YHGK 17.6.2009 E.2009/9-232 – K.2009/278


 YHGK 17.6.2009 E.2009/9 232 – K.2009/278

– İŞE İADE KARARININ KESİNLEŞMESİ

– İŞÇİ LEHİNE YORUM (İşe Başlatma Talebinin Vekil Marifetiyle Yapılması)

– İŞE BAŞLATMA BAŞVURUSU (Vekaleten Yapılabilir)

– İŞÇİNİN BAŞKA BİR İŞTE ÇALIŞIYOR OLMASI (İşe Başlama Başvurusu Yapan)

– İŞVERENİN İŞE İADE KARARININ KESİNLEŞTİĞİNİ BİLMEMESİ –

İK.21 – 818 Sa.Ka.321,388,390

1. Kesinleşen işe iade kararı, davacının vermiş olduğu vekaletname gereği işe iade davasını takip eden avukata 4.4.2007 tarihinde tebliğ edilmiştir. Aynı vekil, 5.4.2007 tarihinde işverene hitaben gönderdiği telgrafta, davacı işçinin 10 günlük yasal süre içerisinde işe başlatılmasını talep etmiştir. Telgrafın davalı işverene ulaştığı uyuşmazlık konusu değildir.
İşçi, işe başlatılma konusundaki iradesini bizzat işverene iletebileceği gibi, vekili ya da üyesi olduğu sendika aracılığı ile de ulaştırabilecektir.
O halde, vekil tarafından yapılan başvurunun, kesinleşen işe iade kararının yerine getirilmesi kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir. İş hukukunun temel ilkesi olan “işçi lehine yorum” ilkesi de bunu gerektirmektedir.

2. Bu durumda, işçinin, işe başlatılma konusundaki iradesini bizzat işverene iletebileceği gibi, vekili ya da üyesi olduğu sendika aracılığı ile de ulaştırabileceğine işaret eden ve Hukuk Genel Kurulu`nca da aynen benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi doğru değildir.

3. işverence işçinin işe davet edilmesi halinde: İşçinin, iş görme edimini yerine getirmek üzere belirlenen günde, bizzat hazır olması gerekir. Görüldüğü üzere bizzat işçi tarafından yerine getirilmesi gereken iş görme ediminin başkasına devri mümkün değildir.

DAVA ve KARAR:

Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bursa 2. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 26.6.2008 gün ve 2007/632 E. – 2008/449 K. sayılı kararın incelenmesi taraf vekillerince istenilmesi üzerine,
Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 2.12.2008 gün ve 2008/42507 E. – 32937 K. sayılı ilamı;
(… 1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının tüm temyiz itirazları yerinde değildir.
2-Davacının temyizine gelince: İşe iade davası sonunda işçinin başvurusu, işverenin işe başlatmaması ve buna bağlı olarak işe başlatmama tazminatı ile boşta geçen süreye ait ücret, ihbar ve kıdem tazminatı konularında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır.
Davacı işçi daha önce açmış olduğu davada, işverence yapılan feshin geçerli nedene dayanmadığını ileri sürerek feshin geçersizliğinin tespiti ile işe başlatılmaya dair karar verilmesini talep etmiş, mahkemece yapılan yargılama sonunda talep doğrultusunda karar verilmiştir. Söz konusu karar 25.12.2006 tarihinde Dairemizce onanmak suretiyle kesinleşmiştir. Kesinleşen karar, işe iade davasında davacının vermiş olduğu vekaletname çerçevesinde davayı takip eden avukata 4.4.2007 tarihinde tebliğ edilmiştir.

Davacı vekili, 5.4.2007 tarihinde işverene hitaben telgraf göndermiş ve isimleri belirtilen davacı işçilerin işe iadesini talep etmiştir. Söz konusu telgrafın davalı işverene ulaştığı uyuşmazlık konusu değildir. Davalı işveren işe iadeyi talep eden bir kısım işçilere gönderdiği ihtarnamede, işe başlama talebinin kesinleşen mahkeme kararı ile birlikte şahsen yapılması gerektiği açıklanmıştır.

4857 sayılı İş Kanununun 21. maddesine göre işçinin kesinleşen mahkeme kararının tebliğinden itibaren 10 iş günü içinde işe başlamak için başvurması gerekir. Başvurunun şekline dair anılan hükümde bir açıklama yer almamış olsa da, yazılı başvurunun geçerlilik şartı olmayıp, ispat şartı olduğu kabul edilmelidir.

İşe iade başvurusunun işçinin avukatı tarafından yapılması imkan dahilindedir. İşe iade davasında davayı vekaletname uyarınca takip etmiş olan avukat tarafından yapılan başvuru, kesinleşen işe iade kararının yerine getirilmesi anlamında değerlendirilmelidir. 4857 sayılı İş Kanununun 21. maddesinde sözü edilen işe başlama talebinin, şahsa sıkı sıkıya bağlı olduğundan söz edilemez. Başvuru, işe başlama yönünde bir irade açıklaması olup, aynı anda işçinin işe iade edilmesi gibi bir durum söz konusu değildir, işçinin şahsen ya da yetkili avukatı tarafından yapılan başvuru üzerine işverence işçinin bir aylık süre içinde işe başlatılması mümkündür, işverence işçinin işe davet edilmesi halinde, bizzat iş görme edimini yerine getirmek üzere işçinin belirlenen günde hazır olması gerekir. Görüldüğü üzere bizzat işçi tarafından yerine getirilmesi gereken iş görme ediminin başkasına devri mümkün olmaz.

Öte yandan işçinin işe iade başvurusunun ekinde, feshin geçersizliğinin tespitine dair kesinleşen kararın sunulması bir zorunluluk değildir. Başvuru anında kararın kesinleşmiş olması yeterli olup, kesinleşme olgusu işverence bilinmese dahi, işe başlatma süresi içinde belirlenebilecek bir durumdur.

Son olarak belirtmek gerekir ki, işçinin işe başvuru anında başka bir işveren ait işyerinde çalışmakta olması, başvurunun samimi olmadığını göstermek için yeterli değildir. İşçinin işe başlamak için usulüne uygun olarak yapacağı başvurunun ardından işverence işe davet edilmesi halinde, çalışmakta olduğu işyerinden ayrılması ve eski işine başlaması imkan dahilindedir.

Yapılan bu açıklamalara göre, davacı işçinin avukatı aracılığıyla süresi içinde yapmış olduğu başvurunun geçerli olduğu ve işçinin işe başlatılmaması sebebiyle bir aylık işe başlatma süresinin sonu olan 5.5.2007 tarihinde iş sözleşmesinin işverence feshedilmiş sayılması gerektiği kabul edilmelidir. Buna göre davacı işçi, işe başlatmama tazminatı ile dört aya kadar boşta geçen süre ücret ve diğer haklara hak kazandığından isteklerin kabulü cihetine gidilmelidir. İhbar ve kıdem tazminatı ise fesih tarihi olan 5.5.2007 tarihine göre belirlenerek hüküm altına alınmalıdır….) gerekçesiyle oyçokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ KARARI:

Uyuşmazlık: 4857 sayılı Yasanın 21/5. maddesinde ifade edilen işe iade kararının kesinleşmesinden itibaren 10 günlük yasal süredeki başvurunun şahsen yapılmasının zorunlu olup olmadığı, dolayısıyla somut olayda, vekil vasıtası ile başvuruda bulunulduğundan 10 günlük süre içinde işverene başvurma koşulunun gerçekleşip gerçekleşmediği noktasında toplanmaktadır.

4857 sayılı Yasanın 21/5. maddesinde; “İşçi kesinleşen mahkeme veya özel hakem kararının tebliğinden itibaren on işgünü içinde işe başlamak için işverene başvuruda bulunmak zorundadır. İşçi bu süre içinde başvuruda bulunmaz ise, işverence yapılmış olan fesih geçerli bir fesih sayılır ve işveren sadece bunun hukuki sonuçları ile sorumlu olur.” hükmüne yer verilmiştir.

Anılan yasa maddesinde, işçinin şahsen başvuru yapması gerektiğine dair veya işçinin işe iade başvurusunun ekinde, kesinleşen işe iade kararının sunulmasının zorunlu olduğuna dair bir ibare bulunmamaktadır. İşçi, işe başlatılma konusundaki iradesini bizzat işverene iletebileceği gibi, vekili ya da üyesi olduğu sendika aracılığı ile de ulaştırabilecektir. Nitekim doktrinde de aynı görüş benimsenmiştir(Osman Güven Çankaya-Doç. Dr. Cevdet İlhan Güney-Seracettin Göktaş: İse İade Davaları; sayfa 256).

Diğer yandan Borçlar Kanununun 388.maddesi “…Vekalet akdinin şümulü mukavele ile sarahaten tespit edilmemiş ise taalluk eylediği işin mahiyetine göre tayin edilir. Vekâlet, vekilin takabbül eylediği işin yapılması için icap eden hukuki tasarrufları ifa salahiyetini şamildir.” Aynı yasanın 390/1 maddesi özenle ifa borcunun sınır ve kapsamını çizmiştir. Anılan madde hükmüne göre vekilin sorumluluğu genel olarak hizmet sözleşmesinde işçinin sorumlu olduğu hükümlere tabidir. Vekilin özenle ifası, hizmet sözleşmesinde olduğu gibi, sözleşmenin hükümlerine BK.nın 321. maddesinde açıklanan işçinin özen ve sadakat borcuna ilişkin unsurlara göre belirlenecektir. BK.nın 390/2 maddesine göre vekil, müvekkile karşı vekaleti iyi bir surette ifa ile mükelleftir. Vekilin özenle ifada bulunduğunun kabulü için tedbirli ve basiretli şekilde hareket etmesi gereklidir. Yine sadakatle ifa müvekkilin yararına ve onun arzularına uygun olarak hareket etme borcunu kapsar.

Somut olayda, kesinleşen işe iade kararı, davacının vermiş olduğu vekaletname gereği işe iade davasını takip eden avukata 4.4.2007 tarihinde tebliğ edilmiştir. Aynı vekil, 5.4.2007 tarihinde işverene hitaben gönderdiği telgrafta, davacı işçinin 10 günlük yasal süre içerisinde işe başlatılmasını talep etmiştir. Telgrafın davalı işverene ulaştığı uyuşmazlık konusu değildir.

O halde, vekil tarafından yapılan başvurunun, kesinleşen işe iade kararının yerine getirilmesi kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir. İş hukukunun temel ilkesi olan ” işçi lehine yorum” ilkesi de bunu gerektirmektedir.

Bu durumda, işçinin, işe başlatılma konusundaki iradesini bizzat işverene iletebileceği gibi, vekili ya da üyesi olduğu sendika aracılığı ile de ulaştırabileceğine işaret eden ve Hukuk Genel Kurulu`nca da aynen benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi doğru değildir. O halde usul ve yasaya aykırı bulunan direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda belirtilen ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, oyçokluğu ile karar verildi.

Y.H.G.K. 17.6.2009 E.2009/9-232 – K.2009/278

KARŞIOY YAZISI

Davacı ve 12 arkadaşının, davalı işverence iş akitleri feshedilip işten çıkarıldıklarından, feshin geçersizliğine ve işe iadeye dair açtıkları davalar, lehlerine sonuçlanarak mahkemece, işe iadeye, olmadığında boşta geçen süreye ait ücret ile tazminatın ödenmesine hükmedilmiş ve Yargıtay incelemesinden de geçerek onanmıştır.

Onama kararının tebliğinden itibaren, Vekilleri marifetiyle işe başlatılmak iradesinin gereği olarak PTT kanalıyla işverene ihtar telgrafı çekilmiştir. İşverence, telgrafın tebellüğünden itibaren yasal 1 aylık işe başlatma süresi içinde, noter ihtaratı ile 13 işçinin işe başlatılacağı tarih belirtilerek vekillerine bildirilmiştir. Belirlenen tarihte yalnızca 10 işçinin işyerine geldiği, 3 işçinin gelmediği işyerine ait bahçede toplandıkları tarafların kabulündedir.

Neticede işçilerin tümü , işe başlatılmadıklarından bahisle, eldeki davanın konusu yapılan kıdem, ihbar tazminatı ile, yasadan kaynaklanan boşta geçen süreye ait ücret ve işe başlatılmama tazminatlarının faizi ile birlikte davalıdan tahsilinin hüküm altına alınmasını talep etmişlerdir.

Bu davaların yasal dayanağı, 4857 sayılı iş yasasının 21’inci maddesinin 1 ve 5’inci fıkralarıdır. Bu fıkralarda sözü geçen yasal süreler hak düşürücü süreler olup, yorum yolu ile uzatılması veya değiştirilmesi söz konusu olmayıp, mahkemece resen dikkate alınması gerekmektedir. 7201 sayılı tebligat kanunu hükümlerinin dahi, uygulamada ortaya çıkaracağı sorunlar nedeniyle, bu tip davalarda süreleri uzatmaya sebebiyet vermemesi için işlemlerin yazılı olarak mümkün olduğunca yapılmasına izin verilmemelidir. Yasada yazılı başvuruda bulunacağına dair açık hüküm bulunmamaktadır. İşe iade davaları seri yargılama usulüne tabi olup, usul hukukunda maksimum seviyede fayda sağlanması, zamandan tasarruf edilmesi amaçlanmaktadır. Bir yargılama sırasında kullanılabilecek asgari süre, yaklaşık beşbuçuk ay civarındadır. Ancak uygulamada ise bu süre iki yıla kadar uzamaktadır. Tebligat Hukukunun uygulandığı hallerde ise ortaya çıkabilecek sorunlar göz önüne alındığında, usulsüz tebligat, yanlış mercie tebligat, iş devri nedeniyle yeni işverene tebligat, işyeri unvan değişikliği nedeniyle yanlış hasıma tebligat gibi aşamalar yaşanarak maksattan uzaklaşılabilir. Kanun koyucu, bu ihtimalleri göz önünde bulundurarak işin ivediliğinden bahisle 21’inci maddedeki sürenin kesinleşen mahkeme kararının tebliğinden bahsederek, işçinin işe iade istek prosedürünü başlatması için 10 iş günü olan süre tanıyarak , lehine değerlendirmesi açısından işçinin , istek ve iradesine uygun şekilde eski işine bir an önce kavuşması yolunda hazırlıklarını tamamlaması için belirlenmiş bir zaman dilimidir.

Davası lehe sonuçlanan işçi, her an işe başlamaya hazır, istekli ve sağlam olmalıdır. Yasadaki bu süre, bir başka işte çalışmakta ise, bu iş yerinden ayrılıp gelmesi, hasta ise, son tedavilerini görmesi, yarım kalan günlük özel ve resmi işleri varsa tamamlaması, seyahatte ise dönmesi gibi haller için gerekli olan makul bir süredir. İşçinin bu süreyi hemen tüketmesi gerekmemektedir. Ancak bu süre tamamlanmadan da bizzat iş yerine gidip son nâsıye-i halini işverene gösterip, işe kabul için istek ve şevkini belli etmelidir.
Mahkemece işe iade kararı verilmekle, işverenin feshi ortadan kalkacağından ve iş akdi kaldığı noktadan devam edeceğinden, işçinin iş görme borcu nedeniyle her an işverenin yakınında verilecek görevi ifaya hazır vaziyette bulunması gerekmektedir. İş görme borcu başkasına devredilemez, sahsa sıkı sıkıya bağlı hallerdendir.

İşçinin işe iade başvurusuna dair icrai hareketlerinden olan mahkeme ilamı ile bir dilekçe ve kimliğini yanında bulundurmasında sonsuz yarar vardır. Bu şekilde yapılan başvuruda samimiyet, iyi niyet ve istek gözlendiği gibi, işe iade başvurusunun yapıldığının da ispat vasıtası olacaktır. Devamında da işyerinde boşluk söz konusu ise işveren işçiyi başvuru anında eski işine veya benzer işine davet etme ve başlatma olanağı da doğurabilecektir. Bu tip ilamların icrası icra iflas hukukuna göre takip mümkün olmadığı için ( eda içeren özelliği bulunmadığından) bizzat işçi tarafından takip edilmiş yaratılmaktadır.
Uygulamada, işçiler yanlarında bu belgelerle birlikte (mahkeme ilamı, başvurma dilekçesi, kimlik belgesi) noter yetkilisi veya tutanak tanzim etmek için işyeri dışından tanık da bulundurarak işyerine gelmektedirler. Olayda ise, 10 işçinin işyerine geldiği, bahçede işyeri müdürü ve insan kaynakları şefi ile sözlü görüşmelerine karşın, işverenin ihtaratında sözü geçen bir dilekçeyi dahi hazır etmeden işe gelmiş olduklarından, işe başlamaktan ziyade, tazminatlara heves duyulduğunu ifade eden işveren vekillerine sözcükler sarf ederek; “Mahkemede görüşelim” diyerek işyerinden ayrılmışlardır. Bir başka ifade ile, işyerine başvuru amacı ile gelmeyen, bu kişilerin isimlerinin, davalı tanıklarınca da dosyada belirtildiği yerel mahkemenin hem ilk kararında hem de bozmadan sonraki direnme kararında yeraldığı görülmektedir.

İşyeri bahçesine gelen 10 işçinin işe başvurularının, telgraf vasıtasıyla da olsa geçerli olup olmayacağı ve işverenin de işe kabulde ihmal veya özeninin bulunup bulunmadığı hususları, kendi dava dosyalarında tartışılabilir ise de, işyerine işe başvuru için gelmeyen 3 işçiden birisi olan işbu davanın davacısının hukuki durumunun tam bu noktada değerlendirilmesi gerekmektedir.

Somut olayda, öncelikle davacının vekili marifetiyle telgraf ile işe başvuru talebinde bulunduğu, işverence de bu istemin kabulü yolunda aynı yolla, hatta noter marifetiyle çekilen ihtarla uzlaşma sağlanmıştır. İcap ve kabul tamamlandıktan sonra işçinin yeni bir harekette bulunup belirlenen günde işverene, sorumluluktan kurtulmak için şahsen başvurup diğer bir ifade ile “isbat-ı vücut” etmesi gerekmektedir. Aksi halde edimini yerine getirmediği için temerrüde düşmüş alacaktır. Olayımızda davacı işverenin davetine icabet etmediğinden, 4857 sayılı Yasanın 21/5’inci maddesindeki “hal”in gerçekleştiği işçinin işe başlatılmak için işverene hiç başvurmadığı kabul edilmelidir.

Başvurmamanın sonuçları da anılan maddede anlatıldığı üzere, işverenin feshinin geçerliliği ile davacının alabileceği tazminat türü ve miktarı ilk feshe kadar geçen süreye ait olan kıdem ve ihbar tazminatıdır. Boşta geçen süreye ait ücret ile, işe başlatmama tazminatından işveren artık sorumlu tutulmayacaktır. Mahkemece aynen böyle düşünülüp talepler, bu doğrultuda değerlendirilerek kısmen hüküm altına alınmıştır.

Hükme varılırken mahkeme gerekçesinde, işe başvuruda şahsen başvurunun zorunluluğu konusunda değerlendirme yapmış, yoğunluk bu noktada toplanmış ise de, gerek birinci hükümde gerekse bozmadan sonra kurulan gerekçeli direnme hükmünde, şahsen başvuru zorunluluğunun yanı sıra, işçinin iş talebindeki samimiyeti, işe başvuru için sarf edilen gayret, tazminatı almaya meyilli söz ve davranışlar da irdelenmiş, en önemlisi 13 işçiden 3 işçinin gelmediği isimleri ile birlikte kararda yer almıştır.

Mahkemece maddi olay bu haliyle tüm gelişmeleri ile ortaya konmuş ve sonuca varılmış ise de, Dairenin bozma ilamında yalnızca işe başvuruda şahsiliğin gerekip gerekmediği, hatta, yazılı başvurunun yeterliliği tartışmasına odaklanılarak, işe başvuru için işyerine gitmeyen davacının durumu bu yönüyle değerlendirilmemiştir. Bu husus, önemli bir eksiklik olup kararın temel noktasını ve sonuçlarını kapsamaktadır.

Hangi tür karar olursa olsun öncelikle somut maddi olayın bir kez ortaya konulup ilgili yasa maddelerinin ve fikirlerin bundan sonra temel maddi olayın etrafında oluşturulması gerekmektedir. Böyle oluşturulmamış kararlar, hukuken hükümsüz sayılır, sonuçları da maddi hukuk yönünden geçerli sayılmaz ve kesin hüküm teşkil etmezler.
Dairenin bozma kararı ile ilgili karşı oyumda, işçinin işe iade başvurusunda, şahsen başvurusunun zorunluluğu ve şahsa sıkı sıkıya bağlı haklardan olduğu, vekile havale edilemeyeceği, özel yetkiyle dahi hakkın ve ödevin devredilemeyeceği hususlarından uzun uzun sözedilmiş olduğundan burada yeniden konu edilmeyip tekrarı ile yetinilecektir. Karşı oy yazısında ayrıca 13 işçiden 10 işçinin işyerine geldiği, 3 kişinin ise gelmediği hususu tarafımda da vurgulanmıştı.

Tüm bu anlatılanlardan, temel maddi olgunun belirlenmesi olgusunda yerel mahkemece gerek birinci kararda, gerekse ısrar kararında üç temel unsurdan oluşan hüküm gerekçesinin varlığına rağmen, Dairece yalnızca işçinin işe şahsen başvurusunun gerekliliğine ilişkin hükmün tek noktasında yoğunlaşılarak, bozma kararı oluşturulmuş bulunması ve Hukuk Genel Kurulunca da ısrar kararının (sözlü açıklamalara rağmen) sanki tek husus için ısrar edilmiş gibi kabul edilerek, Dairenin bozma kararının benimsenmesini ve diğer iki hususun gözardı edilerek yerel mahkemenin ısrar kararını bozulmasını isabetli bulmamaktayım.
Bu itibarla, Yerel mahkemenin ısrar kararını temel maddi hukuka uygun bulduğumdan, onanması gerektiği görüşü ile Dairenin bozma kararını uygun bulan Genel Kurulun çoğunluk kararına katılmamaktayım.

PicLensButton YHGK 17.6.2009 E.2009/9 232 – K.2009/278

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir