Etiket arşivi: YCGK

YCGK 16.6.2009 E.2009/1-114 – K.2009/161

– Lehe Yasanın Belirlenmesinde İlkeler (Hükmün Tesisine Ve İnfazına İlişkin Normlar)
– Hükmün Tesisine Ve İnfazına İlişkin Normlar (Lehe Yasa Belirlenmesinde)
– Adam Öldürmeye Teşebbüs Suçu (Lehe Yasanın Belirlenmesinde)
– Yağma Suçu (Lehe Yasanın Belirlenmesinde)
– Silahlı Yağma Suçu (Lehe Yasanın Belirlenmesinde)

TCK.29, 35/2, 43/3, 53, 62, 81, 82/1-h, 149/1-a,d – 5252 Sa.Ka.9/3 – 765 Sa.Ka.31, 33, 40, 51/1, 59/1-2, 62, 71,
80, 448, 450/8, 497/1

1. 5252 sayılı Yasanın 9/3. maddesi, 23.2.1938 gün ve 23/9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ve öğretideki
görüşler birlikte değerlendirildiğinde;

Lehe yasanın belirlenmesi yöntemi, sabit kabul edilen olaya her iki yasanın ilgili tüm hükümlerinin birbirine
karıştırılmaksızın uygulanmak suretiyle ayrı ayrı sonuçlar belirlenmesini ve bunların karşılaştırılmasını
gerektirmektedir.

Ancak bu karşılaştırmada, hükmün tesisi aşamasında uygulanması gereken normlarla, hükmün infazına ilişkin normlar
birlikte değil, ayrı ayrı değerlendirmeye tabi tutulacaktır.

Bu değerlendirmede hükmün tesisi aşamasında uygulanması gereken düzenlemelerin aynı yasa kapsamında bulunup
bulunmadığına bakılmaksızın, sadece bir yasa değil bir müesseseyle ilgili düzenlemelerin yer aldığı yasalar
birlikte değerlendirilecektir.

2. Olayın Özelliğine göre:

Adam öldürmeye teşebbüs suçları açısından lehe yasa değerlendirilmesi yapıldığında, 765 sayılı Yasa hükümleri,
öldürmeye teşebbüs suçları yönünden hükümlü lehinedir.

Yağma suçu ile ilgili değerlendirmeye gelince, yağma suçu yönünden de 5237 sayılı TCY. hükümleri sanık
aleyhinedir.

Bu itibarla, sabit kabul edilen olaya, her iki yasanın ilgili tüm hükümlerini uygulayarak, sonuçlarını
karşılaştırmak suretiyle belirleyen Yerel Mahkeme direnme hükmü isabetli olup, onanmasına karar verilmelidir.

DAVA ve KARAR:

Hükümlü`nün müşteki L….S….`yı ve katılan M….Ö….`i öldürmeye tam teşebbüs suçlarından 765 sayılı TCY.`nın
448., 62., 51/1. ve 59/2. maddeleri uyarınca ayrı ayrı 10`ar sene ağır hapis cezaları ile cezalandırılmasına,
Müteselsilen silahlı gasp suçundan 765 sayılı TCY.`nın 497/1., 80., 51/1. ve 59/2. maddeleri uyarınca 10 sene 11
ay 7 gün ağır hapis cezası ile cezalandırılmasına, Ağır hapis cezalarının 765 sayılı TCY.`nın 71. maddesi
gereğince içtimaı ile sonuç olarak 30 sene 11 ay 7 gün ağır hapis cezası ile cezalandırılmasına, hakkında 765
sayılı TCY.`nın 40., 31. ve 33. maddelerinin uygulanmasına, ilişkin T….. Ağır Ceza Mahkemesince verilen
15.3.1985 gün ve 80-26 sayılı hüküm,

Yargıtay 1. Ceza Dairesince 4.6.1985 gün ve 1669-2516 sayı;

Sanığın mağdurlardan her birine karşı işlemiş olduğu gasp suçundan ayrı ayrı ceza tayini yerine TCY.`nın 80.
maddesi ile yetinilmesi ve öldürmeye teşebbüs suçlarının işlenmiş olan gasp suçundan faydalanmak kastına matuf
olduğu ve temel cezaların TCY.`nın 450/8. ve 62. maddeleri ile tespit edilmesi gerektiğinin düşünülmemesi ve gasp
suçundan TCY.`nın 51. maddesinin uygulama olanağının mevcut olmadığı eleştirisi ile aleyhe temyiz bulunmadığından
bozma nedeni yapılmayıp onanmak suretiyle kesinleşmiştir.

Hükümlünün hukuki durumunu yeni Yasalar kapsamında değerlendiren yerel mahkemece 26.9.2006 gün ve 80-26 sayı ile
hükümlünün eylemlerinin gasp suçundan faydalanmak kastına matuf nitelikli öldürmeye teşebbüs ve ayrı ayrı gasp
suçlarını oluşturduğu, 5237 sayılı TCY.`nın 82/1-h, 35., 29. ve 62. maddeleri uyarınca 2 kez 12 yıl 6`şar ay
hapis, yağma suçlarından ise 5237 sayılı TCY.`nın 149/1-a ve 62. maddeleri uyarınca 2 kez 10`ar yıl hapis cezası
verilmesi gerektiği, 5237 sayılı Yasa hükümlerinin hükümlü aleyhine olduğu ve yeni yasada içtimaı düzenleyen bir
hüküm de bulunmaması nedeniyle 45 yıl hapis cezasıyla cezalandırılacağı gerekçeleriyle 5237 sayılı Yasa
hükümlerinin uygulanmasına ilişkin talebin reddine karar verilmiştir.

Hükümlü müdafii tarafından temyiz edilen hüküm, dosyayı inceleyen

Yargıtay 1. Ceza Dairesince; 27.9.2007 gün ve 5991-6935 sayı;

“1) Adam öldürmeye teşebbüs suçlarında; 5237 sayılı TCK.`nun 81., 35., 29., 62., 53. maddeleri uygulanıp,
sonucunun eski hükmün sonucu ile karşılaştırılması gerektiği gözetilmeden, kıyaslamanın 5237 sayılı TCK.`nun 82.,
35., 29., 62. maddeleri ile yapılması sonucu uyarlama isteğinin reddine karar verilmesi,

2) Yağma suçundan; 5237 sayılı TCK.`nun 149/1-a-d, 43, 29, 62, 53. maddeleri ile kurulacak hükmün sonucu ile 765
sayılı Kanun ile kurulmuş eski hükmün sonucunun karşılaştırılması suretiyle lehe olan hükmün belirlenmesi ve
uygulamanın ona göre yapılması gerektiği düşünülmeden yazılı şekilde karar verilmesi,” isabetsizliğinden
bozulmuştur.

Yerel Mahkemece 22.11.2007 gün ve 80-26 sayı;

5252 sayılı Yasanın 9/3. maddesinde,

“….lehe olan hüküm önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak ortaya çıkan sonuçların
birbirleri ile karşılaştırılması suretiyle belirlenir.” düzenlemesinin yer aldığı, buna göre sanığın işlemiş
olduğu suçlar nedeniyle lehe olan yasanın belirlenmesinde olayla ilgili olan önceki ve sonraki kanunların ilgili
tüm hükümlerinin olaya uygulanması sonucu lehe yasanın belirleneceği, yeniden değerlendirme ve uyarlama yapılırken
kesinleşen ilk hükümdeki ceza uygulaması ve kanun maddelerinin uyarlama kararı veren mahkeme yönünden bağlayıcı
olamayacağı, sanığın sübuta eren mağdurlara yönelik öldürmeye teşebbüs suçundan 5237 sayılı TCY.`nın 82/1-h,
35/2., 29. ve 62. maddelerinin, yağma suçundan ise 5237 sayılı TCY.`nın 149/1-a-d ve 62. maddelerinin mağdur
sayısınca uygulanması gerektiği, her iki suç yönünden de 5237 sayılı TCY.`nın hükümlü aleyhine olduğu, …”
gerekçeleriyle önceki hükümde direnilmiştir.

Bu hükmün de hükümlü müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay C. Başsavcılığının “bozma” istemli
25.12.2008 gün ve 226366 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel
Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

YARGITAY CEZA GENEL KURULU KARARI:

Sanığın yanlarında çalıştığı şikayetçi ile katılan tarafından işten çıkartılması nedeniyle yaşamış olduğu
sıkıntılar neticesi olay günü üzerinde taşıdığı tabancayla, şikayetçi ve katılanın aynı anda 3000.- Lira
paralarını gasp ettiği, daha sonra her ikisine de öldürme kastıyla bir çok kez ateş ederek, katılan M…..`i
hayati tehlike geçirecek, 25 gün iş ve güçten kalacak, şikayetçi L….`yi ise hayati tehlike geçirecek, 45 gün iş
ve güçten kalacak şekilde yaraladığı, bu şekilde L….S…. ve M……Ö….`i öldürmeye teşebbüs ve yağma
suçlarını işlediği kabul edilerek, müşteki L…..S…`yı ve katılan M….Ö…`i öldürmeye tam teşebbüs suçundan
765 sayılı TCY.`nın 448., 62., 51/1. ve 59/2. maddeleri uyarınca, müteselsilen silahlı yağma suçundan ise 765
sayılı TCY.`nın 497/1., 80., 51/1. ve 59/2. maddeleri uyarınca cezalandırılmasına karar verilen olayda,

Yargıtay 1. Ceza Dairesi ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık, lehe yasanın belirlenmesine ilişkindir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu`nun istikrar kazanmış kararlarında vurgulandığı üzere;

5252 sayılı Türk Ceza Yasasının Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Yasanın “Lehe olan hükümlerin uygulanmasında
usul” başlıklı;

9/3. maddesinde;

“…(3) Lehe olan hüküm, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan
sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir …” hükmüne yer verilmiş,

Anılan düzenlemenin kaynağını oluşturan 23.2.1938 gün ve 23/9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında ise; “Suçun
işlendiği zamanın yasası ile sonradan yürürlüğe giren yasa hükümlerinin farklı olması halinde, her iki yasanın
birbirine karıştırılmadan, ayrı ayrı somut olaya uygulanıp, her iki yasaya göre hükmedilecek cezalar
belirlendikten sonra, sonucuna göre lehte olanı uygulanmalı” şeklinde lehe yasanın tespitinde başvurulacak yöntem
ilkelere bağlanmıştır.

Öğretide de özetle; uygulanma olanağı bulunan tüm yasaların leh ve aleyhteki hükümleri ile birlikte ayrı ayrı ele
alınarak somut olaya göre sonuçlarının karşılaştırılmasının gerekeceği ve sonunda fail bakımından daha lehe sonuç
veren yasanın belirlenip son hükmün buna göre verileceği görüşleri ileri sürülmüştür. (Ord. Prof. Dr. S. DÖNMEZER
– Prof. Dr. S. ERMAN, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, C.I, 11. Bası, sh.167 vd.; Ord. Prof. Dr. S. DÖNMEZER, Genel
Ceza Hukuku Dersleri, sh.64 vd.; Prof. Dr. M. E. ARTUK -Doç. Dr. A. GÖKÇEN – Arş. Gör. A. C. YENİDÜNYA, Ceza
Hukuku Genel Hükümler, C.I, sh.221 vd.)

5252 sayılı Yasanın 9/3. maddesi, 23.2.1938 gün ve 23/9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ve öğretideki görüşler
birlikte değerlendirildiğinde; lehe yasanın belirlenmesi yöntemi, sabit kabul edilen olaya her iki yasanın ilgili
tüm hükümlerinin birbirine karıştırılmaksızın uygulanmak suretiyle ayrı ayrı sonuçlar belirlenmesini ve bunların
karşılaştırılmasını gerektirmektedir. Ancak bu karşılaştırmada, hükmün tesisi aşamasında uygulanması gereken
normlarla, hükmün infazına ilişkin normlar birlikte değil, ayrı ayrı değerlendirmeye tabi tutulacaktır. Bu
değerlendirmede hükmün tesisi aşamasında uygulanması gereken düzenlemelerin aynı yasa kapsamında bulunup
bulunmadığına bakılmaksızın, sadece bir yasa değil bir müesseseyle ilgili düzenlemelerin yer aldığı yasalar
birlikte değerlendirilecektir.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, hükümlünün sabit olan eylemi, işlenmiş olan yağma
suçundan faydalanmak amacıyla öldürmeye teşebbüs ve iki kişiye karşı silahlı yağmadır.

Bu husus, Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 4.6.1985 gün ve 1669-2516 sayılı ilamında da açıkça belirtilmiştir. Yerel
Mahkemece kesinleşen hükümde eylemin basit adam öldürmeye teşebbüs olarak kabulü ile 765 sayılı Yasanın 448., 62.,
51/1. ve 59. maddeleri uyarınca hükümlünün cezalandırılmasına karar verilmiş olması da, varılan bu sonucu
değiştirmeyecektir.

Yağma suçu açısından ise uyuşmazlık konusu incelendiğinde, Yerel Mahkemece kesinleşen hükümde, hükümlünün tahrik
altında müteselsilen yağma suçunu işlediği kabul edilerek, 765 sayılı TCY.`nın 497/1., 51/1., 80. ve 59. maddeleri
uyarınca uygulama yapılmış olup, bu uygulama da, Yargıtay 1. Ceza Dairesinin belirtilen kararında vurgulandığı
üzere, yağma suçunda tahrik hükümlerinin uygulanamayacağı ve mağdur sayısınca yağma suçunun oluştuğu gözönüne
alındığında isabetsizdir. Hükmün bu şekilde kesinleşmiş olması da, lehe yasa uygulamasında hükümlü lehine bir
sonuç doğurmayacaktır. Zira lehe Yasa uygulamasında, önceki hükümde uygulanan maddeler değil, sabit kabul edilen
olaya her iki Yasanın ilgili tüm hükümleri uygulanmak suretiyle tayin edilecek sonuçlar karşılaştırılacaktır. Aksi
hal önceki yanılgılı uygulamaların benimsenerek, bu yanılgılara, yeni yanılgıların eklenmesi sonucunu
doğuracaktır.

5252 sayılı Yasanın 9/3. maddesi uyarınca lehe yasa, önceden sabit kabul edilen olaya, her iki yasanın ilgili
bütün hükümlerinin uygulanarak, sonuçların karşılaştırılması suretiyle belirleneceğinden, önceki hükümde sabit
kabul edilen olay, işlenmiş olan gasp suçundan faydalanmak amacıyla adam öldürmeye teşebbüs ve mağdur sayısınca
silahlı yağma suçları lehe yasa değerlendirilmesinde dikkate alınarak, karşılaştırma yapılmalıdır.

Adam öldürmeye teşebbüs suçları açısından lehe yasa değerlendirilmesi yapıldığında, sabit olan olaya
uygulanabilecek hükümler, 5237 sayılı TCY.`nın 82/1-h, 35., 29. ve 62. maddeleri olup, yerel mahkemenin takdiri de
gözetilerek bu maddeler uyarınca hükmedilecek ceza her bir adam öldürmeye teşebbüs suçu yönünden 12 yıl 6 ay hapis
cezası olacaktır. İlk hükümde adam öldürmeye teşebbüs suçundan hükmedilen ceza ise her bir eylem yönünden 10 yıl
hapis cezası olduğundan, 765 sayılı Yasa hükümleri, öldürmeye teşebbüs suçları yönünden hükümlü lehinedir.

Yağma suçu ile ilgili değerlendirmeye gelince, yağma suçunda tahrik hükümleri ile 5237 sayılı TCY.`nın 43/3.
maddesi uyarınca zincirleme suç hükümleri uygulanamayacağından, mağdur sayısınca, silahla gerçekleştirilen yağma
suçuna 5237 sayılı TCY.`nın uygulanabilecek hükümleri, 149/1-a-d ve 62. maddeleri olup, mahkemenin takdiri nazara
alınarak, bu suç nedeniyle hükmedilecek ceza mağdur sayısınca ayrı ayrı 10`ar yıl hapis cezası olacaktır, bu eylem
nedeniyle 765 sayılı TCY. hükümleri uyarınca hükmedilen toplam ceza 10 yıl 11 ay 7 gün hapis ceza olduğundan,
yağma suçu yönünden de 5237 sayılı TCY. hükümleri sanık aleyhinedir.

Bu itibarla, sabit kabul edilen olaya, her iki yasanın ilgili tüm hükümlerini uygulayarak, sonuçlarını
karşılaştırmak suretiyle belirleyen Yerel Mahkeme direnme hükmü isabetli olup, onanmasına karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan üç Kurul Üyesi, “lehe yasanın Özel Daire ilamında belirtilen şekilde yapılması
gerektiği” görüşüyle, direnme hükmünün bozulmasına karar verilmesi yönünde oy kullanmışlardır.

SONUÇ: Açıklanan nedenlerle,

1- T…. Ağır Ceza Mahkemesinin 22.11.2007 gün ve 80-26 sayılı direnme hükmünün,

2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere TEVDİİNE, oyçokluğu ile karar verildi.

Y.C.G.K. 16.6.2009 E.2009/1-114 – K.2009/161

YCGK 16.6.2009 E.2009/11-31 – K.2009/165

– Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması (VUK.na Muhalefet – Kamu Zararının Karşılanmamış Olması)
– Vergi Usul Kanununa Muhalefet (Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması)
– Bozma Kararına Eylemli Uyma (Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması – VUK.na Muhalefet)
– Direnme Kararının Yasal İçeriği (Ceza Hukukunda)
– Yargıtay Ceza Genel Kurulu Kararları (Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması Yönünden)

4811 Sa.Ka.14 – CMK.231/6-a,b,c – TCK.7/2, 53/1 – 213 Sa.Ka.359/b-1,53 – 5728 Sa.Ka.Geç.1, 231,562 – 647 Sa.Ka.6

Özel Daire ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık; 5728 sayılı Yasanın Geçici 1. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri
bırakılması hususunun doğrudan Yargıtay Ceza Dairesi tarafından değerlendirilip bu konuda karar verilmesinin olanaklı olup
olmadığına ilişkindir.

Ancak incelemeye konu olayda yerel mahkeme direnme kararında;

Önce, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının koşullarını değerlendirilerek;
Hükümlü tarh ve tahakkuk eden vergi cezalarını ödemediği için kamunun uğradığı zararın karşılanmasının söz konusu olmadığını ve
bu nedenle diğer koşullar oluşsa bile hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına hükmedilemeyeceğini belirtilmekte;

Devamında da, bu kurumun uygulanması konusunda Özel Dairenin kendisinin doğrudan karar vermesi gerektiği gerekçeleriyle
açıklanmaktadır.

Böylece yerel mahkeme Özel Dairenin Bozma Kararı doğrultusunda işlem yapmış ve ayrıca Özel Daire denetiminden geçmemiş yeni ve
değişik bir gerekçeye dayanmıştır.

Özel Dairece incelenmeyen bir hususun doğrudan ve ilk kez Ceza Genel Kurulu tarafından ele alınması olanaksız olduğundan
dosyanın incelenmek üzere Özel Dairesine gönderilmesi gerekmektedir.

DAVA ve KARAR:

Hükümlünün Vergi Usul Yasasına aykırılık suçundan 213 sayılı Yasanın 359. maddesi uyarınca 18 ay ağır hapis cezası ile
cezalandırılmasına ilişkin A…. 3. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 23.3.2004 gün ve 115-55 sayılı hüküm temyiz edilmeksizin
kesinleşmiştir.

5237 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesi üzerine yapılan lehe yasa değerlendirmesi sonucunda, A…. 3. Ağır Ceza Mahkemesince
16.12.2005 gün ve 115-55 sayı ile hükümlünün 213 sayılı Yasanın 359/b-1 ve 53. maddesi uyarınca 18 ay hapis cezasıyla
cezalandırılmasına ve cezasının ertelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Hükümlü tarafından temyiz edilen hüküm, dosyayı
inceleyen,

Yargıtay 7. Ceza Dairesince 5.6.2007 gün ve 7628-4513 sayı;

“Uyarlama talebi üzerine açılan duruşmayla ilgili olarak duruşma gününü bildirir davetiye tebliğine rağmen sanığın duruşmaya
katılmaması nedeniyle gıyabında hüküm kurulmuş bulunması oyçokluğuyla bozma nedeni yapılmamıştır.

Ancak, hükmolunan hürriyeti bağlayıcı cezanın miktarına nazaran suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK.`nda hak
yoksunluğuna ilişkin bir düzenlemenin bulunmadığı gözetilmeden suç tarihinden sonra yürürlüğe giren ve bu hususta aleyhe
hükümler içeren 5237 sayılı TCK.`nun 53/1. maddesinin sanık aleyhine uygulanması” isabetsizliğinden oyçokluğuyla bozulmuştur.

Bozmaya uyan yerel mahkemece 13.11.2007 gün ve 269-371 sayı ile, hükümlünün 213 sayılı Yasanın 359/b-1. maddesi uyarınca 18 ay
hapis cezası ile cezalandırılmasına ve 647 sayılı Yasanın 6. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına karar verilmiş, hükümlünün
temyizi üzerine dosyayı inceleyen

Yargıtay 11. Ceza Dairesince 18.4.2008 gün ve 4353-3023 sayı;

“5237 sayılı TCK.`nun 7/2. maddesi gözetilerek; 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5728 sayılı Yasanın 562. maddesi ile değişik
CMK.`nun 231. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının takdir ve değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,”
gerekçesiyle hüküm bozulmuştur.

A…… 3. Ağır Ceza Mahkemesi ise 22.7.2008 gün ve 220-301 sayı;

“…Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararını verebilmek için CMK.`nun 231. maddesinin 6. fıkrasında belirtilen 3 şartın
birlikte değerlendirilmesi, yani 6. fıkranın a, b, c bentlerindeki hususların birlikte gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Bunun
için özetle mağdurun ya da kamunun zararının karşılanması, sanığın sabıkasız olması yanında mahkemece de sanığın bir daha suç
işlemeyeceğine dair kanaat hâsıl olması gerekmektedir. Bunlardan ikisinin gerçekleşmesi, birinin gerçekleşmemesi durumunda
hükmün açıklanmasının geri bırakılması söz konusu olamayacaktır, örneğin sanık sabıkasızdır, mahkemece de suç işlemeyeceği
kanaati hâsıl olmuştur, ancak mağdurun ya da kamunun zararı karşılanmamış ise bu maddenin uygulanması mümkün değildir.

Olayın esası bu şekilde değerlendirildikten sonra bu değerlendirme doğrultusunda 5728 sayılı Kanunun Geçici 1. maddesinin de
gözönüne alınması gerekir. Kanunun Geçici 1. maddesine göre bu kanun yürürlüğe girdiği tarihte Yargıtay ilgili ceza
dairelerinde bulunan dosyalar arasında bu kanunun lehe hükümlerinin derhal uygulanabileceği hallerde usule aykırılık
bulunmadığı takdirde dosya esastan incelenmek, acele işlerden sayılmak ve TCK.`nun 7. maddesi dikkate alınmak sureti ile karar
verilir denmektedir.
Buna göre CMK.`nun 231. maddesinde belirtilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile ilgili olarak dosya Yargıtay
ilgili ceza dairesinde bulunduğunda başka usulü bir eksiklik bulunmadığı ya da bozma nedeni görülmediği takdirde kanunun geçici
birinci maddesine göre, temyiz davasına bakan Yargıtay ilgili ceza dairesinin kanunun geçici 1. maddesine göre olayı
değerlendirip şartları oluşuyorsa hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararını verme ya da mahkemece verilen kararı başka
bir eksiklik yoksa onaması gerekmektedir.

Yani kanunun geçici maddesine göre Yargıtay`ın CMK.`nın 231. maddesinde düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılması
yönünde takdir ve değerlendirme yapılması gerektiği noktasından yerel mahkeme kararını bozmasının kanuna aykırı olduğu
görüşündeyiz.
Yine yukarıda açıklandığı üzere CMK.`nın 231. maddesinde hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verebilmek için kamunun
zararının ödenmesi ön koşuldur. Hükümlü hakkında sahte fatura düzenlemek sureti ile vergi kaçakçılığı suçundan verilen
mahkûmiyet kararı kesinleşmiş, yeni TCK.`na göre de uyarlama yapılması talep edilmiştir. Sahte fatura düzenlemek sureti ile
kamunun zararının oluştuğu kuşkusuzdur. Daha önce yürürlüğe giren 4811 sayılı Kanunda sahte fatura kullananlar ve defter ve
belgeleri ibraz etmeyenler için kamunun zararını karşılamak için süre verilmiş, ancak bu süreye rağmen zararı ödemeyenler yani
tarh edilen vergi cezalarını ödemeyenlerin cezalandırılacağı hüküm altına alınmıştır. Ödeyenler için zaten 4811 sayılı Kanunun
14. maddesi gereğince davanın ortadan kaldırılması gerekmektedir. Hükümlü sahte fatura düzenlemek suçundan mahkûm olduğuna göre
bu kanundan faydalanması mümkün değildir, ancak buna rağmen tarh ve tahakkuk ettirilen vergi cezalarını ödememiştir. Diğer
şartlar oluşsa dahi sırf bu nedenle hükmün açıklanmasının geri bırakılması söz konusu olamayacaktır.”

şeklindeki kabulle önceki hükümde direnmiştir.

Bu hükmün de, hükümlü tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya, Yargıtay C. Başsavcılığının 28.1.2009 gün ve 7295 sayılı bozma
istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan
gerekçelerle karara bağlanmıştır.

YARGITAY CEZA GENEL KURULU KARARI:

Özel Daire ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık; 5728 sayılı Yasanın Geçici 1. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri
bırakılması hususunun doğrudan Yargıtay Ceza Dairesi tarafından değerlendirilip bu konuda karar verilmesinin olanaklı olup
olmadığına ilişkindir.

Ancak, incelenen dosya içeriğine göre;

Yerel mahkemenin 13.11.2007 tarihli kararı , Yargıtay 11. Ceza Dairesi tarafından 5271 sayılı CYY.`nın 8.2.2008 tarihinde
yürürlüğe giren 5728 sayılı Yasa ile değişik 231. maddesinin uygulanma koşullarının değerlendirilmesi gerektiği gerekçesiyle
bozulmuş;

Yerel Mahkeme ise, kararında önce hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının koşullarını açıklayıp tartıştıktan sonra 5728
sayılı Yasanın Geçici 1. maddesi uyarınca Yargıtay Ceza Dairesinin bu konuda bozma kararı veremeyeceği ve dosyayı esastan
inceleyerek karar vermesi gerektiği gerekçesiyle ilk hükmünde direnmiştir.

Ceza Genel Kurulunun süreklilik kazanmış uygulamalarına göre, şeklen ısrar kararı verilmiş olsa dahi;

a) Bozma Kararı doğrultusunda işlem yapmak,
b) Bozma Kararında tartışılması gereken hususları tartışmak,
c) Bozma sonrasında yapılan araştırmaya, incelemeye, toplanan yeni kanıtlara dayanmak,
d) İlk kararda yer almayan ve daire denetiminden geçmemiş bulunan yeni ve değişik gerekçelerle hüküm kurmak, Suretiyle verilen
hüküm; özde direnme kararı olmayıp, bozmaya eylemli uyma sonucu verilen yeni bir hükümdür. Bu nitelikteki bir hükmün temyiz
edilmesi halinde incelemenin Yargıtay`ın ilgili dairesi tarafından yapılması gerekir.

İncelemeye konu olayda; yerel mahkeme direnme kararında, önce hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının koşullarını
değerlendirerek, hükümlünün tarh ve tahakkuk eden vergi cezalarını ödemediği için kamunun uğradığı zararın karşılanmasının söz
konusu olmadığını ve bu nedenle diğer koşullar oluşsa bile hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına hükmedilemeyeceğini
belirtmekte, devamında da bu kurumun uygulanması konusunda Özel Dairenin kendisinin doğrudan karar vermesi gerektiğini
gerekçeleriyle açıklamaktadır. Böylece yerel mahkeme Özel Dairenin Bozma Kararı doğrultusunda işlem yapmış ve ayrıca Özel Daire
denetiminden geçmemiş yeni ve değişik bir gerekçeye dayanmıştır. Özel Dairece incelenmeyen bir hususun doğrudan ve ilk kez Ceza
Genel Kurulu tarafından ele alınması olanaksız olduğundan dosyanın incelenmek üzere Özel Dairesine gönderilmesi gerekmektedir.

Bu itibarla, direnme kararı olmayıp eylemli uyma sonucu verilmiş “yeni hüküm” niteliğindeki hükmün temyiz davasına bakmakla
görevli olan Özel Dairece incelenmesi gerekeceğinden, dosyanın Yargıtay 11. Ceza Dairesine gönderilmesine karar verilmelidir.

SONUÇ: Açıklanan nedenlerle;

Yerel Mahkemenin 22.7.2008 gün ve 220-301 sayılı kararı eylemli uyma sonucu verilen yeni hüküm niteliğinde olduğundan, dosyanın
temyiz incelemesi için TEVDİİNE, oybirliği ile karar verildi.

Y.C.G.K. 16.6.2009 E.2009/11-31 – K.2009/165

YCGK 10.2.2009 E.2008/1-211 – K.2009/21


 YCGK 10.2.2009 E.2008/1 211 – K.2009/21

– Suç Ve Cezaların İçtimaı (Eski Ve Yeni Ceza Kanunlarında)
– Lehe Olan Kanun Hükümlerinin Uygulanmasında Usul
– Ceza Hukukunda Zaman Bakımından Uygulama
– Takdiri İndirim Hükmünün Uygulanması Veya Uygulanmaması İlkeleri
– Kasten Öldürme Suçunun Nitelikli Hali (Lehe Kanun Uygulaması – Cezanın Takdiri)
– Lehe Kanun Hükümlerin Takdiri Ve Uygulanmasında İlkeler
– Cezanın İnfazı (Lehe Kanun Uygulaması) –

5275 Sa.Ka.98, 99, 101, 107 – CMK.272, 286 – TCK.7/2-3, 29/1, 42, 53, 54, 59, 62/1, 63, 81, 82/1-d – 5252 Sa.Ka.9/3 – 765 Sa.Ka.2, 51/1, 54, 59, 68, 70, 71/1-2, 72, 73, 74, 75, 77, 449/1, 450/1 – 6136 Sa.Ka.13/1 – 1412 Sa.Ka.305, 402, 403, 405

Sanığın eşi ve iki oğlunu öldürme suçundan yapılan yargılamasında:

1. Sanığın eylemine:

Suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCY.`nın 449/1, 51/1, 59/1, 450/1, 51/1, 59/1, 450/1, 51/1, 59/1. maddeleri ile; sonradan yürürlüğe giren 5237 sayılı Yasanın 82/1-d, 29/1, 62/1. maddelerinin üçer kez ayrı ayrı uygulanmasıyla ortaya çıkan sonuç.

Cezalar karşılaştırıldığında, 5237 sayılı Türk Ceza Yasasının sanık lehine sonuç veren yasa olduğu açık olduğundan lehe yasa belirlenmesinde 765 sayılı Yasaya göre bulunan içtimalı cezaların değil, her suç yönünden ayrı ayrı değerlendirme yapılması yasal zorunluluktur.

2. Öldürme suçlarından dolayı lehe yasa değerlendirmesi ve uygulama yaparken, bu suçlardan verilecek cezanın içtimalı miktarı üzerinden değil de her suç bakımından önceki ve sonraki yasaları ayrı ayrı tatbik ederek 5237 sayılı Yasanın daha lehe sonuç doğurduğunu saptayan ve uygulayan Yerel Mahkeme direnme hükmünde bir isabetsizlik bulunmamakta,

Her ne kadar Yerel Mahkemece her suç yönünden ayrı ayrı tayin ettiği cezaların 765 sayılı Yasanın 77. maddesi uyarınca içtimasına ve sonuç hapis cezasının 36 yıl olarak sınırlandırılmasına karar verilmemiş ise de, bu hususta 5275 sayılı Yasanın 98 vd. maddeleri uyarınca her zaman karar alınması mümkün bulunduğundan, direnme hükmünün bu hususa işaretle yetinmek suretiyle onanmasına karar verilmelidir.

DAVA ve KARAR:

Sanık E….. K…..`nin eşi ve iki oğlunu öldürme suçundan 5237 sayılı Yasa hükümlerinin lehe olduğu kabul edilerek;

1- Oğlu O…. K…..`yi öldürmek suçundan 5237 sayılı TCY.`nın 82/1-d, 29/1 ve 62/1. maddeleri uyarınca 18 yıl 4 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, hakkında 5237 sayılı Yasanın 53. maddesinin tatbikine,

2- Oğlu H… K…..`yi öldürmek suçundan 5237 sayılı TCY.`nın 82/1-d, 29/1 ve 62/1. maddeleri uyarınca 18 yıl 4 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, hakkında 5237 sayılı Yasanın 53. maddesinin tatbikine,

3- Eşi Y…… K……`yi öldürmek suçundan 5237 sayılı TCY.`nın82/1-d, 29/1 ve 62/1. maddeleri uyarınca 18 yıl 4 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına hakkında 5237 sayılı Yasanın 53. maddesinin tatbikine,

5237 sayılı TCY.`nın 63. maddesinin uygulanmasına ve tutukluluk halinin devamına,

4- 6136 sayılı Yasanın 13/1 ve TCY.`nın 59. maddeleri uyarınca 10 ay hapis ve 50,00.- YTL. adli para cezasıyla cezalandırılmasına, suç eşyalarının TCY.`nın 54. maddesi uyarınca müsaderesine ilişkin

Eyüp 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 14.12.2005 gün ve 427-442 sayılı hüküm, re`sen temyize tabi olmasının yanında, Sanık müdafii tarafından da temyiz edilmekle dosyayı inceleyen

Yargıtay 1. Ceza Dairesince 14.3.2007 gün ve 6301-1448 sayı;

“5237 sayılı Türk Ceza Kanununda içtima hükümlerinin bulunmaması nedeniyle sanığa 5237 sayılı TCK. uyarınca adam öldürme suçlarıyla, 6136 sayılı Yasaya muhalefet suçlarından verilen ve içtima ettirilemeyen cezaların infaz sırasında sanığın aleyhine sonuç yaratıp, daha fazla süre cezaevinde kalmasına neden olacağından; 5237 sayılı TCK. hükümlerinin aleyhe olduğu ve bu nedenle 765 sayılı TCK. hükümleri uyarınca ceza tayin edilip aynı yasa uyarınca cezaların içtima ettirilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde hüküm tesisinin…” isabetsizliğinden bozulmuştur.

Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesince 8.1.2008 gün ve 460-2 sayı;

6136 sayılı Yasaya muhalefet suçu yönünden 5237 sayılı yasada lehe bir düzenleme bulunmadığı, Sanığın eşi ve oğulları Hacı ve Osman`ı öldürme suçu yönünden yapılan değerlendirmede ise sanığın oğullarını öldürmekten dolayı eylemine uyan 765 sayılı TCY.`nın 450/1, 51/1, 59/1. maddesinin iki kez uygulanması halinde 30`ar yıl ağır hapis cezası ile cezalandırılması ve eşini öldürmekten dolayı 449/1, 51/1, 59/1. maddeleri uyarınca 20 yıl ağır hapis ile cezalandırılması gerektiği, 5237 sayılı Yasanın 82/1-d, 29/1, 62/1. maddesinin uygulanması halinde ise sanığa her suç yönünden verilecek cezaların 18 yıl 4 er ay hapis cezası olacağı, 5237 sayılı TCY. hükümlerinin öldürme suçları yönünden sanık lehine olduğu, gerekçeleriyle önceki hükümde direnmeye karar verilmiştir.
Re`sen temyize tabi olan bu hüküm, sanık müdafii tarafından da temyiz edilmekle, Yargıtay C. Başsavcılığının “bozma” istekli 16.9.2008 gün ve 159194 sayılı tebliğnamesi ile Birinci Başkanlığa gönderilen dosya,

Yargıtay Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

YARGITAY CEZA GENEL KURULU KARARI:

Toplanan kanıtlara göre, Sanığın eşi ve iki oğlunu tahrik altında öldürme suçlarından cezalandırılmasında bir isabetsizlik ve bu kapsamda suçun sübutu ve nitelendirilmesinde de herhangi bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasında oluşan ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, lehe yasanın her suç yönünden ayrı ayrı mı, yoksa infaz hükümleri de dikkate alınmak suretiyle içtimalı ceza miktarı üzerinden mi belirleneceğine ilişkindir.

1- Lehe yasanın belirlenmesine ilişkin hukuk normları:

Ceza yasalarının zaman bakımından uygulanmasına ilişkin kurallar 765 sayılı TCY.`nın 2, 5237 sayılı TCY.`nın 7/2-3 ve 5252 sayılı Türk Ceza Yasasının Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Yasanın “Lehe olan hükümlerin uygulanmasında usul” başlıklı 9/3. maddesinde düzenlenmiştir.

23.2.1938 gün ve 23/9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında ise;

“Suçun işlendiği zamanın yasası ile sonradan yürürlüğe giren yasa hükümlerinin farklı olması halinde, her iki yasanın birbirine karıştırılmadan, ayrı ayrı somut olaya uygulanıp, her iki yasaya göre hükmedilecek cezalar belirlendikten sonra, sonucuna göre lehte olanı uygulanmalı” şeklinde lehe yasanın tespitinde başvurulacak yöntem ilkelere bağlanmıştır.

5252 sayılı Yasanın 9/3. maddesi, 23.2.1938 gün ve 23/9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ve öğretideki görüşler birlikte değerlendirildiğinde; lehe yasanın belirlenmesi yöntemi, sabit kabul edilen olaya her iki yasanın ilgili tüm hükümlerinin birbirine karıştırılmaksızın uygulanmak suretiyle ayrı ayrı sonuçlar belirlenmesini ve bunların karşılaştırılmasını gerektirmektedir. Ancak bu karşılaştırmada, hükmün tesisi aşamasında uygulanması gereken normlarla, hükmün infazına ilişkin normlar birlikte değil, ayrı ayrı değerlendirmeye tabi tutulacaktır. Bu değerlendirmede hükmün tesisi aşamasında uygulanması gereken düzenlemelerin aynı yasa kapsamında bulunup bulunmadığına bakılmaksızın, sadece bir yasa değil bir müesseseyle ilgili düzenlemelerin yer aldığı yasalar birlikte değerlendirilecektir.

2- Cezaların içtimaı, içtimaın sonuçları ve içtima hükümlerinin hukuki niteliği:

a- 765 sayılı TCY.`nda cezaların içtimaı ile ilgili hükümler ve kabul edilen ilkeler:
765 sayılı TCY.`nın 68-77. maddeleri arasında cezaların içtimaı kurallarına yer verilmiş ve özetle şu ilkeler kabul edilmiştir.

Birinci ilke; cezaların mümkün oldukça toplanmasıdır. Buna göre,aynı nev`iden olan cezalar birbirleri ile toplanacak, cezalar ayrı nev`iden ise her biri ayrı ayrı infaz edilecektir. (765 sayılı TCY.`nın 71/1, 72, 74 ve 75. md.)

Cezaların çevrilmesi ilkesi de denilen ikinci ilke; bazı cezalarda toplama sisteminin imkânsız olması veya fazla ağır sonuçlar doğurması halinde, nev`ilerinin değiştirilmesinden ibarettir. (765 sayılı TCY.`nın 70, 71/2 ve 73. md)
Üçüncü ilke; içtima kurallarının uygulanması suretiyle elde edilecek cezaların yasada belirlenen genel bir yukarı sınırı aşmamasıdır.

b- Cezaların içtimaının hukuki niteliği:

Cezaların içtimaına ilişkin hükümlere 765 sayılı TCY.`nda yer verilmiş olunmasına karşın, cezaların birleştirilmesinin “bir yaptırım hukuku-infaz hukuku” kurumu olduğu, birleştirmeye rağmen, cezaları birleştirilen her suçun cezasının “hukuken ortadan kalkmadığı” (Prof. Dr. Kayıhan İçel, Prof. Dr. Füsun Sokullu-Akıncı, Dr. İzzettin Özgenç, Dr. Adem Sözüer, Dr. Fatih S. Mahmutoğlu, Dr. Yener Ünver, Yaptırım Teorisi, İst.-2000, s.277), yine benzer şekilde içtima sonunda verilen “toplam ceza” içindeki “unsur-cezalar”ın erimedikleri, kaybolmadıkları, cezaların içtimaı dışındaki haller bakımından “varlıklarını korudukları” savunulmuştur. (Prof. Dr. Faruk Erem, Prof. Dr. Ahmet Danışman, Prof. Dr. Mehmet Emin Artuk, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara-1997, 14. bası, s. 918)

Öte yandan çeşitli yargısal kararlarda da; “İçtimaya dâhil olan cezalardan herbiri hakkında zamanaşımının ayrı ayrı cereyan edeceği” (CGK. 3.6.1940 gün ve 125-108), “ehliyetnamenin muvakkaten geri alınmasının her ceza için ayrı ayrı uygulanması gerekeceği” (CGK. 15.3.1976 gün ve 105-108), “CYUY.`nın 305. maddesi uyarınca kendiliğinden temyize tabi olma koşulları incelenirken, içtima sonucu belirlenen toplam ceza miktarına bakılmayıp, herbir mahkumiyet hükmünde tayin olunan ceza sürelerinin ayrı ayrı gözönünde bulundurulacağı” (CGK. 20.2.2001 gün ve 21-25), “içtimaya konu cezaların, içtima sonunda belirlenen toplam cezadan ayrı olarak varlıklarını koruyup hüküm doğuracakları” ve yine “TCY.`nın 68 ilâ 77. maddelerinde yazılı içtima hükümlerinin yasal tipe uygun ihlalin karşılığı olan ceza normları olmayıp, cezaların toplanması, çevrilmesi ve sınırlandırılmasına ilişkin infazı ilgilendiren kurallar olduğu ve kazanılmış hak oluşturmayacağı” (CGK. 8.10.2002 gün ve 179-354) belirtilmiştir.

c- Yeni ceza mevzuatında cezaların içtimaı ile ilgili düzenlemeler:

5237 sayılı TCY.`nda cezaların içtimaına yer verilmeyip

5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Yasanın 99. maddesinde,
“Bir kişi hakkında hükmolunan herbir ceza diğerinden bağımsızdır, varlıklarını ayrı ayrı korurlar.” kuralı benimsendikten sonra,

Bir kişi hakkında başka başka kesinleşmiş hükümlerin bulunması halinde, koşullu salıverilme hükümlerinin uygulanabilmesi yönünden mahkemeden bir toplama kararı isteneceği, 101. maddesinde ise 99 uncu madde gereğince cezaların toplanması gerektiğinde, bu hususta hüküm vermek yetkisinin en fazla cezaya hükmetmiş bulunan mahkemeye ait olacağı, yürürlükten kaldırılan 1412 sayılı CYUY.`nın 402, 403 ve 405. maddelerindeki düzenlemelere benzer şekilde belirtilmiştir.

Görüldüğü gibi gerek yargısal kararlarda gerekse öğretide tartışmasız kabul edilen ilkeler şunlardır.

1- Cezaların içtimaı bir infaz kurumu ve işlemidir.

2- İçtimaya dâhil olan suçlar hukuken bağımsızlıklarını korurlar ve her suç yönünden ayrı ayrı sonuç doğururlar,

3- İnfaza ilişkin uygulamalar kazanılmış hak oluşturmadığından, içtima uygulaması sırasında lehe oluşan hatalar da kazanılmış hakka konu olmazlar,
1412 sayılı CYUY., 765 sayılı TCY. ve 647 sayılı CİY. döneminde kabul edilen bu ilkeler, 5271 sayılı CYY., 5237 sayılı TCY. ve 5275 sayılı CGTİH. Yasa döneminde de geçerliliğini korumaktadır. Yeni yasal dönemde yasakoyucu cezaların içtimaına ilişkin kurallara 5237 sayılı Yasa içinde yer vermemek suretiyle, infaz hukukunu daha net ve daha doğru bir yasal temele kavuşturmuştur.

Bu ilkeler ve yasal düzenlemeler kapsamında, lehe yasa belirlenmesinde 765 sayılı Yasa kapsamındaki içtimalı cezaların değil, her suç yönünden ayrı ayrı değerlendirme yapılarak, herbiri için tayin edilen cezanın dikkate alınması yasal zorunluluktur. Böyle bir kabul 5252 sayılı Yasanın 9/3 ve 23.2.1938 gün ve 23/9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının da doğal sonucudur.

Ceza Genel Kurulunca ulaşılan sonuç:

1 Haziran 2005 tarihinden önce işlenen ve lehe olması nedeniyle 5237 sayılı TCY. hükümleri uygulanan durumda, hükümde cezaların içtimaına karar verilmesine yasal olanak bulunup bulunmadığı sorusunun da yanıtlanması gerekmektedir.

5275 sayılı Yasanın 99. maddesindeki;

“…bir kişi hakkında başka başka kesinleşmiş hükümler bulunur ise, 107 nci maddenin uygulanabilmesi yönünden mahkemeden bir toplama kararı istenir.” hükmü uyarınca bu soruya olumlu cevap vermek ilk bakışta mümkün görülmemektedir.
Ancak, anılan maddenin atıfta bulunduğu 107. madde incelendiğinde, maddedeki toplama işleminin koşullu salıverilme süresinin hesaplanması amacına matuf ve matematiksel basit bir toplama işleminden ibaret bulunduğu, norm ile hâkime herhangi bir şekilde takdir ve değerlendirme yetkisinin tanınmadığı, değişmez ve dönüşmez süreleri ihtiva ettiği, gerek hükümde gerekse hükmün sonuçlarında herhangi bir değişiklik yaratmadığı, bu haliyle hükmün tesisi aşamasında içtima kararı verilmemesinin 5237 sayılı Yasanın yaptırım sistemine uygun olduğu ve kesinleşme koşulunun aranmasının herhangi bir hak kaybına da yol açmayacağı ortaya çıkmaktadır. Açıktır ki, anılan normun uygulamasında cezaları içtima eden hâkimin hiçbir şekilde takdir ve değerlendirme yetkisi bulunmamakta veya cezanın bir başka cezaya dönüşmesi söz konusu olmamakta, bir başka ifadeyle hâkim veya mahkemenin takdirine dayalı değişim olanağı bulunmamaktadır.

Çözümü gereken bir başka husus ise, takdir ve değerlendirme gerektiren veya cezanın bir başka cezaya dönüşmesi icap eden ya da cezaların bir kısmının infaz rejiminin diğerinden farklı olduğu ahvalde 1 Haziran 2005 tarihinden önce işlenen suçlar yönünden hücre cezasının da varlığını koruduğu gerçeği karşısında hükmün kesinleşmesi koşulunun aranıp aranmayacağıdır.

765 sayılı TCY.`nın 70. maddesi uyarınca birden çok ağırlaştırılmış müebbet (ağır) hapse mahkûmiyet halinde, bir yıldan altı yıla kadar, ağırlaştırılmış müebbet hapis ile müebbet (ağır) hapis cezasına mahkumiyet halinde dokuz aydan beş yıla kadar, birden çok müebbet (ağır) hapse mahkûmiyet halinde altı aydan üç yıla kadar tayin ve takdir edilecek bir sürenin hücrede tecrit edilmek suretiyle, ağırlaştırılmış müebbet (ağır) ve müebbet (ağır) hapis cezalarının infazının gerekmesi, yine anılan Yasanın 73. maddesi uyarınca, şahsi hürriyeti bağlayıcı muvakkat cezaların ağırlaştırılmış müebbet (ağır) hapis veya müebbet (ağır) hapis cezalarıyla içtimaı halinde, maddedeki asgari ve azami sınırlar içerisinde takdir edilecek bir sürenin hücrede tecrit edilmek suretiyle bu cezaların infazının gerekmesi karşısında, 4.3.2003 gün ve 24-20 sayılı Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararında da vurgulandığı üzere, 765 sayılı Yasanın 70 ve 73. maddelerine göre yapılacak içtima işlemi sonunda hükümlünün hücrede geçirmesi gereken sürenin saptanması, takdir hakkının kullanılmasını ve bir değerlendirme yapılmasını gerektirdiğinden, bu durumda mutlak surette incelemenin duruşmalı olarak yapılması ve kararın da temyiz yasa yoluna tabii olması zorunluluk arz edecektir.

Bu açıklamalar ışığında varılan sonuçları şu şekilde belirlemek mümkündür.

a) 1 Haziran 2005 tarihinden sonra işlenen suçlarda, içtima 5275 sayılı Yasa hükümlerine göre yapılacağından verilen hükümlerin kesinleşmesi zorunludur.

b) 1 Haziran 2005 tarihinden önce işlenen suçlarda, her suç yönünden ayrı ayrı yapılan değerlendirme sonucu, her suçla ilgili lehe yasa belirlendikten ve buna göre her suçun nihai cezası saptandıktan sonra, cezaların içtimaına 765 sayılı TCY.`nın 68 ila 77. maddelerindeki ilkelere göre karar verilecektir. Bu uygulamada lehteki Yasanın 5237 sayılı TCY. olmasının sonuca etkisi bulunmayacaktır.

Bu durumda;

1- Süreli cezaların içtimaı halinde yapılacak işlem matematiksel bir toplamadan ibaret bulunduğundan, içtimaa hükümle birlikte karar verilmemiş olması halinde bu hususta 5275 sayılı Yasanın 98-101. maddeleri uyarınca itiraz yolu açık olmak üzere her zaman karar verilmesi mümkün bulunduğu gibi kazanılmış hakka da konu olamayacaktır.

2- 765 sayılı Yasada ağırlaştırılmış müebbet (ağır) hapis veya müebbet (ağır) hapis cezasını gerektiren suçların yanında başkaca suçların işlenmesi halinde, cezanın mahkemece takdir edilecek bir süresinin hücrede tecrit edilmek suretiyle infazı gerektiğinden, kesinleşme koşulu aranmaksızın, duruşmalı inceleme gerektiren bu ahvalde içtima kararının 765 sayılı TCY.`nın içtimaa ilişkin hükümlerinin uygulandığı yöntem doğrultusunda hükümle birlikte verilmesi cihetine gidilecek ve bu içtima işlemi de esas hükümle birlikte temyiz incelemesine konu olacaktır.

c) Hükümlerin kesinleşmesinden sonra içtima kararı verilmesi zorunluluğunun ortaya çıkması halinde, (1) nolu bentte belirtilen ahvalde 5275 sayılı Yasanın 98 ila 101. madde hükümleri uyarınca evrak üzerinde yapılacak inceleme sonunda itirazı kabil olmak üzere, (2) nolu bentte belirtilen ve hücrede geçirilmesi gereken ceza süresinin takdiri gereken durumda ise, duruşmalı inceleme yapılmak suretiyle, temyiz yasa yolu açık olmak üzere karar verilecektir.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Sanığın eşini ve iki oğlunu tahrik altında kasten öldürme eylemine, suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCY.`nın 449/1, 51/1, 59/1, 450/1, 51/1, 59/1, 450/1, 51/1, 59/1. maddeleri ile sonradan yürürlüğe giren 5237 sayılı Yasanın 82/1-d, 29/1, 62/1. maddelerinin üçer kez ayrı ayrı uygulanmasıyla ortaya çıkan sonuç cezalar karşılaştırıldığında, 5237 sayılı Türk Ceza Yasasının sanık lehine sonuç veren yasa olduğu açık olduğundan lehe yasa belirlenmesinde 765 sayılı Yasaya göre bulunan içtimalı cezaların değil, her suç yönünden ayrı ayrı değerlendirme yapılması yasal zorunluluktur.
Bu itibarla, öldürme suçlarından dolayı lehe yasa değerlendirmesi ve uygulama yaparken, bu suçlardan verilecek cezanın içtimalı miktarı üzerinden değil de her suç bakımından önceki ve sonraki yasaları ayrı ayrı tatbik ederek 5237 sayılı Yasanın daha lehe sonuç doğurduğunu saptayan ve uygulayan Yerel Mahkeme direnme hükmünde bir isabetsizlik bulunmamakta, her ne kadar Yerel Mahkemece her suç yönünden ayrı ayrı tayin ettiği cezaların 765 sayılı Yasanın 77. maddesi uyarınca içtimasına ve sonuç hapis cezasının 36 yıl olarak sınırlandırılmasına karar verilmemiş ise de, bu hususta 5275 sayılı Yasanın 98 vd. maddeleri uyarınca her zaman karar alınması mümkün bulunduğundan, direnme hükmünün bu hususa işaretle yetinmek suretiyle onanmasına karar verilmelidir.

SONUÇ: Açıklanan nedenlerle;

1- Eleştiri dışında isabetli bulunan Yerel Mahkeme direnme hükmünün ONANMASINA,

2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE, oybirliği ile karar verildi.

Y.C.G.K. 10.2.2009 E.2008/1-211 – K.2009/21

PicLensButton YCGK 10.2.2009 E.2008/1 211 – K.2009/21

YCGK 19.4.2011 E.2011/5-20 – K.2011/59


 YCGK 19.4.2011 E.2011/5 20 – K.2011/59

– Bozmaya Eylemli Uyma Kararının Niteliği
– Cinsel İstismar (Adli Tıp Raporu Şartmıdır)
– Adli Tıp Kurulunun Çok Geç Randevu Vermesi (Adil Yargılama İlkesi)
– Adil Yargılama İlkesi (Adli Tıp Kurulunun Çok Geç Randevu Vermesi) –

CMK.307 – TCK.103/1,3,4,6,42,43,52,53/1c,5,60

Yerel Mahkemece, bozma kararının gereğini yerine getirmek üzere, “ATK. (6) İhtisas Dairesi Başkanlığına faks çekilerek çocuk mağdurelerin maruz kaldıkları iddia olunan cinsel istismar eylemleri nedeniyle, beden ve ruh sağlıklarının bozulup bozulmadıklarına ilişkin raporlar alınacağından, adı geçen mağdureler için ATK.’dan muayene Başkanlığına katılanların muayene gününün bildirilmesi için yazı yazılarak, Özel Daire Kararına eylemli olarak uyulmuş…
Ancak, gelen cevabı yazıda bildirilen muayene randevu gününün uzunluğunun makul sürede yargılanma hakkını ihlal edeceği gerekçesi ile ara karardan vazgeçilerek önceki gibi hüküm kurulmuştur.
Ceza Genel Kurulu’nun yerleşik uygulamasına göre uyma kararı, ara kararı niteliğinde olmayıp, davanın esasını çözümleyen kararlardandır. Bozmaya uymakla, yerel mahkemenin bozma kararında gösterilen esaslara göre işlem yapıp karar verme ödevi doğmaktadır. Sonradan bu kararın bir kısmından veya tamamından açıkça ya da zımnen geri dönülerek ilk hükmün aynen veya yeniden kurulması, uyma kararının hüküm ve sonuçlarını ortadan kaldırmaz.

DAVA ve KARAR:

Cinsel istismar suçundan sanık T… F… P…ın katılanlardan Eda P.a yönelik eylemi nedeniyle TCY.’nın 103/1-3. madde ve fıkraları uyarınca 6 yıl hapis, katılan Seda P.a yönelik eylemi nedeniyle de TCY.’nın 103/1-3-4-6 ve 43. maddeleri uyarınca 28 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin;
Sakarya 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 19.3.2009 gün ve 42-83 sayılı kısmen re’sen temyize tabi olan hükmün, sanık müdafii ile katılanlar vekilleri tarafından da temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen;
Yargıtay 5. Ceza Dairesince 29.12.2009 gün ve11956- 15084 sayı;
“5237 sayılı TCK.nun 103/6. maddesinde öngörülen cezanın miktarı da gözetilerek, suçun sonucunda mağdurelerin beden ve ruh sağlığında bozulma meydana gelip gelmediğinin Adli Tıp Kurumu ilgili İhtisas Kurulundan görüş alınarak saptanması gerekirken, Kocaeli Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalından alınan 31.7.2008 ve 29.12.2008 günlü raporlar ile yetinilerek yazılı şekillerde hükümler kurulması,
Kabule göre de; 5237 sayılı TCK.nun 103/6. maddeleri uyarınca tayin edilen 18 yıl hapis cezasının 43. madde uyarınca 103/1, 103/3, 103/4. maddelerin uygulanmasıyla belirlenen ceza miktarı olan 13 yıl 6 ayın 3/4’ü oranında artırımı sırasında ayların yıllara tahvili sonucu 27 yıl 13 ay 15 gün yerine 28 yıl 1 ay 15 gün hapis olarak fazla cezaya hükmolunması,
5237 sayılı TCK.nun 53/1-c maddesinde yer alan velayet hakkını kötüye kullanmak suretiyle yaşı küçük kızlarına karşı cinsel istismar suçlarını işlediğinin anlaşılmasına göre cezaların infazından sonra başlamak üzere aynı Yasanın 53/5. maddesi uyarınca hükmolunan cezanın yarısından bir katına kadar bu hak ve yetkinin kullanılmasının yasaklanmasına karar verilmesi gerektiğinin nazara alınmaması” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.

Yerel Mahkeme ise 16.3.2010 gün ve 52-60 sayı ile; “Adli Tıp Kurumunun randevu günlerini beklemenin adil yargılanma ilkesine aykırı olduğu, kaldı ki mahkememizce Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Dahili Bilimleri Adli Tıp Ana Bilim Dalı Başkanlığından alınan ve Yargıtay bozma ilamında belirtilen her iki bilirkişi raporunun da mahkememize yeterli ve teknik bilgiyi verir nitelikte bulunduğu, bu durum karşısında yasa gereği resmi bilirkişi sayılan Yükseköğretim Kurumunun bir uzmanlık kurulunu yetersiz görerek mutlaka Adli Tıp ilgili ihtisas kurulundan rapor alınmasını zorunlu kılan Yargıtay 5. Ceza Dairesinin bu yöndeki bozma ilamının usul ve yasaya uygun olmadığı” gerekçesiyle;
Katılanların beden ve ruh sağlıklarının bozulması yönünden Adli Tıp Kurumu ilgili ihtisas dairesinden görüş alınmasına ilişkin bozma nedenine direnmiş, diğer bozma nedenlerine ise uymak suretiyle hüküm kurmuştur.
Sanığın, katılan S… P… yönelik eylemi nedeniyle re’sen temyize tabi olan hükmün sanık, sanık müdafii, Cumhuriyet savcısı ile katılanlar vekilleri tarafından da temyiz edilmesi üzerine Yargıtay C. Başsavcılığının 1.4.2011 gün ve 271997 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

YARGITAY CEZA GENEL KURULU KARARI
TÜRK MİLLETİ ADINA CEZA GENEL KURULU KARARI:

Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; cinsel istismar suçu nedeniyle katılanların beden ve ruh sağlığında bozulma meydana gelip gelmediğinin belirlenmesi bakımından Adli Tıp Kurumu ilgili ihtisas kurulundan görüş alınması gerekip gerekmediğine ilişkin ise de;
Öncelikle bozmaya eylemli olarak uyan yerel mahkemenin sonradan bu kararından dönerek önceki hüküm gibi karar vermesinin olanaklı olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir. İncelenen dosyada;

Yerel Mahkemece bozma kararından sonra yapılan yargılamada, 5.2.2010 günlü duruşmaya hazırlık tutanağının 4 numaralı ara kararında, bozma kararının gereğini yerine getirmek üzere, “ATK (6) İhtisas Dairesi Başkanlığına faks çekilerek çocuk mağdureler Eda Polat ve Seda P.ın maruz kaldıkları iddia olunan cinsel istismar eylemleri nedeniyle, beden ve ruh sağlıklarının bozulup bozulmadıklarına ilişkin raporlar alınacağından, adı geçen mağdureler için ATK.’dan muayene Başkanlığına katılanların muayene gününün bildirilmesi için yazı yazıldığı, böylece Özel Daire Kararına eylemli olarak uyulduğu, gelen cevabi yazıda muayene gününün 6.7.2011 olarak bildirildiği, 16.3.2010 tarihli oturumda da bildirilen randevu gününün uzunluğunun makul sürede yargılanma hakkını ihlal edeceği gerekçesi ile ara karardan vazgeçilerek önceki gibi hükümkurulduğu anlaşılmaktadır.
Ceza Genel Kurulu’nun 17.4.2007 gün ve 325-100 sayılı kararı ile yerleşik uygulamasına göre, uyma kararı, ara kararı niteliğinde olmayıp, davanın esasını çözümleyen kararlardandır. Bozmaya uymakla, yerel mahkemenin bozma kararında gösterilen esaslara göre işlem yapıp karar verme ödevi doğmaktadır. Sonradan bu kararın bir kısmından veya tamamından açıkça ya da zımnen geri dönülerek ilk hükmün aynen veya yeniden kurulması, uyma kararının hüküm ve sonuçlarını ortadan kaldırmaz.
Bu itibarla, Özel Daire Bozma ilamına eylemli olarak uyduktan sonra dönülemez nitelikteki bukarardan dönerek ilk hükümdeki gibi karar veren yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.

SONUÇ: Açıklanan nedenlerle;
1- Sakarya 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 16.3.2010 gün ve 52-60 sayılı hükmünün BOZULMASINA,
2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, oybirliği ile karar verildi.

Y.C.G.K. 19.4.2011 E.2011/5-20 – K.2011/59

PicLensButton YCGK 19.4.2011 E.2011/5 20 – K.2011/59

YCGK E.2010/11-98 – K.2010/143 8.6.2010


 YCGK E.2010/11 98 – K.2010/143 8.6.2010

– Çekte Sahtecilik (Zincirleme Suç – Lehe Yasanın Belirlenmesi)
– Resmi Belgede Sahtecilik (Çekte Sahtecilik – Zincirleme Suç)
– Zincirleme Suç (Aynı Zamanda Ve Değişik Zamanlarda Kavramı)

– Lehe Yasanın Belirlenmesi (Çekte Sahtecilik) –

2797 Sa.Ka.14 – TCK.7,43/1,61,204/1,210 – 5252 Sa.Ka.9/3 – 765 Sa.Ka.80,342/1,349/2

1. 5237 Sayılı Yasanın 43/1. maddesinde düzenlenen zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için,
a- Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla işlenmesi,
b- İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması,
c- Bu suçların ayın suç işlem kararı altında işlenmesi gerekmektedir.
2. Sanığın, katılandan aynı anda aldığı birer milyar TL. bedelli iki adet çekin keşide tarihlerini değiştirerek parafladığı ve arkasını ciro ederek beraat eden diğer sanığa olan borcuna karşılık verdiğinde bir uyuşmazlık bulunmamakta, sanığın suça konu iki adet çek yaprağı üzerindeki sahteciliği de dosya içeriği karşısında aynı zaman dilimi içinde gerçekleştirdiğinin kabulü gerekmektedir.
3. Lehe yasanın belirlenmesine gelindiğinde:
İki adet çek yaprağı üzerinde aynı zaman diliminde yapılan sahtecilikten dolayı sanık hakkında 765 sayılı TCY.`nın 80. maddesinin uygulanması olanaklı ise de, 5237 Sayılı TCY.`ın 43/1. maddesi, madde metninde yer alan “değişik zamanlarda” ibaresi nedeniyle uygulanmamalı, ancak bununla birlikte birden fazla çek yaprağı üzerinde sahtecilik yapılmış olması olgusu Yasanın 61. maddesi uyarınca temel cezanın belirlenmesi sırasında gözönüne alınmalıdır.
Bu itibarla, tüm bu hususların değerlendirilerek 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu`nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Yasa`nın 9/3. maddesi uyarınca suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 Sayılı TCY. ile sonradan yürürlüğe giren 5237 sayılı TCY.`nın yukarıda açıklandığı şekliyle ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle lehe yasanın yerel mahkeme tarafından tespiti gerekmektedir.

DAVA ve KARAR:

Resmi belgede sahtecilik suçundan sanık Cumhur Ürgün`ün 765 Sayılı TCY.`nın 349/2. maddesi yollamasıyla 342/1. ve 80. maddeleri uyarınca 2 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin Manisa Ağır Ceza Mahkemesince verilen 21.12.2005 gün ve 402-505 sayılı hükmün, sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen;
Yargıtay 11. Ceza Dairesince 18.11.2009 gün ve 775-14327 sayılı;

“Toplanan deliller karar yerinde incelenip, yüklenen suçun sübutu kabul, oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde vasfı tayin, cezayı artırıcı sebebin nitelik ve derecesi takdir kılınmış,

1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu`nun 7 ve 5349 sayılı kanunla değişik 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu`nun Yürürlük ve uygulama şekli hakkında kanunun 9. maddeleri uyarınca mahkemece 765 ve 5237 sayılı Yasa hükümleri olaya uygulanarak ortaya çıkan sonuçların denetime imkan verecek şekilde gösterilip birbiriyle karşılaştırılması suretiyle lehe yasa belirlenerek sonucuna göre hüküm kurulmuş ve incelenen dosyaya göre verilen kararda bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan sanık müdafiinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün istem gibi onanmasına” karar verilmiştir.

Yargıtay C. Başsavcılığı ise 20.4.2010 gün ve 72746 sayı;

“Sanık Cumhur`un müşteki Serdar`ın aynı hesap numarası üzerinden keşide edip kendisine verdiği 30.8.2000 ve 27.9.2000 keşide tarihli iki adet çekin, keşide tarihlerini tahrifatla 20.1.2001 ve 27.1.2001 olarak değiştirdikten sonra tahrif ettiği iki adet çeki, beraat ettirilen sanık Gürsel`e aynı anda teslim ettiği, bu durumun Gürsel`in 16.1.2002 tarihli duruşmadaki beyanından açıkça anlaşılmış olması ve 5237 Sayılı TCK. 43/1. maddesinde, 765 sayılı TCK.80. maddesinden farklı olarak “değişik zamanlarda” denilmek suretiyle aynı anda işlenen eylemlerde zincirleme suça ilişkin hükümlerin uygulanması olanağının bulunmaması karşısında, sanık Cumhur için, lehe yasanın 5237 sayılı TCK.204/1. maddesi olduğu halde, Yüksek Dairesinin, yerel mahkemenin sanık Cumhur hakkında müteselsil suç oluştuğundan bahisle 765 sayılı TCK.342/1., 80. maddeleri uyarınca vermiş olduğu mahkumiyet kararını onamış olmasının yerinde olmadığı düşünüldüğünden, onama kararının kaldırılmasına karar verilmesi istemiyle itiraz yasa yoluna başvurmuştur.

Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulu`nca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

YARGITAY CEZA GENEL KURULU KARARI:

Sanık Cumhur Ürgün`ün resmi belgede sahtecilik suçundan 765 sayılı TCY.`nın 349/2. maddesi yollamasıyla 342/1. ve 80. maddeleri uyarınca 2 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilen somut olayda,

Özel Daire ile Yargıtay C. Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık;
İki adet çek yaprağı üzerinde tahrifat yapan sanık hakkında resmi belgede sahtecilik suçundan hüküm kurulurken zincirleme suç hükümlerinin uygulanıp uygulanamayacağı ve buna bağlı olarak da somut olayda hangi yasanın sanık lehine olduğunun belirlenmesine ilişkindir.

Ceza Hukukunda yasadaki suç tanımına uygun olarak gerçekleşen her netice ilke olarak ayrı bir suç oluşturur ve fail kaç netice meydana getirmiş ise o kadar suç işlemiş sayılarak her birinden dolayı ayrı ve bağımsız cezalandırılır. Ancak bazı hallerde birden fazla netice meydana gelmiş olsa bile, faile meydana gelen netice kadar ceza verilmeyerek tek bir ceza verilmesi ile yetinilir. Birden fazla neticenin meydana gelmesine karşın faile tek ceza verilmesini gerektiren hallerden biri de zincirleme suçtur. Zincirleme suçta faile tek ceza verilirken, yasanın öngördüğü miktarda bir artırım da yapılması söz konusudur.

Zincirleme suç, 765 sayılı Yasanın 80. maddesinde;

“bir suç işlemek kararının icrası cümlesinden olarak kanunun aynı hükmünün birkaç defa ihlal edilmesi, muhtelif zamanlarda vaki olsa bile bir suç sayılır şeklinde düzenlenmişken;

5237 Sayılı Yasanın 43/1. maddesinin konumuza ilişkin ilk cümlesinde;

“Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir” biçiminde düzenlenmiştir.

765 Sayılı TCY.`nda yer alan “muhtelif zamanlarda vaki olsa bile” ifadesi karşısında, aynı suç işleme kararı altında birden fazla suçun aynı zamanda işlenmesi durumunda diğer koşulların da varlığı halinde zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi olanaklıdır.

Nitekim 765 sayılı TCY.`nın yürürlüğü zamanında bu husus yargısal kararlarla kabul edilmiş ve uygulama bu doğrultuda yerleşmiştir.

5237 Sayılı TCY.`nın 43/1. maddesinde bulunan, “değişik zamanlarda” ifadesi nedeniyle zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için, suçların mutlaka değişik zamanlarda işlenmesi gereklidir ki, bunun sonucu olarak, aynı mağdura, aynı zamanda, aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda tek suçun oluşacağı kabul edilmiştir. Bu halde zincirleme suç hükümleri uygulanarak artırım yapılamayacak ancak bu husus TCY.`nın 61. maddesi uyarınca temel cezanın belirlenmesinde gözönüne alınabilecektir.
Burada “aynı zaman” ve “değişik zaman” kavramları üzerinde de durulmalıdır. Yasada bu konuda bir açıklık bulunmadığından ve önceden kesin saptamaların yapılması olanaklı olmadığından, bu husus her somut olayın özelliği gözönüne alınarak değerlendirilmeli ve eylemlerin “değişik zamanlarda” işlenip işlenmediği belirlenmelidir.

Bu bağlamda “aynı zamanda” kavramı dar yorumlanmayarak, çok kısa zaman aralıkları da, aynı zaman dilimi olarak kabul edilmelidir.

Bu bakımdan birden fazla belge üzerindeki sahteciliğin kısa zaman aralıkları da, aynı zaman dilimi olarak kabul edilmelidir.

Bu bakımdan birden fazla belge üzerindeki sahteciliğin kısa zaman aralığında yapılmış olması ya da birden fazla sahte belgenin kısa zaman aralığında üretilmiş olması halinde de bunların aynı zamanda düzenlendiğinin, başka bir ifadeyle “değişik zamanlarda” düzenlenmediğinin kabulü zorunludur.

5237 Sayılı Yasanın 43/1. maddesinde düzenlenen zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için,

a- Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla işlenmesi,
b- İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması,
c- Bu suçların ayın suç işlem kararı altında işlenmesi gerekmektedir.

5237 sayılı Yasanın 43/1. maddesinin açıklığı karşısında öğretide de, zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için suçların farklı zamanlarda işlenmesi gerektiği konusunda görüş birliği bulunmaktadır.

5237 Sayılı Yasanın 43/1. maddesinin açıklığı karşısında öğretide de, zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için suçların farklı zamanlarda işlenmesi gerektiği konusunda görüş birliği bulunmaktadır.

Nitekim 2797 sayılı Yargıtay Yasası`nın 14. maddesi uyarınca evrakta sahtecilik suçlarına ilişkin hükümlerin temyiz incelemesini yapmakla görevli olan Yargıtay 11. Ceza Dairesi de, 5237 Sayılı TCY.`nın yürürlüğe girmesinden sonra, birçok kararında 765 sayılı TCY.`nın 80. ve 5237 Sayılı TCY.`nın 43/1. maddeleri arasında bu noktadaki farkı vurgulamakta ve aynı anda birden fazla sahte evrakın düzenlenmiş olması halinde zincirleme suç hükümlerinin uygulanamayacağını ve bu hususun temel cezanın tayininde gözönüne alınması gerektiğini vurgulamaktadır.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Sanığın, katılandan aynı anda aldığı birer milyar TL. bedelli iki adet çekin keşide tarihlerini değiştirerek parafladığı ve arkasını ciro ederek beraat eden diğer sanığa olan borcuna karşılık verdiğinde bir uyuşmazlık bulunmamakta, sanığın suça konu iki adet çek yaprağı üzerindeki sahteciliği de dosya içeriği karşısında aynı zaman dilimi içinde gerçekleştirdiğinin kabulü gerekmektedir.

Yapılan bu tespitten sonra lehe yasanın belirlenmesine gelindiğinde; resmi belgede sahtecilik suçunun düzenlendiği

5237 Sayılı TCY.`nın 204/1. maddesinde öngörülen ceza miktarı 2 ila 5 yıl, 765 Sayılı TCY.`nın 342/1. maddesinde ise 2 ila 8 yıl hapis cezasıdır.

Yerel Mahkeme her iki yasayı karşılaştırırken 765 sayılı TCY.`nın 342/1. ve 80 ile 5237 Sayılı TCY.`nın 204/1. ve 43/1. maddelerini uygulayarak 765 sayılı Yasanın lehe olduğu sonucuna ulaşmıştır.

İki adet çek yaprağı üzerinde aynı zaman diliminde yapılan sahtecilikten dolayı sanık hakkında 765 sayılı TCY.`nın 80. maddesinin uygulanması olanaklı ise de, 5237 Sayılı TCY.`ın 43/1. maddesi, madde metninde yer alan “değişik zamanlarda” ibaresi nedeniyle uygulanmamalı, ancak bununla birlikte birden fazla çek yaprağı üzerinde sahtecilik yapılmış olması olgusu Yasanın 61. maddesi uyarınca temel cezanın belirlenmesi sırasında gözönüne alınmalıdır.

Bu itibarla, tüm bu hususların değerlendirilerek 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu`nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Yasa`nın 9/3. maddesi uyarınca suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 Sayılı TCY. ile sonradan yürürlüğe giren 5237 sayılı TCY.`nın yukarıda açıklandığı şekliyle ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle lehe yasanın yerel mahkeme tarafından tespiti gerekmektedir.

Bu itibarla Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının kabulü ile Özel Daire onama kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.

SONUÇ: Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,

2- Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 18.11.2009 gün ve 775-14327 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,

3- Manisa Ağır Ceza Mahkemesinin 21.12.2005 gün ve 402-505 sayılı hükmünün BOZULMASINA,

4- Dosyanın mahalline gönderilmesi için Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE, oybirliği ile karar verildi.

Y.C.G.K. 8.6.2010 E.2010/11-98 – K.2010/143

PicLensButton YCGK E.2010/11 98 – K.2010/143 8.6.2010

YCGK 2.3.2010 E.2010/1-22 – K.2010/42


 YCGK 2.3.2010 E.2010/1 22 – K.2010/42

– Kırmızı Işıkta Geçmek (Olası Kastla Yaralamaya Sebebiyet)
– Olası Kastla Yaralamaya Sebebiyet (Kırmızı Işıkta Geçmek)
– Yaralamaya Sebebiyet (Kırmızı Işıkta Geçmek)
– Bozmaya Karşı Savunma Alınmadan Hüküm Tesisi –

5320 Sa.Ka.8 – CMK.283,307 – TCK.22,52,62,89 – 1412 Sa.Ka.326

1. Yasa hükümleri uyarınca sanığa, bozmada belirtilen ve aleyhinde sonuç doğuracak olan hususlarda beyanda bulunma, kendisini savunma ve bu konudaki kanıtlarını sunma olanağı tanınmalıdır. Bu yasa hükümleri savunma hakkının sınırlanamayacağı ilkesine dayanmakta olup, uyulmasında zorunluluk bulunan buyurucu kurallardandır.
Sanık aleyhine olan bozma kararına karşı sanığın diyecekleri saptanmadan hüküm verilmesi yasaya aykırıdır.
2. Yargıtay 1. Ceza Dairesi Görüşü:
Kendisine kırmızı ışık yandığı halde durmayarak kavşağa giren sanığın, kaza olabileceğini ve meydana gelen yaralanma neticesinin gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen bunları kabullendiği, meydana gelen neticeden sorumlu olduğu ve eyleminin olası kastla yaralama suçunu oluşturduğu anlaşıldığı halde, yazılı şekilde bilinçli taksirle yaralamaya neden olma suçundan mahkûmiyetine karar verilmesi, isabetsizdir.

DAVA ve KARAR:
Sanık S. H.`in,
5237 sayılı TCY.’nın 89/4, 22/3, 62 ve 52. maddeleri uyarınca 8.100.- YTL. adli para cezası ile cezalandırılmasına,
52/4. maddesi gereğince adli para cezasının ikişer aylık sürelerle iki yılı geçmemek koşulu ile on eşit taksitle infazına ilişkin,
Konya 3. Ağır Ceza Mahkemesince 22.5.2006 gün ve 40-195 sayı ile verilen hüküm katılan E. Y. vekili tarafından temyiz edilmekle dosyayı inceleyen
Yargıtay 1. Ceza Dairesince 28.12.2007 gün ve 559-9867 sayı ile;
“1-) Oluşa ve dosya içeriğine göre; Olay günü saat 06:30 sıraları sanığın kullandığı LPG tankeri ile seyrederken, kendisine kırmızı ışık yandığı halde durmayarak kavşağa girdiği ve kendilerine yeşil ışık yandığı için kavşağa giren mağdurların da içinde bulunduğu otomobile çarpması sonucu kazaya ve mağdurların yaralanmasına sebep olduğu olayda; Sanığın kaza olabileceğini ve meydana gelen yaralanma neticesinin gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen bunları kabullendiği, meydana gelen neticeden sorumlu olduğu ve eyleminin olası kastla yaralama suçunu oluşturduğu anlaşıldığı halde, yazılı şekilde bilinçli taksirle yaralamaya neden olma suçundan mahkûmiyetine karar verilmesi,
2-) Gerekçeli kararda yargılama gideri miktarı gösterildiği halde, hükmün esasını oluşturan kısa kararda yargılama gideri miktarı ve dökümünün gösterilmemesi suretiyle kısa kararla gerekçeli karar arasında karışıklığa neden olunması ”
isabetsizliklerinden bozulmuştur.
Yerel Mahkemece 24.3.2008 gün ve 61-78 sayı ile; 1 numaralı bozma nedenine direnilerek aynı şekilde karar verilmiştir.
Bu hükmün de katılan E. Y. vekili ve sanık müdafi tarafından temyizi üzerine,
Yargıtay C. Başsavcılığının 20.10.2008 gün, 189851 sayılı bozma istemli tebliğnamesi ile;
Yargıtay 1. Ceza Dairesine, Özel Dairece de 2.12.2009 gün ve 9622-7389 sayı ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
YARGITAY CEZA GENEL KURULU KARARI:

Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümü gereken uyuşmazlık;

Sanığın yaralama suçunu olası kastla mı, yoksa bilinçli taksirle mi işlediğine ilişkin ise de, öncelikle yerel mahkemece aleyhine bozulan hükme karşı sanıktan bozmaya karşı diyeceklerinin sorulmamasının usule aykırılık oluşturup oluşturmayacağı belirlenmelidir.

İncelenen dosya içeriğine göre; Bozmadan sonra yapılan yargılamada, sanığa duruşmada hazır olması için gönderilen davetiyenin adreste bulunamadığı için tebliğ olunamadığı, sanık müdafiine ise davetiye tebliğ olunduğu halde duruşmaya gelmediği ve bu suretle önceki hüküm aleyhine bozulmuş olmasına rağmen duruşmaya gelmeyen sanığa bozmaya karşı diyecekleri sorulmadan, yokluğunda hüküm tesis edildiği anlaşılmaktadır.

İlkeleri Ceza Genel Kurulunun 6.2.2007/146-21; 8.10.2002/199-347; 19.3.2002/85-212; 7.7.2009/106-190 gün ve sayılı kararlarında belirtildiği üzere; hükmün aleyhe bozulması halinde davaya yeniden bakacak mahkemece 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY.’nın 326. maddesi uyarınca sanıktan bozmaya karşı diyeceğinin sorulması zorunludur.

1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren, ancak 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca henüz uygulanma olanağı kazanmamış bulunan 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Yasasının 307/2. maddesinde de aynı kurala yer verilmiştir. Anılan bu yasa hükümleri uyarınca sanığa, bozmada belirtilen ve aleyhinde sonuç doğuracak olan hususlarda beyanda bulunma, kendisini savunma ve bu konudaki kanıtlarını sunma olanağı tanınmalıdır.

Bu yasa hükümleri savunma hakkının sınırlanamayacağı ilkesine dayanmakta olup, uyulmasında zorunluluk bulunan buyurucu kurallardandır.

Somut olayda, sanık Salih’in aleyhine olan bozma kararına karşı diyecekleri saptanmadan hüküm verilmesi yasaya aykırıdır.

Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün sair yönleri incelenmeksizin, belirtilen usule aykırılık nedeniyle bozulmasına karar verilmelidir.

SONUÇ: Açıklanan nedenlerle;
1- Konya 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 24.3.2008 gün ve 61-78 sayılı direnme hükmünün, sair yönleri incelenmeksizin, öncelikle saptanan usul yanılgısı nedeniyle BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE, oybirliği ile karar verildi.

Y.C.G.K. 2.3.2010 E.2010/1-22 – K.2010/42

PicLensButton YCGK 2.3.2010 E.2010/1 22 – K.2010/42

YCGK 9.3.2010 E.2010/6-24 – K.2010/49


 YCGK 9.3.2010 E.2010/6 24 – K.2010/49

– Cep Telefonunun Yağmalanması (Soruşturma Sırasında İade)
– Yağma (Etkin Pişmanlık)
– Etkin Pişmanlık (Yağma) –

CMK.2,174,175 – TCK.31,37,62,63,149,168

Bakırköy C. Başsavcılığının 12.10.2006 günlü iddianamesi üzerine, Bakırköy 1. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesince 13.10.2006 gün ve 293-293 sayı ile iddianamenin kabulüne karar verilmek suretiyle kovuşturma aşamasına geçilmiştir.
Mağdurdan yağmalanan cep telefonunun yenisinin alınarak mağdura verilmek suretiyle iade ve tazminin sağlandığı tarihin ise 22.10.2006 olması nedeniyle, etkin pişmanlık kovuşturma aşamasında gerçekleşmiştir.
Bu itibarla; 5237 sayılı TCY.’nın 168. maddenin 3. fıkrasının ikinci cümlesi uyarınca sanıkların cezalarından 1/3 oranında indirim yapılması yasaya uygun bulunduğundan, sair yönleri de usul ve yasaya uygun bulunan Yerel Mahkeme direnme hükmünün onanmasına karar verilmiştir.

DAVA ve KARAR:

Sanıklar U. Ç. ve S. Ö.’in;
Mağdur İ.’e yönelik yağma suçlarından, 5237 sayılı TCY.’nın 149/1-a-c, 168/1-3, 31/3 ve 62. maddeleri uyarınca 3’er yıl 4’er ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına,
Mağdur A. B.’ya yönelik yağma suçlarından ise;
5237 sayılı TCY.’nın 149/1-a-c, maddesi uyarınca 12’şer yıl hapis, Kovuşturma aşamasında mağdurdan yağmaladıkları cep telefonunun yenisini alarak mağdura vermek suretiyle iade ve tazmini sağlamaları nedeniyle,
5237 sayılı TCY.’nın 168/2-3. maddesi gereğince cezalarından 1/3 oranında indirim yapılarak 8’er yıl hapis,

Cezalarından, yaşları nedeniyle 5237 sayılı TCY.’nın 31/3. Maddesi uyarınca 1/3 oranında, takdiri indirimi oluşturan davranışları nedeniyle de 62/1. maddesi gereğince 1/6 oranında indirim yapılmak suretiyle sonuç olarak 4’er yıl 5’er ay 10’ar gün hapis, Cezası ile cezalandırılmalarına;
Haklarında aynı Yasanın 63. maddenin uygulanmasına ve tutukluluk hallerinin devamına ilişkin,
Bakırköy 1. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesince verilen 16.5.2007 gün ve 304-106 sayılı hükümlerin,
sanıklar müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen

Yargıtay 6. Ceza Dairesince 6.11.2008 gün ve 22032-20235 sayı ile;

Sanıklar hakkında, mağdur İ. Özdemir’e yönelik yağma suçundan kurulan hükmün onanmasına, Sanıkların mağdur A. B.’ya yönelik yağma suçundan kurulan hükmün ise; “ 5271 sayılı CMK.’nun 2. maddesi gereğince kovuşturma aşamasının iddianamenin kabulüyle başladığı ve sanıkların ailelerinin yakınan Abdullah’ın zararını 12.12.2006 tarihli iddianamenin kabulü kararından önce 22.10.2006 tarihinde karşıladıkları gözetilmeden, 5237 sayılı TCK.’nun 168. maddesinin 3. fıkrasının birinci cümlesi yerine, ikinci cümlesi ile uygulama yapılması ” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Bakırköy 1. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesince 30.4.2009 gün ve 1-174 sayı ile; Bakırköy C. Başsavcılığının 12.10.2006 tarihli ve 282 sayılı iddianamesi, 13.10.2006 tarih ve 293 sayı ile kabul edilmiş, 22.10.2006 tarihinde ise mağdurun zararı karşılanmıştır, gerekçeleriyle; ilk hükümde direnilmek suretiyle sanıkların aynı şekilde cezalandırılmalarına hükmedilmiştir.
Bu hükmün de, sanıklar müdafileri ile sanık S. Ö. tarafından temyiz edilmesi üzerine,
Yargıtay C. Başsavcılığının 29.12.2009 gün ve 287841 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

YARGITAY CEZA GENEL KURULU KARARI:

Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık,
sanıkların A. B.’ya yönelik yağma suçunda, etkin pişmanlığın gerçekleştiği aşamanın saptanması, ile buna bağlı olarak 5237 sayılı TCY.’nın 168. maddesi uyarınca yapılacak indirim oranının belirlenmesine ilişkindir.
5271 sayılı CYY.’nın 2. maddesinde, soruşturma aşamasının, iddianamenin kabulüne kadar geçen evreyi, kovuşturma aşamasının ise iddianamenin kabulü ile başlayıp hükmün kesinleşmesine kadar geçen evreyi ifade ettiği belirtilmiş, aynı Yasanın 174. maddesinde onbeş gün içinde iade edilmeyen iddianamenin kabul edilmiş sayılacağı, 175. maddesinde iddianamenin kabulü ile kamu davasının açılacağı ve kovuşturma evresinin başlayacağı hükümlerine yer verilmiştir.
Mal varlığına yönelik bir kısım suçlarda etkin pişmanlığı düzenleyen 5237 sayılı TCY.’nın 168. maddesinin 3. fıkrasında ise, yağma suçlarında, etkin pişmanlığın soruşturma aşamasında gerçekleşmesi halinde cezanın yarısına kadar, kovuşturma aşamasında gerçekleşmesi halinde üçte birine kadarının indirileceği belirtilmiştir.

5271 sayılı CYY.’nın 2, 174, 175 ve 5237 sayılı TCY.’nın 168. maddeleri birlikte değerlendirildiğinde, yağma suçlarında, iddianamenin kabulü kararı verildiği taktirde, bu tarihten itibaren, iddianamenin kabulü kararı verilmediği ahvalde ise yasada öngörülen azami onbeş günlük sürenin sonunda, gerçekleştirilen etkin pişmanlıkta kovuşturma aşamasına geçilmesi nedeniyle hükmedilecek cezadan üçte birine kadar indirim yapılabilecektir.

İnceleme konusu somut olayda; Bakırköy C. Başsavcılığının 12.10.2006 gün ve 282 sayılı iddianamesi ile; Sanıklar U. Ç. ve S. Ö.’in, 29.9.2006 günü saat 12.30 sıralarında mağdur A. B.’ya karşı gerçekleştirdikleri yağma suçu nedeniyle 5237 sayılı TCY.’nın 37/1. maddesi yollamasıyla, 149/1-a-c, 31/3 ve 63. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle düzenlenen iddianame üzerine, Bakırköy 1. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesince 13.10.2006 gün ve 293-293 sayı ile iddianamenin kabulüne karar verilmek suretiyle kovuşturma aşamasına geçilmiştir. Mağdurdan yağmalanan cep telefonunun yenisinin alınarak mağdura verilmek suretiyle iade ve tazminin sağlandığı tarihin ise 22.10.2006 olması nedeniyle, etkin pişmanlık kovuşturma aşamasında gerçekleşmiştir.

Bu itibarla; 5237 sayılı TCY.’nın 168. maddenin 3. fıkrasının ikinci cümlesi uyarınca sanıkların cezalarından 1/3 oranında indirim yapılması yasaya uygun bulunduğundan, sair yönleri de usul ve yasaya uygun bulunan Yerel Mahkeme direnme hükmünün onanmasına karar verilmelidir.

SONUÇ: Açıklanan nedenlerle;

1- İsabetli bulunan Yerel Mahkeme direnme hükmünün ONANMASINA,

2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE,

yapılan müzakerede tebliğnamedeki isteme uygun olarak oybirliği ile karar verildi.

Y.C.G.K. 9.3.2010 E.2010/6-24 – K.2010/49    

PicLensButton YCGK 9.3.2010 E.2010/6 24 – K.2010/49

YCGK 3.2.2009 E.2008/11-250 – K.2009/13


 YCGK 3.2.2009 E.2008/11 250 – K.2009/13

– Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması (Koşulları – Kesinleşmiş Hükümlerde – Birden Fazla Suçtan Mahkumiyet)
– Kesinleşmiş Hükümlerde Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması
–  Resmi Evrekta Sahtecilik (Kesinleşmiş Hükümlerde Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması)
– Uyarlama Yargılaması Kesinleşmiş Hükümde Değişiklik (Uyarlama) Yargılaması –

5352 Sa.Ka.9,Geç.2 – 5395 Sa.Ka.23 – 82An.174 –  5275 Sa.Ka.98,101 – CMK.50,51,223,231,264 – TCK.7,50,51,58,62,155 – 3713 Sa.Ka.13 – 5252 Sa.Ka.9 – 3682 Sa.Ka.8 – 765 Sa.Ka.59,80,342,510,522 – 5728 Sa.Ka.562,Geç.1 – 1632 Sa.Ka.Ek.10 – 647 Sa.Ka.4,6

I. Sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden ve doğurduğu sonuçlar itibariyle karma bir özelliğe sahip bulunan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu;
denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması halinde, geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak kamu davasının 5271 sayılı CYY.’nın 223. maddesi uyarınca düşürülmesi sonucu doğurur.
Bu niteliğiyle sanık ile devlet arasındaki cezai nitelikteki ilişkiyi sona erdiren düşme nedenlerinden birisini oluşturur. Müessesenin yargılama yasasında düzenlenmiş bulunması da  onun karma niteliğini değiştirmez.
II. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının koşulları;
a) Suça ilişkin koşullar;
1- Yapılan yargılama sonucunda, sanık hakkında mahkûmiyet hükmü tesis edilmeli ve hükmolunan ceza ise iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezasından ibaret olmalıdır.
2- Suç, Anayasanın 174. maddesinde güvence altına alınan İnkılâp Yasalarında yer alan suçlardan bulunmamalıdır.
3- 1.3.2008 tarihinden itibaren işlenen suçlarda ise, suçun ayrıca 3713 sayılı Yasa ile  1632 sayılı Yasa kapsamında yer alan suçlardan olmaması gerekmektedir.
b) Sanığa ilişkin koşullar;
1- Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış olması,
2- Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade,  suçtan önceki hale getirme veya tamamen giderilmesi,
3- Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak, sanığın yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate ulaşılması, Gerekmektedir.
Tüm bu koşulların bulunması halinde, mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilecek ve sanık beş yıl süreyle denetimli serbestlik tedbirine tabi tutulacaktır.
III. Tüm bu açıklamalar çerçevesinde Ceza Genel Kurulunca varılan sonuçları şu şekilde özetlemek olanaklıdır;
1- 5728 sayılı Yasanın Geçici 1. maddesi hükmü, Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve Özel Dairelerin istikrar kazanmış kararları ile kurumun karma niteliği nazara alındığında, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun kesinleşmiş infaz edilmekte olan ve hukuki yararı bulunması koşuluyla infaz edilmiş hükümlere de uygulanabileceği,
2- Kesinleşmiş hükümlerde, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının, hükmü veren mahkemece, objektif koşulların değerlendirilmesiyle sınırlı bir inceleme yapılacak ahvalde evrak üzerinde, subjektif koşulların değerlendirilmesi gereken hallerde ise duruşma açılarak yapılması gerektiği,
3- Birden fazla suçtan mahkûmiyet halinde hükmün açıklanmasının geri bırakılması koşullarının, her suç yönünden ayrı ayrı değerlendirilmesinin zorunlu olduğu,
4- Kesinleşmiş hükümlerde, hükmün açıklanmasının geri bırakılması veya reddine ilişkin kararlara karşı başvurulabilecek yasa yolunun 5728 sayılı Yasanın Geçici 1, 5275 sayılı Yasanın 101 ve 5271 sayılı Yasanın 231/12. maddesi uyarınca itiraz olduğu,
5- Kesinleşmiş hükümlerde, yasa yolu merciince incelemenin evrak üzerinde ve  5271 sayılı Yasanın 231. maddesinin koşullarının belirlenmesi ile sınırlı bir şekilde yapılacağı, hükümdeki hukuka aykırılıkların, bu aşamada denetlenemeyeceği,
6- Kesinleşmiş hükümlerde, 647 sayılı Yasanın 4 ve 6 veya 5271 sayılı Yasanın 50 ya da  51. maddelerinin uygulanıp, uygulanmamasının hükmün açıklanmasının geri bırakılması konusunda değerlendirme yapmaya engel oluşturmayacağı,
7- Eski yasa döneminde işlenip, adli sicilden silinme koşulları oluşmuş olan mahkûmiyetler ile ertelenmiş ve vaki olmamış sayılmasına karar verilen mahkûmiyetlerin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yasal engel oluşturmayacağı, yeni dönemde işlenen suçlar açısından ise infazdan sonra 5237 sayılı Yasanın 58. maddesinde belirtilen tekerrür sürelerinin esas alınmasının hakkaniyete uygun bir çözüm olacağı,
8- Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tamamen giderilmesinde zarar yönünden, kanat verici basit bir araştırma ile belirlenecek maddi zararların  esas alınması, manevi zararların bu kapsama dahil edilmemesi gerektiği; Sonucuna ulaşılmakla, haklı nedenlere dayanan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire kararının kaldırılmasına ve yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde Adalet Bakanlığının yasa yararına bozma istemi konusunda bir karar verilmek üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.

DAVA ve KARAR:

Sanık O.D.`in, resmi evrakta sahtecilik suçundan 765 sayılı TCY.’nın 342/1, 80, 59/2. maddeleri uyarınca 1 yıl 11 ay 10 gün ağır hapis, hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçundan ise  765 sayılı TCY.’nın 510, 522 ve 59/2. maddeleri uyarınca 11 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 3.2.1999 gün ve 208-22 sayılı hüküm,
Yargıtay 6. Ceza Dairesince 19.12.2000 gün ve 9381 – 9936 sayı ile onanarak kesinleşmiştir.

5237 sayılı TCY.’nın yürürlüğe girmesi nedeniyle hükümlünün hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinin talep edilmesi üzerine, İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesince dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda 3.2.2006 gün ve 208-22 sayı ile;
“1- … Hükümlü hakkında kesinleşmiş ilamın 2 numaralı bendinde tespit edilen ceza sanık lehine olduğundan 5237 sayılı Yasanın 7/2 maddesi uyarınca 1 yıl 11 ay 10 gün ağır hapis cezasının, hapis olarak değiştirilmek suretiyle aynen korunmasına, infazın kesinleşmiş ilam uyarınca 1 yıl 11 ay 10 gün hapis cezası üzerinden yerine getirilmesine devam edilmesine,
2- Sanık O.D.’in hizmet nedeniyle emniyeti suistimal suçundan eylemine uyan 5237 sayılı Yasanın 155/2 maddesi uyarınca takdiren 1 sene hapis ve  5 gün karşılığı adli para cezası ile cezalandırılmasına,

Takdiri indirici sebep nedeniyle cezası 5237 sayılı Yasanın 62. maddesi uyarınca 1/6 oranında indirilerek 10 ay hapis ve 4 gün karşılığı adli para cezası ile cezalandırılmasına, adli para cezasının beher günü 20,00 YTL hesabıyla 80,00 YTL adli para cezası olarak belirlenmesine,

… Hükümlü hakkında bu suçla ilgili olarak yeniden belirlenen cezalar sonuç olarak sanık lehine olduğundan 5237 sayılı Yasanın 7/2 maddesi uyarınca  bu suçla ilgili yeniden tespit edilen 10 ay hapis ve 80,00 YTL adli para cezası esas alınarak infazın yerine getirilmesine…” karar verilmiş ve bu karar da yasa yollarına başvurulmaksızın kesinleşmiştir.

İstanbul C. Başsavcılığı ve hükümlü müdafiinin, 5728 sayılı Yasa ile 5271 sayılı CYY.’nın 231. maddesinde yapılan değişiklik nedeniyle hükümlünün durumunun yeniden değerlendirilmesi istemiyle başvurmaları üzerine, bu kez İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesince 25.2.2008 tarihinde dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda;

“…Sanık hakkında işlediği suçlardan ötürü verilen özgürlüğü bağlayıcı cezanın toplam süresinin 2 yıl hapis cezasından fazla olması nedeniyle uygulanması koşulları bulunmadığından ve takdiren sanık hakkında,  5728 sayılı Yasanın 562. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK.nun 231/5-14 madde ve fıkraları ile aynı Yasanın geçici 1-2. maddelerinin uygulanmasına ve hükmün açıklanmasının geriye bırakılmasına ve infazın durdurulmasına  yer olmadığına, hükmün aynen infazına…” itirazı kabil olarak karar verilmiştir.

Hükümlü müdafiinin itiraz başvurusu üzerine, dosyayı inceleyen  İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesince 17.3.2008 gün ve 2008/390 D.iş sayı ile; verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğundan bahisle itirazın reddine karar verilmiştir.

Adalet Bakanlığınca 26.6.2008 gün ve 36552 sayı ile yargılamanın duruşma açılarak yapılması gerektiğinden bahisle yasa yararına bozma isteminde bulunulması üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesince 26.9.2008 gün ve 13068-9869 sayı ve özetle;

“… Gerek evrak üzerinde gerekse duruşma yapılarak bu yönde verilen kararlar hüküm niteliğinde olup temyize tabi bulunduğundan İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 25.2.2008 gün ve 1996/208 sayılı kararına karşı itiraz üzerine İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesince verilen itirazın reddine ilişkin 17.3.2008 gün ve 2008/390-390 değişik iş sayılı kararı hukuken geçersiz olup yok hükmündedir. 5271 sayılı CMK.’nun 264. maddesi uyarınca “yasa yolunun belirlenmesindeki yanılma, başvuranın haklarını ortadan kaldırmayacağı” cihetle, hükümlü müdafiinin 11.3.2008 günlü temyiz mahiyetindeki başvurusunun süresinde olduğunun kabulünde zorunluluk bulunduğundan, dosyanın temyiz incelemesi yapılmak üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesi gerekmekte olup İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 25.2.2008 gün ve 1996/208 sayılı hükmü henüz kesinleşmemiştir.

Yukarıda açıklanan nedenlerle; İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 25.2.2008 gün ve 1996/208 sayılı kararı temyize tabi olup, yasal yollara başvurulması nedeniyle henüz kesinleşmediğinden yasa yararına bozma isteminin CMK.’nun 309. maddesi uyarınca reddine, temyiz incelemesi yapılmak üzere tebliğname düzenlenmesi için dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine…” karar verilmiştir.
Yargıtay C. Başsavcılığı ise 17.11.2008 gün ve 142569 sayı ile;
“…5728 sayılı Yasanın Geçici 1. maddesinin 2. fıkrasında, “Bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihten önce kesinleşmiş ve infaz edilmekte olan mahkûmiyet kararları hakkında, lehe kanun hükümleri, hükmü veren mahkemece  13.12.2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 98 ila 101 inci maddeleri dikkate alınmak ve dosya üzerinden incelenmek suretiyle belirlenir. Ancak, hükmün konusunun herhangi bir inceleme, araştırma, delil tartışması ve takdir kullanılmasını gerektirmesi halinde inceleme, duruşma açılmak suretiyle yapılabilir…” hükmü öngörülmüştür.

Görüldüğü üzere; Geçici 1. maddenin 2. fıkrasında uyarlama yargılamasının ne şekilde gerçekleştirileceği ve verilecek kararın hangi yasa yoluna tabi olduğu hususunda genel düzenleme içeren 5275 sayılı Yasanın 98 ilâ  101. maddelerine atıf yapılmaktadır. Buna göre, uyarlama yargılamasının atıf yapılan maddeler uyarınca duruşmasız, evrak üzerinde inceleme ile gerçekleştirilmesi gerekmekte olup, verilen kararlar da itiraza tabidir.

5728 sayılı Yasanın Geçici 1. maddesinin 2. fıkrasında, 5275 sayılı Yasanın 101. maddesinde yer alan uyarlama yargılamasının duruşmasız olarak yapılması gerektiğine ilişkin genel düzenlemeye bir istisna getirilmiş,  ancak genel düzenlemede mevcut olan kararların itiraza tabi olması kuralına bir istisna getirilmemiştir. Kanun koyucunun uyarlama yargılamasının duruşmasız yapılması gerektiğine ilişkin genel düzenlemeye istisna hüküm getirdiği halde, yasa yolu bakımından bir istisnaya yer vermemesi,  genel kuralın geçerliliğini istediği anlamındadır.
Dolayısıyla uyarlama yargılamasının evrak üzerinde yapılması gereken hallerde dosya üzerinde inceleme yapılarak verilen kararların  Geçici 1. maddenin 1. cümlesindeki atıf karşısında itiraza tabi bulunduğunda hiçbir kuşku bulunmamaktadır. Maddede, uyarlama yargılamasının duruşmalı yapılmasının zorunlu tutulmaması ve duruşmalı olarak yapılan yargılama sonucu verilen kararlar bakımından da yasa yolu bakımından bir istisnaya  yer verilmemesi nazara alındığında, duruşmalı olarak yapılan uyarlama yargılaması sonucu verilen kararların da itiraza tabi olması gerektiği ortaya çıkmaktadır.

Bu itibarla, söz konusu kararın kesinleşmesi nedeniyle kanun yararına bozma istemi incelenerek bir karar verilmesi gerekir iken, yazılı şekilde karar verilmesinin hukuka aykırı olduğu kanaatine varılmıştır” görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurarak, Özel Daire kararının kaldırılmasına ve Adalet Bakanlığının yasa yararına bozma istemi konusunda bir karar verilmek üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmesini talep etmiştir.

Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:

YARGITAY CEZA GENEL KURULU KARARI:

Resmi evrakta sahtecilik ve hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçlarından hükümlü O hakkında, 5728 sayılı Yasanın 562. maddesi ile değiştirilen 5271 sayılı CYY.’nın 231. maddesi uyarınca yapılan kesinleşmiş hükümde değişiklik (uyarlama) yargılaması sonucunda, koşulları bulunmadığından bahisle hükmün açıklanmasının geri bırakılması isteminin reddine karar verilmiş ve bu karara karşı yapılan itiraz başvurusu da merciince ret edilmiştir.

Adalet Bakanlığınca mercii kararına karşı yasa yararına bozma isteminde bulunulması üzerine, Özel Daire ile Yargıtay C. Başsavcılığı arasında, kesinleşmiş hükümlerde hükmün açıklanmasının geri bırakılması isteminin reddine ilişkin kararlara karşı başvurulabilecek yasa yolunun belirlenmesi konusunda uyuşmazlık doğmuştur.

Ancak, 20.1.2009 tarihinde yapılan birinci müzakerede, uyuşmazlık konusunda sağlıklı bir karar verilebilmesi için “hükmün açıklanmasının  geri bırakılması” kurumunun niteliğinin belirlenmesi gerektiği ve bu bağlamda;

1- Kesinleşmiş hükümlerde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilip verilemeyeceği,

2- Kesinleşmiş hükümlerde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesinin dosya üzerinde yapılacak inceleme ile mi, yoksa duruşma açılarak mı gerçekleştirileceği,

3- Birden fazla suçtan mahkûmiyet hallerinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesinde, toplam ceza miktarı mı, yoksa her bir suç için verilen ceza miktarının mı nazara alınacağı,

4- Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi veya istemin reddine ilişkin karara karşı başvurulabilecek yasa yolunun, itiraz mı, yoksa temyiz mi olacağı,

5- Yasa yolu merciince yapılacak incelemenin yöntemi (duruşmalı mı, yoksa evrak üzerinde mi) ve kapsamının ne olacağı, merciince, suçun sübutu ve nitelendirilmesi konusunda (esasa ilişkin) değerlendirme yapılıp yapılamayacağı, hükmün içeriğindeki hukuka aykırılıkların merciince denetlenebilip denetlenemeyeceği,
6- Kesinleşen hükümde 647 sayılı Yasanın 4 ve 6 veya 5237 sayılı  TCY.’nın 50 ve 51. maddelerinin uygulanmış ya da uygulanmamış olmasının hükmün açıklanmasının geri bırakılması konusunda değerlendirme yapmaya veya uygulamaya engel oluşturup, oluşturmayacağı,

7- Kasıtlı bir suçtan mahkûmiyetten ne anlaşılması gerektiği,

8- Zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle giderilmesinden, anlaşılması gereken hususlar neler olduğu, manevi zararların bu kapsama dâhil edilip edilemeyeceği, zarar konusunda mahkemece herhangi bir araştırma yapılmasına gerek bulunup bulunmadığı, bulunmakta ise  bu araştırmanın kapsamı nasıl belirleneceği,

Konularının da ele alınması gerektiği ileri sürülerek, bu hususların müzakereye dahil edilip edilemeyeceği Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca ön sorun olarak ele alınmış, ancak, anılan konuların müzakereye dahil edilmesi hususunda yasal oy çokluğu sağlanamadığından, işin görüşülmesi ikinci müzakereye kalmıştır.

3.2.2009 tarihinde yapılan ikinci müzakerede ise, hukuki uyuşmazlığın doğru bir şekilde çözüme bağlanabilmesi için belirtilen tüm konuların tartışılarak bir sonuca bağlanması gerektiği yasal oyçokluğuyla kararlaştırılarak müzakereye başlanmıştır.

Uyuşmazlık konularında sağlıklı bir çözüme ulaşılabilmesi için öncelikle hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun niteliği ve uygulanma koşullarının incelenmesinde yarar bulunmaktadır.

Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, hukukumuzda ilk kez 15.7.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5395 sayılı Çocuk Koruma Yasasının 23. maddesi ile çocuklar hakkında, 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5560 sayılı Yasanın 23. maddesiyle 5271 sayılı Yasanın 231. maddesine eklenen 5-14. fıkralar ile de büyükler için kabul edilmiş, aynı Yasanın 40. maddesiyle 5395 sayılı Yasanın 23. maddesi değiştirilmek suretiyle, denetim süresindeki farklılık hariç olmak koşuluyla, çocuk suçlular ile yetişkin suçlular hükmün açıklanmasının geri bırakılması açısından aynı koşullara tabi kılınmıştır.

Yetişkin sanıklar yönünden başlangıçta şikâyete bağlı suçlarla sınırlı olarak, hükmolunan bir yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası için kabul edilen bu müessese, 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe giren 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Yasanın 562. maddesiyle 5271 sayılı Yasanın 231. maddesinin 5 ve 14. fıkralarında yapılan değişiklik ile hükmolunan iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezaları için uygulanabilir hale getirilmiş, böylece başlangıçta yetişkin sanıklar hakkında şikâyete bağlı suçlarla sınırlı olarak uygulanan bu kurum Anayasanın 174. maddesinde güvence altına alınan İnkılâp Yasalarında yer alan suçlar ayrık olmak üzere, tüm suçları kapsayacak şekilde düzenlenmiştir.

Ancak 1.3.2008 tarihinde yürürlüğe giren 26.2.2008 gün ve 5739 sayılı Yasa ile 3713 sayılı Yasanın 13. maddesinde yapılan değişiklik ve 1632 sayılı Askeri Ceza Yasasına eklenen Ek 10. madde ile 15 yaşından büyüklerin işledikleri terör suçları ile 1632 sayılı Yasada yer alan suçlar yönünden hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemeyeceği hüküm altına alınmakla, hükmün uygulanma koşulları daraltılmıştır.

Sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, doğurduğu sonuçlar itibariyle karma bir özelliğe sahip olup, bu husus Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 19.2.2008 gün ve 346-25 sayılı kararında “Sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden ve doğurduğu sonuçlar itibariyle karma bir özelliğe sahip bulunan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması halinde, geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak kamu davasının 5271 sayılı CYY.’nın 223. maddesi uyarınca düşürülmesi sonucu doğurduğundan, bu niteliğiyle sanık ile devlet arasındaki cezai nitelikteki ilişkiyi sona erdiren düşme nedenlerinden birisini oluşturmaktadır. Müessesenin yargılama yasasında düzenlenmiş bulunması da onun karma niteliğini değiştirmez”  şeklinde açıkça vurgulanmıştır.

Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının koşulları;

a) Suça ilişkin koşullar;

1- Yapılan yargılama sonucunda, sanık hakkında mahkûmiyet hükmü tesis edilmeli ve hükmolunan ceza ise iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezasından ibaret olmalıdır.

2- Suç, Anayasanın 174. maddesinde güvence altına alınan  İnkılâp Yasalarında yer alan suçlardan bulunmamalıdır.

3- 1.3.2008 tarihinden itibaren işlenen suçlarda ise, suçun ayrıca 3713 sayılı Yasa ile 1632 sayılı Yasa kapsamında yer alan suçlardan olmaması gerekmektedir.

b) Sanığa ilişkin koşullar;

1- Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış olması,

2- Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın,  aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tamamen giderilmesi,

3- Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak, sanığın yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate ulaşılması, Gerekmektedir.

Tüm bu koşulların bulunması halinde, mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilecek ve sanık beş yıl süreyle denetimli serbestlik tedbirine tabi tutulacaktır.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konularının incelenmesinde;
1- Kesinleşmiş hükümlerde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına  karar verilmesi mümkün müdür?
Sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu doğurduğu sonuçlar itibariyle karma bir özelliğe sahip olup, bu husus Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 19.2.2008 gün ve 346/25 sayılı kararında da açıkça vurgulanmıştır.

Karma bir niteliği bulunan bu kurumun, maddi ceza hukukuna ilişkin yönü nazara alındığında, 5237 sayılı Yasanın 7. maddesinde tanımlanan lehe yasanın geçmişe yürümesi ilkesi uyarınca, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun önceki hükümlere de uygulanması doğaldır. Kaldı ki, Yasa koyucu da olası tartışmaları engellemek için 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Yasanın Geçici 1. maddesinin 2. fıkrasında bu hususu; “Bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihten önce kesinleşmiş ve infaz edilmekte olan mahkûmiyet kararları hakkında, lehe kanun hükümleri, hükmü veren mahkemece 13.12.2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 98 ilâ 101 inci maddeleri dikkate alınmak ve dosya üzerinden incelenmek suretiyle belirlenir. Ancak, hükmün konusunun herhangi bir inceleme, araştırma, delil tartışması ve takdir hakkının kullanılmasını gerektirmesi halinde inceleme, duruşma açılmak suretiyle yapılabilir” hükmü ile yasal bir çözüme kavuşturmuştur.
Gerek yasal düzenleme gerek Yargıtay Ceza Genel Kurulunun ve Özel Dairelerin yerleşmiş yargısal kararları, gerekse hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun hukuki niteliği nazara alındığında, bu kurumun kesinleşmiş, infaz edilmekte olan ve hukuki yararı bulunmak koşuluyla  infaz edilmiş hükümler yönünden de uygulanması zorunludur.

2- Kesinleşmiş hükümlerde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi dosya üzerinde yapılacak inceleme ile mi, yoksa duruşma açılarak mı gerçekleştirilmelidir?
Konuya ilişkin 5728 sayılı Yasanın Geçici 1. maddesinin 2. fıkrasında, “Bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihten önce kesinleşmiş ve infaz edilmekte olan mahkûmiyet kararları hakkında, lehe kanun hükümleri, hükmü veren mahkemece 13.12.2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 98 ilâ 101 inci maddeleri dikkate alınmak ve  dosya üzerinden incelenmek suretiyle belirlenir. Ancak, hükmün konusunun herhangi bir inceleme, araştırma, delil tartışması ve takdir hakkının kullanılmasını gerektirmesi halinde inceleme, duruşma açılmak suretiyle yapılabilir” hükmü getirilmiştir.
Kaynağını, uyarlama yargılamasının yöntemi ile buna ilişkin Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve Daire kararlarının oluşturduğu 5728 sayılı Yasanın Geçici 1. maddesinin açık hükmü uyarınca; bu Yasanın yürürlüğe girdiği tarihten önce kesinleşmiş, infaz edilmekte ve hatta koşulları bulunmakta ise infaz edilmiş olan mahkûmiyet kararları hakkında, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumuna ilişkin uyarlama, hükmü veren mahkemece, objektif koşulların değerlendirilmesiyle sınırlı bir inceleme yapılması halinde evrak üzerinde, subjektif koşulların değerlendirilmesi gereken hallerde ise duruşma açılarak yapılmalıdır.

3- Birden fazla suçtan mahkûmiyet halinde, hükmün açıklanmasının  geri bırakılmasına karar verilmesinde, toplam ceza miktarı mı, yoksa her bir suç için verilen ceza miktarı mı nazara alınmalıdır?

Sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması halinde, geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak kamu davasının 5271 sayılı CYY.’nın 223. maddesi uyarınca düşürülmesi sonucunu doğurduğundan, bu niteliğiyle sanık ile devlet arasındaki cezai nitelikteki ilişkiyi sona erdiren düşme nedenlerinden birisini oluşturmaktadır.

Yerleşmiş yargısal kararlarda da vurgulandığı üzere, düşme nedenlerinin her bir suç yönünden ayrı ayrı nazara alınması gerekmektedir. Bu nedenle birden fazla suçtan mahkûmiyet halinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmayacağı hususu her suç yönünden ayrı ayrı değerlendirilmelidir.

4- Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi veya istemin reddine ilişkin karara karşı başvurulabilecek yasa yolu, itiraz mıdır, yoksa temyiz midir?

Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararlara karşı başvurulacak yasa yolu, 5271 sayılı Yasanın 231. maddesinin 12. fıkrasında açıkça itiraz olarak belirlendiğinden, geri bırakılma kararına yönelik yasa yolu itirazdır.

Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının reddine ilişkin kararlara karşı başvurulacak yasa yolunun belirlenebilmesi için ise öncelikle, 5252 sayılı Yasanın 9, 5275 sayılı Yasanın 98 ila 101 ve 5728 sayılı Yasanın  Geçici 1. maddelerinin kapsamının belirlenmesinde zorunluluk bulunmaktadır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 27.12.2005 gün ve 162-173 ile 24.1.2006 gün ve 136-3 sayılı kararlarında da ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, 5252 sayılı Yasanın “Lehe olan hükümlerin uygulanmasında usul” başlıklı 9. maddesinin 1. fıkrası;

a) Sadece 1 Haziran 2005 tarihinden önce kesinleşmiş mahkûmiyet hükümlerinde ve

b) Münhasıran, 5237 sayılı Türk Ceza Yasasının yürürlüğe girmesi nedeniyle hükümde bir değişiklik yargılaması yapılması gerektiğinde uygulanabilecektir.

Görüldüğü gibi bu düzenleme, 5237 sayılı Türk Ceza Yasası dışında başka herhangi bir yasanın yürürlüğe girmesi ve lehe hüküm içermesi halinde yapılacak incelemeyi kapsamamaktadır.

Buna göre, 5237 sayılı TCY.’nın yürürlüğe girmesi nedeniyle lehe yasanın değerlendirilmesi amacıyla yapılacak uyarlama yargılaması 5275 sayılı Yasanın 98. maddesine göre daha özel nitelikteki 5252 sayılı Yasanın 9. maddesinde öngörülen usule göre gerçekleştirilmeli, bu iki koşulun birden oluşmadığı hallerde ise, genel düzenleme getiren 5275 sayılı Yasanın 98 ve  devamı maddelerindeki yöntem uygulanmalıdır.

Anılan kararlarda vurgulandığı üzere, 1 Haziran 2005 tarihinden sonra gerçekleştirilen yasa değişiklikleri nedeniyle uyarlama yargılamasının tabi olacağı ilkeler 5252 sayılı Yasanın 9. maddesine göre değil, 5275 sayılı Yasanın 98 ilâ 101. maddelerine göre belirlenmelidir. Kaldı ki, aynı husus  5728 sayılı Yasanın Geçici 1. maddesinde de açıkça belirtilmiştir.

Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının reddine ilişkin kararlar,  5271 sayılı Yasanın 223. maddesi anlamında hüküm sayılmadığından ve  salt bu nedene dayalı uyarlama yargılamasında da 5252 sayılı  Yasanın 9. maddesinin uygulanması olanağı bulunmadığından, 5728 sayılı Yasanın Geçici 1 ve 5275 sayılı Yasanın 101/3. fıkrası uyarınca bu kararlara karşı başvurulabilecek yasa yolu itirazdır.

5- Yasa yolu merciince yapılacak incelemenin yöntemi (duruşmalı mı,  yoksa evrak üzerinde mi) ve kapsamı nedir, merciince, suçun sübutu, nitelendirilmesi konusunda (esasa ilişkin) değerlendirme yapılabilir mi,  hükmün içeriğindeki hukuka aykırılıklar denetlenebilir mi?

Kural olarak itiraz merciince yapılacak inceleme evrak üzerinde olmalıdır. Kesinleşmiş hükümlerde, suçun sübutu, nitelendirilmesi veya kanıt değerlendirilmesi konusunda herhangi bir uyuşmazlık bulunmayacağından, itiraz merciince de bu hususların denetlenmesi veya değerlendirilmesi mümkün bulunmadığından itiraz merciince 5271 sayılı Yasanın 231. maddesinin koşulları ile sınırlı bir inceleme yapabilecek, hükmün içeriğinde yer alan hukuka aykırılıklar hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının objektif koşullarını etkilemediği sürece bu aşamada herhangi bir yasayolu denetimine tabi olmayacağı gibi itiraz merciince de denetlenemeyecektir.

6- Kesinleşen hükümde 647 sayılı Yasanın 4 ve 6 veya 5237 sayılı  TCY.’nın 50 ve 51. maddelerinin uygulanmış ya da uygulanmamış olması, hükmün açıklanmasının geri bırakılması konusunda değerlendirme yapmaya veya uygulamaya engel midir?

Koşullu bir düşme nedeni oluşturan “hükmün açıklanmasının geri bırakılması” müessesesi, (mahkûmiyet, suç niteliği ve ceza miktarına ilişkin) objektif koşulların varlığı halinde mahkemece, diğer kişiselleştirme hükümlerinden önce ve re’sen değerlendirilerek, uygulanması yönünde kanaate ulaşıldığı takdirde, hiçbir isteme bağlı olmaksızın öncelikle uygulanmalıdır.

Ceza Genel Kurulunun yerleşmiş kararlarında vurgulandığı üzere kesinleşen hükümlerde 647 sayılı Yasanın 4 ve 6 veya 5237 sayılı TCY.’nın 50 ya da 51. maddelerinin uygulanmış ya da uygulanmamış olması, hükmün açıklanmasının geri bırakılması konusunda değerlendirme yapmaya engel oluşturmayacaktır.  Zira, anılan kişiselleştirme kurumlarının uygulanması, istisnalar dışında mahkemenin takdirine bağlı olduğu halde buna karşın koşullu düşme nedenlerinden birini oluşturan hükmün açıklanmasının geri bırakılması  kararı re’sen değerlendirme yapmayı zorunlu kılmaktadır.
Bu nedenle sanık hakkında, ilk hükümde 647 sayılı Yasanın 4 ve 6. veya 5237 sayılı Yasanın 50 ya da 51. maddelerinin uygulanmış veya uygulanmamış olması da,  hükmün açıklanmasının ertelenmesi kararının cezanın kişiselleştirilmesi normlarından önce ve re’sen uygulanması zorunluluğu karşısında, ulaşılan bu sonucu değiştirmeyecektir.
7- Kasıtlı bir suçtan mahkûmiyetten anlaşılması gereken hususlar nelerdir?

5271 sayılı Yasanın 231. maddesinin 6. fıkrasının (a) bendinde olumsuz koşul olarak öngörülen daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamaktan anlaşılması gereken husus, mahkûmiyetin kasıtlı bir suçtan doğmasıdır. Anılan bendde hükmolunan ceza yönünden herhangi bir ayrım gözetilmediğinden, hükmolunan cezanın hapis veya adli para cezası olmasının, bu koşul açısından herhangi bir önemi bulunmamaktadır.

Ancak yasa koyucu, mahkûmiyetle ilgili olarak başkaca bir ölçü getirmediğinden, adli sicilden silinen mahkûmiyetler, ertelenmiş ve vaki olmamış sayılan mahkûmiyetler, üzerinden çok uzun sürelerin geçmesi nedeniyle tekerrüre esas oluşturmayan mahkûmiyetler de hükmün açıklanmasının ertelenmesi kararına engel oluşturacak mıdır? Bu konularda gerek yasa metninde gerekse gerekçede herhangi bir açıklık bulunmamaktadır.
Yasa koyucu herhangi bir düzenleme getirmediğine göre, bu hükmü mutlak şekilde yorumlamanın, adalet ilkesiyle bağdaşıp bağdaşmayacağı ya da yasa koyucunun gerçek muradının bu olup olmadığı da gözönüne alınmalıdır.

Bu soruna çözüm bulabilmek için yasa koyucunun mahkûmiyetin sonuçlarını bertaraf etmek için öngördüğü diğer kurumların da değerlendirilmesi gerekmektedir.

647 sayılı Yasanın 6. maddesi uyarınca ertelenmiş mahkûmiyetlerde, sanığın deneme süresinde kasıtlı bir suç işlememesi halinde önceki mahkûmiyet 765 sayılı TCY.’nın 95/2. maddesi uyarınca esasen vaki olmamış sayılacağından, bu nitelikteki bir mahkûmiyetin, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yasal bir engel oluşturabileceğini kabul etmek olası değildir.

Yine aynı şekilde 3682 sayılı Adli Sicil Yasasının 8 ve 5352 sayılı yeni  Adli Sicil Yasasının Geçici 2. maddesi hükümleri uyarınca silinme koşulları oluşan adli sicil kayıtlarının, adli sicilden silinmiş olup olmadığına bakılmaksızın, bu kayıtların da, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yasal bir engel oluşturabileceğini kabul etmek hukuk ilkeleriyle bağdaşmayacaktır.

Buna karşın, 5237 sayılı TCY.’nın 51. maddesi uyarınca ertelenmiş mahkûmiyetlerde ceza infaz edilmiş sayılacağından ve 5352 sayılı Adli Sicil Yasasının 9. maddesi uyarınca oluşturulan adli sicil kayıtları ceza veya güvenlik tedbirlerinin infazının tamamlanması ile Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünce silinerek bu kayıtlar arşiv kaydına alınacağından, bu tür mahkûmiyetlerin varlığı halinde sanık hiçbir şekilde hükmün açıklanmasının  geri bırakılmasından yararlanamayacak mıdır? Soruları gündeme gelebilecektir.

Hak yoksunluklarını kural olarak 5237 sayılı Yasanın 53. maddesinde cezanın infazı ile sınırlandıran, doğmuş hak mahrumiyetlerini ortadan kaldırmak için Adli Sicil Yasasına eklediği 13/a maddesi ile yasak hakların geri verilmesi müessesini kabul eden ve  5237 sayılı TCY.’nın 58. maddesinde tekerrür hükümlerinin uygulanması açısından infazdan itibaren beş ve üç yıllık süreler öngören yasa koyucunun, bir kez mahkûm olan  bir kişinin ömür boyu bu mahkûmiyetinin olumsuz sonuçlarından etkilenmesi gerektiğini kabul ettiği düşünülemez. Bu nedenlerle, yeni yasa dönemindeki mahkûmiyetler açısından da, belirli sürelerin geçmesi ile bu mahkûmiyetlerin 231. maddenin uygulanmasına yasal engel oluşturmayacağını kabulde zorunluluk bulunmaktadır.

Bu itibarla, 1.6.2005 tarihinden sonra işlenen suçlardan dolayı mahkûm edilen sanıklar yönünden, 5237 sayılı TCY.’nın tekerrür hükümlerinin uygulanması için 58. maddesinde öngörülen sürelerin nazara alınması ve bu sürelerin geçmiş olduğu hallerde önceki mahkûmiyetin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının objektif koşularının değerlendirilmesi yönünden engel oluşturmayacağının kabulü adalet ve hakkaniyete uygun olacaktır.

O halde, 1.6.2005 tarihinden önce işlenen suçlar yönünden, önceki mahkûmiyetin 765 sayılı TCY.’nın 95/2. maddesi uyarınca esasen vaki olmamış sayılacağı haller veya 3682 sayılı Adli Sicil Yasasının 8 ve 5352 sayılı Adli Sicil Yasasının geçici 2. maddesi hükümleri uyarınca silinme koşulları oluşan önceki mahkûmiyetler, adli sicilden silinmiş olup olmadığına bakılmaksızın;  1.6.2005 tarihinden sonra işlenen suçlardan dolayı mahkûm edilen sanıklar yönünden ise, 5237 sayılı TCY.’nda tekerrür hükümlerinin uygulanması için 58. maddesinde öngörülen sürelerin geçmiş olduğu haller, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının objektif koşullarının değerlendirilmesinde olumsuz koşul olarak belirtilen engel bir neden olarak kabul edilemeyecektir.

Ancak, yasal engel oluşturmayan bu mahkûmiyetlerin yargılama mercilerince, subjektif koşulun ele alınmasında sanığın suç işleme eğilimi açısından değerlendirmeye esas alınmasına da bir engel bulunmamaktadır.

8- Zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle giderilmesinden, anlaşılması gereken hususlar nelerdir, manevi zararlar  bu kapsama dâhil midir, zarar konusunda mahkemece herhangi bir araştırma yapılmasına gerek bulunmakta mı, bulunmakta ise bu araştırmanın kapsamı nasıl belirlenmelidir?

Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının objektif koşullarından birisi de suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tamamen giderilmesidir. Burada, uğranılan zararlardan kast edilen maddi zararlar olup, manevi zararlar bu kapsamda değerlendirilmemelidir.

Maddi zararın bizzat sanık tarafından yerine getirilmesi gerekmeyip, sanık adına  onun bilgisi ve rızası tahtında üçüncü kişiler tarafından da tazmin, aynen iade veya  eski hale getirme suretiyle giderilmesi de olanaklıdır. Ancak, herhangi bir zararın doğmadığı veya zarar doğurmaya elverişli bulunmayan suçlar yönünden bu koşul aranmayacaktır. Örneğin, 6136 sayılı Yasanın 13. maddesine aykırılık halinde, herhangi bir zarar bulunmadığından zararın giderimi koşulu aranmaz.
Zararın belirlenmesinde hâkim, ceza yargılamasında şahsi hak davasına  yer verilmediği gerçeğini de göz önünde bulundurmak koşuluyla, kanaat verici  basit bir araştırma yapmalı, hukuk hakimi gibi gerçek zararı tam anlamıyla saptamaya çalışmamalıdır. Zira, 5271 sayılı Yasanın 231. maddesindeki düzenleme,  kişinin ileride hukuk mahkemesinde şahsi hak davası açmasına ve giderilmediğini düşündüğü gerçek zararının saptanarak kalan kısmına da hükmedilmesini isteme yönünden bir engel oluşturmamaktadır.

Tüm bu açıklamalar çerçevesinde Ceza Genel Kurulunca varılan sonuçları  şu şekilde özetlemek olanaklıdır;

1- 5728 sayılı Yasanın Geçici 1. maddesi hükmü, Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve Özel Dairelerin istikrar kazanmış kararları ile kurumun karma niteliği nazara alındığında, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun kesinleşmiş infaz edilmekte olan ve hukuki yararı bulunması koşuluyla infaz edilmiş hükümlere de uygulanabileceği,

2- Kesinleşmiş hükümlerde, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının, hükmü veren mahkemece, objektif koşulların değerlendirilmesiyle sınırlı bir inceleme yapılacak ahvalde evrak üzerinde, subjektif koşulların değerlendirilmesi gereken hallerde ise duruşma açılarak yapılması gerektiği,

3- Birden fazla suçtan mahkûmiyet halinde hükmün açıklanmasının geri bırakılması koşullarının, her suç yönünden ayrı ayrı değerlendirilmesinin zorunlu olduğu,

4- Kesinleşmiş hükümlerde, hükmün açıklanmasının geri bırakılması veya reddine ilişkin kararlara karşı başvurulabilecek yasa yolunun 5728 sayılı Yasanın Geçici 1, 5275 sayılı Yasanın 101 ve 5271 sayılı Yasanın 231/12. maddesi uyarınca itiraz olduğu,

5- Kesinleşmiş hükümlerde, yasa yolu merciince incelemenin evrak üzerinde ve 5271 sayılı Yasanın 231. maddesinin koşullarının belirlenmesi ile sınırlı bir şekilde yapılacağı, hükümdeki hukuka aykırılıkların, bu aşamada denetlenemeyeceği,

6- Kesinleşmiş hükümlerde, 647 sayılı Yasanın 4 ve 6 veya 5271 sayılı Yasanın 50 ya da 51. maddelerinin uygulanıp, uygulanmamasının hükmün açıklanmasının geri bırakılması konusunda değerlendirme yapmaya engel oluşturmayacağı,

7- Eski yasa döneminde işlenip, adli sicilden silinme koşulları oluşmuş olan mahkûmiyetler ile ertelenmiş ve vaki olmamış sayılmasına karar verilen mahkûmiyetlerin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yasal engel oluşturmayacağı, yeni dönemde işlenen suçlar açısından ise infazdan sonra 5237 sayılı Yasanın 58. maddesinde belirtilen tekerrür sürelerinin esas alınmasının hakkaniyete uygun bir çözüm olacağı,

8- Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tamamen giderilmesinde zarar yönünden,  kanat verici basit bir araştırma ile belirlenecek maddi zararların esas alınması, manevi zararların bu kapsama dahil edilmemesi gerektiği;

Sonucuna ulaşılmakla, haklı nedenlere dayanan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire kararının kaldırılmasına ve yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde Adalet Bakanlığının yasa yararına bozma istemi konusunda bir karar verilmek üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.

SONUÇ: Açıklanan nedenlerle,
1- Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 26.9.2008 gün ve 13068-9869 sayılı kararının KALDIRILMASINA,
3- Kararda belirlenen ilkeler çerçevesinde, Adalet Bakanlığının yasa yararına bozma istemi konusunda bir karar verilmesi için dosyanın Yargıtay 11. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE, ön sorun yönünden yapılan birinci müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından, yapılan ikinci müzakerede oyçokluğuyla, esasa ilişkin incelemede ise, yapılan ilk müzakerede oybirliğiyle karar verildi.

Y.C.G.K. 3.2.2009 E.2008/11-250 – K.2009/13

PicLensButton YCGK 3.2.2009 E.2008/11 250 – K.2009/13