ZORUNLU MÜDAFİİLİK

T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu
E:2006/1-131
K: 2006/146
T: 30.5.2006
ZORUNLU MÜDAFİLİK

5271 s. CEZA MUHAKEMESİ KANUNU [ 150]
5271 s. CEZA MUHAKEMESİ KANUNU [Madde 266]
1412 s. CEZA MUHAKEMELERİ USULÜ KANUNU (1) [Madde 138]
4721 s. TÜRK MEDENÎ KANUNU [Madde 16]

Kasten adam öldürmek suçundan sanıklardan S’nin, 5237 sayılı TCY’nın 81, 31/2, 62. maddeleri uyarınca sonuçta 5 yıl 10 ay hapis cezasıyla; sanık Ö’nün ise 5237 sayılı TCY’nın 81, 31/3, 62. maddeleri uyarınca sonuçta 7 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmalarına, suçta kullanılan bıçakların 5237 sayılı TCY’nın 54. maddesi uyarınca zoralımına ilişkin Kayseri ı. Ağır Ceza Mahkemesi’nce 11.07.2005 gün ve 255-206 sayı ile verilen kararın sanıklar müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nce 13.03.2006 gün ve 3708-596 sayı ile;
“… Sanıklar Ö. ve S’nin 15.07.2005 günlü dilekçelerle temyiz talebinden feragat ettikleri anlaşılmakla,
Vaki feragat nedeniyle temyiz tarihinde 15-18 yaş grubu içinde bulunan sanıkların davadan feragate yetkili olduklarının kabulüyle sanıklar müdafiinin temyiz talebinin reddiyle dosyanın incelenmeksizin mahalline iadesine…” karar verilmiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığı ise 12.04.2006 gün ve 160647 sayı ile;
“Kayseri C.Başsavcılığı’nın 24.06.2004 gün ve 2004/10145 sayılı iddianamesiyle Kayseri 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan kamu davasında sanıklar Ö. ve S’nin “kasten öldürmek” suçundan yakalandıkları ve 5237 sayılı TCK’ nun 81, 31/2-3, 62, 54, 63. maddeleri uyarınca mahkum edildikleri, suç tarihinde 15 yaşından küçük ve hüküm tarihinde 16 yaş içinde bulunduğu, sanık Ö’nün ise gerek suç tarihinde ve gerekse hüküm tarihinde 16-17 yaş dönemi içinde bulunduğu, son soruşturma süreci boyunca sanıklar 18 yaşından küçük oldukları nedenle;CMUK’nun 138. maddesi ( 5271 sayılı CMK’nun 150/2. maddesi ) uyarınca, zorunlu müdafii marifetiyle temsil edildikleri ve bu suretle yasal haklarının korunduğu,
Sanıklar ve müdafiinin yüzüne karşı 11.07.2005 tarihinde verilen mahkumiyet hükmünün, sanıklar müdafii tarafından 12.07.2005 tarihinde sanıklar lehine temyiz edildiği, ancak bizzat sanıkların ise 1507.2005 günlü dilekçeleri ile “cezalarını temyiz etmek istemediklerini” belirten bir irade serdettikleri,
Yargıtay C.Başsavcılığı’mızın 05.10.2005 gün ve 2005/160647 sayılı tebliğnamesinde, “her ne kadar sanıklar temyiz talebinde bulunmadıklarını açıkça belirtmişlerse de, sanıklar temyizden vazgeçme tarihinde 18 yaşından küçük oldukları nedenle CMK hükümlerine göre kendilerine zorunlu müdafii tayini yoluyla, yasal hakları koruma altına alındığından” bahisle yasal süresi içinde vaki müdafii temyizine itibarla, temyiz incelemesine girişilmesi gerektiği görüşü açıkça belirtilerek, hükmün temyizen incelendiği ve bozma talebinde bulunulduğu, ancak Yüksek Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin 13.03.2006 gün ve 2005/3708 E., 2006/596 K. sayılı ilamıyla ise; “küçük sanıkların temyizden feragatlerinin geçerli olduğu görüşünden hareketle, sanık müdafiinin temyiz talebinin reddine”karar verildiği anlaşılmıştır.
Hüküm tarihi 11.07.2005 olup, sanıklar temyizden vazgeçme tarihinde ( 15.07.2005’de ) 18 yaşından küçüktürler. Sanıklar müdafii CMUK 138. madde ( 5271 sayılı CMK’nun 150/2 ) uyarınca zorunlu müdafii konumundadır.
Bu durumda sanıkların yaşı nedeniyle fiil ehliyeti ( temyizden vazgeçme ) meselesini Medeni Kanun ve Ceza Muhakemesi Kanunu yönünden irdelemek gerekir.
Şöyle ki;
I- Türk Medeni Hukuku’nda ne yaştan gelen mutlak bir ehliyetsizlik ve ne de yaş ile belirlenen sınırlı bir ehliyetsizlik hali söz konusudur. Ergin olmayan kimseler ( 0-18 arasında ) yaşları ne olursa olsun, ancak temyiz kudretine sahip olma şartıyla “sınırlı ehliyetsizlik” kategorisine girerler. Temyiz kudreti ise nispi ( göreceli ) bir kavramdır. Medeni Kanun’un 13. maddesi hükmünden; açıkça olmasa bile zımnen, belli kişilerde ( örneğin ergin olmayanlarda yani 18 yaşından küçüklerde ), “temyiz kudretinin yokluğunun” kanunen kabul edilmiş olduğu anlaşılır. Maddeye göre; ergin olmayanların ( küçüklerin ), akla uygun biçimde hareket edememeleri asıldır. Bu sebeple bu kişiler hakkında, temyiz kudretinden yoksun olduklarına ilişkin bir karine vardır ve buna “temyiz kudretinden yoksunluk karinesi” denir. Medeni Kanun’da “temyiz kudretinin, hangi yaştan itibaren kazanılmış olacağı hakkında bir hüküm de yoktur. Zaten bu konuda kesin bir yaş sının saptamaya psikoloji biliminin verileri de uygun değildir. Her somut olayda, ergin olmayanın yani küçüğün, temyiz kudretine sahip bulunup bulunmadığını saptamak hakimin takdirine kalmıştır.
İşte Medeni Kanun’un 13. maddesi çerçevesinde sanıkların fiil ehliyetleri değerlendirildiğinde, temyiz kudretlerinin bulunmadığının asıl olduğu “temyiz kudretinden yoksunluk karinesi” noktasından hareket edilirse “tam ehliyetsiz”olduklarının kabulü gerekeceği ve buna bağlı olarak da Medeni Kanun’un 15. maddesi gereğince “tam ehliyetsizin menfaatleri çiğnenmiş olmak kaydıyla fiillerinin hukuki sonuç doğurmayacağı” gibi doğal bir sonuca varılacağı açıkça ortaya çıkmaktadır. İşbu dava dosyasından da sanıkların lehlerine temyizden vazgeçme” tarzındaki fiilleri, yasal menfaatlerini çiğnediğinden, sonuçta işbu vazgeçmenin aleyhlerine hukuki sonuç doğurmaması gerektiğinin kabulüne varmamızı zorunlu hale getirmektedir.
Buna karşın Medeni Kanun’un 16. maddesi çerçevesinde sanıkların fiil ehliyetleri değerlendirildiğinde ise, temyiz kudretlerinin varlığının kabulünden hareket edilirse bu kez “sınırlı ehliyetsiz” olduklarının benimsenmesinin gerekeceği açıkça ortaya çıkmaktadır. Sınırlı ehliyetsizler de kural olarak kendi aleyhlerine sonuç doğurabilecek işlemleri kendi başlarına ( bizzat ) yapamazlar. Medeni Kanun’un 16/1. maddesindeki düzenlemeye göre;
Yasal temsilcinin rızasına bağlı olmadan kendi başlarına yapabilecekleri işlemler ise ancak a ) Kendilerine ivazsız iktisap sağlayan işlemler, b ) Serbest mallarıyla ilgili işlemler, c ) Bir meslek veya sanatla uğraşmak, d ) Bir başkasının temsilcisi olarak hareket etmek ve e ) Kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların kullanılması, tarzında özetlenebilir.
Medeni Kanun “temyiz kudretine sahip küçükler ( ve kısıtlılar ), yasal temsilcilerinin rızası olmadıkça, kendi işlemleriyle borç altına giremezler” demek suretiyle genel bir ilke koymuş bulunmaktadır ( 16/1. m. )
Kanunun amacı ( sınırlı ehliyetsizleri = 18 yaşından küçük mümeyyizleri ) korumaktır. Bu amacın gerçekleşmesi maksadıyladır ki, bütün hükümler, sınırlı ehliyetsiz durumunda bulunan kişilerin kendi fiilleriyle, aleyhlerine sonuç doğurabilecek mahiyette olan işlemleri yapamayacaklarını öngörmektedir. O halde mümeyyiz küçüğün bir işlemi kendi başına yapabilmesi için, söz konusu olan işlemin hukuki mahiyeti itibariyle kendisine sadece hukuki yararlar ve haklar sağlamaya yönelik bir işlem olması zorunludur.
Medeni Kanun’un 16/1. maddesi esas itibariyle sınırlı ehliyetsizleri koruma düşüncesi taşıdığındandır ki, bu hükümlerin yaptırımında amacına uygun olarak sınırlı ehliyetsizin menfaatlerini sağlamayı ve kollamayı hedef tutan bir hükümsüzlük derecesi olması gerekir. Bu hükümsüzlük derecesinin ne olacağı hakkında kanunda açıklayıcı bir hüküm yoktur. Ancak doktrinde hakim olan görüşe göre, bu hükümsüzlük derecesi “tek taraflı bağlamazlık” yaptırımıdır. Yani yasal temsilcinin sonradan onay vermemesi halinde, mümeyyiz küçüğün tek taraflı bağlılığı da ortadan kalkmış olur. Yani yapılmış bulunan işlem, mümeyyiz küçük hakkında hükümsüz olur.
İşte işbu dava dosyasında da sanıkların lehlerine temyizden vazgeçme” tarzındaki fiilleri, onların yasal menfaatlerini çiğnediğinden yine sonuçta, işbu vazgeçmelerinin, aleyhlerine hukuki sonuç doğurmaması gerektiğinin kabulüne bir kez daha varmamızı zorunlu hale getirmektedir.
II- Sanıkların “temyizden vazgeçmeleri tarzındaki iradelerini, bir de Ceza Muhakemesi Kanunu çerçevesinde incelediğimizde yine karşımıza 18 yaşından küçük olan kişilerin korunmasına yönelik düzenlemeler çıkmaktadır.
Şöyle ki;
5271 sayılı CMK 266/son maddesi, “…150. maddenin ikinci fıkrası uyarınca kendisine müdafii atanan sanıklar yararına kanun yoluna başvurulduğunda veya başvurulan kanun yolundan vazgeçildiğinde sanık ile müdafiin iradesi çelişirse müdafiin iradesi geçerli sayılır” hükmünü amirdir. 1412 sayılı CMUK’nun 295. maddesinde öngörülmeyen ancak 5271 sayılı CMK’nun 266/son maddesinde kanuni düzenleme altına alınan bu hüküm, ( aynı kanunun 150/2. madde ve fıkrasıyla 18 yaşından küçükler için getirdiği, taraflarına bir avukat atanması tarzındaki zorunluluktan dolayı ) 18 yaşından küçüklerin kendilerini yeterince savunamayacakları gerekçesine dayalı olduğundan; özde ve genel kuralda, Medeni Kanun ile getirilen koruyucu hükümlere ( 13 ve 16. maddeler ) paralel biçimde ve yoruma tabi durumlarda ise, küçükler lehine istisna sayılabilecek emredici bir hükümdür.
Bu itibarla; sanıklar Ö. ve S’nin ( temyizden vazgeçmeye yönelik ) iradeleri ile müdafiinin ( sanıklar lehine vaki, bozma istemli temyize yönelik ) çelişen iradesi karşısında, sanıklar müdafiinin vaki temyiz talebinin kabulü gerektiği hususu açıkça tebeyyün etmektedir.
Kaldı ki, 1412 sayılı CMUK’nun yürürlükte olduğu dönemlerde dahi yerleşmiş Yargıtay İçtihatları’nın;”18 yaşından küçük sanıklar temyizden vazgeçmiş olsalar dahi, müdafiilerinin sanıklar lehine vaki temyizinin geçerli sayılması gerekeceği ve ayrıca yoklukta verilen kararlara karşı küçük sanığın ancak müdafiine yapılacak tebligatla, yasal sürelerin işlemeye başlayacağı ve CMUK 138. maddesi gereğince zorunlu olarak atanan müdafiilerin yasal görevlerinin 18 yaşın bitmesi ile son bulacağı yolundadır ( YCGK’nun 14.12.1999 gün ve 1999/5-300-312 sayılı, Y. 1. CD’nin 30.04.2002 gün ve 200114398 – 2002/1613 sayılı kararları gibi ).
Yukarıda açıklanan gerekçe ve nedenlerle;
Yüksek dairece; sanıklar müdafiinin süresi içinde vaki temyizine istinaden “temyiz incelemesine” girişilmesi gerekirken, küçük sanıkların temyizden vazgeçme iradelerine itibarla, “müdafiilerinin temyiz talebinin reddine” karar veren ilamındaki görüşe katılma mümkün olmamış ve itiraz edilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır” görüşüyle itiraz yoluna başvurarak özel daire kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün tebliğname doğrultusunda bozulmasına karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
Dosya Birinci Başkanlığa gönderilmekle, Ceza Genel Kurulu’nca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
Sanıkların kasten adam öldürme suçundan cezalandırılmalarına karar verilen somut olayda özel daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık, zorunlu müdafii ile küçük sanıkların iradelerinin yasa yoluna başvurma konusunda çelişmesi halinde, bunlardan hangisinin iradesine itibar edileceği, buna dayalı olarak da somut olayda küçük sanıkların temyizden vazgeçme iradelerini bildirmeleri karşısında zorunlu müdafiilerinin başvurusu doğrultusunda temyiz incelemesi yapılması olanağının bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkindir.
Uyuşmazlık konusunda sağlıklı bir hukuki çözüme ulaşılabilmesi bakımından, konuya ilişkin yasal düzenlemeleri incelediğimizde;
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Yasası’nın “müdafiin görevlendirilmesi” başlıklı 150. maddesinin 2. fıkrasında, “Şüpheli veya sanık onsekiz yaşını doldurmamış ya da sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malül olur ve bir müdafii de bulunmazsa istemi aranmaksızın bir müdafii görevlendirilir”
“Başvurudan vazgeçilmesi ve etkisi” başlıklı 266. maddesinde ise; ” ( 1 ) Kanun yoluna başvurulduktan sonra bundan vazgeçilmesi, mercii tarafından karar verilinceye kadar geçerlidir. Ancak, Cumhuriyet Savcısı tarafından sanık lehine yapılan başvurudan onun rızası olmaksızın vazgeçilemez.
( 2 ) Müdafiin veya vekilin başvurudan vazgeçebilmesi, vekaletnamede bu hususta özel yetkili kılınmış olması koşuluna bağlıdır.
( 3 ) 150’nci maddenin ikinci fıkrası uyarınca, kendisine müdafii atanan şüpheli veya sanıklar yararına kanun yoluna başvurulduğunda veya başvurulan kanun yolundan vazgeçildiğinde şüpheli veya sanık ile müdafiin iradesi çelişirse müdafiin iradesi geçerli sayılır” hükümlerine yer verilmiştir.
Bu yasal düzenlemelerden de görüleceği üzere, kural olarak müdafiin yasa yolu başvurusunda bulunması veya bu başvurudan vazgeçmesi, asilin iradesine tabidir. Ancak yasa koyucu bu kuralın istisnasını CMY’nın 266. maddesinin 3. fıkrasında getirmiş ve onsekiz yaşını doldurmamış ya da sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malül olan şüpheli veya sanığın yasa yoluna başvurulması ya da başvurunun geri alınması konusundaki iradesi ile müdafiinin iradesinin çelişmesi halinde bu kez asilin değil, müdafiin iradesine üstünlük tanımıştır.
Nitekim anılan maddenin gerekçesinde de bu husus; “Katılan, şüpheli veya sanık avukatı, vekaletnameyle verilmiş açık yetki varsa kanun yoluna başvuruyu geri alabilirler.
Ancak, 150’nci maddenin ikinci fıkrasıyla onsekiz yaşını doldurmamış ya da sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malul olanlara avukat atanması zorunluluğu, kendilerini yeterince savunamayacakları gerekçesine dayalı olduğundan bu durumdaki şüpheli veya sanıklar yararına kanun yoluna başvurulduğunda veya başvurudan vazgeçildiğinde avukatın seçimi geçerli olacaktır”vurgulanmıştır.
İncelenen dosya içeriğine göre;
Sanıklardan S., 18.07.1989 doğumlu, Ö. ise, 08.02.1988 doğumludur. Yerel mahkemece cezalandırılmalarına ilişkin hüküm 11.07.2005 tarihinde sanıkların ve müdafiilerinin yüzüne karşı verilmiş olup, sanıklar müdafii 12.07.2005 günlü dilekçe ile temyiz isteminde bulunmuştur. Sanıklar ise, tutuklu bulundukları cezaevi müdürlüğü aracılığıyla 15.07.2005 tarihinde ayrı ayrı verdikleri dilekçelerle haklarındaki hükmü temyiz etmek istemediklerini bildirmişlerdir. Bu dilekçelerin verildiği tarihte sanıklar 18 yaşından küçüktürler. O halde sanıkların temyizden vazgeçme iradelerine itibar edilmesi yasal olarak olanaksızdır. Sanıklar müdafiinin yasa yoluna başvurusu ile “istek” koşulu gerçekleştiğinden, sanıklar hakkındaki hükmün temyizen incelenmesi gerekmektedir.
Bu itibarla haklı nedenlere dayanan Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının kabulüne ve dosyanın temyiz incelemesi yapılmak üzere özel daireye gönderilmesine karar verilmelidir.
Öte yandan her ne kadar sanıklardan S. tahliyesine karar verilmesi talebinde bulunmuş ise de, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının kapsamına göre dosyanın esasının Ceza Genel Kurulu’nca incelenmemesi karşısında, bu konuda temyiz incelemesi sonucunda bir karar verilebileceğinden tutukluluk halinin de özel dairesince yapılacak temyiz incelemesinde değerlendirilmesi gerekmektedir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle,
1- Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin 13.03.2006 gün ve 3708-596 sayılı kararının KALDIRILMASINA,
3- Dosyanın temyiz incelemesi yapılmak üzere Yargıtay 1. Ceza Dairesi’ne gönderilmesi için Yargıtay C.Başsavcılığı’na tevdiine, 30.05.2006 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir