ZAMANAŞIMI

T.C.

YARGITAY

Hukuk Genel Kurulu

E: 2006/4-232

K: 2006/269

T: 03.05.2006

ZAMANAŞIMI
ÖZET: Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kulla­nılmaması nedeniyle dava edilebilme niteliğinden yoksun kalabilmesini ifade etmektedir. Bu tanımdan da anlaşılaca­ğı üzere zamanaşımı alacak hakkını sona erdirmeyip, onu eksik bir borç haline dönüştürür, alacağın dava edilebilme niteliğini ortadan kaldırır.

Zamanaşımı, usul hukuku bakımından bir defi olup, ilgilisince ileri sürülmedikçe hakim tarafından doğ­rudan doğruya göz önünde bulundurulamaz.

818 s. BORÇLAR KANUNU [Madde 125]
818 s. BORÇLAR KANUNU [Madde 126]
818 s. BORÇLAR KANUNU [Madde 131]
818 s. BORÇLAR KANUNU [Madde 132]
818 s. BORÇLAR KANUNU [Madde 133]

Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargıla­ma sonunda; (Muğla Asliye Hukuk Mahkemesi)nce davanın zamanaşımı nedeniyle reddine dair verilen 20.02.2004 gün ve 2003/246-2004/86 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin 12.05.2005 gün ve 11024-5292 sayılı ilamıyla; (…Dava, kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkin­dir. Davacı, M… Meslek Yüksekokulunda öğretim görevlisi olarak görev yaptığı dönemde, davalının sicil amiri olup, şahsına duyduğu kin ve husumet nedeniyle hakkında soruşturmalar yapılmasına neden olduğunu, dayanaksız olarak olumsuz sicil düzenleyerek mesleki yaşamının zedelenmesini ve hak­sız tayinler yapılmasını sağladığını ve hakkında hakaret içeren sözler sarf et­tiğini belirterek 10.000.000.000 TL manevi tazminatın tahsilini istemiştir.

Davalı 12.05.2003 tarihli cevap dilekçesinde yapılan işlemlere davacının tavırlarının neden olduğunu, soruşturma açma ve tayin tasarruflarının Rek­törlük makamının yetkisinde olduğundan bu konuda yapılan işlemlerden so­rumlu tutulamayacağını savunduktan sonra dava konusu olayların üzerinden beş yıl geçtikten sonra okul müdürünü suçlamanın hukuken ve mantıken gerçek dayanaktan yoksun olduğunu belirtmiştir.

Yerel mahkemece davalının yukarıda açıklanan savunması zamanaşımı defi olarak kabul edilerek davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar ve­rilmiştir.

Zamanaşımı, bir talep ve dava hakkının kanunda belirtilen süre içinde kullanılmaması halinde usul hukukunca öngörülen şekilde ileri sürülmek ko­şuluyla borçluya borcunu ödememe imkânı veren bir hukuki müessesedir. Zamanaşımı bir itiraz olmayıp, defi bulunduğundan ileri sürülmedikçe hâkim tarafından doğrudan doğruya (res’en) göz önünde tutulamaz. Başka bir an­latımla zamanaşımı kişisel bir savunma nedeni olup, bütün öteki savunma­larda da olduğu gibi ve özellikle itiraz nedenlerinden farklı olarak savunulma-dığı zaman mahkemece res’en gözetilemez ve uygulanamaz. Zamanaşımı­nın davayı etkisiz bırakması kendiliğinden gerçekleşmemekte ve ancak borçlu iradesine bağlı bulunmaktadır.

Bu açıklamalar ışığında yeniden temyize konu olayımıza dönersek, dava­lının 12.05.2003 tarihli cevap dilekçesindeki savunmasının zamanaşımı defi olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Davalının kullanmadığı defi nitelikli hakkının res’en gözetilmesi de mümkün olmadığına göre davacının anılan savunmayı zamanaşımı defi olarak yorumlayarak cevap vermiş olması da sonuca etkili görülmemiştir. Yerel mahkemece işin esası incelenerek sonu­cuna göre karar verilmesi gerekirken davanın zamanaşımı nedeniyle redde­dilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir…) gerekçe­siyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama so­nunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz Eden: Davacı vekili

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görü­şüldü:

Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması nedeniyle da­va edilebilme niteliğinden yoksun kalabilmesini ifade etmektedir. Bu tanım­dan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip, onu eksik bir borç haline dönüştürür, alacağın dava edilebilme niteliğini ortadan kaldırır.

Zamanaşımı, usul hukuku bakımından bir defi olup, ilgilisince ileri sürül­medikçe hâkim tarafından doğrudan doğruya göz önünde bulundurulamaz.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davalının cevap dilekçesinde yer alan “…5 yıl sonra… suçlamak, hem hukuken hem de mantıken gerçek dayanaktan yoksundur” ifadesinin “zamanaşımı defi” olarak kabul edilip edilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

İrade beyanı, irade sahibinin ya da muhatabının çeşitli sebeplerle bu be­yana değişik anlam vermeleri nedeniyle yoruma ihtiyaç gösterir. İradeyi açıklamak, beyan etmek için kullanılan söz, deyim ve işaretler açık olmadı­ğı, birden çok anlama geldiği, taraflar arasında şüphe, tereddüt uyandırdığı zaman, hâkim bunların gerçek anlamlarını bulmak zorundadır. Dava sırasın­da bir beyanın yorumunda genel yorum kuralları uygulanacaktır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.10.1962 gün ve 1962AT-14-35 sayılı kararı).

Davalının, (5 yıl sonra suçlanmanın hukuki dayanaktan yoksun olduğu) esasına dayanarak “davanın reddi” isteğini ileri sürmesi, davada zamanaşı­mı definin ileri sürüldüğü anlamına gelmektedir.

Zira, beyanda bulunan davalının aktarmak istediği görüş, zaman geçmiş olması nedeniyle davanın dinlenemeyeceği olgusudur. Böyle bir iddianın hangi hukuki temele dayanacağını saptama görevi, HUMK. 76. maddesi uyarınca, olaya uygulanacak kanun hükmünü kendiliğinden bulmak ve uy­gulamakla yükümlü olan hâkime düşmektedir.

Belirtilen sebeplerle, davalı tarafın cevap dilekçesinde zamanaşımı defin­de bulunduğu yönündeki kabul, usul hükümlerine ve beyanların yorumuna ilişkin kanun hükümlerine uygun olup, yerel mahkemenin bu yöne ilişkin di­renme kararı isabetlidir.

Ne var ki, Özel Dairece zamanaşımı define yönelik diğer temyiz itirazları bozma nedenine göre incelenmemiş olup, dosyanın bu yöne ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme uygun bulunduğun­dan dosyanın belirtilen yöne ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için (DÖRDÜNCÜ HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE), 03.05.2006 gü­nünde oyçokluğuyla ile karar verildi.

KARŞI OY

Dava, kişilik hakkına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir.

Davacı öğretim görevlisi olup, davalının müdürlüğünü yaptığı yüksek okulda bir süre müdür yardımcısı olarak da görev yapmıştır.

Davacı, idarecilik görevinden ayrılmasına karşın davalının suçlaması nedeniyle iki kez soruşturma geçirdiğini, görev yerinin değiştirildiğini, davalının kin, garez ve kişi­sel husumetle hareket ettiğini ve olumsuz sicil düzenleyerek terfi etmesine engel ol­duğunu, ayrıca kendisine yönelik olarak hakaret içeren sözler söylediğini belirterek manevi tazminat isteminde bulunmuştur.

Dava dilekçesi davalıya 01.05.2003 tarihinde tebliğ edilmiş, davalı 15.05.2003 günü mahkemeye verdiği yanıt dilekçesinde; aralarında geçen olayları anlattıktan sonra, “…davacı ile ilgili soruşturma, ceza verme ve mahkemelerde taraf rektörlük makamı iken, 1998 yılında işlemiş olduğu fiillerin sorumluluğunu, konuya taraf olma­yan okul müdürüne yüklemekte ve dava açmaktadır. 5 yıl sonra okul müdürünü suç­lamak, hem hukuken hem de mantıken gerçek dayanaktan yoksundur. Açıklanan ve bilinen gerçek deliller dikkate alınarak davanın reddine karar verilmesini…”savun­muştur.

Davacı vekili 30.06.2003 günlü yanıta yanıt dilekçesinde “…davalının dava açma sürecinin zamanaşımına uğradığı yönündeki beyanları da mesnetsiz ve boş çabala­rının bir tezahürüdür…” iddiasında bulunmuştur.

Mahkemece, dava konusu edilen “yalancı, inkarcı, provokatör, çiğ süt emmiş” gi­bi sözlerin 1998 yılında gerçekleştiği, davacının da yılın ocak ayında, bu sözlerin da­valı tarafından söylendiğini öğrendiği gerekçesiyle BK’nun 60. maddesindeki 1 yıllık zamanaşımı süresinin geçmiş olması nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir. Mahkeme kararı, Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi’nce zamanaşımı definin davalı tarafından usulüne uygun biçimde ileri sürülmediği belirtilerek bozulmuş, mahkeme­ce önceki kararda direnilmiştir.

– Zamanaşımı; bir borcu doğuran, değiştiren, ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran savunma aracıdır.;

– Zamanaşımı, alacağın varlığını değil istenebilir olmasını ortadan kaldırır. Başka bir anlatımla alacak hakkının, belli bir süre içinde kullanılmaması yüzünden “dava edile­bilme”niteliğinden yoksun kalmasıdır.

– Zamanaşımı, bir maddi hukuk kurumu değildir. Bir talep ve dava hakkının yasa­da belirtilen süre içinde kullanılmaması halinde, usul hukukunda öngörülen biçimde ileri sürülmek koşuluyla borçluya borcunu ödememe olanağı sağlayan bir hukuksal müessesedir.

Borçlunun zamanaşımını, yasada öngörülen biçimde ileri sürmesi zorunludur. Bu yüzdendir ki, zamanaşımı alacağın doğumu ile ilgili olmayıp, alacağın istenmesini ön­leyen bir savunma olgusudur. Zamanaşımı defi ileri sürülmedikçe alacağın konusu olan hakkın var olduğu ve kabulüne karar verilmesinde yasal bir engel yoktur. Kişi­sel bir savunma nedeni olup, ilgilisi tarafından ileri sürülmedikçe mahkemece re’sen gözetilip, uygulanamaz.

Zamanaşımının davayı etkisiz bırakması, borçlunun iradesine bağlıdır. Kendiliğin­den gerçekleşmez. Borçlu tarafından açıkça ileri sürülmedikçe, hâkim tarafından (dosyadaki bilgi ve vakıalara bakılarak), kendiliğinden gözetilemez, tarafa hatırlatıla-maz. Davalının ileri sürdüğü karşı vakıalara (olaylara) davalının savunma vasıtaları de­nir. Savunma vasıtaları da, maddi hukuka ve usul hukukuna dayanan savunma vası­talarıdır.

Maddi hukuka dayanın savunma vasıtaları, defiler ve itirazlar diye ikiye ayrılır.

Defi; davalının (aslında) borçlu olduğu bir borcu (edimi) özel bir nedenle yerine getirmekten kaçınmasına imkân veren bir haktır.

Defi, dar anlamda borçlunun özel bir nedene dayalı olarak borçlanılan edimi ye­rine getirmekten kaçınma hakkıdır. (Öğretide, “karşı haklar” adı da verilir.)

Hak sahibine, bir başkası tarafından ileri sürülen bir hakkı, belirli oranda etkisiz kılma ya da sonuçlarını tamamen ya da kısmen sınırlama, engelleme ya da ortadan kaldırma olanağı veren haklardır.

Davalı, aslında borçludur ancak özel bir nedenle borcu yerine getirmekten kaçın­ma hakkına sahiptir. (Zamanaşımı defi -BK. 140-, karşılık borcun ödenmediği -öde-mezlik-defi -BK. 81-, semenin -satış bedelinin- indirilmesi defi -BK. 202, 207/II, Ba­ğışlayanın defi-BK. 245-, ödünç verenin defi -BK. 310-, Kefilin tartışma defi-BK. 486-)

İtirazda, hak ya hiç doğmamıştır (akit batıldır) ya da son bulmuştur (borç öden­miştir). İleri sürülen vakıa ile dava konusu hakkın yok olduğu (mevcut olmadığı) ileri sürülür.

Oysa defi de hak vardır. Ancak davalı özel bir nedenle (zamanaşımı gibi) o hak­kı yerine getirmekten kaçınabilir.

İtiraz, karşı tarafın hakkının mevcut olmadığını gösteren bir olaydır. (Hakkın hiç doğmamış ya da sona ermiş olduğunu gösteren olaylar ileri sürülür.) İtirazlar;

a-Hakkın doğumuna engel olan itirazlar,

(-Sözleşmenin şekil koşuluna uygun düzenlenmediği,

– Tarafların birinin ayırtım gücünün olmamasıdır.)

b-Hakkı yok eden itirazlar,

(Alacağın ifa, ibra ya da imkânsızlık nedeniyle sona erdiğinin ileri sürülmesidir.)

İtirazlar, olaylara ve belgelere dayanır.

Davalının savunmasında ileri sürdüğü vakıanın defi olup olmadığının bilinmesi, özellikle usul hukukunda (davada) çok önemlidir. Çünkü davalının def’iyi açıkça ileri sürmesi gerekir. Davalı def’iyi açıkça ileri sürmemişse hâkim, tarafların bildirdiği va­kıalardan definin varlığını öğrense bile, bunu re’sen gözetemez.

Açıklamalar ışığında somut olaya baktığımızda; davalının davacıya yönelik olarak, “…sizin hakkınızda soruşturma açan, ceza veren ve mahkemelerde taraf olan Üniver­site Rektörlüğü iken, 5 yıl sonra okul müdürünü suçlamak hukuken ve mantıken da­yanaktan yoksundur,” biçimindeki sözlerini zamanaşımı defi olarak kabul etme ola­nağı yoktur.

Davalının savunma sırasında kullandığı sözler, yorumlanarak zamanaşımı defin­de bulunulduğu sonucuna varılamaz. Zamanaşımı definin açık olarak ileri sürülmüş olması gerekir.

Kararın bozulmasından sonra yapılan duruşma sırasında, davalının verdiği ilk ya­nıt dilekçesindeki sözlerin zamanaşımı anlamında kullandığı biçimindeki beyanlarının ise, usul hukuku bakımından hiçbir geçerliliği yoktur.

Bu nedenlerle, yerel mahkemenin direnme kararının usul ve yasaya aykırı olduğu görüşünde olduğumuzdan, sayın çoğunluğun onama kararına katılamıyoruz.

Üye Üye

Mustafa Kıcalıoğlu Mehmet Uyumaz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir