı merci tarafından istem veya dilekçe mahkemesine gönderilecektir. Söz konusu istemin temyiz yerine itiraz olarak belirtilmiş olması da bu kapsamda değerlendirilip, başvuru sahibinin hakları korunacak, sürenin hiç bildirilmemesi ya da hatalı veya eksik bildirilmesi halinde, bunun ilgili taraf açısından yanılgı oluşturarak, bir hakkın kullanılmasını engellemesi durumunda açıklamalı davetiye ile bu hususun tebliğinden sonra süre işlemeye başlayacak ve böylece muhtemel hak kayıpları önlenecektir.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Sanığın yokluğunda verilen hükümde başvurulacak kanun yoluna ilişkin bildirimin; "yedi gün içerisinde mahkememize verilecek dilekçe veya mahkeme kâtibine yapılacak beyan tutanağa geçirilmek suretiyle temyiz yolu açık olmak üzere" biçiminde gösterildiği, usulüne uygun olarak tebliğ olunan hükmü sanık müdafiinin kanuni süresinden sonra temyiz ettiği, dilekçede kanun yolu bildiriminde yer alan ifadeler nedeniyle temyiz süresinin ne zaman başlayacağı hususunda sanığın tereddüt yaşadığına ilişkin herhangi bir anlatıma yer verilmediği gibi, temyiz dilekçesinin süresinden sonra ibraz edilmesini haklı kılacak bir bilginin de bulunmadığı anlaşılmaktadır.

1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 310. maddesi uyarınca, yokluğunda verilen kararlara karşı temyiz isteminin, tebliğden itibaren bir hafta içerisinde yapılması gerekmekte olup, sanık müdafii, kanuna ve usulüne uygun olarak 20.04.2009 tarihinde sanığa tebliğ edilen hükme karşı bir haftalık kanuni süresinden sonra 15.06.2009 günü temyiz başvurusunda bulunmuştur. Her ne kadar hükümde başvurulabilecek kanun yoluna ilişkin sürenin başlangıcının gösterilmemesi nedeniyle bildirimin eksik olduğu, bu durumun eski hale getirme nedeni olarak kabulü ile temyiz başvurusunun süresinde yapıldığının kabul edilmesi gerektiği ileri sürülebilir ise de, yokluğunda verilen hükme ilişkin temyiz süresinin, sanığın bu hükmü usulüne uygun olarak öğrenmesi yani tebliği ile işlemeye başlayacağı açık olduğundan, ayrıca sürenin başlangıcına yer verilmemesinin, sanık bakımından kanun yolu süresinin tebliğle işlemeye başlayacağı gerçeğini değiştirmeyecektir. Kaldı ki sanık müdafii, süreden sonra verdiği dilekçesinde, kanun yolu bildirimindeki açıklamaların, sanığı temyiz süresinin başlangıcı konusunda yanılgıya düşürdüğüne ilişkin bir iddiada da bulunmamıştır.

Bu itibarla, itirazın kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve sanık müdafiinin süresinden sonra yapmış olduğu temyiz isteminin reddine karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan beş Genel Kurul Üyesi; "kanun yolundaki eksik ve yanılgılı bildirim nedeniyle sanık müdafiinin temyiz isteminin süresinde kabul edilmesinde isabetsizlik bulunmadığından itirazın reddine karar verilmesi gerektiği" düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,

2- Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 31.01.2012 gün ve 12429-782 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,

3- 1412 sayılı CMUK’nun, 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte olan 317. maddesi gereğince sanık müdafiinin süresinden sonra olan temyiz isteminin REDDİNE,

4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 18.02.2014 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — 23 Oca 2015, 18:35