Etiket arşivi: ZAMANAŞIMI

İdari Davalarda Ecrimisil (Karşılıksız Kullanım) Zamanaşımı (10 yıl)

T.C.
DANIŞTAY
10. DAİRE
E. 2001/4096
K. 2004/4061
T. 26.4.2004
• ZAMANAŞIMI SÜRESİ ( Ecrimisil Alacağının Hesaplanmasında Borçlar Kanunu’ndaki Genel Zamanaşımı Süresinin Uygulanacağı )
• ECRİMİSİL ALACAĞININ TAHSİLİ TALEBİ ( Borçlar Kanunu’ndaki Genel Zamanaşımı Süresinin Uygulanması Gereği )
• SÜRE ( Ecrimisil Alacağının Hesaplanmasında Borçlar Kanunu’ndaki Genel Zamanaşımı Süresinin Uygulanacağı )
2886/m.75,92
818/m.125
ÖZET : 2886 sayılı Yasanın “sürelerin hesabı” başlıklı 92. maddesinde, bu kanunda yazılı sürelerin hesaplanmasında hüküm bulunmayan hallerde, Borçlar Kanunu hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Bu itibarla Borçlar Kanununda yer alan genel zamanaşımı süresinin ecrimisil alacağının tahsilinde gözönüne alınması gerekmektedir. Temyiz ve dava dosyalarının birlikte incelenmesinden 3.5.1999 günü idarenin elemanlarınca yapılan tespit üzerine davacının Hazine arazisini işgal ettiğinden bahisle 11.12.1992-3.5.1999 dönemleri için ecrimisil tahakkuk ettirildiği anlaşılmaktadır. Yukarıda açıklanan yasal düzenleme doğrultusunda olayda idarece işgalin tespit edildiği 3.5.1999 tarihinden geriye doğru hesap edilecek 10 yıllık genel zamanaşımı süresi göz önüne alınmak suretiyle uyuşmazlığın çözümü gerekmektedir. İdare Mahkemesince, 6183 sayılı Yasanın 102. maddesinde öngörülen 5 yıllık tahsil zamanaşımı esas alınmak suretiyle 3.5.1999 tarihinden geriye doğru 5 yıllık dönem dışında kalan ecrimisil alacağının zamanaşımına uğradığından bahisle dava konusu işlemin kısmen iptali yolunda verilen kararda hukuki isabet bulunmamaktadır.

İstemin Özeti : Davacının, hazine ile paydaş olduğu Afyon İli, Merkez Bayramgazi Köyü, Araplı Deresi Mevkiinde, tapunun … ada, … parsel numarasında kayıtlı taşınmazın hazine hissesine tekabül eden 14.286 m2’lik kısmının işgal edildiğinden bahisle tahakkuk ettirilen 488.367.000.-lira tutarındaki ecrimisil alacağının tahsili amacıyla tesis edilen işlemin iptali istemiyle açılan dava sonucunda Denizli İdare Mahkemesince, dava konusu işlemin kısmen iptali, davanın kısmen reddi yolunda verilen 14.6.2000 tarih ve E:1999/530, K:2000/634 sayılı kararın, taraflarca aleyhlerine olan kısımlarının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Savunmanın Özeti : Taraflarca savunma verilmemiştir.

D.Tetkik Hakimi Erkan Yılmaz’ın Düşüncesi : Borçlar Kanununda öngörülen 10 yıllık genel zamanaşımı süresi dikkate alınmadan dava konusu işlemin kısmen iptaline ilişkin mahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir. Açıklanan nedenle, davalı idare temyiz isteminin kabulü, kararın iptale ilişkin kısmının bozulmasına, davacı temyiz isteminin reddi gerektiği düşünülmektedir.

Danıştay Savcısı Bilgin Arısan’ın Düşüncesi : Tarafların karşılıklı temyiz dilekçelerinde öne sürülen hususlar, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49.maddesinin 1. fıkrasında belirtilen nedenlerden hiçbirisine uymayıp idare mahkemesince verilen kararın dayandığı hukuki ve yasal nedenler karşısında anılan kararın bozulmasını gerektirir nitelikte görülmemektedir.

Açıklanan nedenlerle tarafların karşılıklı temyiz isteminin reddiyle idare mahkemesi kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince gereği düşünüldü:

KARAR : Dava, davacının hazine ile paydaş olduğu Afyon İli, Merkez Bayramgazi Köyü, Araplı Deresi Mevkiinde tapunun 120 ada, 1 parsel numarasında kayıtlı taşınmazın hazine hissesine tekabül eden 14.286 m2’lik kısmının işgal edildiğinden bahisle tahakkuk ettirilen 488.367.000.-lira tutarındaki ecrimisil alacağının tahsili amacıyla tesis edilen işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

Denizli İdare Mahkemesince, Türk Medeni Kanununa göre müşterek ve iştirak halinde mülkiyette paydaşlık giderilmediği sürece paydaşlardan herbirinin taşınmazın her noktasında payı oranında hak sahibi olduğu, uyuşmazlık konusu taşınmazın 11.12.1992-3.5.1999 döneminde işgal eden davacının hazine payı yönünden fuzuli şagil olduğu, kamu alacağı niteliğinde bulunan ecrimisil alacağının işgalin tespit edildiği 3.5.1999 tarihinden geriye doğru 5 yıllık döneme ilişkin kısmında hukuka aykırılık bulunmadığı, diğer dönemlerin ise zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle dava konusu işlemin kısmen iptaline, davanın kısmen reddine karar verilmiştir.

Taraflarca anılan idare mahkemesi kararının aleyhlerine olan kısımlarının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Davacı tarafından ileri sürülen temyiz nedenleri mahkeme kararının bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.

Davalı idarenin temyiz istemine gelince;

2886 sayılı Devlet İhale Kanununun 75. maddesinde, “Devletin özel mülkiyetinde veya hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmaz malların, gerçek ve tüzel kişilerce işgali üzerine, fuzuli şagilden, bu Kanunun 9 uncu maddesindeki yerlerden sorulmak suretiyle, 13 üncü maddesinde gösterilen komisyonca takdir ve tespit edilecek ecrimisil istenir. Ecrimisil talep edilmesi için, Hazinenin işgalden dolayı bir zarara uğramış olması gerekmez ve fuzuli şagilin kusuru aranmaz.

Ecrimisil fuzuli şagil tarafından rızaen ödenmez ise, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil olunur……” kuralı getirilmiştir.

Aynı Yasanın “sürelerin hesabı” başlıklı 92. maddesinde, bu kanunda yazılı sürelerin hesaplanmasında hüküm bulunmayan hallerde, Borçlar Kanunu hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Bu itibarla Borçlar Kanununda yer alan genel zamanaşımı süresinin ecrimisil alacağının tahsilinde gözönüne alınması gerekmektedir. 

Temyiz ve dava dosyalarının birlikte incelenmesinden 3.5.1999 günü idarenin elemanlarınca yapılan tespit üzerine davacının Hazine arazisini işgal ettiğinden bahisle 11.12.1992-3.5.1999 dönemleri için ecrimisil tahakkuk ettirildiği anlaşılmaktadır.

Yukarıda açıklanan yasal düzenleme doğrultusunda olayda idarece işgalin tespit edildiği 3.5.1999 tarihinden geriye doğru hesap edilecek 10 yıllık genel zamanaşımı süresi göz önüne alınmak suretiyle uyuşmazlığın çözümü gerekmektedir. 

İdare Mahkemesince, 6183 sayılı Yasanın 102.maddesinde öngörülen 5 yıllık tahsil zamanaşımı esas alınmak suretiyle 3.5.1999 tarihinden geriye doğru 5 yıllık dönem dışında kalan ecrimisil alacağının zamanaşımına uğradığından bahisle dava konusu işlemin kısmen iptali yolunda verilen kararda hukuki isabet bulunmamaktadır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, davacı temyiz isteminin reddine, Denizli İdare Mahkemesinin 14.6.2000 tarih ve E:1999/530, K:2000/634 sayılı kararının davanın reddine ilişkin kısmının onanmasına, davalı idare temyiz isteminin kabulü ile anılan idare mahkemesi kararının dava konusu işlemin kısmen iptaline ilişkin kısmının bozulmasına, bozulan kısım hakkında yeniden karar verilmek üzere dosyanın adıgeçen mahkemeye gönderilmesine, 26.4.2004 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Ecrimisil (Karşılıksız Kullanım) Zamanaşımı Süresi

YARGITAY
Üçüncü Hukuk Dairesi
E: 1999/6070
K: 1999/6902
T: 29.6.1999

İLK İTİRAZ VE ZAMANAŞIMI SAVUNMASI
ECRİMİSİL
ÖZET : Zamanaşımı savunmasının yasal süresi içinde verilecek cevap dilekçesinde ilk itirazlarla birlikte ileri sürülmesi gerekir. Daha sonra ileri sürülen zamanaşımı itirazı savunmasının genişletilmesi sayılır. Bu genişletilmeye karşı çıkılmaz ise zamanaşımı definin yine incelenmesi gerekir.

(1086 s. HUMK. m. 195/2)
(YİBK., 25.5.1938 tarih ve 29/10 s.)

Dava dilekçesinde fazlaya ilişkin talep ve dava hakkı saklı tutularak 27.000.000.000 lira ecrimisilin faiz ve masraflarla birlikte davalı taraftan tahsili istenilmiştir. Mahkemece davanın kabulü cihetine gidilmiş, hüküm davalı Bakanlık vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Davacılar 6.11.1998 tarihinde açtıkları dava ile, kendilerine ait olan 4 nolu parseli davalının uzun yıllardır işgal ettiğini, taşınmazın 12.916.54 metre karelik kısmını 1995 yılının Haziran ayında kamulaştırdığını, kamulaştırma dışında kalan 9191.46 metre karenin de davalı tarafından işgal edildiğini iddia ederek, kamulaştırılan kısım için kamulaştırma tarihinden geriye doğru, kamulaştırma dışında kalan bölüm için de dava tarihinden geriye doğru 5 yıllık ecrimisil tutarından, fazlaya ilişkin talep ve dava hakkı saklı tutularak 27.000.000.000 liranın tahsili talep edilmiştir.

Davalı süresinden sonra yaptığı savunmada zamanaşımı def’inde bulunmuş, mahkemece davanın kabulü cihetine gidilmiştir.

1- Davalı Milli Savunma Bakanlığı ilk itirazları ile birlikte esas dava hakkındaki cevabını ve varsa karşı. delillerini dava dilekçesinin kendisine tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içinde bildirmek zorundadır (HUMK. mad. 195/2). Davalıya dava dilekçesi 23.11.1998 tarihinde tebliğ edildiği halde cevap 1.2.1999 tarihli dilekçe ile verilmiştir. Süresinde cevap vermediği için davalının davayı inkar ettiği varsayılır. Davalı 1.2.1999 tarihli cevap dilekçesinde aynı zamanda zamanaşımı def’inde bulunmuş ve böylece savunmasını genişletmiştir. Savunmasının genişletilmesine ilişkin 1.2.1999 tarihli dilekçesinin tekrar edildiği oturumda davacı sadece cevapları kabul etmediğini bildirerek davanın esasına cevap vermiştir. Bu durum karşısında davacının zimni olarak savunmanın genişletilmesine muvafakat ettiği kabul edilerek zamanaşımı def’i incelenerek varılacak sonuca uygun bir karar verilmelidir.

25.5.1938 tarih ve 29/10 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararına göre, ecrimisil davaları (5) yıllık zamanaşımı süresine tabi olup bu (5) yıllık süre dava tarihinden geriye doğru işlemeye başlar. 6.11.1998 dava tarihinden geriye doğru (5) yılın bitim tarihi olan 6.11.1993 tarihinden kamulaştırılan kısım için talep tarihi olan (kamulaştırmanın kesinleşme tarihi) 21.7.1995 tarihinde kadar 1 yıl 8 ay 15 günlük ecrimisile hükmedilmesi gerekirken, zamanaşımına uğramayan kısmın 2 yıl olduğundan söz edilerek hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırıdır.

II- Mahkemece bilirkişi incelemesi yaptırılmış, Şanlıurfa K…. Otopark Müdürlüğünce bildirilen otopark metrekare birim kira paraları esas alınarak taşınmazın otopark olarak kullanılacağı varsayımına dayanılarak ecrimisil hesap edilmiştir.

Davacı, dilekçesinde taşınmazın otopark, pazaryeri ve taşımacılıkta kullanılabileceğini ileri sürerek zararın varlığını açıklamıştır.

Davacının uğradığı zarar davalı idarenin haksız işgaline dayanan “yoksun kalınan gelir”, “Kaybedilen kazanç” imkanıdır; zarar gören davacının taşınmaz işgal edilmemiş olsa idi ileri sürdüğü geliri elde edeceğini; sonra da söz konusu işgalin bu gelirin elde edilmesini engellediğini isbat etmesi gerekir. Uğranılan zararın “kira geliri kaybı” oluşu; bu nedenle farazi ve geleceğe yönelik niteliği itibariyle ihtimale dayanarak isbatı (hesabı) zorunluluğu bulunmakta ise de ecrimisil miktarı hesap edilirken otopark kirasının esas alınabilmesi için davacının taşınmazı otopark olarak kullanacağını isbat etmesi icap eder. Bu hususta bir delil ileri sürülmemiştir. Davacının bu konudaki soyut iddiası ve otopark kirası kadar bir zararının gerçekleştiğine ilişkin zayıf bir ihtimal, iddianın isbatı için yeterli kabul edilemez.

Taşınmazın otopark olarak kullanılmasının engellendiği ve otopark kirası kadar bir zararın gerçekleştiğinin isbat edilmiş olması halinde dahi zararın hesabında uygulanan yöntem doğru görülmemiştir. Bu halde, dava konusu taşınmazın otopark olarak getirebileceği kira hesap edilirken benzer nitelikteki yerlerin kira paraları, emsal kira sözleşmeleri de getirilip incelenerek ecrimisil hesap edilmelidir.

Dava konusu taşınmazın büyüklüğü ve niteliğine göre bilirkişi raporunda açıklanan kirayı getirebileceği inandırıcı bulunmamıştır.

Davacı taşınmazının işgali nedeniyle bu denli yüksek bir miktarda gelir mahrumiyetine uğradığını isbat edemediği durumlarda taşınmazın asgari kira (ecrimisil) getirisinin hesap edilerek tazminine karar verilmelidir. Bunun içinde benzer yerlere ait kira sözleşmeleri taraflardan istenilerek bilirkişi marifetiyle incelendikten sonra, emsal yerlere ait bu kira sözleşmeleri esas alınmak suretiyle saptanacak ecrimisile hükmedilmelidir.

Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince (BOZULMASINA), 29.6.1999 gününde oybirliğiyle karar verildi.

BASİT YARGILAMA USULÜ -ZAMANAŞIMI DEFİNİN İLERİ SÜRÜLME SÜRESİ

“Yargıtay 7. HD.

20014/3944 E.

2014/11726 K.

29.05.2014 T.

Mahkemesi :Giresun 1. Asliye Hukuk Mahkemesi

(İş Mahkemesi Sıfatıyla)

Tarihi :21/01/2014

Numarası :2013/129-2014/23

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşılmakla, dosya incelendi, gereği görüşüldü:

1-Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayandığı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddine,

2-Davacı, davalıya ait Giresun Şube Müdürlüğünün asıl işveren olduğu, özel güvenlik şirketlerinin alt işveren olduğu davalı işveren bünyesinde güvenlik görevlisi olarak çalıştığını, iş sözleşmesinin işverence haksız feshedildiğini ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık izin, fazla çalışma, ulusal bayram genel tatil ve hafta tatili ücreti alacaklarının tahsilini istemiştir.

Davalı, davalı işyeri ile hizmet satın alınan güvenlik şirketleri arasında imzalanan sözleşmeye göre işçilik alacaklarından davalı kurumun sorumlu olmadığını, işçilerle belirli süreli iş sözleşmesi yapıldığını, depoların kapatılacağının şirketlere bildirildiğini, davacının da bunu bulduğunu bildirerek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davaya konu bütün işçilik alacaklarının zamanaşımı süresi içinde talep edildiği, davacının iş akdinin davalı işverenin deposunun kapanması nedeniyle feshedildiğini, iş akdinin haklı nedenle feshedildiğinin davalı işveren tarafından ispatlanamadığı, davacının kıdem ve ihbar tazminatına hak kazandığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Taraflar arasında, işçilik alacaklarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.

Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu “eksik bir borç” haline dönüştürür ve “alacağın dava edilebilme özelliği”ni ortadan kaldırır. Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir.

Zamanaşımı, bir borcu doğuran, değiştiren ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, salt doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır. Bu bakımdan zamanaşımı alacağın varlığını değil, istenebilirliğini ortadan kaldırır. Bunun sonucu olarak da, yargılamayı yapan yargıç tarafından yürüttüğü görevinin bir gereği olarak kendiliğinden gözönünde tutulamaz. Borçlunun böyle bir olgunun var olduğunu, yasada öngörülen süre ve usul içinde ileri sürmesi zorunludur. Demek oluyor ki zamanaşımı, borcun doğumu ile ilgili olmayıp, istenmesini önleyen bir savunma olgusudur. Şu durumda zamanaşımı, savunması ileri sürülmedikçe, istemin konusu olan hakkın var olduğu ve kabulüne karar verilmesinde hukuksal ve yasal bir engel bulunmamaktadır.

5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 7 nci maddesinde, iş mahkemelerinde sözlü yargılama usulü uygulanır. Ancak 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 447 nci maddesi ile sözlü yargılama usulü kaldırılmış, aynı Yasanın 316 ve devamı maddeleri gereğince iş davaları için basit yargılama usulü benimsenmiştir. Sözlü yargılama usulünün uygulandığı dönemde zamanaşımı def’i ilk oturuma kadar ve en geç ilk oturumda yapılabilir. Ancak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde 319 ncu madde hükmü uyarınca savunmanın değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin verilmesiyle başlayacağından, zamanaşımı def’i cevap dilekçesi ile ileri sürülmelidir. 01.10.2011 tarihinden sonraki dönemde ilk oturuma kadar zamanaşımı definin ileri sürülmesi ve hatta ilk oturumda sözlü olarak bildirilmesi mümkün değildir.

Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, 1086 sayılı HUMK hükümlerinin uygulandığı dönemde, ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı def’i de ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder. Ancak Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 317/2 ve 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği kabul edilmelidir.

Cevap dilekçesinde zamanaşımı def’i ileri sürülmemiş ya da süresi içince cevap dilekçesi verilmemişse ilerleyen aşamalarda 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 141/son maddesi uyarınca zamanaşımı def’i davacının açık muvafakati ile yapılabilir.

1086 sayılı HUMK yürürlükte iken süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı def’ine davacı taraf süre yönünden hemen ve açıkça karşı çıkmamışsa (suskun kalınmışsa) zamanaşımı def’i geçerli sayılmakta iken, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun uygulandığı dönemde süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı def’inin geçerli sayılabilmesi için davacının açıkça muvafakat etmesi gerekir.

Başka bir anlatımla 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamalar bakımından süre geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı define davacı taraf muvafakat etmez ise zamanaşımı defi dikkate alınmaz.

Bundan başka yukarıda açıklandığı üzere Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 371/2 ve 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği kabul edilmelidir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun uygulandığı dönemde süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı def’inin geçerli sayılabilmesi için davacının açıkça muvafakat etmesi gerekir. Başka bir anlatımla 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamalar bakımından süre geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı def’ine davacı taraf muvafakat etmez ise zamanaşımı def’i dikkate alınmaz.

Zamanaşımı def’inin cevap dilekçesinin ıslahı yoluyla ileri sürülmesi de mümkündür (Yargıtay HGK. 04.06.2011 gün 2010/ 9-629 E. 2011/ 70. K.).

Somut olayda; davalı tarafça ıslaha karşı süresi içinde zamanaşımı defi ileri sürülmüş olup mahkemece ıslaha karşı zamanaşımı savunması dikkate alınmadan karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

3-Hükme esas alınan bilirkişi raporunda işçilik alacaklarının brütten nete çevrilirken yapılması gereken kesintilerin eksik yapıldığı, Mahkemece hatalı belirlenen net miktarlar üzerinden taleplerin hüküm altına alındığı görülmektedir. Bilirkişi raporunda fazla mesai, genel tatil ve yıllık izin alacaklarının brüt ücretten net ücrete çevrilmesi sırasında sadece gelir vergisi ve damga vergisinin mahsup edildiği, ancak yapılması gereken SGK işçi payı ve işsizlik sigortası kesintilerinin yapılmadığı görülmektedir. Hatalı bilirkişi raporuna itibarla hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir.

4-Davacı dava dilekçesinde bayramlarda çalıştığını beyanla ulusal bayram genel tatil ücreti talebinde bulunmuştur. Davalı ise davacının çalışmasının bayram ve tatile denk gelmesi halinde ücretinin ödendiğini savunmuştur. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda davacının tanık beyanlarına göre ulusal bayram genel tatil günlerinde çalıştığı kabul edilerek hesaplama yapılmıştır. Ancak dosyada mevcut nöbet listelerinde davacının imzası bulunmakta olup davacının ulusal bayram genel tatil ücretinin nöbet listelerinin olduğu dönemler için nöbet listeleri, liste olmayan dönemler için tanık beyanlarına göre belirlenmesi gerekirken eksik inceleme ile karar verilmesi hatalı olup bu husus ayrı bir bozma nedenidir.

Temyiz olunan kararın, yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde davalıya iadesine, 29/05/2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”

(www.lexpera.com.tr , çevrimiçi : 09.08.2016)

Paylaş

Trafik Kazaları Nedeniyle Tazminatta Zamanaşımı

T.C YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
Esas: 2013 / 4-440
Karar: 2014 / 115
Karar Tarihi: 19.02.2014

ÖZET: Dava, haksız eylem nedeniyle uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Yerel mahkemenin, dava zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle Özel Daire bozma ilamına karşı önceki kararda direnmesi usul ve yasaya uygundur. Bu nedenle direnme kararı onanmalıdır.

Dava: Taraflar arasındaki <haksız eylem nedeniyle manevi tazminat> davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;…….. 2.Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın reddine dair verilen 19.01.2012 gün ve E:2010/395, K:2012/28 sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesi’nin 30.04.2012 gün ve 2012/4951-7609 sayılı ilamı ile;

(…Dava, haksız eylem nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar tarafından temyiz olunmuştur.

Dava konusu zararlandırıcı eylem 18.10.2004 tarihinde meydana gelmiş olup, dava ise 16.06.2010 tarihinde ikame edilmiştir. Mahkemece, fail davalının eyleminin TCK’nun 455/1. maddesi kapsamında bulunduğu ve TCK’nun 102/4. maddesi gereğince de ceza davası zamanaşımı süresinin 5 yıl olduğu gerekçesiyle yazılı biçimde karar verilmiştir. Dava tarihi itibariyle fail davalı hakkındaki ceza davası derdesttir. Davacılar, ceza davasına müdahil olarak şahsi hak isteminde bulunabileceklerine göre uzamış ceza davası zamanaşımı süresinin dolduğundan söz edilemez. Şu durumda, uyuşmazlığın esasının çözümlenmesi gerekir. Karar, açıklanan nedenle yerinde görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir…)

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece, önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Karar: Dava, haksız eylem nedeniyle uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir.

Davacılar dava dilekçesinde özetle, 18.10.2004 günü meydana gelen kazada müvekkillerinin murisinin feci şekilde can verdiğini, G. K.’un sürücü, G. K.’un ise işleten sıfatıyla sorumlu olduklarını belirterek, çocuk ve torun sıfatlarına sahip olan davacılardan E. ve H. için ayrı ayrı 2.000 TL, diğer davacılar için ayrı ayrı 3.000,00 TL olmak üzere toplam 16.000 TL manevi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemişlerdir.

Davalılar, davanın zamanaşımına uğradığını belirterek, davanın reddini savunmuştur.

Yerel Mahkemece, <olayın 18.10.2004 tarihinde meydana geldiği, davanın 16.06.2010 tarihinde açıldığı, eylemin meydana geldiği tarihte yürürlükte olan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 455/1. maddesi gereğince davalı Gültekin Koç’un ceza mahkemesinde cezalandırıldığı, ceza davasında verilen kararın temyiz edildiği, davanın zamanaşımına uğradığı> gerekçesiyle manevi tazminat talebinin reddine karar verilmiştir.

Karar davacılar vekilinin temyizi üzerine, Özel Daire’ce yukarıda yazılı gerekçelerle bozulmuş; yerel mahkemece, önceki kararda direnilmiştir.

Hükmü temyize, davacılar vekili getirmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu’nun önüne gelen uyuşmazlık; dava zamanaşımı süresinin dolup, dolmadığı noktasında toplanmaktadır.

Görülmekte olan davanın hukuksal dayanağı haksız fiildir.

Bu nedenle, haksız fiil ve zamanaşımı kavramları ile bu hukuki müesseselerin kanuni düzenlemeleri üzerinde durulmasında yarar vardır.

Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu(BK)’nun <haksız işlemlerden doğan borçlar>ı düzenleyen 41.maddesinde haksız fiil; <Gerek kasten, gerek ihmal ve kayıtsızlık yahut tedbirsizlik ile haksız surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur> şeklinde tanımlanmıştır.

Buna göre, haksız fiil; hukuka aykırı bir eylemle başkasına zarar verilmesidir.

Haksız fiilden söz edilebilmesi için, şu dört unsurun birlikte bulunması zorunludur: Öncelikle ortada hukuka aykırı bir fiil bulunmalıdır. İkinci unsur, fiili işleyenin kusurudur. Üçüncü olarak, kusurlu şekilde işlenen ve hukuka aykırı olan bu fiil nedeniyle bir zarar doğmalıdır. Nihayet, doğan zarar ile hukuka aykırı fiil arasında nedensellik bağı bulunmalıdır. Bu unsurların tümünün bir arada bulunmadığı, bir veya birkaç unsurun eksik olduğu durumlarda, haksız fiilin varlığından söz edilemez.

Öte yandan, özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı, bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde kanunun kabul etmiş olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir.

818 sayılı Borçlar Kanunu (BK)’nun 125-140’ncı maddeleri arasında düzenlenen zamanaşımı, hakkın ileri sürülmesini engelleyici nitelikte olup, alacak hakkı alacaklı tarafından, yasanın öngördüğü süre ve koşullar içinde talep edilmediğinde etkin bir hukuki himayeden, başka bir deyişle, dava yoluyla elde edilebilme olanağından yoksun bırakılmaktadır. Zamanaşımına uğrayan alacağın tahsili hususunda Devlet kendi gücünü kullanmaktan vazgeçmekte, böylece söz konusu alacağın ödenip ödenmemesi keyfiyeti borçlunun iradesine bırakılmaktadır. Şu halde zamanaşımına uğrayan alacak ortadan kalkmamakla beraber, artık doğal bir borç (Obligatio naturalis) haline gelmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, alacağın salt zamanaşımına uğramış olması, onun eksik bir borca dönüşmesi için yeterli değildir; bunun için borçlunun, kendisine karşı açılmış olan alacak davasında alacaklıya yönelik bir def’ide bulunması gerekir (HGK’nun 05.05.2010 gün ve E:2010/8-231, K:255; 09.10.2013 gün ve E:2013/4-36, K:2013/1457 sayılı ilamları).

İşte, zamanaşımı hukuki niteliği itibariyle, maddi hukuktan kaynaklanan bir def’i olup; usul hukuku anlamında ise, bir savunma aracıdır (Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt: IV, İstanbul 2001, Cilt:2, s.1761;Von Tuhr. A.: Borçlar Hukuku (C. Edege Çevirisi), Ankara 1983, Cilt:1-2, s.688 vd.; Canbolat, Ferhat: Def’i ve İtiraz Arasındaki Farklar ve İleri Sürülmesinin Hukuki Sonuçları, EÜHF Dergisi, Cilt: III, Sayı:1, Kayseri 2008, s.255 vd.; HGK’nun 06.04.2011 gün ve E:2010/9-629, K:2011/70; 09.10.2013 gün ve E:2013/4-36, K:2013/1457 sayılı ilamları).

Haksız fiillerde zamanaşımı ise, mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 60.maddesinde ayrıca düzenlenmiştir.

Anılan maddenin birinci fıkrasında; <Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namiyle nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazarrır olan tarafın zarar ve failine ıttılaı tarihinden itibaren bir sene ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren 10 sene mürurundan sonra istima olunmaz.> denildikten sonra; aynı maddenin ikinci fıkrasında, ceza dava zamanaşımına yollamada bulunularak; <Şu kadar ki zarar ve ziyan davası, ceza kanunları mucibince müddeti daha da uzun müruruzamana tabi cezayı müstelzim bir fiilden neşet etmiş olursa şahsi davaya da o müruru zaman tatbik edilir.> hükmü getirilmiştir.

Madde metninden açıkça anlaşılacağı üzere, haksız fiillere uygulanacak üç ayrı zamanaşımı süresi belirlenmiştir.

Bunlar, zarar görenin ‘zarar’ı ve ‘fail’i öğrendiği tarihten itibaren işlemeye başlayacak olan 1 yıllık kısa süreli zamanaşımı; fiilin ‘vukuundan’ itibaren işleyecek 10 yıllık kesin süreli zamanaşımı ve fiilin aynı zamanda suç oluşturduğu durumlarda uygulanacak olan uzamış (ceza davası) zamanaşımı süreleridir.

BK’nun 60.maddesinin 1.fıkrasına göre, haksız fiil nedeniyle tazminat davası açma hakkı zarar görenin, zararı ve haksız eylemi öğrenmesinden itibaren başlayacak ve bir yılda zamanaşımına uğrayacaktır. Burada önemli olan zararı ve tazminat sorumlusunu öğrenmektir. Öğrenebilecek durumda olmak zamanaşımının işlemeye başlamasına sebep olmaz. Zarar ve sorumludan hangisi daha sonra öğrenilirse, zamanaşımı son öğrenme gününden itibaren işlemeye başlar. Eğer zarara uğrayan tüzel kişi ise, dava açmaya yetkili organın öğrenmesi dikkate alınır.

Bir yıllık sürenin başlaması için zarar görenin, zarar ile birlikte tazmin borçlusunu da öğrenmiş olması gerekir. Kusur sorumluluğunda fail, kusursuz sorumlulukta kanunen sorumlu görülen kişinin öğrenilmesi gerekir.

BK’nun, m.60/2. fıkrasında düzenlenen ceza davası zamanaşımının uygulanabilmesi için öncelikle; zarar veren eylemin Ceza Kanunu ya da ceza hükmü taşıyan özel kanunda suç olarak düzenlenmiş olması gereklidir.

Özel kanunlarda haksız eylem için başka bir zamanaşımı süresi tayin edilmiş olmadıkça, haksız eylemden doğan maddi ve manevi zararların tazmini için açılacak davalarda BK’nun 60. maddesinde öngörülen zamanaşımı uygulanmak gerekir.

Öğretide ve yargısal inançlarda, BK’nun m.60/2’deki hükmünün anlam ve amacı şu şekilde açıklanmaktadır:

Haksız fiillerin bir kısmı, sadece özel hukuk açısından değil, ceza kanununda ya da ceza hükümlerini taşıyan özel kanunlar bakımından da sorumluluğu gerektirebilir. Haksız fiilin faili, yani sorumlusu genellikle daha ağır sonuçları olan ceza kovuşturmasına konu olabileceği sürece, zarar görenin haklarını yitirmesinin mantık dışı olacağı kuşkusuzdur.

Bu bakımdan haksız eylem aynı zamanda ceza kanununda ya da ceza hükümlerini taşıyan özel kanunlarda suç teşkil ediyorsa ve bu yasalarda, bu eylem için daha uzun bir zamanaşımı süresi tayin edilmişse, tazminat davası da ceza davasına ilişkin zamanaşımı süresine tabi olur.

Bu husus, 07.12.1955 gün ve 17/26 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da vurgulanmıştır. Zira, ceza davasının zamanaşımı <suçun türüne göre değişmekle beraber> çoğunlukla, BK’nun m.60/I’deki özel hukuk zamanaşımından daha uzundur.

O halde, fail hakkında açılmış bir ceza davası devam eder ve fakat o davaya şahsi davacı olarak zarar görenin katılma imkanı sağlanmaz ya da o uzun süreye denk olarak hukuk mahkemesinde (hele ceza davası devam ederken) tazminat davası açmasına izin verilmezse, denge bozulmuş olur.

Bu itibarla şayet zarar doğuran eylem aynı zamanda cezayı gerektirir nitelikte ise ve ceza kanununda ya da ceza hükümlerini taşıyan özel kanunlarda bu eylem için kabul edilen zamanaşımı süresi, BK’nundaki 1 yıllık süreden daha kısa ise, o zaman yine BK. m. 60/I olaya uygulanacak; bu Kanunlarda tayin edilen zamanaşımı süresi BK. m. 60/I’deki süreden daha uzun ise, o zaman tayin edilen uzun süre, tazminat davaları için de uygulama yeri bulacaktır. Böyle bir durumda uygulanması söz konusu olan ceza davası zamanaşımı süresi ise, fiilin gerçekleştiği tarihe göre uygulama alanı bulacak olan mülga 765 sayılı TCK’nun 102 (veya halen yürürlükteki 5237 sayılı TCK’nun 66.) maddesine göre belirlenecektir.

Hemen belirtmek gerekir ki; BK. m.60/II’deki zamanaşımı, tamamen özel hukuka ait bir kurum olup, zamanaşımını durduran ve kesen nedenler yönünden ise, mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 102, 104 ila 107. maddeleri değil, aksine BK’nun, 132 ila 137. maddeleri uygulama alanı bulacaktır.

Öte yandan, tazminat davalarına daha uzun süreli ceza davasına ilişkin zamanaşımının uygulanması için fail hakkında ceza davasının açılmış veya mahkumiyet kararı verilmiş bulunması gerekli değildir; sadece cezalandırılması kabil bir eylemin işlenmiş olması, bir diğer söyleyişle, haksız fiilin suç niteliğini taşıması yeterlidir. Bununla beraber hukuk hakimi, ceza tertibine ilişkin olarak ceza hakimince verilen ve suçun işlendiğini ya da işlenmediğini kesinlikle tespit eden bir hüküm varsa, bununla bağlıdır (BK. m. 53).

Ancak, ceza hakimi eylemin suç olup olmadığı üzerinde durmaksızın delil yetersizliği nedeniyle beraat kararı vermiş olursa, hukuk hakimi bununla bağlı olmayarak, haksız eylemin suç niteliğini taşıyıp taşımadığını araştırır. Bunun gibi ortada böyle bir hükmün bulunmaması halinde de hukuk hakimi, cezai sorumluluğu gerektiren bir eylemin işlenmiş olup olmadığını serbestçe inceleyip takdir eder ve olaya uygulanacak zamanaşımını belirler.

Bundan başka, işlenen eylemin, kovuşturulması şikayete bağlı bir suç teşkil edip etmemesi de önemli değildir. Zira bu yön, ceza davasının açılabilmesinin bir şartıdır. Bu bakımdan şikayet süresinin (mülga TCK. m. 108) geçirilmesinden ötürü, ceza davasının açılamamış olması, bu davaya ilişkin zamanaşımı süresinin, tazminat davasına uygulanmasına engel değildir (Hukuk Genel Kurulu’nun 03.06.1953 gün ve E:4/71, K:77 sayılı ilamı).

Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 60.maddesinin 2.fıkrasıyla, haksız fiilin ceza kanunları gereğince müddeti daha uzun zamanaşımına tabi bir suç teşkil etmesi halinde tazminat davasının ceza davası zamanaşımına tabi olacağı ve ceza davasından önce zamanaşımına uğramayacağı yolunda sevk edilmiş olan hüküm karşısında, ceza davası devam ettiği müddetçe zarar gören ceza mahkemesinden tazminat talep edebileceğinden, haksız fiilin Devlet tarafından takibi mümkün olduğu sürece tazminat davasının açılmasını kabul etmemek, anlamsız olacağı gibi bir çelişkiyi de ortaya çıkaracaktır.

Uzamış ceza davası zamanaşımının uygulanması için, davacıların ceza davasına katılmaları koşul değildir.

Hemen burada, mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanunu (TCK)’ndaki zamanaşımı düzenlemesi üzerinde durulmasında da fayda bulunmaktadır.

Mülga 765 sayılı TCK’nun 102.maddesindeki süreler, <kamu davası açma süreleri> ve 112.maddesindeki süreler, <cezaları ortadan kaldıran süreler> (hükmedilen cezaların zamanaşımına uğrama süreleri) idi.

Halen yürürlükte bulunan, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na öncekinden farklı madde başlıkları konulmuş olup, eski 102.maddenin karşılığı olan 66. maddenin başlığı <Dava zamanaşımı> ve eski 112. maddenin karşılığı olan 68.maddenin başlığı <Ceza zamanaşımı>dır.

Tazminat davalarında uygulanacak ceza davası zamanaşımı süreleri, eyleme kişileştirme sonucu verilen ceza miktarına göre değil, eylemin uyduğu maddede öngörülen cezanın yukarı haddine göre belirlenecektir.

Yargıtay Büyük Genel Kurulu’nun (YBGK) 03.06.1942 gün ve E:1941/36, K:1942/15 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’nda açıklandığı üzere: <Ceza davası zamanaşımı mahkemece belirtilen ve hükmolunan ceza miktarına göre değil, mülga 765 sayılı TCK’nun 102’nci maddesinin her bendinde sıralandığı üzere cürümlerin ve kabahat eylemlerinin gerektirdiği cezalara göre hesaplanmalıdır.>

Daha açık bir anlatımla, hukuk mahkemelerinde açılacak tazminat davalarına uygulanacak ceza davası zamanaşımı süreleri, mahkemece ağırlatıcı veya hafifletici nedenler dikkate alınarak hükmedilen (kişisel) ceza sürelerine göre değil, mülga 765 sayılı TCK m.102’de (5237 sayılı yeni TKC m 66’da) ayrı ayrı gösterilen üst (tavan) süreler üzerinden hesaplanacaktır.

Eski TCK’nun 102.maddesinin ilk dört bendinde cürümlere ve son iki bendinde kabahatlere ilişkin cezalar yer almış ve kamu davasını ortadan kaldıran süreler sıra ile 20, 15, 10, 5 yıl ve 2 yıl ile 6 ay olarak belirlenmiştir.

Nitekim, aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulu’nun 22.02.2011 gün ve E:2011/4-640, K:2012/89 sayılı ilamında da benimsenmiştir.

Öte yandan, mülga 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu (CMUK)’nun yürürlükte olduğu dönemde (20.08.1929-31.05.2005) şahsi hak talebinde bulunmanın zamanaşımı süresi üzerindeki etkisine de değinmekte yarar vardır.

Mülga 1412 sayılı CMUK’nun 350 ila 358.maddeleri arasında <şahsi dava>; aynı Kanunun 365.maddesinde ise, kamu davasına müdahale ve şahsi hak talebinde bulunma düzenlenmişti. Buna göre, suçtan zarar gören kişi, kamu davasına müdahale etmek suretiyle şahsi hak talebinde bulunma imkanına sahipti.

Ne var ki, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nda şahsi davaya yer verilmediği gibi, ceza davasına müdahale etmek suretiyle şahsi hak talebinde bulunma imkanına da yer verilmemiştir. Böylece, ceza davasında şahsi hak talebinde bulunma olanağı, 01.06.2005 tarihi itibariyle ortadan kaldırılmıştır.

5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunu’nun Geçici 1.maddesinde <Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce ceza mahkemelerinde açılmış bulunan davalardaki şahsi hak talepleri, görevsizlik kararı verilmeyerek bu mahkemelerce sonuçlandırılır.> biçimindeki düzenlemeyle de, uygulamada ortaya çıkabilecek olası sorunlara çözüm öngörülmüştür (Aynı yönde bakınız. Ceza Genel Kurulu’nun 24.06.2008 gün ve E:2008/1-126, K:2008/177 sayılı ilamı).

Görüldüğü üzere, 01 Haziran 2005 tarihinden itibaren ceza mahkemelerinde açılan kamu davalarında kişisel hakka hükmedilemeyeceği gibi, bu talepler hakkında görevsizlik kararı verilmesi gerekmektedir (Aynı yönde bakınız. Ceza Genel Kurulu’nun 27.12.2011 gün ve E:2011/3-267, K:2011/297 sayılı ilamı).

Hemen belirtilmelidir ki, kamu (ceza) davasının açılmış olması, bu davaya müdahale talebinde bulunulması ve hatta şahsi hak (tazminat talebi) saklı tutulmak suretiyle kamu davasına müdahale talebi, haksız fiilden (suçtan) doğan tazminat alacağı için, BK’nun 133.maddesi bakımından zamanaşımını kesen bir neden olarak kabul edilemez (Aynı yöndeki görüş için bakınız. Baki, Kuru: Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt: II, İstanbul 2001, Sahife:1658 vd.; HGK’nun 11.05.1977 gün ve E:1976/4-3068, K:1977/468 sayılı ilamı).

Nihayet, 1 Haziran 2005 tarihi öncesi yukarıda belirtilen 07.12.1955 gün ve 17/26 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, ceza davası devam ettiği sürece kamu davasına müdahale etmek suretiyle şahsi hak istenebilmesine olanak tanınmaktaydı (Mülga 1412 sayılı CMUK m.365/2). Ne varki, yukarıda vurgulandığı üzere, 1 Haziran 2005 tarihinden itibaren yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nunda ceza davasına katılmak suretiyle şahsi hak istenebilmesine olanak tanınmadığından, bu tarih itibariyle somut olayda 07.12.1955 gün ve 17/26 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulama imkanı kalmamıştır.

Nitekim, yukarıda vurgulanan ilkeler Hukuk Genel Kurulu’nun 09.10.2013 gün ve E:2013/4-36, K:2013/1457 sayılı sayılı ilamında da benimsenmiştir.

Yukarıda yapılan hukuki açıklama ve saptamalar ışığında somut olayın değerlendirilmesinde; davacıların ileri sürdükleri haksız fiil (taksirle adam öldürme) eyleminin gerçekleşme tarihi 18.10.2004’dür.

Davalı sürücü Gültekin Özdemir Koç hakkında, Erzincan 1.Asliye Ceza Mahkemesi’nin 29.07.2008 tarih ve E:2008/203, K:2008/356 sayılı ilamıyla, taksirle ölüme neden olmak suçundan mülga 765 sayılı TCK’nun 455/1, 647 Sayılı Kanun’un 4 ve 6.maddeleri uyarınca hükmedilen para cezasının ertelenmesine karar verilmiştir. Ceza davasının, eldeki davanın açıldığı tarihte henüz derdest olduğu anlaşılmaktadır.

Yukarıda vurgulandığı üzere, mülga 818 sayılı BK’nun 60/2.maddesi gereğince, zarara yol açan eylemin, aynı zamanda suç oluşturması halinde, uygulanacak zamanaşımı süresi, o suç için öngörülen ceza davası zamanaşımı süresidir. Buna göre, haksız eylemin gerçekleştiği 18.10.2004 tarihinde yürürlükte olan mülga 765 sayılı TCK’nun 455/1.maddesinde öngörülen suça ilişkin cezanın üst sınırı dikkate alındığında, aynı Kanunun 102/4.maddesi uyarınca ceza davası zamanaşımı süresi beş (5) yıldır.

Bu durumda, haksız eylemin gerçekleştiği 18.10.2004 tarihi gözetildiğinde, beş (5) yıllık dava zamanaşımı süresinin 18.10.2009 tarihinde dolduğu; eldeki davanın ise, dava zamanaşımı süresi geçtikten sonra 16.06.2010 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.

Davacılar, ceza davasına 29.07.2008 tarihinde katılmış iseler de, şahsi hak talebinde bulunmadıklarından, ceza davasına müdahale talebi dava zamanaşımı süresini kesmez.

Hukuk Genel Kurulu’nda yapılan görüşmeler sırasında: ceza davasının henüz derdest olduğu, bu nedenle de henüz dava zamanaşımı süresinin dolmadığı ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda belirtilen gerekçelerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

Hal böyle olunca; yerel mahkemenin, yukarıda açıklanan hususları gözeterek, dava zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle Özel Daire bozma ilamına karşı önceki kararda direnmesi usul ve yasaya uygundur.

Bu nedenle direnme kararı onanmalıdır.

Sonuç: Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile; direnme kararının yukarıda gösterilen gerekçe ve nedenlerden dolayı ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 6217 Sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen <Geçici Madde 3> atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440/III-(1).maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 19.02.2014 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi. (¤¤)

Yargıtay kararı: Trafik Kazaları Nedeniyle Tazminatta Zamanaşımı .

Kullanılmayan yıllık izin ücreti alacağında 10 yıllık zamanaşımı fesihten başlar

Yargıtay 9.Hukuk Dairesi 2011/54256 esas ve 2014/4208 karar 12.02.2014 tarihli kararı

Kullanılmayan Yıllık izinler için yıllık izin ücreti alacağında zamanaşımı süresi fesih tarihinden başlar ve 10 yıllık genel zamanaşımına tabidir.

DAVA: Davacı, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık izin ücreti ile fazla mesai ücreti alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Yerel mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.

Hüküm duruşmalı olarak davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş ise de; HUMK.nun 435.maddesi gereğince duruşma isteğinin süreden reddine ve incelemenin evrak üzerinde yapılmasına karar verilmiş olmakla Tetkik Hakimi A.K. tarafından düzenlenen rapor sunuldu, dosya incelendi. gereği konuşulup düşünüldü:

Davacı İsteminin Özeti:

Davacı, davalı işveren nezdinde Ağustos/2002 tarihinde işe başladığını, kesintisiz olarak 01/06/2009 tarihine kadar idari bölümde sorumlu idari personel olarak çalıştığını, son olarak 11/05/2009 tarihinde yasal iznine ayrıldığını, izninin sonunda işyerine gittiğinde iş akdinin feshedildiği bildirilerek işyerine alınmadığını, net 1.550,00 TL maaş aldığını, 07.30-20.30 arası çalıştığını, bu çalışma biçiminin beş gün sürdüğünü, ayrıca cumartesileri de çalışıldığını, buna rağmen fazla mesailerinin ödenmediğini, son yıl hariç olmak üzere izin de kullandırılmadığını iddia ederek kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık izin ve fazla mesai ücretinin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Cevabının Özeti:

Davalı vekili, davacı işçinin şirket tarafından mutfak harcamalarında kullanılmak üzere teslim edilen paraları tedarikçi firmalara ulaştırmadığının tespit edildiğini, bu sebeple iş akdinin İş Yasası 25/II-e maddesi uyarınca bildirimsiz ve tazminatsız olarak 03/06/2009 günü feshedildiğini, davacının fazla çalışma ve yıllık izin alacağının da bulunmadığını, Mayıs/2009 dönemine ait en son aldığı aylık prime esas brüt kazancının 865,32 TL olduğunu savunarak açılan davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Yerel Mahkeme Kararının Özeti:

Mahkemece, Cumhuriyet Savcılığı’nca bu suç nedeni ile kamu davasını açmayı haklı gösterir yeterli ve inandırıcı delil ve emareye rastlanılmadığı anlaşıldığından kamu adına kavuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, davalı şirket tarafından feshe dayanak yapılan gerekçenin tereddüte yer bırakmayacak şekilde ve kesin olarak kanıtlanamadığı, bu sebeple fesih işleminin haksız olduğu gerekçesiyle açılan davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Temyiz:

Kararı süresi içersinde davalı vekili temyiz etmiştir.

Gerekçe:

Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

Taraflar arasında, işçilik alacaklarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.

Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu “eksik bir borç” haline dönüştürür ve “alacağın dava edilebilme özelliği”ni ortadan kaldırır.

Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir.

Zamanaşımı, bir maddi hukuk kurumu değildir. Diğer bir anlatımla zamanaşımı, bir borcu doğuran, değiştiren ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, salt doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır. Bu bakımdan zamanaşımı alacağın varlığını değil, istenebilirliğini ortadan kaldırır. Bunun sonucu olarak da, yargılamayı yapan yargıç tarafından yürüttüğü görevinin bir gereği olarak kendiliğinden göz önünde tutulamaz. Borçlunun böyle bir olgunun var olduğunu, yasada öngörülen süre ve usul içinde ileri sürmesi zorunludur. Demek oluyor ki zamanaşımı, borcun doğumu ile ilgili olmayıp, istenmesini önleyen bir savunma olgusudur. Şu durumda zamanaşımı, savunması ileri sürülmedikçe, istemin konusu olan hakkın var olduğu ve kabulüne karar verilmesinde hukuksal ve yasal bir engel bulunmamaktadır.

Hemen belirtmelidir ki, gerek İş Kanununda, gerekse Borçlar Kanununda, kıdem ve ihbar tazminatı alacakları için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmemiştir.

Uygulama ve öğretide kıdem tazminatı ve ihbar tazminatına ilişkin davalar, hakkın doğumundan itibaren, Borçlar Kanununun 125 inci maddesi uyarınca on yıllık zamanaşımına tabi tutulmuştur. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren Türk Borçlar Kanunu’nun 146 ıncı maddesinde de genel zamanaşımı 10 yıl olarak belirlenmiştir.

Tazminat niteliğinde olmaları nedeni ile sendikal tazminat, kötüniyet tazminatı, işe başlatmama tazminatı, 4857 sayılı İş Kanununun; 5 inci maddesindeki eşit işlem borcuna aykırılık nedeni ile tazminat, 26/2 maddesindeki maddi ve manevi tazminat, 28 inci maddedeki belgenin zamanında verilmemesinden kaynaklanan tazminat, 31/son maddesi uyarınca askerlik sonrası işe almama nedeni ile öngörülen tazminat istekleri on yıllık zamanaşımına tabidir.

Bu noktada, zamanaşımı başlangıcına esas alınan kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı hakkının doğumu ise, işçi açısından hizmet aktinin feshedildiği tarihtir.

Zamanaşımı, harekete geçememek, istemde bulunamamak durumunda bulunan kimsenin aleyhine işlemez. Bir hakkın, bu bağlamda ödence isteminin doğmadığı bir tarihte, zamanaşımının başlatılması hakkın istenmesini ve elde edilmesini güçleştirir, hatta olanaksız kılar.

İşveren ve işçi arasındaki hukuki ilişki iş sözleşmesine dayanmaktadır. İşçinin sözleşmeye aykırı şekilde işverene zarar vermesi halinde, işverenin zararının tazmini amacı ile açacağı dava Borçlar Kanununun 125 inci maddesi (6098 Sayılı TBK 146) uyarınca on yıllık zaman aşımına tabidir.

4857 sayılı Kanundan daha önce yürürlükte bulunan 1475 sayılı Yasada ücret alacaklarıyla ilgili olarak özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediği halde, 4857 sayılı İş Kanunun 32/8 maddesinde, işçi ücretinin beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. Ancak bu Kanundan önce tazminat niteliğinde olmayan, ücret niteliği ağır basan işçilik alacaklar, Borçlar Kanununun 126/1 maddesi (6098 Sayılı TBK 147) uyarınca beş yıllık zamanaşımına tabidir.

Yıllık izin ücreti iş sözleşmesinin feshi ile muaccel olup dönemsel bir nitelik taşımadığından, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu uygulaması yönünden 10 yıllık genel zamanaşımına tabidir.

İşverence işçiye fazladan ödenen ücret ve ücret eklerinin geri alınmasında da uyuşmazlığın temelinde sözleşme ilişkisi olmakla zamanaşımı süresi beş yıl olarak uygulanmalıdır. Dairemizin kararları da bu yöndedir (Yargıtay 9.HD. 27.02.2012 gün 2009/43216 E, 2012/6010 K. ).

Kanundaki zamanaşımı süreleri, Borçlar Kanununun 127 nci maddesi (6098 Sayılı TBK 148) gereğince tarafların iradeleri ile değiştirilemez.

İş sözleşmesi devam ederken kullanılması gereken ve iş sözleşmesinin feshi ile alacak niteliği doğan yıllık izin ücreti alacağının zamanaşımı süresinin fesih tarihinden başlatılması gerekir (HGK. 05.07.2000 gün ve 2000/9-1079 E, 2000/1103 K). Sözleşmeden doğan alacaklarda, zamanaşımı alacağın muaccel olduğu tarihten başlar. (BK. m. 128). Borçlar Kanununun 101 inci maddesi uyarınca, borcun muaccel olması, ifa zamanının gelmiş olmasını ifade eder. Borcun ifası henüz istenemiyorsa muaccel bir borçtan da söz edilemez.

818 Sayılı Borçlar Kanununun 128 inci maddesinde zamanaşımının nasıl hesaplanacağı belirtilmiştir. Bu maddenin birinci fıkrası, zamanaşımının alacağın muaccel olduğu anda başlayacağı kuralını getirmiştir. Aynı yönde düzenleme 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 151 inci maddesinde yer almaktadır.

Borçlar Kanunun 131 inci maddesi gereğince, asıl alacak zaman aşımına uğradığında faiz ve diğer ek haklar da zamanaşımına, uğrar. Diğer bir deyişle faiz alacağı asıl alacağın tabi olduğu zamanaşımına tabi olur. Türk Borçlar Kanunu’nun 152 inci maddesi de aynı doğrultudadır.

Borçlar Kanununun 133/2 maddesi (6098 Sayılı TBK 154) uyarınca, alacaklının dava açmasıyla zamanaşımı kesilir. Ancak zaman aşımının kesilmesi sadece dava konusu alacak için söz konusudur.

Borçlar Kanununun 132/4 maddesinde “Hizmet mukavelesinin devam ettiği müddetçe hizmetçilerin, istihdam edenlere karşı olan alacakları hakkında” zamanaşımının işlemeyeceği ve duracağı belirtilmiştir. Bu maddenin iş sözleşmesiyle bağlı her kişiye uygulanması olanağı bulunmamaktadır. Hizmetçiden kastedilen, kendisine ev işleri için ücret ödenen, iş sahibiyle aynı evde yatıp kalkan, aileden biriymiş gibi ev halkı ile sıkı ilişkileri olan kimsedir. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 153/ 4 üncü maddesinde daha açık bir düzenlemeye yer verilerek, zamanaşımının, ev hizmetlileri yönünden hizmet ilişkisi süresince işlemeyeceği öngörülmüştür.

Borçlar Kanununun 133 üncü maddesinde (6098 Sayılı TBK 154) zamanaşımını kesen nedenler gösterilmiştir. Bunlardan borçlunun borcunu ikrar etmesi (alacağı tanıması), zamanaşımını kesen nedenlerden biridir. Borcun tanınması, tek yanlı bir irade bildirimi olup; borçlunun, kendi borcunun devam etmekte olduğunu kabul anlamındadır. Borç ikrarının sonuç doğurabilmesi için, eylem yeteneğine ve malları üzerinde tasarruf yetkisine sahip olan borçlunun veya yetkili kıldığı vekilinin, bu iradeyi alacaklıya yöneltmiş bulunması ve ayrıca zamanaşımı süresinin dolmamış olması gerekir. Gerçekte de borç ikrarı, ancak, işlemekte olan zamanaşımını keser; farklı anlatımla zamanaşımı süresinin tamamlanmasından sonraki borç ikrarının kesme yönünden bir sonuç doğurmayacağından kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır.

Borçlar Kanununun 133/2 maddesi (6098 Sayılı TBK 154/2) hükmü uyarınca, dava açılması veya icra takibi yapılması zamanaşımını kesen nedenlerdendir. Yasanın 135 inci maddesi ise, zamanaşımının kesilmesi halinde yeni bir sürenin işlemesi gerektiğini açıkça belirtmiştir. Madde açıkça düzenlemediğinden ihtiyati tedbir istemi ile mahkemeye başvurma veya işçilik alacaklarının tespiti ve ödenmesi için Bölge Çalışma İş Müfettişliğine şikâyette bulunma zamanaşımını kesen nedenler olarak kabul edilemez. Ancak işverenin, şikâyet üzerine Bölge Çalışma Müdürlüğünde alacağı ikrar etmesi, zamanaşımını keser.

Uygulamada, fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması, dava açma tekniği bakımından, tümü ihlal ya da inkâr olunan hakkın ancak bir bölümünün dava edilmesi, diğer bölümüne ait dava ve talep hakkının bazı nedenlerle geleceğe bırakılması anlamına gelir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca benimsenmiş ilkeye göre, kısmi davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmuş olması, saklı tutulan kesim için zamanaşımını kesmez, zamanaşımı, alacağın yalnız kısmi dava konusu yapılan miktar için kesilir.

Zamanaşımı, dava devam ederken iki tarafın yargılamaya ilişkin her işleminden ve hâkimin her emir ve hükmünden itibaren yeniden işlemeye başlar ve kesilmeden itibaren yeni bir süre işler.

5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 7 nci maddesinde, iş mahkemelerinde sözlü yargılama usulü uygulanır. Ancak 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 447 inci maddesi ile sözlü yargılama usulü kaldırılmış, aynı yasanın 316 ve devamı maddeleri gereğince iş davaları için basit yargılama usulü benimsenmiştir.

Sözlü yargılama usulünün uygulandığı dönemde zamanaşımı defi ilk oturuma kadar ve en geç ilk oturumda yapılabilir. Ancak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde 319 uncu madde hükmü uyarınca savunmanın değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin verilmesiyle başlayacağından, zamanaşımı defi cevap dilekçesi ile ileri sürülmelidir. 01.10.2011 tarihinden sonraki dönemde ilk oturuma kadar zamanaşımı definin iler sürülmesi ve hatta ilk oturumda sözlü olarak bildirilmesi mümkün değildir.

Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, 1086 sayılı HUMK hükümlerinin uygulandığı dönemde, ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı defi de ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder. Ancak Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 317/2 ve 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği kabul edilmelidir.

Cevap dilekçesinde zamanaşımı defi ileri sürülmemiş ya da süresi içince cevap dilekçesi verilmemişse ilerleyen aşamalarda 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 141/2 maddesi uyarınca zamanaşımı defi davacının açık muvafakati ile yapılabilir.

1086 sayılı HUMK yürürlükte iken süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı define davacı taraf süre yönünden hemen ve açıkça karşı çıkmamışsa (suskun kalınmışsa) zamanaşımı defi geçerli sayılmakta iken, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun uygulandığı dönemde süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı definin geçerli sayılabilmesi için davacının açıkça muvafakat etmesi gerekir. Başka bir anlatımla 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamalar bakımından süre geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı define davacı taraf muvafakat etmez ise zamanaşımı defi dikkate alınmaz.

Zamanaşımı definin cevap dilekçesinin ıslahı yoluyla ileri sürülmesi de mümkündür (Yargıtay HGK. 04.06.2011 gün 2010/ 9-629 E. 2011/ 70. K.).

Somut olayda, davalı vekilinin 24.06.2010 havale tarihli rapora itiraz dilekçesinin 7. sayfa 3.3 numaralı paragrafında gecikmiş zamanaşımı definde bulunduğu ve bu zamanaşımı definin mahkemece değerlendirilmediği anlaşılmakla gecikmiş zamanaşımı definin yukarıdaki ilke kararı doğrultusunda değerlendirilmesi için kararın bozulması gerekmiştir.

Sonuç:

Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 12.02.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları • İİK, MENFİ TESPİT DAVASINDA ZAMANAŞIMI İÇİN DÜZENLEME OLMADI

İcra İflas Kanununda Menfi Tespit Davasında Zamanaşımı İçin Düzenleme Olmadığı – Davanın Borçlar Kanunun 39. Maddesindeki 1 Yıllık Zamanaşımına Tabi Olmayacağı.

T.C.
YARGITAY
19. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO. 2014/9698
KARAR NO. 2014/14562
KARAR TARİHİ. 2.10.2014

ÖZET : Takip konusu senedin anlaşmaya aykırı doldurulduğunu ve bunun yanında da keşideci ve davacıların babası olan mirasbırakanın zaafiyetinden yararlanılarak düzenlendiğini birlikte ileri sürerek açılan menfi tespit davası İİK’nun 72. maddesine dayanmaktadır. Bu hükümde istirdat davası hükümleri ayrık olmak üzere zamanaşımı için herhangi bir düzenleme öngörülmemiştir. Davanın Borçlar Kanunu’nun irade bozukluğunun giderilmesine ilişkin hükmünde yer alan 1 yıllık zamanaşımı süresi içinde açılmadığından bahisle davanın reddi isabetsizdir.

Taraflar arasındaki menfi tespit davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacılar vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Davacılar vekili, davalı tarafından müvekkili aleyhine 26.04.2008 düzenleme tarihli ve bedeli rakamla “200,00 YTL” yazı ile “iki yüz bin” olarak yazılan, keşidecisi müvekkillerinin murisi olan babalarının olduğu senede dayalı olarak icra takibi yapıldığını, ancak senetteki imza unsuru dışındaki unsurların sonradan ve gerçeğe aykırı doldurulduğunu belirterek, icra takibine konu alacak nedeniyle müvekkillerinin borçlu olmadığının tespitine ve kötüniyet tazminatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davanın zamanaşımından sonra açıldığını, davalının senet nedeniyle alacaklı olduğunu bildirerek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, toplanan delillere göre, davanın irade fesadı hallerine dayandığını 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 39. maddesine göre davanın öğrenme tarihinden itibaren 1 yıl içinde açılması gerektiği davacıların ödeme emrini tebliğinden itibaren 1 yıl içinde dava açmadıkları gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacılar, takip konusu senedin anlaşmaya aykırı doldurulduğunu ve bunun yanında da mirasbırakanın zaafiyetinden yararlanılarak düzenlendiğini birlikte ileri sürerek İİK’nun 72. maddesine dayalı olarak işbu davayı açmıştır. Hal böyle olunca İİK’nun 72. maddesine dayalı olarak açılan menfi tespit davasında, istirdat davası hükümleri ayrık olmak üzere zamanaşımı için herhangi bir düzenleme öngörülmemiştir. Mahkemece işin esası incelenerek bir karar vermek gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın 1 yıllık zamanaşımı süresi içinde açılmadığından bahisle davanın reddi isabetsizdir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün davacı yararına BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde iadesine, 02.10.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: hukukçu — Cmt Şub 21, 2015 9:51 pm


Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları • ARSA SAHİBİ İLE MÜTEAHHİT ARASINDA SORUN ÇIKMASI, ZAMANAŞIMI

YARGITAY Hukuk Genel Kurulu
ESAS: 2013/3-1009
KARAR: 2014/534

Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; … 1.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 23.02.2012 gün ve 2010/524 E.-2012/74 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 3.Hukuk Dairesinin 25.06.2012 gün ve 2012/10881 E-2012/15928 K. sayılı ilamı ile;

(…Davacı vekili; müvekkilinin 07.10.1996 tarihli sözleşme ile dava dışı yükleniciden taşınmaz satın alıp, bedelini de ödediğini, yüklenicinin arsa sahibi ile arasında çıkan sorunlar nedeniyle inşaatı tamamlaması üzerine davalı arsa sahibinin davacının yükleniciye ödediği parayı davacıya ödemeyi taahhüt ettiğini belirterek; davalı arsa sahibinin taahhüdüne istinaden, satışı taahhüt edilen dairenin 2010 rayiç bedeli üzerinden hesaplanacak alacağın, davalıdan tahsilini talep etmiştir.

Mahkemece, davacının talebinin sebepsiz zenginleşmeye dayalı olduğu, BK. 66.maddesi gereğince davacının 19.10.2000 tarihli belgenin tanziminden itibaren 1 yıllık zamanaşımı süresinde dava açması gerektiği halde 1 yıllık sürede talepte bulunmadığı için davanın zamanaşımı nedeniyle reddi cihetine gidilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacının davasına dayanak yaptığı 19.10.2000 tarihli belge içeriğinde; davacıya daire verilmeyeceği, bunun yerine davacının ödediği paranın iade edeceği davalı tarafından taahhüt edilmiştir. Davalı, davacının dayandığı bu belgenin rızası hilafına hazırlandığını savunmuştur. Mahkemece; bu belgenin iki tarafa borç yükleyen bir sözleşme niteliği taşımadığı gerekçesi ile imza ve içerikle ilgili sıhhat araştırması yapılmamıştır.

Mahkemece öncelikle bu belgenin sıhhati konusunda gerekli araştırmalar yapılarak, belgenin hukuken geçerli kabul edilebilir nitelikte olduğunun belirlenmesi halinde, taraflar arasında sözleşme ilişkisinin varlığı kabul ederek, on yıllık zamanaşımı süresi esas alınmak suretiyle hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken; yazılı ve yanılgılı gerekçelerle davanın zamanaşımı nedeni ile reddi doğru görülmemiş, bu husus bozmayı gerektirmiştir…)

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davacı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, alacak istemine ilişkindir.

Davacı, 07.10.1996 tarihli sözleşme ile dava dışı yükleniciden bağımsız bölüm satın aldığını, bedelini ödediğini, yüklenicinin, davalı arsa sahibi ile arasında çıkan sorunlar nedeniyle inşaatı tamamlamaması üzerine, davalı arsa sahibinin, davacının yükleniciye ödediği parayı davacıya ödemeyi taahhüt ettiğini belirterek, satışı taahhüt edilen dairenin 2010 rayiç bedeli üzerinden hesaplanacak alacağın, davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı, alacağın zamanaşımına uğradığını, davacının dava dışı yükleniciden bağımsız bölüm satın aldığını, yüklenici ile kendisi arasında düzenlenen sözleşmenin yüklenicinin edimlerini yerine getirmemesi nedeniyle fesedildiğini, davacının yüklenicinin halefi olarak da bir hak talep edemeyeceğini belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece, davacının talebinin sebepsiz zenginleşmeye dayalı olduğundan mülga BK’nun 66.maddesi gereğince 19.10.2000 tarihli belgenin tanziminden itibaren 1 yıllık zamanaşımı süresinde dava açması gerektiği halde, 1 yıllık sürede talepte bulunmadığından davanın zamanaşımı nedeniyle reddine dair verilen karar, davacı vekilinin temyizi üzerine; Özel Daire’ce metni aynen yukarıda başlık bölümünde yazılı olan ilam ile bozulmuş; yerel mahkeme, önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararını, davacı vekili temyize getirmektedir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut uyuşmazlıkta sözleşmeye ilişkin 10 yıllık zamanaşımı süresinin mi, yoksa sebepsiz zenginleşmeye ilişkin 1 yıllık zamanaşımı süresinin mi uygulanması gerektiğine ilişkindir.

Somut olayda, davalı arsa sahibi ile dava dışı yüklenici Celil Yaşar arasında 21.08.1995 tarihli “Gayrimenkul Satış Vaadi ve Daire Karşılığı İnşaat Sözleşmesi” düzenlendiği, yüklenicinin sözleşme gereği kendisine düşen bağımsız bölümlerden birisini, 07.10.1996 tarihinde davacıya haricen sattığı, daha sonra davalı arsa sahibi ile yüklenici arasındaki sözleşmenin feshedildiği hususlarında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Davacı eldeki davada, davalı tarafından düzenlendiği ve imzalandığını iddia ettiği 19.10.2000 tarihli “Tutanak” başlıklı belgeye dayanmıştır. Bu belgede, “M… nin haricen satın almış olduğu boş arsadaki daire kendisine verilmeyecektir. Ancak ödemiş olduğu para tarafımdan iade edilecektir…” ibaresi yazmakta olup davalının da imzası bulunmaktadır. Davalı, belge içeriğinden haberi olmadığını, imza attığını hatırlamadığını savunmuştur. Söz konusu belge davacının iddiaları doğrultusunda, davalı tarafından düzenlenmiş ve imzalanmış ise, bu durumda taraflar arasında sözleşme ilişkisinin kurulduğu ve tarafların sözleşme gereğince edimlerini yerine getirmesi gerektiği kuşkusuz olup, bu durumda davada 10 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerekir.

Bu durumda, mahkemece öncelikle bu belgenin sıhhati konusunda gerekli araştırma yapılarak, belgenin hukuken geçerli kabul edilmesi halinde sözleşmeye ilişkin 10 yıllık zamanaşımı süresi esas alınarak, ortaya çıkacak sonuca göre işin esası hakkında bir karar verilmesi gerekir. Bu bakımdan direnme kararının bozulması gerekmiştir.

S O N U Ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan ve HGK’ca da benimsenen, özel daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununa eklenen “geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulu Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine, aynı kanunun 440.maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 16/04/2014 gününde oybirliği ile karar verildi.

Bilgiler: Tarih-Gönderici: admin — 29 Oca 2015, 11:57


Yargıtay 13. H.D E: 2012/28832 K: 2013/9624* KONUT KREDİLERİNDE ALINAN DOSYA MASRAFLARININ İADESİ 10 YILLIK ZAMANAŞIMI

26 Aralık 2013  PERŞEMBE 

Resmî Gazete

Sayı : 28863

YARGITAY KARARI

Yargıtay 13. Hukuk Dairesinden:

             Esas No             : 2012/28832

             Karar No           : 2013/9624

YARGITAY İLAMI

             Mahkemesi       : Muğla 2. Asliye Hukuk Mahkemesi (Tüketici Mahkemesi sıfatıyla)

             Tarihi                : 19/4/2012

             Numarası          : 2011/899-2011/375

             Davacı               : Türkiye Vakıflar Bankası T.A.O

             Davalı                : T.K.

 

 

Taraflar arasındaki tüketici hakem heyeti kararına itiraz davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kanun yararına bozulması istenilmekle, incelemenin evrak üzerinde yapılmasına karar verildikten sonra dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.

 

KARAR

Davacı; davalının bankadan aldığı kredi nedeniyle ödediği 900,00 TL dosya masrafının iadesi için Muğla Tüketici Sorunları Hakem Heyetine müracaat ettiğini, hakem heyetinin 19/10/2011 tarih ve 138907 sayılı kararı ile bu bedelin davalıya iadesine karar verildiğini, ödemenin üzerinden bir yıldan fazla zaman geçtiğini, sözleşmenin tüketici ile müzakere edildiğini belirterek; hakem heyeti kararının iptaline karar verilmesini istemiştir.

Davalı, sözleşmenin tek taraflı olarak hazırlandığını belirterek; davanın reddini savunmuştur.

 

Mahkemece, davalının talebinin 4077 sayılı Kanunun 4/A maddesine göre, 3 yıllık zamanaşımına tabi olduğu, davalının 3 yıllık süre geçtikten sonra müracaatta bulunduğu, davacı bankanın dava dilekçesinde zamanaşımı definde bulunduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş, karar Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca kanun yararına temyiz edilmiştir.

 

Taraflar arasında konut kredisi sözleşmesi bulunduğu ve davacı banka tarafından 900,00 TL masraf alındığı hususu ihtilaflı değildir. Uyuşmazlık, konut kredisinin kullandırılması sırasında alınan dosya masrafına ilişkin talepte uygulanacak zamanaşımı hükümlerinin hangisi olduğu hususundadır.

 

Davalı, 4/1/2008 tarihinde 120 ay vadeli 45.000,00 TL tutarında konut kredisi kullandığını, bu sırada kendisinden 900,00 TL masraf kesildiğini belirterek, bu paranın iadesi için 9/9/2011 tarihinde hakem heyetine müracaat etmiş, Muğla Tüketici Sorunları Hakem Heyeti’nin 10/10/2011 tarihli kararı ile; söz konusu masrafın davalıya iadesine karar verilmiş, davalı bankanın hakem heyeti kararının iptali istemiyle açtığı davada mahkemece; 4077 sayılı kanunun 4/A maddesine göre, ayıplı hizmete ilişkin taleplerin üç yıllık zamanaşımına tabi olduğu gerekçesiyle hakem heyeti kararının iptaline karar verilmiştir.

 

Mahkemenin esas aldığı 4077 sayılı Kanunun 4/A maddesinde düzenlenen zamanaşımı ayıplı hizmete ilişkin olup, somut olayda uygulanma imkanı yoktur. Dava ve karar tarihinde yürürlükte bulunan Borçlar Kanununun 125. maddesi hükmüne göre sözleşmeye dayalı alacak davalarında zamanaşımı 10 yıl olup, dava konusu olayda da 10 yıllık sözleşme zamanaşımının uygulanması gerekir. Buna göre; işin esasına girilerek sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma talebinin kabulü gerekmiştir.

 

SONUÇ: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına temyiz talebinin kabulü ile Muğla 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 19/4/2012 tarih ve 2011/899 esas, 2012/375 karar sayılı kararının sonuca etkili olmamak üzere kanun yararına BOZULMASINA, 15/4/2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.